16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yargıç seçimine politik güdü ve amaç Toplumların ve yönetenlerin bilinçli eylemleriyle erişmek istedikleri amaçların (erek) bir değer olarak ortaya çıkması; eylemden zamansal olarak önde olan güdüye, nedene bağlıdır. Güdüyü “us ve bilim oluşturursa dirlik ve düzen”; “duygusallık söz konusu olursa kargaşa, güvensizlik” egemen olur. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi [email protected] rak art niyet kuşkularına olanak sağlamıştır. SONUÇ YIKIM OLABİLİR Sorgulayan tartışan ve araştıran: bilgili, kültürlü, etik değerleri özümsemiş yargıç kimliğine sahip yargıçlar için: Öncelikle objektif olmaktan uzak yargıç kimliği üzerinde olumsuz etkisi tartışmasız mülâkat sınavı kaldırılmalıdır. Bunun yerine hukukçuyu sorgulamaya, araştırmaya özendiren; sınav kavramının amacına uygun ve yargıç kimliğini bozmayacak yazılı bir tek sınavla yetinilmelidir. Bu sınavı, örneğin Fransa da olduğu gibi, çok ciddi ve denetimli, sınavlı AKP hükümebir eğitimle tamamlamalıdır. Bizdeki gibi, sırf kadroları doldurmak tinin yargıya için göstermelik bir eğitimle değil. karşı tutumu Örneğin Almanya'da hukuk öğve beklentilerenimi ve eğitimi; sorgulayan araşri böyle gitıran ve hukukçu gibi düşünen hukukçu yetiştirmeyi amaçlayan son derse sonuçta derece zor iki sınavla tamamlanır. tam bir yıkım İki sınavın ortalamasında en yükolacaktır. Tuz sek notu almış hukukçular doğrudan yargıç olarak atanır. İki sınavkokmaz; anda da hükümetin ve idarenin doğcak tarih adarudan ve dolaylı hiçbir katkısı söz letin koktuğukonusu değildir. Bu nedenle de: Alnun örneklemanya'da, çeşitli kaynaklardan aldığım bilgilere göre, yargıya güven riyle doludur. tartışılmaz ve tamdır. Değerli okuyucularım, yargıç kimliğini emekli dönemim de bile özenle koruyan kişi olarak; amacım, “doğru (adil) ve güvenli yargılama yapan” bir yargı düzenidir. AKP hükümetinin yargıya karşı tutumu ve beklentileri böyle giderse sonuçta tam bir yıkım olacaktır. Tuz kokmaz; ancak tarih adaletin koktuğunun örnekleriyle doludur. Yazımı, bir yerde okuduğum Zen şiiri ile bitirmek istiyorum: Kemancı keman çalar Dinlenemeseler bile Kemancı yine çalar. Yirmi beş senedir, “yargı bağımsızlığı, yansızlığı ve yargıç kimliği” üzerine yazıyorum, konuşuyorum; son nefesime kadar da… Ü lkemizde, 1981'den günümüze kadar, yargı alanında yapılan tüm düzenleme ve girişimler; kuvvetler ayrılığı ilkesine karşın, siyasal gücün yargı üzerindeki etkinliği üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Gerekçesi, “yargıçlar, yargı bağımsızlığını kötüye kullanabiliyorlar; politik gücün etkinliği ve denetimi olmadan doğru ve güvenli yargılama yapacak sağlıklı yargı düzeni kurulamaz” olmuştur. Ancak yirmi yıl sonra genel görünüm: Yargı, “bağımsız değil”; “yansızlık görümü veremiyor”; “güven yitimi giderek artıyor” sav ve tartışmaları dorukta. Bunlar, politik gücün etkinliğindeki yargı düzeninin başarılı olamadığının yeterli kanıtıdır. Yargı sorununu akılcı ve bilimsel yöntemlerle çözme konusunda bilinçli ya da bilinçsiz isteksiz olursanız bu sonuç kaçınılmazdır. Politik gücün, “yargıda kadrolaşma, benim adamım olsun” güdüsüyle duygusal yaklaşımı olumsuzluğun temel etkenidir. Bize özgü politik yapı da göz ardı edilmemeli. Bu gidişin tipik örneği, geçen ay, yargıç adaylarının seçiminde getirilen yeni düzenlemeyle gerçekleştirilmiştir. Siyasal gücün, bu düzenlemeyle, yargı üzerindeki etkinliğini sürdürmede direnmesi; yargı bağımsızlığı konusundaki kuşkuları arttırarak güven bunalımını körüklemiştir. İKİLİ SINAV Yargıç adaylarının sınavı yazılı ve karşılıklı konuşma (mülâkat) olmak üzeri iki aşamada yapılmaktadır. Sınavın özdeki amacı; bilgi, kültür ve beceri bakımından yargıç kimliğini özümseyebilecek adayları seçmektir. İşin doğası budur; ancak yerleşik sınav düzeni istenileni vermemiş ve vermesi de beklenmemelidir: Yazılı sınav: ÖSYM tarafından test diye anılan seçmeli sorularla yapılmaktadır. Bu nitelikteki sınavların gerçek anlamda bilgi ve beceri ölçmede yeterli olmadığı bilimsel olarak saptanmıştır. Bu nedenle; ezber ağırlıklı oyunsu bir yöntemle yapılan seçim, kolaycılığa kaçan yanlış bir uygulamadır. Yargıç, sürekli sorgulayan, araştıran ve bilgisini akıl yürüterek işleyerek her somut olayda hukuk yaratan kişi olmak zorundadır. Ezberci düzen içinde seçilen yargıç adayının, yarınlarda bu nitelikleri kazanması kolay olmayacaktır. 1980 öncesi, o günkü koşullarda, sınav yoktu. Ancak; bu gün, o dönemin “az sayıda da olsa” gerek bilgi ve beceri gerekse etik değerlere sahip yargıçlarının özlemi çekilmektedir. Bu nedenle, öncelikle bu sınav yöntemi değiştirilmelidir. Mülâkat!: Yazılı sınavda yetmişin üzerinden not almış aday adayları (alınacak aday sayısının bir katı) sözlü sınava girmeye hak kazanır. Bu sınavı yapacak kurul, Adalet Bakanlığı'ndan beş, Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulu'ndan iki (Danıştay ve Yargıtay üyesi varsa! bunlardan) olmak üzere yedi üyeden oluşmaktadır. “Yargıç, seçimin hükümetten bağımsız olmayan bir organca belirlenmesi YARGI BAĞIMSIZLIĞINA ÖNEMLİ ÖLÇÜDE ZARAR VERİR; potansiyel tehlike söz konusu (AB 2004 raporu)”. “Yargıçların seçimi ve kariyerleri hususunda karar veren orun hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır (Avrupa Konseyi Tavsiye kararı)”. Siyasal gücün, bu eleştiri ve tavsiyelere karşın; hükümet ve idare ağırlıklı kurulda direnmesi: Uygun olmayan bir güdüyle (yargıda kadrolaşma) seçim yapma amacını kanıtlayan akıl dışı bön davranıştır. Kaldı ki; bu düzende (jüri) seçimin yasada belirtilen ilkeleri gerçekleştirmesi de beklenmemelidir. En çok beş dakikalık konuşmada ancak falcılık yapılabilir. Bir de bakanlığa bağlı üyelerin “hukuk bilgi düzeyi ve yargıç kimliğinin” kuşku ve duraksama tartışmalarını çağrıştırabileceği de. Mülâkat denilen bu seçim düzeni, yargıç kimliğinin oluşması ve korunması açısından da sakıncalıdır. Genel de insanın ve özelde Türk toplumunun yapısı kayırma yollarını özendirmeyi tetikler. Bu yolu kullanan yargıç adayının, kürsüye çıktığında kayırma önerilerine açık olmayacağına ve yansızlık kimliğini yitirmeyeceğine kimse güvence veremez. Hepsinden önemlisi, kamu oyunun ve hak arayanların bu yöntemle seçilmiş yargıçların özellikle yansızlıkları konusunda kuşkuları, yargı bağımsızlığı kavramı inançlarını zayıflatacağı da göz ardı edilemez. Bu bağlamda; siyasal gücü elinde bulunduran AKP'nin, “dinsel nitelikleri ağır basan kişileri yeğleme eğilimi” de. Siyasal gücün, bir an için, iyi niyetli olduğu kabul edilse bile; yarattığı gerginlik “cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülmüştür” özdeyişini haklı çıkarmıştır. Çünkü “yargı bağımsızlığı konusunda tartışmalar”, “haklı eleştiriler ve gösteriler” yargı üzerindeki kara bulutları yoğunlaştırmıştır. Sorumlusu da olayı yaratan AKP hükümetidir. Yansızlığı tartışılmayacak bilim insanları ve yüksek yargıçlardan oluşan bir kurul yerine; bakanın emrindeki kişilerin yeğlenmesi haklı ola Dünya güçleri, su kaynaklarımızın peşinde Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü Kültür Sanat Kurulu'nun davetlisi olarak “Teknoloji Dünyayı Nereye Götürüyor?” konulu bir konferans veren Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, şunları söyledi: “Dünya köyünün ikilemleri karışsında Atatürkçü bir üniversitede mutlulukla söylüyorum ki, Atatürk bundan 60 yıl önce bu konuda çözümler önermişti. Dünya görüşümüzü, varlık bilincimizi geliştirmek için eğitime ihtiyacımız vardır. Eğitim de sadece okulda, sınıfta yapılan eğitim değildir. Yaşam boyu ve her yerde her zaman eğitimdir. Bilgi toplumu, savaşların ve yoksulluğun sonu, barış ve mutluluğun başı olacak deniyor. Acaba bu ne kadar gerçek? Dünya tek kelime ile karmakarışık. “Küçülen köy dünyaya yabancılaşıyor. Varlıklılarla yoksullar arasındaki uçurum kapanmıyor açılıyor ve derinleşiyor.” Sonuç olarak ulus devletlerin eritildiğini ve ulusçuluğun, Atatürkçülüğün bir kabahatmiş gibi algılatıldığını ifade eden Prof. Dr. Güvenç, “Böyle yaparak kendi milliyetçiliklerini saklıyorlar. Bizi ulusçulukla suçlayanlar, kendilerinin ulusal çıkarları gereği savaş açmayı, istedikleri ülkeyi ortadan kaldırmayı kendilerine hak görüyorlar. Onların milli çıkarlarına karşı siz kendi milli çıkarlarınızı söylediğiniz zaman, 'ulusalcılığı' aşağılayıcı gösterip, bizi inkâra zorluyorlar. Oysa ulus devletleri ortadan kalkmış değil. Maskelenmiştir. En çok ulusçu olanlar, ulusçu oldukların saklıyor, dünyayı da ulusçu olmaktan vazgeçin, çağdaş olun diye korkutuyorlar” dedi. Bilimin değerinin düştüğünü, teknolojinin değerinin yükseldiğini vurgulayan Prof. Dr. Güvenç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tüketim toplumu teknolojiyi kullanarak yerküreyi tüketiyor. Dünyanın en önemli sorununun küresel ısınma olduğu söyleniyor. Ama güçlüler, ne BM karlarını ne Kyoto Protokolünü takıyorlar. Ben o kadar güçlüyüm ki dünyayı yok etme hakkına sahibim diyorlar. Bu hukuk değildir. Gündemde olan sorun sadece ısınma değildir. Şu anda dünyanın su sorunu, ısınma, hava ve petrol sorunundan daha önemli. Hepinize Kürt sorunu, PKK sorunu diye sunulan sorunun arkasında Doğu Anadolu'muzun su kaynakları var. Su kaynaklarımızı kontrol etmek isteyenler, Doğu Anadolu'yu Türkiye'den koparmak istiyorlar. Su kaynaklarına sahip olurlarsa Ortadoğu ülkelerindeki hayat devam edecektir. O insanların orada para kazanması için suyun rahatça ve bolca akması gerekiyor. O su kaynakları da bizde.” Prof. Dr. Güvenç, dünya güçlerinin medya ve teknolojiyi kullanarak serbest pazarı ve sermayeyi küreselleşme olarak sunduğunu, ancak piyasanın hiçbir zaman serbest olmadığını, olmaması da gerektiğini, serbest bırakıldığı takdirde önce kendisini boğacağını savunan iktisatçılara da kulak vermek gerektiğini anımsattı. CBT 1085 / 17 4 Ocak 2008 HUKUK BİLİMİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle