01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Bizden bir değer: Artem Sarkisyan Emin Özsoy; [email protected] Nobel: Ödül mü ceza mı? Dr. İrfan Kalaycı İnönü Üniversitesi İktisat Bölümü [email protected] B CBT1032/20 29 Aralık 2006 u yıl 80'inci doğum gününü kutlayan Artem Sarkisovich Sarkisyan Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ otonom bölgesi'nde GuneKaler köyünde doğdu. Bakü'da Azerbaycan Devlet Üniversitesi'ni 1950’de bitirdi, Moskova'da Jeofizik Enstitüsü'nde doktorasını alarak, akademik hayatını Atmosfer Fiziği, Uygulamalı Jeofizik Enstitüleri, Ukrayna Deniz Hidrofizik Enstitüsü, Moskova Oseanoloji Enstitüsü ve Sayısal Matematik Enstitüsü'nde sürdürdü. Geliştirdiği model ve yöntemler nedeniyle 1970 ve 2000 yıllarında devlet ödülleri aldı ve SSCB Bilimler Akademisi üyesi ve AtmosferOkyanusCoğrafya Bilimleri birimi sekreteri oldu. Fiziksel Oşinografi Uluslararası Birliği (IAPSO) ilk başkan yardımcısı, Dünya Arktik Merkezi danışma konseyi üyesi, okyanusların iklim salınımlarındaki rolünü araştıran disiplinlerarası 'KESİTLER' programı yöneticisi olarak görev yaptı. Sarkisyan, 1960'lardaki yaygın varsayımlara karşın, geniş ölçekli okyanus akıntılarının oluşumunda rüzgâr etkilerinin yanında termoklin tabakalaşmasının da önemli rol oynadığını ilk kez gösterdi. Topografya ve tabakalaşmanın ortak etkisi olan 'JEBAR etkisi'ni ise kuramsal olarak ilk kez ortaya koymasına karşılık, aynı sonuçlar ısrarla, kaynak gösterilmeden ve bazen başka isimler altında batı literatüründe çok daha sonra yer aldı. Sarkisyan, okyanus akıntılarının incelenebilmesi için, doğrusal olmayan, karmaşık fiziksel modellerle birlikte, gözlem sonuçlarının da veri asimilasyonunda kullanılmasının öncüsüydü. Bu gelişmeler bugün modern oşinografinin yöntemleridir. Artem Sarkisyan ile, elbette Sovyetler dönemi sonrasında, 1990'lı yıllarda tanışma olanağı bulduk ve ondan sayısız Türkçe 'anekdot'lar, anılar, deyişler dinleme fırsatı edindik. Kendisinden "Bu ilin (yılın) sentyabrin 23da (23 Eylül'ünde) bir javan (civan) oğlanın 80 yashı tebrik elemek lazımdır. Sen burda olanı chokh isteyirem" şeklinde bir mesaj alınca Bilimler Akademisi'ndeki kutlamasına katıldık. En başta SSCB Bilimler Akademisi Başkanlığı, bakanlar konseyi başkan yardımcılığı, Bilim ve Mühendislik Devlet Komitesi Başkanlığı yapmış, sayısal matematik, jeofizik ve atmosfer fiziği uzmanı ve Sayısal Matematik Enstitüsü'nün kurucusu, devlet madalyaları, Lenin nişanları sahibi Gurii I. Marchuk olmak uzere, kendisini kutladık, ülkemizdeki bilimcilerin yeterince değerini bilmemenin burukluğunu yaşayarak. Sarkisyan gibi bizim kültürümüzden çıkmış bir bilimciyi okuyuculara tanıtmak istedik. Kuşkusuz kendisinin bir Ermeni dostumuz olması, ve bize aktardığına göre 1988 yılında, Azerbaycan ve Ermenistan arasında bir barış girişimine öncülük etmiş olmasına karşılık, bu girişim Sovyet yönetimince daha sonra baltalanmıştı. Yüzyıl öncesinden beri aleyhimizde yürütülen kasıtlı kampanyalara karşı, aramızdan çıkmış nice değerli insanı, ortak değerlerimizi ve hukukumuzu savunmamız gerektiğini düşünüyoruz. İ sveç Akademisi, Türkiye’ye sadece Nobel Ödülü’nü vermedi, aynı zamanda, Batı’ya karşı takındığı önyargılı davranış ve söylemlerinden dolayı çok şık bir ceza (!) da vermiş oldu. Gerçekten de, eğer geleneksel düz mantığı terk edip madalyonun her iki yüzünü görme becerisini gösterebilirsek, Nobel’in bir yüzünde ödül, öteki yüzünde ceza yazılı olduğunu okuyabiliriz. Ödül ‘edebi’ olmasına edebidir, fakat ceza ‘ebedi’ gözüküyor. Türkiye, yüzyıllardır geliştirdiği ve çoğunlukla olumsuz etkilerini yaşadığı paranoyak Batı psikolojisine karşın bu Nobel’i aldı. İlginçtir ki, bu, O.Pamuk üzerinden ilk Nobelimiz olduğu halde, halk ve kurumlar olarak UEFA Kupası’nı kazandığımız zamanki gibi yeri göğü inletemedik. Belki de bu ödülün bir özelliği aşırı coşkuya yer vermemesi ve dolayısıyla mütevazı bir şekilde kutlanmasıdır. İç kamuoyunda Nobel’e siyasetin gölgesinin karıştığı iddiaları baskın çıktı. Zira cari siyasal bakış sanatsal ve bilimsel bakış açımızı çok daraltmıştı. Olayın siyasal açıklama kolaycılığı, yersiz ve yapay olması şöyle bir soruyu sorduruyor insana: Eğer Türkiye’nin gururunu incitecek ve Batı’nın işine yarayacak çeşitli söylem, polemik ve faaliyetlerle Nobel alınabiliyor idiyse, şimdiye kadar daha farklı, daha fazla hakaret ederek, hatta mali kaynaklarımızı hortumlayarak ve böylece ülkemizi Batı’ya karşı zayıflatanlara neden Nobel verilmedi öyleyse? Sözü edilen "Batı psikolojisi" bu ödül süreci dolayısıyla yeniden test edilmiştir: Sürekli Batı’ya çatarak kendimizi rahatlattık durduk. Bu ödülle bu kez Batı bizi çarptı. Bu akılcı olmayan Batı psikolojisi bir an önce terk edilmelidir. Çünkü böyle bir psikoloji ulusal olarak üzerimizde sadece yapay ve geçici bir rahatlama sağlıyor; özeleştiri yapmamızı engelliyor. Batı, bize Nobel’i vererek, bir bakıma Batı psikolojisini "batıl" ilan etmek ve aynı zamanda millet olarak kendisini hesapsız eleştirme mantığımızı cezalandırmak istemiştir. CEZAYA MİSİLLEME VE BİR SONUÇ Eğer bu cezaya(!) mutlaka misilleme yapacaksak, yöntemimiz şu olmalıdır: Öncelikle çağdaş Batı uygarlığına "batıl" önyargılarla ve "avam" söylencelerle değil, topluma refah ve adalet getiren politikaları yaşama geçirmekle ulaşabileceğimizin bilincine varmalıyız. İkincisi de, Nobel edebiyat ödülünü bireysel başarıyı toplumsallaştırma ve ceza algılamasını ise bireyselleştirme için bir fırsat olarak görebilmeliyiz. Ayrıca, tarihimize renk katan bu ödülü bilimsel alanlardaki (Tıp, Ekonomi gibi) Nobelleri alabileceğimizin habercisi saymak da misillemenin geri kalanını tamamlayacaktır. Sonuç olarak; Nobel’i alabilen, Oscar’ı da alır, FIFA kupasını da… 70 milyonu aşan bir ülkeyiz; potansiyelimizi küçümsemeyelim. Bu Nobel fenomenine bakıp Türkiye’nin gelecekteki fotoğrafını hayal edebiliriz: Yine bir Batı kulübü olan AB’ye giremezse ya da kendi iradesiyle girmezse bile, bir gün gelecek ki oraya girecek kadar bir gelişmişlik düzeyini tutturacaktır. Bu da Türkiye’nin, Batı’ya verebileceği en anlamlı ceza(!), kendisi için ise en büyük ödül olacaktır. Kalkınmış Türkiye, "ebedi" ödüldür. Öğrenciyi suçlamak... Özlem Orhan [email protected] O DTÜ Psikoloji Bölümü öğrencisiyim. 15 Aralık 2006 tarihli CBT’de Gündem yazınızı okuduktan sonra bu elektronik postayı gönderme gereğini duydum. Bir sorum olacak: Öğrenciyi suçlamak bu kadar kolay mı? Evet yazınızda belirttiğiniz tipolojide, günü kurtarmaktan başka derdi olmayan üniversite öğrencileri çoğunluktalar. Ancak bunu genele yayıp böyle bir yazı yazmakla elinize ne geçecek, o yazıyı okuyan üniversite öğrencisine ne kazandırmış olacaksınız? Bence sorun başka temelde, başka bir düzlemde. Açık bir örnek: Bize CV yazma derslerinde kendimizi tanıtmayı değil kendimizi pazarlamayı öğretiyorlar. Gerçekleştirilen Kariyer Planlama Günlerinde bilim için değil sermaye için üretmemiz gerektiği vurgulanıyor. Ve dahası birçok hocamız derslerini bu ideolojik doğrultuda işliyor. Böylesi bir ortamda tek başına entelektüel kaygı gütmeden günlerini geçiren öğrenciyi suçlama yoluyla düzeltemez ve yabancılaşmasının farkına vardırmazsınız. Mesele bireysel bir yolla ya da sivil toplumculukla yani bir öğrencinin tek başına kendini doğru yöne çekmesiyle asla çözülemez. Edebiyata ve yazıya ilgisi olan bir insan olduğumdan ve bu yazıdaki vurgulanan genel tipolojiye uymadığımı düşündüğümden, yazı yazmanın ya da tahlil yapmanın bu kadar kolay olmadığını düşünüyorum. Yazılarınızı düzenli okumaya çalışan ve eski yazılarınızla kıyaslayarak yazıyorum tüm bunları. Ayrıca internetten gazete okumanın ne kötülüğü olabilir? Hele ki eğitimin neredeyse tamamen özelleştirildiği ve öğrencinin müşteri statüsünde olduğu bir ülkede, şahsen benim bir gazeteye her gün verecek 75 yeni kuruşum yok.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle