Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam ainam@metu.edu.tr şey var: Avrupa’nın 17., 18. ve 19. yüzyıllarda yarattığı evrensel sentezin verilerini reddeden bir büyük toplum yok. Bütün dünya bu birikime sahip olmaya ve aynI doğrultuda yaratmaya çalışıyor. CUMHURİYETİN ELİTLERİ Biz üç yüz yıllık devrimleri gerçekleştiren Avrupa elitini taklit ederek benzer bir elit yetiştirmeye Cumhuriyetle başladık. Bunun temeli köylere kadar uzanan eğitim seferberliğiydi. Bizim bilim adamlarımız aristokratlardan, kentli burjuvalardan değil, asker, öğretmen, hâkim gibi Cumhuriyetin bürokrat ailelerinden yetişti. Demokratik rejim bu tabloyu 1970’li yıllara kadar pek az değiştirdi. Kahve gibi üniversite açılmadan ve öğrenci sayısı yüz binleri ve sonra milyonları bulmadan Cumhuriyet bugün kendisini hâlâ ayakta tutan bir aydın nüfus yetiştirdi. Yani köylü kente inmeden ve demokrasi adını verdiğimiz süreç kentlileşememiş oy makinelerini yaratmadan önce geçen yarım yüzyılda, İslam toplumları içinde daha ileri bir çağdaş yaşam düzeyine ulaştık. Kuşkusuz bunda Avrupa’da yaşamış bir imparatorluğun kalıtımı vardı. Türkler geç kalmışlardı. Ne var ki Cumhuriyetin çağdaş bilgi ideolojisi olmadan çağa katılamayacağımızı bugüne kadar halka öğretemedik. Bugün bu çağdaşlaşma bilincinin özellikle bulandırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle de hâlâ, nüfusumuza oranla, dünya entelektüel toplumuna katılmamızı sağlayacak sayıda yetişmiş adamımız az. Olanları da kırsal kültürlü politika dışlamış durumdadır. Sayı çokluğu her zaman denge bozan bir etkendir. Sayı demokrasisi eğitim sistemini yozlaştırdı. Artan nüfusun sorunlarını çözebilecek aydın kapasitesi yetersiz kaldı. Türkiye’de demokrasi eğitimi topluma yayıldı. Fakat bu yaygınlık eski deyimiyle ‘sade suya tirit’ olarak tanımlanacak niteliktedir. Cahil toplum diplomayı eğitimle eş tutuyor. Bunun ülkeye verdiği zararı sayıyla ifade etmek olanaksızdır. Diplomalılar arasında milyonların yaşamlarını yönlendirecek entelektüel yetişmiyor. Gençler, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar sayıya mağlup ve paraya teslim Sayı çokluğu her zaman olmuş dejenere bir eğitim programının denge bozan bir etken ürünleridir. Ancak kişisel yetenekler ve ailesel ihtimamlarla bu kargaşadan sıydir. Sayı demokrasisi rılabiliyorlar. Cumhuriyetin yeniden yorumlanması cumhuriyete uygundur. Cumhuriyeti kokuşan, kendi kendine yabancılaşan, anlamını yitirmiş bir hâle getirmeme, cumhuriyete sahip çıkma kaygımız, cumhuriyetin düşünce ve yüreğimizde yaktığı ateşin hâlâ yandığının bir belirtisidir. Nedir Cumhuriyet? Bizim yurdumuz için, tarihimizin bizi ulaştırdığı noktada, adına cumhuriyet dediğimiz “yönetim biçiminin”, daha farklı yorumlandığında, yaşam biçiminin anlamı nedir? Cumhuriyetin bir yaşam biçimi, bir tutum, bir tavır, bir gerçeklikle ilişkiye geçme yolu olduğunu vurgulamak istiyorum. Yazık ki, cumhuriyeti yaşayan insanlarımız arasında bu tavıra sahip olanlar, karşıt görüşlü kişilere oranla sayıca azalmaktadır. Cumhuriyetin başlangıçta taşıdığı çoşku, atılım gücü etkisini yitirmektedir. Cumhuriyet, bir çıkıştır. Türkiye’de böyle yaşandı. Yeni bir hayata doğru çıkıştır. Atılımdır. Varolma çabasıdır. Yenilenen, yeniyi izleyen bir yaşam biçimidir. Cumhuriyet belli kişilerin, belli bir sınıfın, sülalenin, ırkın yönetimi değildir; cumhuriyet herkesi kucaklar. Bu herkes, birbirleriyle eşit haklara sahip olan, gelir dağılımından eşit paylar alan, doğrusu, emeğinin karşılığını alabilen, fırsat eşitliğine sahip, bağımsız, özgür insanların tümünün oluşturduğu halktır. Bu halkın yaşama biçimini düzenleyecek kurum devlettir. Devlet, herkesi eşit olarak kucaklar; onların irâdesiyle kendi irâdesi arasında uçurum yoktur. Bireyler özgür, devlet özgürdür. Devlet bireyin tepesinde, onu ezen bir konumda değildir. Halkın efendisi değildir. Halk devlettir, devlet halktır. Halk bilinçlidir; bilgedir; kendi kendini yönetebilme gücüne, bilgisine, özgürlüğüne, özerkliğine sahiptir. Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde sık sık vurgulandığı gibi, cumhuriyette “istiklâl baş davamızdır.” Varlığımızın devamı bu özerk olma gücümüze bağlıdır. Halkın vatandaş olabildiği, kamu alanındaki (res publica!) kararlara özgürce, özerk bir kafa yapısıyla katılabildiği, özel yaşamın (res privata) baskı altına alınmadığı bir yaşayıştır. Bu yaşam biçimi içinde, halk, kendi sınırları dışında olanlara düşmanlık duymaz; paylaşmayı bilir; hem birey olabilme hem de bireyler olarak bir araya gelip kendi kendini yönetebilme olanağına, gücüne, özgürlüğüne sahiptir. Yönetim, seçkin, soylu sayılan bir bölük insanın elinde değildir. Topluluğun kendi varlığını korumaya çalışıp, sürdürme çabası, onu diğer topluluklara kapalı hale getirmez. Diğer topluluklara, uluslara kardeşçe, dostça yaklaşır; onların varlığına saygı duyar; bu açıdan barışçıdır. Bilgiye, teknolojiye dayanarak, sağlıklı, barışçı bir biçimde sorunların üstesinden gelebilecek gücü, iyi niyeti, geleceğe yönelik umuduyla varolmayı dener. Cumhuriyet yaşam biçimi içinde olanlar, bilgiden, deneyden, tartışmadan, eleştiriden, yeniliklerden; yeniyi, bilinmeyeni araştırmaktan, sorgulamaktan, yeni bakışlarla yeni ürünler oluşturmaktan korkmaz. Adâlet duygusunun gelişmesine, adaletin uygulamasına yol açacak eylemlerin sorumluluğunu taşıyarak, cumhuriyetin gerçekleşmesine çalışır. Yoksulu, hastayı, azınlıkta olanı, çocuğu, kadını ezmez; şiddete karşıdır. Eleştiriye açık olduğu için yanlışlardan öğrenmesini bilir; bireylerin özel yaşamlarını gönüllerince yaşamasına yardım eder, katkıda bulunur. (Herkesin kendi iç dünyasına ayırdığı bir oda olmasına olanak sağlar.) Res publica, res privata’yı ezmez; çıkarları için kavga eden agonistik, kavgacı işleyişi, sağlıklı dengelere oturtur; görünüşte eşitlikçi ama uygulamada belli ırkta, inançta, cinsiyette, yaşta olanlara ayrıcalık tanıyan uygulamalara izin vermez. Cumhuriyet, söylediğimiz bu sözlerin “idealleştirme”ler olduğunu, gerçekleşmesi için daha fazla bilgi, daha fazla deneyim, daha fazla kuram, daha fazla tartışma gerektirdiğini bilir. Tartışmalara açık olur. Cumhuriyet onu yıkmaya çalışanlara karşı özerk, özgür gücüyle kendini korur. Onu kuran, onu “irfan”la temellendirmeye çalışan insanına kendinini geliştirmesi için olanaklar sunar. İnsanı geliştikçe, cumhuriyet de gelişecektir. Açıklığın, içtenliğin, cumhuriyetle yaşama heyacanının, aşkının, bağımsızlık duygusunun ve onu var eden insanın inançlarına değerlerine saygının, bir başka deyimle, edebin gürül gürül yaşandığı bir yaşam biçiminin adıdır cumhuriyet. Son olarak, cumhuriyetin insanı bütün insandır. Bu insan, içinde bulunduğu kurumlarda, birbirleriyle ve kendileriyle olan ilişkilerinde şu on öğeyi birbirleriyle dengeli biçimde geliştirirler: 1. Bilgilerini, 2. Mantıklarını, 3. Ahlaklarını, 4. Sorumluluklarını, 5. Estetik duyarlılıklarını, 6. Duygularını, 7. Mücadele güçlerini, 8. Oyun duygularını, 9. Özgürlüklerini, 10. Güven duygularını besleyerek, bir orkestranın elemanları gibi harmonize ederler. Böyle bir cumhuriyetin oluşmasında, bu canlılığı sağlayabilen önemli bir gücün felsefe sevgisi olduğu da unutulmamalıdır CBT 1117/11 15 Ağustos 2008 Çağdaş toplumun sadece Türkiye’de değil bütün dünyada bu hastalığa tutulacağını Batılılar da görmüşlerdi. Yüzyıl başında ünlü Antik tarih otoritelerinden biri olan Michael Rostovzeff’in “Yüksek bir uygarlık düzeyinin üstün niteliklerini sulandırıp yok olma düzeyine indirmeden toplumun aşağı sınıflarına mal etmek olanağı var mıdır? Her uygarlık kütlelere nüfuz etmeye başlayınca çökmeye başlamamış mıdır?” diye bir sorusu vardı. O bunu Yunan ve Roma dönemleri arasındaki bir tarih süreci için söylüyordu. Fakat bu soru 20. Yüzyıl demokrasi deneyiminin dünya çapında genelleşmesinden sonra hâlâ sorulabilir. Gerçi böyle bir soru Marksist düşünce çemberinden geçen bir dünyada sevimli değildir. Bu bağlamda köylü kalmış toplumlar da bundan hoşlanmazlar. Sorun, insanları elit olan ve olmayan diye ayırmak değil. Geçen yüzyıl elitin ne denli kötü politikalara alet olacağını bize öğretti. Bugünün Türkiye’si de öğretiyor. Gerçi kütlelerin de en kötü ideolojiler için mobilize edildiğini de biliyoruz . Büyük halk kütlelerinin de en üst uygarlık düzeyine ulaşacağı, demokratik toplumlardaki eğitimin bunu sağlayacağı inancı hâlâ bir ütopya olarak yaşıyor. Ne var ki kapitalist tekelcilik öğretim de eşitliğin düşmanı olduğunu kanıtlayan bir süreç içindedir. Bugün eğitim eşitliği olan bir uygar toplum hayal etmek Amerikan sinemasının icat ettiği bir maymunegemen toplum hayal etmekten daha zordur. Fakat uzman ve evrensel bilgelikle yetişmiş aydına gereksinmenin her zamandan daha gerekli olduğu yadsınamaz. Bunun yetiştirilmesi için geç kaldık. Büyük ülkelerin uzman ve aydın yetiştiren ünlü üniversite ve enstitüleri var. Türkiye’de ise ayrık otu gibi biten üniversitelerin, bugünden yarına, devlet üniversitelerinden öğretim üyesi transfer ederek, yüksek standartlara ulaşmaları bir hayaldir. Üniversiteyi bir alışveriş merkezi gibi düşünen ham insanlar çoğunlukta. Bu üniversitelerin ürettikleri bilgi herkesin önünde. Çağdaş dünya çorbasında tuzumuz olması için adama gereksinmemiz var. Kırsal kültür egemenliğinin buna yanıt verecek birikimi olmasını beklersek tren kaçabilir. eğitim sistemini yozlaştırdı. Artan nüfusun sorunlarını çözebilecek aydın kapasitesi yetersiz kaldı. Türkiye’de demokrasi eğitimi topluma yayıldı. Fakat bu yaygınlık eski deyimiyle ‘sade suya tirit’ olarak tanımlanacak niteliktedir. DEĞİŞMEYEN SORU