Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Aklın inanca ve dogmalara karşı bitmez tükenmez mücadelesi Akılcı düşünce, köktendincilerin ve sahte bilimcilerin tehdidi altında. Bu durumda akla ve Aydınlanmacı dünya görüşüne sahip insanların yapacağı tek şey kalıyor. O da karşı saldırıya geçerek akılcılığı savunmak. Ancak harekete geçmeden önce, aklı reddedenlerin hangi gerekçelerin ardına sığındıklarını anlamakta fayda var. New Scientist dergisi, “İnsanların Akıldan Nefret Etmelerinin 7 Nedeni” isimli yazı dizisinde aralarında din adamlarının, sanatçıların ve bilim insanlarının olduğu farklı dünya görüşüne sahip insanların akıl konusundaki düşüncelerine yer veriyor: ‘KENDİ AKLINI KULLANMA CESARETİNİ GÖSTER’ Yazı dizisinin giriş makalesinde felsefeci A. C. Grayling, kökenleri 18.yüzyıla dayanan “Aydınlanmacı Değerlerin” bugünün insanı için ne anlama geldiğini sorguluyor: Immanuel Kant 1784 yılında kaleme aldığı “Aydınlanma Nedir” isimli makalesinde bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararAydınlanmacı değerler, akıllılığını ve yürekliliğini cılık, özgürlük, demokrasi, gösteremeyen insanda araçoğulculuk, insan hakları, malıdır Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak hukukun üstünlüğü ve cesaretini göster! Sözü dünyayı doğru anlamak için şimdi Aydınlanmanın bilimi esas almaktır. Tarihi bir parolası olmaktadır” olgu olarak Aydınlanma (Türkçesi: Nejat BozkurtFelsefe Yazıları1983) hareketi akla güvenmeyi Kant bu satırlarıyla temel alır; sosyal ve politik Akılcılığın temellerini atsorunlarda bilimsel yaklaşımı mış oluyordu. 18.yüzyıldaki ilerici düşünceler, zabenimser; bilimi savunur; manının sosyal ve siyasi ilerlemenin yolunu tıkadığı gerçeklerinin çok iiçin dini yaklaşımlara ve her lerisindeydi, fakat öncü türlü boş inanca karşı çıkar. düşünürler yepyeni bir dönemin başlamak üzere Adaletsiz sosyal sistemlere olduğunun farkındaydı. karşı sistemli bir mücadele Amerika ve Fransa’daki yürütür. devrimler ve Batı tarihinde daha sonraki olaylar onları haklı çıkarttı. Bu arada kuşkusuz Aydınlanma hareketine karşı çıkanlar da oldu ve bu insanlar Aydınlanma’nın her aşamasında kendi ilkelerini korumak için büyük mücadele verdiler. madan kendisinin ateist olduğunu açıklaması imkânsızdı. Sonuç olarak agnostiklerin ve ateistlerin pek çoğu kendilerini “Deist” olarak nitelendirmeyi tercih ettiler. Deistler dünyanın bir tanrı tarafından yaratıldığına, ancak daha sonra bu tanrının yarattığı dünyayı kendi haline bıraktığına inanıyorlardı. Ayrıca yine ateist ve agnostikler din ile ilgili eleştirilerini kilisenin eleştirisi ile sınırlı tutuyorlardı. ka ait olduğunu savunan Aydınlanma hareketine şiddetle karşı çıkıyordu. Burke için halk, anarşik bir güruhtan başka bir şey olmadığı gibi, demokrasi de bu güruhun yönetimi anlamına geliyordu. Romantikler ise Aydınlanma’nın bilime vurgu yapmasını mekanik, hatta deterministik bir yaklaşım olarak değerlendiriyordu. Aklın yerine duyguları koymayı tercih eden Romantikler, gerçeğe giden yolun tutkudan geçtiğini ileri sürerek, spontanlığı ve şansı, soruşturma ve araştırmadan daha üstün gördüklerini ifade ediyorlardı. Kimse duyguların önemini küçüksememekle birlikte, romantizmin açtığı yolda nasyonalizmin yeşerdiği görüldü. Bu yeni akım, dinin yeniden parlamasına yol açtığı gibi bazı ırkların üstünlüğünü gündeme getirdi. Nazizm ve Stalinizmin neden olduğu korkunç kıyımlardan sonra, Aydınlanma hareketi bu kez de postmodern düşünürlerin eleştiri oklarına hedef oldu. Postmodern düşünürler Frankfurt Sosyoloji Okulu’nun bir uzantısıydı. Bunlara göre Aydınlanmacı akılcılık, bürokratik kontrolün baskıcı kavramlarına dönüştü ve bireyin ekonomik güçlerin kölesi haline gelmesine yol açtı. Bu arada bilim, bilimciliği (scientism) besliyordu. Postmodernistlere göre bilimcilik tüm sorunlara bilimsel bir çözüm öneren bir kurtuluş efsanesiydi. Ayrıca bilimcilikte Aydınlanmacılar dini bir “şer odağı” ve aldatıcı bir kuvvet olarak görerek, yerine aklı geçirmişti. Bu analizler Aydınlanmanın belli başlı özelliklerini göz ardı ediyordu. Aydınlanmanın göz ardı edilen özelliklerinin başında dini kurumların, devletin ve ideolojinin hâkimiyetine karşı çıkmak ve çoğulculuk ile bireysel özgürlükleri savunmaktı. Hâkimiyet kuran kurum, herkesin aynı şeye inanmasını talep ediyordu: Nazizmin ve Stalinizmin tiranlarının, Aydınlanmadan nasiplerini almadıklarını söyleyebiliriz. Aslında Nazizmin kökleri, ırkçılığın romantik kavramlarından besleniyordu. Stalinizm de benzer bir ezici güçtü; 16.yüzyılda Engizisyon’da kullanılan yöntemlere benzer yollarla halkı sindirmeyi başarmıştı. İnsanlar bugün “Aydınlanmacı Değerler”den bahsetmeye başladıkları zaman, 18. yüzyıldaki versiyonun modernize ve idealize edilmiş şeklini anlıyorlar. Aydınlanmacı değerler bugün, • Bireysel bağımsızlık • Demokrasi • Hukukun üstünlüğü • Bilim • Akılcılık • Laiklik • Çoğulculuk • İnsancıl bir ahlak anlayışı • Eğitimin önemi • İnsan hakları gibi kavramları akla getiriyor. Bunlar içleri boşaltılmış, soyut kavramlar değildir. 300 yıl önce yaşamış olan insanların, yaşamlarını bugün hayatta olanlarla karşılaştırdığınız zaman Aydınlanmanın toplum üzerindeki etkisini net olarak görmek mümkündür ve bu iki tarihsel evre arasındaki olumlu gelişme her türlü Aydınlanmanın başlangıç noktasını felsefeci Denis Diderot ve matematikçi Jean le Rond övgüyü hak ediyor. D’Alembert’in birlikte derledikleri “Encyclopedie, Türkçesi: Reyhan Oksay; ou Dictionnaire raisonne des sciences, des arts et des metiers (Ansiklopedi, veya bilim, sanat ve Kaynak: New Scientist, 26 zanaatin sistematik sözlüğü)” isimli büyük anTemmuz 2008 siklopedi oluşturur. AKLIN ÜSTÜNLÜĞÜ ŞARTI Tarihi bir olgu olarak Aydınlanma hareketi akla güvenmeyi temel alır; sosyal ve politik sorunlarda bilimsel yaklaşımı benimser; bilimi savunur; ilerlemenin yolunu tıkadığı için dini yaklaşımlara, BUGÜNÜN dinsel kurumlara ve her türlü boş inanca AYDINLANMACI karşı çıkar. DEĞERLERİ, Aydınlanmacı düşünürler insan haklarını savunur; mutlak monarşiye ve • Bireysel bağımsızlık bununla bağlantılı olan adaletsiz sosyal • Demokrasi sistemlere karşı sistemli bir mücadele • Hukukun üstünlüğü yürütür. • Bilim AYDINLANMANIN • Akılcılık BAŞLANGIÇ NOKTASI • Laiklik bireyler yaratabilecekti. Bu yeni Aydınlanmanın başlangıç noközgür birey, kendisi için • Çoğulculuk tasını felsefeci Denis Diderot ve düşünebilecek ve düşüncelerini matematikçi Jean le Rond • İnsancıl bir ahlak anlayışı eyleme dökecek cesarete de sahip oD’Alembert’in birlikte derledikleri • Eğitimin önemi lacaktı. “Encyclopedie, ou Dictionnaire raisonne • İnsan hakları des sciences, des arts et des metiers AYDINLANMACI (Ansiklopedi, veya bilim, sanat ve zanaatin sisDÜŞÜNÜRLERE TEPKİLER tematik sözlüğü)” isimli büyük ansiklopedi oluşturur. Birkaç ciltten oluşan bu eser 1751 ve 1772 yılları arasında yayımlandı. Doğa ve sosyal bilimlerde, teknolojide, sanat ve el hünerlerinde ve felsefede önemli buluş ve düşünceleri bir araya getiriyordu. Bu süreçte ilk önce İngiliz Chambers Cyclopaedia’yı tercüme etmek fikri üzerinde duruldu. John Locke ve Isaac Newton’ın etkisi altındaki ilerici Fransız düşünürleri, Locke’un aydınlanmacı düşüncelerini ve Newton’ın keşiflerini kendi ülkelerine taşımayı amaçlıyorlardı. Fakat Diderot ve birlikte çalıştığı arkadaşları, Chambers’ı yeterli bulmadılar ve kendi ansiklopedilerini hazırlamaya karar verdiler. Ancak gelenekselciler bu çabalara karşı çıktılar, çünkü ilericilerin yeni bilgi ve yeni düşünce şekillerinin peşinde olmaları gelenekselcileri tahtından edecekti. İlericiler bu şekilde yeni bir sosyal düzen kurabilecekleri gibi, daha özgür Burke, Diderot, “Supplement to Bougainville’s Voyage” isimli eserinde Doğa’nın insanoğluna şöyle seslendiğini yazar: “Sana verdiğim dünyanın sınırları dışında mutluluğu boşu boşuna arama.... Tüm zamanlarda yaşamış insanların tarihini incele....Göreceksin ki biz insanların şu üç yasadan kaçışı yoktur: Doğa yasalarına, toplum yasalarına ve dini yasalara... Ve üçünü de çiğnemek zorunda kalmışız .... çünkü bunlar hiçbir zaman uyum içinde olmamış.” Aydınlanmacı fikirler, dini kurumların ve devletin AYDINLANMA VE AYDINLANMACI DEĞERLER 18.yüzyılın karmaşık, tarihi bir olgusu olarak “Aydınlanma”yı, “Aydınlanmacı değerlerden” ayırt etmek gerekir. Aydınlanmacı değerler akılcılık, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve dünyayı doğru anlamak için bilimi esas almaktır. Kuşkusuz bu değerler 18.yüzyıl düşünürlerinin ortaya attıkları fikirlerden türemiştir. Ancak tarihi koşulların dayattığı değişiklikler bu değerleri de etkisi altına aldı. Örneğin ateizm 18.yüzyılda nefretleri üzerine çeken bir kavramdı. Dolayısıyla bir kişinin, toplum dışına itilmişliği göze alCBT 1117/12 15 Ağustos 2008 Diderot Kant Yazının devamı arka sayfada CBT 1117/13 15 Ağustos 2008 kazanılmış çıkarlarını tehlikeye soktu. Ve bilimsel akılcılıktan korkanlar için bir tehdit unsuru oluşturdu. Bu nedenle Aydınlanma hareketine karşı her zaman şiddetli bir tepki söz konusuydu. Bu fikirleri eleştirenler, son tarihsel olaylarda yaşanan aşırılıkların faturasını Aydınlanmacı düşünürlere kestiler. Fransız Devrimi’nin Terör Devri’nden (Robespierre tarafından kışkırtıldığı sanılan aşırı şiddet dönemi) 20.yüzyılın Nazizm ve Stalinizm’e kadar tüm aşırı uçların suçlusu Aydınlanmacı düşünürlerdi. Ayrıca inanç, ahlak ve güzellik gibi kavramların da Aydınlanmacılar tarafından alaşağı edildiğini iddia edenler, bu kavramlarla uygarlaşan dünyanın bilimsel akılcılığın kılavuzluğunda aynı ilerlemeyi gösteremeyeceğini düşünüyordu. Aydınlanmaya karşı harekete geçen aktivistler iki ana koldan saldırıyordu. İlki dini kurumların ve monarşinin geleneksel gücünü savunan gericiler; ikincisi de doğanın, duyguların ve hayal gücünün akıldan daha önemli bir otorite kaynağı olduğunu düşünen romantiklerdi. Romantiklere göre akıl kuru ve sıkıcıydı. G e r i c i l e r , Robespierre’in Aydınlanma konusundaki aşırılıklarına sert eleştiriler yöneltti ve terörü hoş görmekle suçladılar. Gericilerin sözcüsü Edmund Burke, nihai siyasi otoritenin halLocke Kilise insanlarına göre ‘Akıl her zaman ahlaki değerleri kollamayabilir!’ İngiltere’nin resmi dini otoritesi olan Anglikan Kilisesi lideri Başpiskopos Rowan Williams, bir din adamı olarak akıl kavramını konusunda görüşlerini şöyle dile getiriyor. B ugün akıl, bireysel bir alıştırma olarak algılanıyor, ancak bu her zaman doğru olmayabilir. Ortaçağa kadar “akılcı” olmak, kozmosta nereye ait olduğunun farkında olmak anlamına geliyordu. İnsanları diğer yaratıklardan ayıran, kim olduğunu bilme yeteneğidir. İnsanlar, evrenin genel gidişatına uyun bir şekilde yaşamak için seçme özgürlüğünü kullanma hakkına sahiptir. Yaşamı, içgüdü sisteminin kontrolüne bırakmayıp, serbest irade ile şekillendirme yeteneği, gerçekliğin kendi iç dinamiklerine uygun bir yaklaşımdır. Akılcı olmak, kim olduğunuzla ve evrenin ahengiyle uyumlu olmaktır. Bu görüş 12.yüzyılın başlarında ilk kez sorgulanmaya başladı. Bu kişilerin başında felsefeci Peter Abelard geliyordu. Abelard, aklı, gözlerinizin önünde bulunan nesnelerden mantıklı sonuçlar çıkartma yeteneği olarak görüyordu. 16.yüzyıldan sonra akıl, gelenekçiliğe ve otoriteye