27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HMALARI mıyoruz? reysel özyarar güdüsü kalıtımıydı. şti. Böyle bir durumun hayvanlar ale8 hiçbir zaman yaşanmamış ve yalayacak olduğunu söylemişti. sa, Oxford Üniversitesinden, evrim }ğu Richard Davvklns, doğada böy güvencenin olmadığı kanısındaydı. tik bir öz yarar sağlama güdüsü vardı rimin motoru toplumsal yaşam değil, bir düşüş belirtisi" olarak değerlen ristian Vogel, saldırganlığın çift karli olduğunu düşünüyor. "Gerçek e", biyolojik mirasını sürdürebilmek ilaşkalarıyla ortaklaşa saldırıyor. Bu a Hayvanlarda, kalıtımsal baskınlık ve boyun eğme durumlarında saldırganlık dizginlenebiliyor ama hiyerarşi kavgasında yeniden acımasızca oriaya çıkıyor. kardeşime karşıyım; ben ve kardeşlm nlerimize karşıyız; ben, kardeşim ve nlerimiz, bizimle akraba olmayanlara /ız; ben, kardeşim ve arkadaşlanmız, müzdeki düşmanlanmıza karşıyız; he• ve bütün köy, komşu köye karşıyız." vardı. Genetik özyarar, efsanelerdeki IKabil kavgasını ve her türlü aile içi ıti miras bırakmaktaydı. lymunlarda da gözlendiği gibi, kalııl baskınlık ve boyun eğme durumlasaldırganlık dizginlenebiliyor; ama arşi kavgasında yeniden serbest kalıi. Biyologların, saldırganlık ve ortakılık arasında saptadığı çift yönlü etkiıi, şu Arap atasözü çok iyi anlatıyor: ı, aile yakınlannı korumanın bile bir sı sempati grubu"na ait olma ihtiyacının ıişi, herhalde ilkel sürü yaşamına kaızanıyor olmalı. Toplumbilimsel araşlara göre bugünkü insanlar da yaklair düzine insanı kapsayan bir yakın ijevresinde yaşıyor. iç ve dış grup ayöylesine kesin biçimde yerleşmiş ki, ultürün küçük çocuğu benzer durum larda, benzer davranışlar gösteriyor. Yabancılardan, ya da kör ve sağır doğmuş iseler, yabancı kokulardan ürküyorlar. Yapılan bazı araştırma ve deneyler, saldırgan hayvanların barışçıl bir karakter edinebildiğini gösterdi. Zaten, özellikle saldırganlığa ve öldürmeye yönelten bir gen de bulunabilmiş değil. Bu davranışfardan, birçok etmenin sorumlu olduğu sanılıyor. Beyindeki enzimler, hormonlar, nörotransmiterler, her davranış için sanki yeni bir melodi yazar gibi ortaklaşa çalışıyorlar. Saldırganlığa ve cinayete biyolojik gerekçe aranmasının nedeni, insanjarın kendi uygarlıklarının ve kültürlerinin yetersiz kaldığını kabul edememesi olsa gerek. Suçlu'yu beyinde arayanlar Sanık sandalyesine oturtulmak istenenlerden biri de beyin. daha doğrusu beynin bazı bölürnleri. özellikle, keyif, mutlu focuklukta edlnllen tvranış ve •kanlıklann yetişkinlik Jönemlnde ğiştirilmesi ten hemen olanaksız. Ömeğin oyuncağını tekme ve tokatla korvmayı başardığını 'iren çocuk şklnliğinde de buna benzer lurumlarda şlddete aşvurablllr. luk, sakinlik gıbı durumları "belirieyen" serotonln maddesi ağır şüphe altında... Beynın ürettiği bu maddenin azlığı durumunda şiddetin de ortaya çıktığı kanrtlanmaya çalışılıyor. Cinayet işleyen katillerin beyin sıvısında, bu maddenin son derece düşük olduğu saptandı. Buradan yola çıkarak, yeni kuşaklar içın, saldırganlığa karşı "serenica" denen ilaçlar geliştirılmeye başlandı. Ancak Max Planck Enstitüsu Psıkiyatri Bölümü'nün yaptığı araştırmalann da ortaya koyduğu gibi, saldırganlığın ve öldürme davranışlarının arkasında çok karmaşık nedenler, çok değişik moleküllerin, maddelerin etkisi var. Bılımciler, beyine özgü steroidler keşfetti. Bunlardan bir kısmı valium gibi bazı saldırganlık çeşklerini sakinleştirirken, diğerleri de tam tersi etki yapıyor ve panık reaksiyonlarına yol açıyor. Kısaca "gaba" denilen "gamma amino yağ asiti", korku ile aldınşsızlık arasındaki duyguları yöneten önemli bir stress düzenleyici. Orneğin alkol, bu merkezi doğrudan etkiliyor. Her uç saldırgan ve katilden birinın alkollu olduğu düşünülürse, bunun da ciddi bir tehlike yarattığı anlaşılır. Ancak, bütün bu çabalara rağmen, beyin araştırmalannın fazla ilerlemediği ve bu değerli organ hakkında bilinenlerin çok az olduğu bir gerçek. Uzmanların ortaya attığı kuramlar da, kafaları iyice karıştırıyor. Freud, libido'nun, saldırganlık güdüsü "thanatos"a (Yunan ölüm tannsına ithafen) karşı çalıştığını ve insanın yıkıcı enerjisinden şu veya bu biçimde kurtulmaktan başka çaresi olmadıgını söylemişti. Davranışbilimci Konrad Lorenz ise "buhar kazanı" kuramını ortaya atmıştı. Buna göre, saldırganlık güdüsü, türün devamına hizmet ediyordu. Ama, aynı zamanda tehlikeli bir potansiyeli de içinde taşıyordu: Eğer içte üretilen basınç buhar gibi istikrarlı bir şekilde salrverilmezse, kazan, hesap edilemez bir şıddet biçiminde patlardı. Günümüzdeki saldırganlık araştırmacıları ise, "buhar kazanı" kuramını bir yana bırakmış durumdalar. Freud'a ise fosil gözüyle bakıyortar. Içgüdü kuramları, içsel bir otomatizmi temel alırken, 1930larda John Dotlard'ın başını çektiği bir araştırma ekibi farklı düşünüyordu. Yale Üniversitesi'nde profesör olan John Dollard, içgüdülerin, insanların amaçlarına ulaşmasını engelleyen dışsal etkilerden kaynaklandığı görüşündeydi. Böylece "olumsuz" enerji açığa çıkıyor, yaralama, zarar verme, kırma gibi sonuçlara yol açıyordu. Saldırganlık, her zaman düşkırıklığının ve çaresizliğin sonucuydu. Demek ki şiddetin ve terörün önlenmesi için, önce insanlara kendilerini gerçekleştirme fırsatı sağlamah, bozgun ve umutsuzluk duygusu giderilmeliydi. Çocuklar, tepelerinde despotça bir baskıyia büyümemeli, özgür bırakıimalıydı. Bugün, bozgun ve düşkırıklığı duygusu, saldırganlığınanedenlerinden sadece biri olarak değerlendiriliyor. Bu duygular, kızgınlık olarak açığa çıktığında ortama ve duruma göre, saldırganlık sonucunı< veriyordu. Ayrıca bastırma sonucu biriken kızgınlıklar, başka bir zamanda, ilgisi olmayan blr kişiye ya da olaya yönelik olarak patlayabiliyordu. Wisconsin Üniversitesi profesörü Leonard Berkowitz, "saldırganlık işareti"nden söz ediyor. Ateşli sjlahlar, bıçaklar, şiddet Içeren deyimler ve şarkılar, hatta cop, sopa gibi vurma aletleri saldırganlığı kışkırtabilirdi. Çeşitlı deneylerde, küfür ve hareketle sinirlendirilen insînların, tepkl vermekte gecikmediği görülmüştü. ABD'li psikologlar arasında yaygın olan son görüşlerden biri, kışkırtılan veya saldırılan insanın kendini savunma hakkı olduğu yönünde. Ancak, neyin kışkırtma ve saldırı niteliği taşıdığı, bakış açısına bağlı olduğundan, bu kuramın sağlamlığı çok tartışmalı. Stanley Milgram'ın 1970'lerde Yale Üniversitesi'nde yaptığı deneyler büyük yankı yaratmıştı. 1000den fazla genç denek, görmedikleri, ama senini duydukları birinin öğrenme yeteneğini ölçen bir test uyguluyor, başarısız olanlara 15 ile 450 volt arasında elektrik veriyorlardı. Gerçekte ise denekler bir ses bantıyla Lutfen sayfayı çeviriniz Saldırganlık işaretleri Herkes işkenceye yatkın mı? 3749
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle