24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

B İ L İ M KÜLTÜR Kazma kuyuyu düşersin içine 3000 yıllık Hitit masalı Vehbi Belgil H ltftlller, Anadolu'da Isa'dan önce 2000 yılından 1200 yılına kadarki 800 yıl içinde güçlü bir devlet içlde yaşamışlar: Osmanlılardan 200 yıl fazla süren bir devlet. 29 kralın yönetimlnde kalmış bu imparatorluk, askeri deha, siyasl örgütlenme, hukuk ve mahkemelerin yönetimi bakımlanndan birincl sınıf bir devlet durumunda idi. Ekonomi ve kültür bakımından da ileri bir aşamada idi. Fakat, bizim okul kitaplannda bunlar üzerinde nedense fazla dunılmaz. Biz burada bir Hitit masalının çevirisini veriyoruz. Masalın aslı Hltitçe tabletlerden Theodor H. Gastar tarafından çevrilmiş ve başka ülkelerin masallan ile birlikte "Dünyanın en eskl masallan" adı ile yayımlanmış, 1952'de. Hitit yöneticilerinin Trakya üzerinden geldikleri söyleniyor. Tıpkı OsmanUİann Ortaasya'dan gelmeleri gibi: Kayıhan kabilesinin önderliğinde. Namık Kemal, ünlü kasidesinde bu olaya, "cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten" şeklinde dokunuyor. Hititliler için de öyle olmuş sanıyorum. Halk, Anadolu'da öteden beri oturan halk. Hitit devletinin dağılmasından sonra halk kalmış, bugünkü kuşakları oluşturmuş. Başka bir deyişle, Hititliler, tiyatro topluluklan gibi gelip gitmemişler. Osmanlılar da öyle değil mi idiler? Zamanla yaşamlar değişmiş, dinler değişmiş, hukuk sistemleri değişmiş, hatta diller değişmiş. Halk gene aynı halk. Aynı şeyler, günümüz Mısıriılan için de söylenebilir. Uluslar hep aynı. Hatta, Champollion, firavunlar döneminden kalan Insanların dillerini inceleyerek hiyerogliflerin dilini çözmüştü. O dönemin dili fellahlann dilinde yaşıyordu. Masaldan da anlaşılacağı üzere, "masal tekniği" hemen hiç değişmemiş: "Oll" deyince olduran tannlar, tannçalar; doğa güçlerini yöneten tannlar (bunlar, sonradan meleklere dönüşmüş). Her masalda Ibret ahnacak, ders alınacak bir fikirler. öbür aynntılan başka bir yazımızda anlatacağımız için konuyu burada kesiyoruz. edecek, sonrada hakkından geleceti. Bunun için, tanrıça Inaras'ı çağırıp görkemli bir sofra hazırlamasını emretti. Yemeğe sadece deniz tannsı ejder değil, öbür tannlar da çağırılacaktı. Inaras emredileni yaptı. Sofrayı en lezzetli yemekler, şaraplar ve içkilerle donattı. Ama, bu arada aklı bir şeye takıldı ve kendi kendine şöyle düşündü: "Diyelim ejder serhoş olmadı. O zaman ne olacak? O zaman bütün öbür tannlar da tehlikeye girecek, rüzgâr tanrısı onların hepsi ile de başa çıkmak zorunda kalacak. lyisi mi, bu işin içine bir de insan sokmalı, kabak onun başında patlamalı." Böyle düşünen Inaras, rüzgâr tanrısına danışmadan, ziyafet planında değişik. lik yaptı. Bu değişikliğe göre, hemen insanların yaşadığı bir kente gidip Hupasyas adlı birisi ile tanıştı. Onu da yemeğe yafet yerine götürdü, bin yerde sakladı. Sonra, hemen gidip en görkemli giysilerini sırtına geçirdi ve ejderi davet etti. Ejder böyle bir çağrıya dünden hazırdı; çünkü, ejderler çok açgözlü olur ve yemek karşısında kendilerini tutamazlar. Bu nedenle, ejder, adamlarıyla birlikte ininden çıkıp göke gitti, öbür tanrılarla bir arada yemeğe oturdu. Et kaplarını, şarap testilerini silip süpürdü. Yedikçe iştahı artıyordu. O kadar ki, bir ara patlayacak gibi oldu. Daha fazla yiyip içemeyeceğini anlayınca da sendeleyerek masadan kalktı, ahlıya, ofluya ininin yolunu tuttu. Karnı o kadar şişmişti ki ne yapsa kapıdan içeri giremiyordu. Işte rüzgâr tanrısı ile Inaras da bu zamanı bekliyorlardı. Hupasyas saklandığı yerden bir anda çıktı, ejderi iple bağladı. Rüzgâr tanrısı da hemen seyirtip ejderin işini bitirdi. Ejderin işinin bitirilmesi, Inaras'ın dehşete kapılmasının da başlangıcı oldu. Şu düşünce kafasından şimşek gibi geçti: Inaras Hupasyas ile yatıp tanrısal gücünden ona da vermemiş mi idi? Adam şimdi evine dönecek, bu gücü karısı ile çocuklarına da geçirecek, bu yolla da, tanrılarınkine eş güçte bir aile ortaya çıkacaktı. Inaras ne yapıp yapıp bunu önlemeliydi. Yalçın bir tepenin kayalıklarına hemen bir ev yaptı, Hupasyas'ın içine koyup ınsanlarla ilişkisini kesti. Bu arada, tanrıça bir gün, gezinmek için evinden çıkmıştı. Hupasyas'a da ugradı. Onun, yalnızlıktan ve aile özleminden bıkıp kaçma girişiminde bulunabiteceğini düşünüyordu. Kendisine şöyle dedi: "Pencereden bakmayacaksın. Bakarsan karını, çocuklannı görüp aile özlemine kapılırsın." Hupasyas, tanrıçanın emrine yirmi gün kadar uydu. Fakat, geri dönmediğini görünce yerinde duramaz oldu. Gidip pencereyi açıp dışarı baktı. Bir de ne görsün? Karısı ile çocukları, çok aşağıdaki vadide dolaşmıyorlar mı? Onları görür görmez dayanılmaz bir özleme kapıldı. Bu arada Inaras da dolaşmasını bitirip dönmüştü. Hupasyas, evine dönmesine izinvermesi için yalvardı, yakardı, ağladı. Tanrıça pencerinin açık olduğunu görünce olup bitenleri hemen anladı. Hupas Inaras'ın korkuları Evvel zaman içinde rüzgâr tanrısı ile deniz tanrısı ejder şiddetli bir çatışmaya girdiler. Ikisi de, öbüründen daha güçlü olduğu iddiasında idi. Sonunda, sille tokat birbirlerine girdiler. Deniz tanrısı rüzgâr tanrısını yendi, her yerini yara bere içinde bıraktı. Vücudu bu hale gelen, üstelik gururu da kırılan rüzgar tanrısı hile ile düşmanından intikam almaya karar verdi: Deniz tanrısı ejderi ziyafete çağırıp, iyice serhoş Kazma Kuyuyu Düşersin İçine (Hitit Masalı) çağırdı. Hupasyas, yemek sonunda ejderle başa çıkacaktı. Fakat, Hupasyas'ın ejderden korkusu tanrıçanın korkusundan az değildi. En güçlü tanrılann bile başaramayacağı bir işi ölümlü bir insanın başarması çok güçtü. Bu yüzden o da tanrıçaya şu teklifte bulundu: "Beni tanrı gücü ile donatırsan bu işde varım." Bir insanın böyle bir güce erişmesi için inançlara göre, bir tanrıça ile yatması gerekiyordu. Tanrıça bu yolla kendi üstün gücümün bir kısmını insana geçirecekti. Tanrıça Inaras teklifi hemen kabul etti. Bunun üzerine Inaras, Hupasyas'ı alıp zi Tutulmayan söz Hupasyas'a tanrı gücü yas'ı fena halde azariadı, pencereyi bir daha açmamasını sıkı sıkıya tenbih etti. Fakat, bunları boşuna söylediğinin de farkında idi. Çünkü, Hupasyas'ı özlem o kadar sarmıştı ki uzun süre kapalı kalması söz konusu olamazdı: kendisi gider gitmez ne yapıp yapıp kaçacaktı. Bu durumda yapacak tek bir sey kalıyordu: Tanrısal gücü geri almak. Inaras, söz dlnlemediği için Hupasyası iyice haşlayıp sonra evlni ateşe verdi, kendisini de öldürdü... Rüzgâr tanrısı da açık pencereden alevleri büsbütün kızıştırdı. Rüzgârın tanrısı ile deniz ejderi öteden beri birbirlerine düşmandı. Ikisi de hasmından daha güçlü olduğu idd asında idi. Rüzgâr tanrısı rüzgarları ile ortalığı toza dumana katarken deniz ejderi dalgalarının gürültüsü ile ortalığı velveleye veriyordu. Rüzgar tannsı gök gürültüsü ve yağmur yağdırırken deniz ejderi azgın dalgalarını harekete geçlriyordu. Bir gün kavga o kadar kızıştı ki iyice kapıştılar; sonunda, deniz ejderi düşmanının kalbini oydu, gözlerini çıkardı. Rüzgar tanrısı bununla ölmedi. Tannlar kalpsiz de yaşayabilir. Ancak, durum kendisine büyük darbe oldu, onu hiçbir işe yaramaz hale getirdi. Rüzgar tanrısı uzun süre yaralarını sarıp lyileştirmeye çalıştı, ama bu arada kalbinin ve gözlerinin geri alınması İçin planlar da düşünmeye başladı. Derken aradığı fırsat çıktı. Rüzgar tanrısı dünyaya indi, yoksul bir köylünün kızı ile evlendi. Kız, süresi içide bir erkek çocuk doğurdu. Oğlan büyüyünce kime aşık oldu dersiniz? Deniz ejderinin kızına... Çocuk, kızın gözünde alelade bir insandı. Kız da, ailesi de delikanlının kimin oğlu olduğunu bilmiyorlardı. Rüzgar tanrısı için bulunmaz bir fırsattı bu... Bu yüzden, oğlunu bir yana çekip şöyle dedi: "Yakında kızın evine gidip evlenme teklifinde bulunacaksın. Kızın babası, düğün hediyesi olarak ne istediğini sorunca rüzgar tanrısının kalbi ile gözlerini iste" dedi. Oğlan söyleneni yaptı. Isteği hemen kabul edlldi. Çocuk, kalbi İle gözlerini babasına geri verdi. Rüzgar tanrısı kısa sürede eski gücünü kazandı ve ejderie boy ölçüşmek için denize gitti. Rüzgarları, fırtınalan ile ortalığı birbirine katıp ejderin zayıf zamanını kolladı. Savaşın iyice kızıştığı bir sırada damat da kaynatasının evinde ağırlanıyordu. Gürültüleri işitip ejderin yenildiğini görünce fena halde üzüldü ve babası taraftndan enayi yerine konduğunun farkına vardı: Babası ona, suçların en büyüğü olan emanete hıyanet suçunu işletmişti. Kayın pederinin dostluğunu kötüye kullanmıştı. Bu hıyanetin karşılığını ödemeliydi. Bu yüzden gökyüzündeki babasına şöyle seslendi: "Baba benden de intikam al." Rüzgar tanrısı da bu söze uyup hem ejderi, hem kendi oğlunu öldürdü... Böylece rüzgâr tanrısı kendi kazdığı kuyuya düşmüş oldu. 374 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle