24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BilimPortre Doçentlik Sınav Yönetmeliği ve Sorunlar Doçentlik sınavında aranan kriterlerden ikisinde, net tanımlar bulunmadığı için sorunlar oluşmaya başladı.. ürkiye’de Doçentlik unvanı Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) akademik organı olan Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) aracılığı ile yürüttüğü Doçentlik Sınav süreci sonucu verilmekte. İstenen ön koşulları sağladığına inanan ve doktora derecesine sahip adayların başvuruları iki aşamalı bir sınavla değerlendirilmekte. Genelde 5 profesörden oluşan jüriler önce adayın eserlerini incelemekte, ardından eserleri yeterli görülen adaylar sözlü sınava alınmakta. YÖK süreç içerisinde sınav yönetmeliğini değiştirdi. 2002, 2003 ve 2005’te değişiklikler yapılan, 1 Eylül 2000 Tarih ve 24157 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan yeni yönetmelikte hem jüri oluşumu ile hem de adayların eserleriyle ilgili, kanımca iyi düşünülmüş, kriterler kondu. Birincisi, jüri oluşumunda son beş yılda kişilerin neler yaptığına bakılmaya başlandı, artık profesör olduktan sonra yıllarca hiçbir bilimsel çalışma yapmamış kişilerin jüri üyesi olabilmesi pek mümkün değil. İkincisi, başvuruların etik açıdan da incelenmesiyle ilgili bir kural (12. madde) kondu; bu ise etik ihlallerin ayyuka çıktığının bir göstergesi. Üçüncüsü ve en önemlisi, bir adayın sözlü sınava girebilmesi için asgari koşullar kondu ve başlıca eser zorunluluğu getirildi. T Bunlar adayın seviyesini ölçmede oldukça iyi düşünülmüş "yaklaşık eşdeğer" koşullar; tek yazarlı makale yayınlamak adayın tek başına araştırma yapabilme olgunluğunu, Y. Lisans/Doktora öğrencisinin tez çalışmalarından çıkan bir makale ise adayın araştırma yönetme beceri ve birikimini ortaya koymakta. Adayın yürütücüsü olduğu bir projeden çıkan makale koşulu ise son dönemlerde yayın sayısının artmasına karşın genelde uygulamadan kopuk olması eleştirilerini gidermek üzere konmuş akılcı bir koşul. Adayın bu koşullardan birini sağlaması başlıca eser için yeterli olduğundan aranan eşdeğerlik adayın bilimsel bir araştırmayı yürütme becerisinin ortaya konması olmalı. YAŞANAN SORUNLAR Başlıca eser tanımındaki ilk koşul tartışmaya neden olmayacak derecede açık. Ancak, diğer iki madde için bunları söyleyebilmek zor. Örneğin, net bir proje tanımı yapılmadığından (TÜBİTAK, DPT ya da benzeri kurum projeleri gibi bir kapsam belirlenmediğinden), iyi düşünülmüş olmasına karşın 3. madde uygulamada sorun yaratan cinsten. Nitekim YÖK'e gelen birçok başvuruda "şu eserim şu projeden çıktı, isim farklı olmasına karşın asıl yürütücü bendim" benzeri aday mektupları yanında başka akademisyenlerin yazdığı "adayın başlıca eser diye sunduğu makale yürütücüsü olduğum şu projeden çıkmıştı, ancak projeyi aday yürütmüştür" benzeri mektuplara sıkça rastlanması sonucu YÖK proje maddesini önce daraltmak, 2006 yılı başvurularından başlayarak ta tümden kaldırmak zorunda kaldı. ESER KISTASLARI YÖK, şunları başlıca eser saymakta: Saygın endekslere giren dergilerde adayın 1 Tek yazarlı, 2 Y. Lisans/Doktora öğrencisi (veya öğrencileri) ile birlikte yayımladığı iki (veya çok yazarlı), 3 Yürütücü olduğu bir projeden çıkan çok yazarlı makalesi. Benzer şekilde 2. madde kapsamında iki tip aykırı başvuruyla karşılaşılmakta. Birincisi ortak (ikinci) danışman olması ve aday ve öğrencilerinin isimleri yanında ikinci danışmanın da yer aldığı bir bilimsel makalenin başlıca eser olarak sunulması. İkinci danışmanlık bir bilimsel araştırmada ortak yönlendirmeyi, tek danışmanlık ise mutlak bireysel yönlendirmeyi gösterdiğinden, kanımca, ortak danışmanlı eserler başlıca eser olarak kabul edilemez. Üstelik, uygulamada, özellikle gelişmekte olan Anadolu Üniversitelerinde, bazen ilk danışman, öğretim üyesi azlığı/yokluğu nedeniyle, çalışmada sadece ismen yer almakta, çalışmanın neredeyse tümü diğer bir bölümden/üniversiteden bir öğretim üyesinin ikinci danışmanlığı altında gerçeklenmekte. İkincisi, başlıca eser olarak sunulan makalede adayın ve öğrencilerinin yanında başka yazarların da bulunması. Örneğin, aday, doktora öğrencisi ve diğer meslektaşlarıyla birlikte çok yazarlı bir makaleyi başlıca eser olarak sunabilmekte. Üstelik başvuruda, diğer yazarların, söz konusu çalışmada katkıları olmadığına ve sadece birkaç konuda bilgilerine başvurulduğuna dair imzalı beyannameleri de bulunabilmekte. Bu durum başvuruda etik kaygıları beraberinde getirmekte, şöyle ki: (a) Bilimsel bir çalışmada yer alan yazarlar ortak çalışmaya katkı koyan araştırıcılardır. Eğer durum böyleyse, bu tip beyannameler adaya başlıca eser konusunda yapılmış "bilimsel bir kıyak" girişimi olarak ciddi etik kaygı içerir. (b) Eğer beyannameler doğruysa ve katkı sadece bilgisine başvurma şeklinde ise, bunların makalenin sonunda kısa bir teşekkür yazısı ile belirtilmesi gerekir. Bu durumda bu isimlerin makalede yazar olarak yer alması Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) Ağustos 2002 basımı Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları kitabında (bkz. Sayfa 2627) ve TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu Çalışma Esasları’nda belirtildiği gibi "armağan yazarlık" ya da "kıyak yazarlık" kapsamına girdiğinden yine ciddi etik kaygı içerir. O nedenle, ÜAK tarafından, örneğin İnternet sitesinde (www.yok.gov.tr/uak), "Başıca eser olarak 2. maddede tanımlanan "adayın danışmanlığını yaptığı lisansüstü öğrenci(ler) ile birlikte yazılmış makale" kapsamında sunulan eserlerde sadece aday ve öğrencilerinin isimleri yer almak zorundadır; varsa ikinci danışmanın ve/veya başka araştırıcı isimlerinin yer aldığı makaleler bu kapsamda değerlendirilemez." şeklinde bir açıklamanın yapılmasında yarar var. SONUÇ YÖK'ün her iki sınav yönetmeliği ve getirdiği koşullar iyi düşünülmüş ve kendi içerisinde tutarlı/mantıklı kurallar içermekte. Ancak, maya bozulmaya yüz tutmuşsa ya da tuz kokmaya başlamışsa ne tür kural konursa konsun bizdeki bu şark kurnazlığı olduğu sürece işleri sulandıracağımız ortada. Akademik atama ve yükseltmelerde evrensel ilkelerin gözetilmesi, kuralların işletilmesi zorunlu. Cumhuriyetin ilk yıllarında yakaladığı birey/yurttaş olma şansını son elli yılda yitirmiş, liyakat ve birikimden çok tarikat/hemşeri/kulüp/dernek temelinde feodal bağların belirleyici olduğu bu toplumda başka çıkar yol yok. Yine de, işleri rayına oturtma görevi akademik toplumdan beklenmeli, başka türlüsü olası değil. Prof. Dr. Levent Sevgi Doğuş Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü dert edinen sayılı sayıda uzman, deniz araştırmaları için çalışır, bilgi üretir ama takım oyunu olmadığından ekosistem yaklaşımlı çalışmalar için bunlar yeterli olmaz. Çevre denizlerimize ve komşularımıza bir bakarsak, Karadeniz’de Ruslar, Ege denizi’nde Yunanlılar deniz bilimlerinin her alanında ve bütün Ege denizini kaplayacak şekilde araştırma planı ve stratejileri uyguluyor. Bu verileri de uluslararası dergilerde yayınlayarak kendi ulusal çıkar ve tezlerine meşruiyet kazandırıyor. Son çıkan yayınlarda ülkemiz sularının da araştırma alanına almaları bu konuları önemsemeyen Ankara’yı hala uyandırmamaktadır. Olması gereken devletin ilgili birimlerinin başta İLGİLİ BAKANLIKLARIN (Tarım , Çevre, Enerji) ve TÜBİTAK’ın deniz bilimleri konusunda öncülük yapması ve kaynak ayırması veya aktarmasıdır. Halen ülkemizde deniz araştırmaları için ayrılan yıllık fonlar bir marinadaYazının devamı arka sayfada DENİZ BİLİMLERİ POLİTİKASI OLMAYAN ÜLKE "TÜRKİYE" 1 Ülkemizin devamlı olarak ülkenin üç tarafının denizlerle çevrili olduğu ve denizlerin Türk ulusu için her bakımdan (ulaşım, ticaret, askeri, teknik v.s.) önemli olduğu vurgulanır. Buna rağmen ülkemizde deniz araştırmalarına ne kadar önem verilmektedir. Bu yazıda bunu tartışacağız. 983’ten beri durmadan yenisi açılan Su Ürünleri Fakültelerinin sayısı 12, Su Ürünleri Meslek Yüksek Okulları sayısı 10; ve Mersin, İzmir ve İstanbul’da bulunan Deniz Bilimleri Enstitüleri ve bu alanda hatırı sayılı temel altyapı (gemi dahil) ve bilgi birikimine rağmen, ne yazık ki ulusal ve uluslararası deniz bilimleri araştırmaları konusunda başarılı bir sınav verdiğimiz söylenemez. Su Ürünleri Fakülteleri’nin birkaç üniversite dışında (İstanbul, İzmir) öğretim üyesi sınırlıdır. Araştırma gemisi alt yapısı, olması gereken zengin bir kütüphanesi, laboratuvar olanakları neredeyse yok gibidir. Hal böyle olunca bu fakültelerin deniz bi limlerine katkıları da sınırlı kalmaktadır. Oysa bu fakültelerin özellikle deniz canlı kaynaklarının yönetimi konusunda ülke potansiyelini geliştirmesi beklenir. Bu amaçla da düzenli deniz araştırmaları yapmaları beklenir, ama bu ne yazık ki gerçekleşmez. Çünkü ilgili devlet birimleri bu konuda genellikle bir talepte bulunmazlar. Zira bu konuda devletin bir önceliği, planlaması daha genel olarak stratejisi yoktur. Oysa ülkemizin başta Türk Boğazları, Marmara ve Ege Denizi olmak üzere ülke öncelikleri, hedefleri olması gerekir. Olmayan budur. RUSLAR VE YUNANLILAR Yine de bu konuları adeta kendine 985/21 4 Şubat 2006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle