25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EĞİTİM ODAK alar, pısırık, ıretmemeli Bu insanların bir anlamda çocukluklarında hemen hemen her çocuk gibi sahip olduklan çok sağlam mantık kurgusunu; büyüme, eğitim ve gelişmeleri aşamasında karşılaştıkları çeşitli olumsuzluklara karşı koruyabilecek donanıma da doğuştan sahip olduklarını kabul etmemiz mümkündür. Sözünü ettiğimiz olumsuzluklara karşı bağışıklık herhalde eğitim yoluyla da kazanılabilir... Ya da doğuştan getirdiğimiz bağıl donanımlar eğitim yoluyla geliştirilebilir. Reşit Canbeyli Yapay yapay beyine Mantık kurgusunda açılan yaralar Çocuklarımızın "neden", "nasıl" sorularına karşı yeterli cevaplar verememek, onları bu tür soruları sormaktan menetmek, onların doğuştan getirdikleri kuvvetli mantık kurgusunda ilk yaraları açmaktadır. Daha sonra eğitim sürecinde, "dayatma" tarzındaki bılgi yüklemesi, zihinlerdeki yıkımı arttırmaktadır. öyle bir yüklemenin çocuğun doğayı algılayış hazırlığına ters olarak, hele matematik ve fizik gibi alanlarda yapılması, doğuştan gelen mükemmel "duyuş" ve "anlayış" donanımlarını allak bullak etmektedir. Üniversite giriş sınavlarına hazırlanan her genç ıkinci dereceden polinomun köklerini veren formülü bilir. Ama bunların pek azı bu formülün beş satırlık türetimini yapabılir. Bu manada, o formülün bir yararı kalmamaktadır. Eğitim sırasındaki dayatma konusunda en temel kitaplarda dahi çok ciddi üslup hataları yapdmakta, bu ise hepimizi küçük yaşlarda hipnozlarla, "değişmez" bilgilere sıkıştırıp bırakmaktadır. Bilimsel üslup Bir örnek olarak bizim kuşağın coğrafya kitaplarımızdan öğrendiği bir bilgiyi inceleme konusu yapacağım: Ay dünyadan kopmuştur. Yahut: Dünya dahil, gezegenler güneşten kopmuştur. Burada gökfiziksel ayrıntılara girmeye imkân yok. Bununla beraber temel bir yanlışı hemen işaret edebilıriz. Çocuğa birtakım bilgilerın yukarıdakiler gibi, kesinlik arzeden ifadelerle aktarılması, yalnızca bugün anık pek kabul edilmeyen bilgileri çocuğa dayatma anlamına gelmemekte, aynı zamanda çocuğu bilimsel bir üslubun, "temkin" öğretisinden de mahrum bırakmakta, çocuğa taklitle, benzer şekilde çok yanlış olarak kesinlik taşıyacak ıfadelerde bulunma yolunu açmaktadır... Çocuğa kitaplarda ya da sınıfta yukarıdaki gibi ifadeler kullanmak yerine: Şu, şu, şu nedenlere bakılarak, şöyle bir sonuç akla gelmekte; şu, şu, şu olaylar da akla gelen sonucu doğruluyor türünden, onun doğuştan getirdiği algılama sistematiğiyle çelışmeyen ifadeler kullanmak yerinde olacaktır. Nevvton Yasası'nı: Kütleler birbirlerini çekerler diye öğreniriz. Yabancı kitaplarda da böyle ge çer. Belki sahiden böyle. Ama burada önemli olan bunu söylemeye henüz "hakfcımızın" bulunmadığıdır. Belki nitekim kütleler birbirlerini çekmiyorlar da... Gök cisımlerı, içınde bulundukları uzay ortamının etkisıyle, bırbirlerine doğru itiliyorlar... Sonuçta da birbirlerini çekiyormuş gibi görünüyorlar... O nedenle Nevvton Yasası'nı şöyle formüle etmek çok daha yerindedir: Kütleler birbirlerini çekiyormuş gibi görünürler. Niye böyle? Bunun cevabını bilim bugün bilmiyor. Burası önemli değil. Önemli olan, bilimselliğin çocuğun doğuştan getirdiği görkemli derecede sağlam mantıksal algılama sistematiğinın yetişkinlığe de taşınması demek olduğunu görmektir. Gerçekte bilimin "bsi"ni bile bilmeyen bir kimse, pekala bilimsel olabilir. Hepimizin hatırlayacağı bir örnek, televizyonlarda gösterilen eski bir dizinin kahramanı, her cinayeti şaşmaz bir mantık yumağı içinde çözüp çözüp aydınlatan "Komiser Colombo"dur. Bilımselhkte esas olan; inceleme konusu olarak gözetılen bir olgunun tüm yalınlığıyla yakalanması ve bunun berrak bir şekilde ıfade edılmesıdır. ifadeye kendi başımıza dayanaksız herhangı bir yorumla gölge düşürmemeye çok özen göstermeliyiz. Olgu başka yorum başkadır. Yorumu olguya katar, az önceki çekim yasasına benzer olarak, meydana getirdiğimiz terkip salt olguymuş gibi ifade edersek ikide bir yanılgıya düşebiliriz. Aslında bu tür yanlışlara koca koca bilim adamları, bütün bilim dünyasını peşlerinde sürüklemek pahasına çok düşmüşlerdir. Yerimizin darlığı nedeniyle bu konuya giremeyeceğiz. Yine <Je şurasını belirtelim: Doğal matematiksel yapı nasıl bozuluyor? Doğa olayları dar ya da geniş kapsamda buna da bağlı olarak az yahut biraz daha doğru olarak işlerlik yasalarını bize telkin etmektedir. Her kural, diğer tarartan, az veya çok doğru bir koşullanmayı da beraberinde getirir. Söz gelişi, çocuk kendini bilmeye başladığından itibaren, geçmişınin ne olduğunu bilemeyeceği için, bir süre önce hayatta hiç bulunmadığını bir türlü düşünemeyecektir. Günden güne geçırdiği de ğişikliğin niteliğini idrak etmeyen çocuksa, günün birinde öleceğini aklına getirmemektedir. Bu deneylere bakarak, çocuk, bir süre ezelle ebed arasında var olduğu koşullanmasına yakalanmıştır. Böyle bir genellemeyi ilk bozan olay, çocuğun çevresinde bir doğum ya da ölümün meydana gelmesi olur. Yetişkın geçmişte bir bebek olarak doğduğunu bilir. öleceğini ise, çocuklukyetişkinlik arasında geçirdiği acılı zorlamalarla idrak ve kabul eder. Ama şimdi artık yetişkin her şeyin tıpkı çevresindekiler ve kendisinin gibi, bir "başı" ve bir "sonu olduğunu düşünmeyece çoktan koşullanmıştır. içinde yaşadığı dünyanın deneyleri, ona bu halde eğer gerçekten varsa, "ebedlyat" gibi, "sonsuzluk" gibi kavramları idrak etme imkânını, genellemeye karşı istisnalar gözleme takılıncaya kadar yasaklanmış olmaktadır. insanoğlu evrende o kadar çok bilinmez, aynı zamanda facia ve acıyla karşı karşıyadır, hele bazen o kadar çok yalnızdır ki, olayları doğuştan getirdiği o mükemmel mantık şablonuna her zaman vuramamakta... Çaresizlikler içersinde duygusal sıçramalarla, mantıklı sayılamayacak açıklama, yargı ve kurallara çıkmaktadır. "Ortaçağsal bir inanış", işte öyle bir sürecin sonucudur. Yaşlılar bir inanış dünyası içine doğup, onu çok değiştirmeden yaşlanırlarken, mantıksal çehreleri değişmiş, bir vaktin sağlam düşünce yapılı çocuklarıdırlar. Yaşlıların o nedenle, zamanında yarım bıraktıklarına, çocukların büyüklerinden daha etkin katktda bulunmalarının koşulu... Çocukların, büyüklerin düşünsel olarak geçırdiği olumsuzluklardan mümkün mertebe korunmalandır. Buysa, biraz açıklamaya çalıştığımız gibi, çok bilinçli, çok özenli bir "doğa eğıtımıyle" olur. Doğayı tanıtırken bıle, "dayatmavari" kuralların ezberletılmesiyle değıll "Irfanı hür, vicdanı hür" bir gençlik yetiştirmek üzere, çocuklarımızın, doğalarıyla uyumlu olarak gelişmelerine, yetişmelerine pek çok özen ve emek sarfetmemiz gerekmektedir. Öteki türlü gençlik, "irfanı hür, vicdanı hür değil", "irfanı kilitli, vicdanı mühürlü", pısırık, dar kafalı, yaratıcı olmayan, kendi küçüklenne karşı haşın, hoşgörüsüz, tatminsiz, kompleksli, maraz, dolayısıyla da çok mutsuz bir kimse olmakta... Mutsuz bir toplumun harcını oluşturmaktadır. • Naw York Yapay zekâ, transistb'rön ve bugünkü bilgisayarlann geliştirilmesinden çok daha önce gündeme gelen, ancak elektronikteki hızlı gelişmelerle son yıllarda yaygın ilgi uyandıran bir alan. Bu alana duyulan ilgi, kuıamsal açıdan bakıldığında, bilginınkökeniniaraştıran felsefelerkadar eski. Eski Yunan'dan bu yana, insanın nasıl bilgiedindiğiniinceleyen felsefeciler, bugünkü araştırmalann özünü oluşturan temel sorunları ortaya çıkarmışlardı. Gene Eski Yunan'dan (örneğin Heron'un buharla çalışan basit buhar 'makineleri') bu yana, canlılara özgü kimi davranışları mekanik (ve elektromekanik) yöntemlerle gerçekleştirme çabaları da, bir bakıma yapay zekâ alanının öncüleri arasında sayılabılir. Bu alanı doğrudan etkileyen bir gelişme de, insanlardan daha hızlı ve hatasız işlem yapabilecek hesap makineleri gerçekleştirme çabalarıdır. Pascal'dan bu yana çeşitli asamalyjr geçiren buçabalar, bu yüzyılda elektromekanik hesap makinelerinin gerçekleştirilmesiyle artık düş olmaktan çıkmıştı. Bugünkü bilgisayarlann da öncüleri oian bu makineler, transistör öncesi teknolojisi ile işlemekteydi. 1940'larda, ağır röle ve tüplerle çalışan bu ilk bilgisayarlardan bırinin ağırlığı 30 tonu aşmaktaydı vesıksık bakım gerektirmekteydi. Bugün kolsaatlerinin birçoğunda besap yapabilen, bellekli bilgisayarlann bulunduğu ve birkaç gramlık bir pille yıllarca hatasız çalışabildiğı düsünülürse, transistör ve hemen ardından gelen elektronik entegrasyon çabalarının bu alana ne kadar önemli bir avantaj sağladığı kolaylıkla anlaşılır. Yapay zekâ çalışmaları Elektronik ve bilgisayarlardaki bu gelişmelerle birlikte insanın çeşitli zihinsel özelliklerini yapay yollarla gerçekleştirebilecek bilgisayarlann tasarımı daha da önem kazandı. Elleyazılmışmetinleristandartharflere dönüştüren, çeşitli resimleri birbirinden ayırtedebilen, üçboyutlu 'algılama'ya da tasanm özelliklerine sahip bilgisayarlann ve yazılımların gündeme geldiğibudönemde, yapay zekâ da bağımstz bir alan olarak birÇOK üniversitenin eğitim programlanna girmişti. 1950'lerden bu yana, bilgisayarlann giderek artan hız ve güçlenen belleklerindenyararlananbu tür araştırmalann çoğunun önemli bir özelliği, beynin nörobiyolojik niteliklerini ıkinci plana iterek daha çok psikolojik işlevleri 'elektronikleştirme' çabalarına ağırlık vecmesiydi. Bilgisayarlann hesap yapma yöntemleri insanlannkinden nekaaar farklı idiyse, çağdaş elektronik ve matematiğin sağladığı yöntemlerle gerçekleştirilen bu yapay zekâ örnekleri de insan beyni ve zihinsel süreçlerinden o kadar değişikti. Sibernetikağırlıklıbuçalışmalar sonucu, özgül (ancak aaruygulama alanı bulunan) konularda oldukça başanlı sistemler geliştirildiyse de, geniş öğrenme yeteneğisağlayacak esneklikte kuramsal ilkelere ulaşılamadı. Bu nedenle son yıllarda insan beyni ve dilinin sağladığı olanakları yeniden e/e alan yaklaşımlarağırlık kazandı. Nitekim, bugün artık yapay zekâ çalışmalarının önemli bir bölümü, psikolojik işlevleri yapay programlarla bilgisayara yüklemekten çok, bilaisayarlan beynin nörobiyolojik özelliklerine göre tasanmlayarak, bu psikolojik işlevleri 'doğal' olarak türetmeye yönelmiş bulunmakta. D
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle