Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
B İ L İ M D Ü N Y A S I N D A N K I S A K I S A dır, bir yazının üzerine imzanızı koyabilmeniz farklı. Beni AIDS komisyonuna çağırmışlardı, gitmedim. Çünkü AIDS benim konum değil ve hiç çalışmadım. 47 yıllık hekimsiniz ve 53 yıldır istanbul Tıp Faküttesi yapısı içindesiniz. Geçmişten bugüne tıp fakültelerimizln durumunu nasıl değerlendlriyorsunuz. AKSOY: Öyle gözüküyor ki Alman hocaiarımızı saymazsak, bugünkü hocalar ile eski hocalar arasında büyük fark var. Bu olumlu sonuç bence 1933 üniversite inkılabı ve ülkemizin Batılılaşmasının eseridir. Daha lyi olabilirdi ama o duruma gelemedik. 1968 yılında üç ay süreyle Amerika, Hollanda ve Almanya'ya gittim; oradaki bazı tıp fakültelerinde bulundum. Döndükten sonra profesörler kuruluna şu intibalarımı bildirdim: "Tıbbımız ilerlemesirte özellikle kemiyet bakımından ilerlemesine karşın eskiden var olan fark kaparıimamış 1968'de bu fark daha da açılmıştır." Bu açığı nasıl kapayabiliriz? Birincisi tekrar özerk üniversite düzenine dönerek... YÖK sistemine karşıyım. Bilim adamının bilimsel çalışmalarını özgür ve kendi iradesi ile yapması inancındayım. Ben var olan sistemin Türk bilimini ilerleteceğine inanmıyorum. Biz herzaman iki uçtan birine gidiyoruz. Benim üniversitede bulunduğum dönemde üniversite fevkalade özerkti ve hiçbir kontrol yoktu. Bu başıboşlukta çalışan ile çalışmayan ayrılmıyordu. Hiç kontrolsüzlüğe karşıyım. Sonra tam tersi geldi. Profesörler Kurulu gerçek anlamda kaldırıldı. Ama asıl istedikleri kontroldü yine kontrol yok. Kendi içinde işleyen lafta kalmayan bir kontrol sıstemi olmalı. Üniversite hocası kariyer basamakfarında Orak hücre anemisi Prof. Dr. Muzaffer Aksoy'un üzerinde çalıştığı konulardan birini de orak hücre anemisi (kansızlığı) oluşturuyor. Anormal bir hemoglobin tipinin (HbS) neden oldugu hastalığın Çukurova'da yaşayan Eti Türklerinde yaygın olarak bulunduğu saptandı. Prof. Dr. Aksoy bu yörede yaşayan kişilerde %13.5 oranında Hbgeninin varlığını tespit etti. Orak hücre anemisi normalde oval olan akyuvarların anormal gen nedeniyle orak şekllni almalarıyla oluşuyor. Bu alyuvarlar ince damarlardan gecerken çökerek damarı tıkıyorlar. Böylelikle dokuların kanlanması bozulurken, damar çevresinde sıvı toplanmaları görülüyor. Hastalık, gerekli önlemler alınmazsa beyin kanaması, şok gibi ölümcül sonuçlara yol açıyor. kontrol edilemez diye bir olay yok. Ama bu arkasına müfettiş takarak olmaz. Bu bilimsel görev yapan insanların görevlerını bilimsel ve idari biçimde yapıp yapmadığı kontrol edilmeli. Boşvermişliğin dışında, bilim adamı araştıracagı konuda ve araştırmasında gayet serbest olmalıdır. Bence YÖK kararları bir kurul tarafından alınıyor gibi görünse de başarılı bir insanın egemenliğinde alınmaktadır. Üniversitelerin şahıslara bağlanması doğru değildir. Batıda da kurallar konur, onlara uyulur. Ama bu kuralları tek kişi koymaz. Bir kişinin kararları hiçbir zaman şonuç vermez. Bu diktatörlük gibidir. iyi bir diktatör diktatörlüğün rüçhaniyeti olabilir. Ama belli bir süre sonra iyi bir diktatör bile niteliklerinden çok şeyi diktatör olduğu sürece kaybeder. Konuyu tekrar tıp bazına çekmek Istlyorum. Acil Dahiliye kltabımızda şöyle bir soru yer alıyordu: "Bir hastada örneğin pille çalışan bir yapay kalp uyarıcısına (pace maker) gerek vardır. Hastaneye ait bir cihaz hastaya takılmıştır. Hastanın maddi koşulları bu aracı almaya elvermiyor (flyatı 35 milyon lira). Hasta uyarıcı ile iyiteştiğlnden çıkıp evlne gltmek istiyor. Çıkarken aracı geri almak zorundasınız, çıkardığınızda ise hasta ölecektir. Bu durumda ne yaparsınız?" Size sormak istediğim, 20. yüzyılda hangi Avrupa ülkesinin kitaplarında böyle bir soruya gerek duyulmaktadır. Ve hekim slz olsaydmız, ne yapardınız? AKSOY: lyi ki kardiolog değilim. Ben olsam bu hastayı tutabildiğım kadar hastaneden çıkarmam. Başka bir Avrupa ülkesinde gerek duyulacağını sanmam. Çünkü bu bir sosyalizasyon ve sağlık sigortası sorunudur. Batıda herkesin sağlık sigortası vardır. Sigortayaptırmayan adam ise yaptırmaya gerek duymayacak kadar zengin olandır. Hematoloji'nin en üzücü hastalıklarından birini kan kanserleri oluşturmakta. Günümüzde yaşam süresi uzamıştır. Ancak geri dönüşümsüz olan terminal döneme girmiş hastaların büyük acılar çektiklerini görüyor buna karşın bizler bu durumda bile olsa uzayan saniyeleri kazanc olarak görüyoruz. Tıbbın amacı saglıklı bir yaşam mıdır, yoksa yalnızca yaşam mı? Ötenazi bir hekimin asla düşünmemesi gereken bir konu mudur? AKSOY: Bu çok tartışılan bir konu. Benim hocam Dameshek, lösemili bir yakınına hiç tedavi uygulamadığını söylemişti. Bu 1950'lerdeydi. Şimdi 1987; çok şey değışti. Ben doktoriuk hayatım boyunca son ana kadar tıbbın tatbik edilmesine taraftarım. Ben 47 yıllık doktoriuk hayatım boyunca hiçbir hastayı katiyyen bırakmadım. Yaşamımzın 50 yıldan fazlasını bu işe ayırdınız. Geçmişe baktığınızda ne düşünüyorsunuz? Koca bir yaşamı iğne ucundan ufak bir kan hücresi içln gecirdlm diye düşündüğünüz oluyor mu? AKSOY: Geçen yıllarım için çok memnunum. insanlar yaşamları boyunca ancak ufak birşey yapabilirler. Eğer birşeyler yapmak istiyorsanız zaten çok küçük bir şeyden yakalayıp uğraşmanız gerek. Ben bir konudan başka bir konuya atlamayı doğru bulmuyorum. Hobileri elbette ayrı tutuyorum. Ama biliyorum ki insan ömrü boyunca ancak birkaç konuyu derinlemesine araştırabilir. D Ameliyatsız katarakt Bilgisayarlı diş kontrolü Perhlzle kataraktların giderilmesi mümkün olacak Bilindiği gibi, katarakt denen göz hastalığı, göz bebeğinin hemen arkasındaki göz billurunun donuklaşarak görmeyi azaltması veya sıfıra indirmesi ile oluşuyor. Halkımız buna perde' diyor. Hastalık ameliyatla iyileştiriliyor. Fakat, Amerikan Tarım Bakanlığı'ndan bir uzmana göre, katarakt, perhizle ve göz damlaları ile de iyileştirilebiliyor. Başka bir deyişle, ameliyata gerek kalmıyor. Bakanlığın Beslenme ve Katarakt Ameliyatı Laboratuvarı başkanı Allen Taylor'a göre, en çok 10 yıl İçinde 'perde ameliyatı'na gerek kalmayacak. Uzman, şimdi, kataraktın nasıl oluştuğunu inceliyor. Bunun yanında, güneş ışığı ile oksijenin zararlı etkilerinden gözü hangi maddelerin koruduğunu da öğrenmeye çalışıyor. Bu maddeler bulununca perhizle kataraktın önlenmesi mümkün olacak. Tübingen Üniversitesi diş hekimliği Frauenhofer Enstitüsü ile yaptıkları ortak çalışma sonucu diş yatağı hastalıklarını erken ve tam teşhis eden bir el cihazı geliştirdiler. Tükenmez kalem büyüklüğündeki aparat iki çeşit kontrolü bir arada yapıyor. Dişlere hafif hafif vurma ve dişleri sallama. Küçük bir düğmeye dokunmayla "Tübingen Ağaçkakanı"nın metal ucu dişlere vurmaya başlıyor. Buna bağlı bir mini kompütür titreyen ucun frenleme zamanını ve sıhhatli dişlerin normal değerlerden saptanmasını tespit ediyor. Diş, yatağında ne kadar sağlamsa "ağaçkakan" o kadar çabuk duruyor. Parodontose gibi diş yatağı rahatsızlığı (veya takma dişlerin gevşekliği daha röntgenle tespit edilemeden önce Siemans'in ürettiği Dental Specht (meslekteki adı "Periotest") tarafından tespit ediliyor. D Cehennem Kralının çapı 5 bin kar tanesi modeli Kar tanelerinin yapılan üzermdeki incelemelerini sürdüren fiz^çıler ve bılgısayar uzmanları, 3040 kar tanesi temel modelinden yola çıkarak, bilgisayar aracılığıyla 5 bin kadar ceğişik tür kar tanesi biçimi ürettiler. Bu araştırmaların ılerde çok ilginç sonuçlar vermesi bekleniyor. Bilindiği gibi, kar tanelerinin kristal yapılarımn birbırlerınden farklı ve simetrık oldukiarı anlaşırmış ve bunun nedenleri üzerinde durulmuştu. Kar tanelerinin oluşum dinamiği ve gelışimı bilgisayarlarla doğadakıne benzer bir biçimde de yaratılabilmektedir. Aşağıdaki fotoğrafta gerçek bir kar tanesının buyutulmuş şeklı gorulmeKie Güneş kümesinin son gezegeni Plüton, Amerikalı C.W. Tombaugh (Tombo) tarafından 1930'da bulunmuştu. Gezegene Cehennem Kralı ve Ölüler Tanrısı Plüton'un adı verildi. Fakat aradan geçen 57 yıla rağmen bu belalı komşumuz hakkında fazla bir bilgi edinilemedi. Ancak tahminler yürütüldü. Bu küçük gezegende küçüklüğü nedeniyle atmosfer olabileceği düşünülmüyordu. Çapı bile tam belirlenememişti. Fakat son günlerde Manfred Pakull ve Klaus Reinsch adlı Berlinli iki gökbilimci, Şili'deki Eso La Sila adlı rasathanenin sağladığı bilgilere göre gezegenin çapının sanıldığı gibi 4 bin kilometre değil, 2.200 kilometre olduğunu (İstanbulErzurum arası) ileri sürdüler. Plüton hakkında ayrıntılı bilgilere Voyager (Gezgln) adındaki uzay gemisi, 2000 yılına doğru, Plüton'un yanından geçtiğinde ulaşacağız.