07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 8 MART 2021 PAZARTESİ DÜNYADAKI ILK KADIN ÖRGÜTLENMESI: BACIYANI RUM ÖRGÜTÜ Anadolu bacıları tılar Ayrıntılar Yeni Türkiye’de makbul Ayrıntılar vatandaş kimdir? Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi Başkanı Fahrettin Altun diyor ki: “Hiçbir suretle hangi kavram adı altında olursa olsun eşcinsellik propagandasına izin vermeyeceğiz. Çocuklarımızı her türlü aşırılıktan korumak devletin başlıca görevidir.” Düzenin tüm şifrelerini bu kısacık ifadede buluyoruz. Soru sormak yurttaş olarak hakkımız, ancak yanıt alamazsak şaşmamalıyız. Düzenin ilk koşulu “Padişahım çok yaşa” düsturuna uygun davranmaktır. Ne söylenirse “eyvallah” eden kimselerden oluşur Saray düzeni, bu yığının parçası olan kişilere de “kul” denir. HHH İlk soru “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı ne işe yarar” olmalı. Bu tür birimler, uygar memleketlerde toplumu bilgilendirmekle yükümlüdür; Cumhurbaşkanı günü nasıl geçirir, hangi meselelerle uğraşır, kamuoyunu aydınlatması gerekir. Bunu gazeteciler kanalıyla yapar. Cumhurbaşkanı, demokrasilerde tarafsız olduğu için bu başkanlık da gazetecileri “bizden” ve “ötekiler” diye ayırmaz. Haklı olarak diyeceksiniz ki “İyi de bizim Cumhurbaşkanı partili.” Cumhurbaşkanı partili olunca iletişimcisi de parti üyesi gibi davranıyor. Partinin çizgisine uygun gazetecilerle iş görüyor. Partili başkanlığın parasını, o partiye üye olmayan, oy vermeyen milyonlardan tahsil ediyorlar. Haklı bir diğer soru da şudur: Her gün sabah akşam halka seslenen, televizyonlarda yedi yirmi dört konuşan Cumhurbaşkanı’na iletişimci ne gerek? Cumhurbaşkanı zaten her dakika iletişiyor! HHH “İletişim Başkanı nasıl oluyor da ideolojik tarif yapar, iyi ve kötüyü söyler” diye sorarsanız, yine haklı olursunuz. Bürokratların topluma yön verme görevi var mıdır? İletişim başkanının ruh haline, inançlarına göre ülkeye biçim verme hakkı nereden gelir? Sosyal medyadan, çeşitli yayın organlarından siyasetçi gibi akademisyen, kanaat önderi tavrıyla yorum yapma hakkı var mıdır? Gelelim işin diğer yanına, Altun, “Eşcinsel propagandasına izin vermeyeceğiz” diyor. Eşcinsellik ne zamandan beri suçtur? Bir kimse cinsel yönelimini açıklarsa yargılanacak mıdır? Eşcinsellik propagandası ne demektir? Fikir yazısında, sanat yapıtında ya da basında eşcinsellikten söz edenler hakkında dava mı açılacak? Dahası, insan propaganda yoluyla cinsel eğilimini nasıl değiştirir, bunun bilimsel dayanağı nedir? Eşcinseller tecrit mi edilecekler? HHH Diyor ki Altun: “Çocuklarımızı her türlü aşırılıktan korumak devletimizin görevidir.” Yani? Devlet kutsaldır, buyurur, kullar da uyar. Devlet kimdir? Erdoğan! Nasıl giyineceğimize, nasıl doğuracağımıza karışma hakkı nereden geliyor? “Aşırılık” nedir? Dillerden düşmeyen “millet” kimlerden oluşmaktadır? Soralım öyleyse, geçen gün çocuğunun bir kadını döven adamın eylemi aşırılık mıdır? Yoksa boşanmış, yalnız yaşayan kadın gece sokağa çıktığı için suçlu mudur? Adamın sosyal medya paylaşımlarına bakınca dinci, milliyetçi olduğu, iktidar gibi düşündüğü görülüyor. “Millet” dedikleri bu kişilerden mi oluşacaktır bundan böyle? Bu tip adamların mafyavari her olayın altından çıkması rastlantı mıdır, yoksa ideolojik tercih midir? HHH Nazi Almanyası’nda Yahudilerin başına gelenler bilinir de Çingeneler, eşcinseller, engelliler göz ardı edilir. Toplumun uygarlık ölçüsü din, dil, ırk ve yönelim farklılıklarını ortadan kaldırmakla anlaşılır. Milliyetçi, dinci rejimler devleti kutsar, bu yolla tarif edilen insanları birinci sınıf sayar, kalanlar da eğer boyun eğerlerse, yaşam hakkı bulur. “Hoşgörü” denen budur. Hoşgörü, birini aşağılamak için kullanılan ifadedir. Katlanmak, tahammül etmek anlamına gelir. Düzenin makbul vatandaşı, İslam, Sünni, Türk, erkek ve kuşkusuz kapitalizme uyumludur. Bunun dışında kalan kimseler “onlarrrr” diye azarlanmaya mahkumdur. Önlerine iki lokma ekmek konuyorsa, nefes almalarına izin veriliyorsa bu hoşgörü(!) gereğidir. Şükretmeyen o kadarını da bulamaz! HHH Bazıları konu “eşcinsellik” olunca “ne var bunda” diyeceklerdir. Uygar insan haksızlıklar karşısında boyun eğmez. Mesele cinsel yönelim değildir. Ayrıca “bizim ecdadımızda böyle şeyler yoktur” diyenler bilerek tarihi çarpıtmaktadır. Kindar nesil adım adım, üstelik resmi kanallar eliyle biçimlenmektedir. Bugün aydınlanmadan yana saf tutmayanların, yarın “kandırıldık” demek hakları yoktur! İşte söylüyoruz. Ahi Teşkilatının kadın kolu olan Bacıyanı Rum mensupları, yönetimin yanlış kararlarına ve Moğol istilasına karşı da Ahilerle birlikte savaştı. Moğol askerleri ve sonra da mallarına el koyan Selçuklu sultanlarına direnen Anadolu Bacıları’nın bir kısmı kılıçtan geçirildi. Bazıları da esir hayatı yaşadı. MİYASE İLKNUR Avrupa’da Sanayi Devrimi öncesinde nitelik gerektirmeyen ve çoğunlukla da aile içi işletmelerde vasıfsız içi olarak çalışan kadınların bir ücret karşılığı işgücüne katılması ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Emek yoğun işlerde ucuz içgücü olarak yararlanılan kadınların örgütlenmeleri de ancak 19. yüzyılla birlikte mümkün olacaktır. Oysa Anadolu’da kadınlar daha 13.Yüzyılda kendi başlarına iş kurabilme, ara mal üretme, ürünlerini kadınların kurduğu çarşılarda satma ve çalışan kadınlarla dayanışma amaçlı örgüt kurarak dünyadaki ilk kadın örgütlenmesini de gerekleştirme başarısına imza atmıştır. Ancak ne hazindir ki, Bacıyanı Rum (Anadolu Bacıları) örgütünden bırakın dünyayı, bu topraklarda bile konu ile ilgili bir avuç akademisyen dışında haberdar olan yok. Bu konuda yurtiçinde çalışma yapanların sayısı o kadar az ki, yabancı bilim adamları, Âşık Paşazade’nin ilk kez söz ettiği Bacıyanı Rum örgütünün varlığına şüphe ile bakmış, olsa olsa bunun yanlış okuma ya da yanlış kayda geçme ihtimali üzerinde durmuşlar. Alman Şarkiyatçı Taescner, 1200’lü yıllarda bir kadın orgütlenmesini imkânsız görmüş ve Bacıyanı Rum örgütü diye alıntılanan tamlamanın Hacıyanı Rum olabileceğini öne sürmüştür. Dünyada Ahilik teşkilatı ile birlikte kooperatifçiliğin de ilk örneğini oluşturan Bacıyanı Rum, sadece mesleki bir teşkilat değil aynı zamanda siyasi faaliyetlerin de yürütüldüğü bir kadın örgütlenmesidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin halkın yaşamını zorlaştıran kimi uygulamalarına karşı direndiş gösterdiği gibi Moğol istilasına karşı da bulunduğu şehri teslim etmek istemeyen Ahi Teşkilatı’yla birlikte amansız bir direniş göstermiş, bunun bedelini de canlarıyla ödemişlerdir. Dinsiz Türkmenler denildi Bacıyanı Rum örgütü, siyasi kimliği ve ortodoks Sünni din anlayışını reddeden batıni tasavvuf eğilimi nedeniyle o günden ne devlet katında ne de akademi dünyasında gereken ilgiye mazhar olamamıştır. Âşıkpaşazade tarihi, Bektaşi manakıpnameleri ve seyyahlar dışında kalan tarih yazılımı kasıtlı ve karalayıcıdır. Saray tarihçilerinin yanında Ahmet Eflaki gibi Mevlevi tarihçileri Ahi Teşkilatı ve Bacıyanı Rum örgütü hakkında “dinsiz Türkmenler, Babai, Hasan Sabbah artıkları, mülhid, zındık” gibi suçlamalara yer vermiştir. Mevlevi tarihçilerinin Ahi Teşkilatı ile Bacıyanı Rum örgütünü hedef almasının arka planında Moğol işgali karşısında farklı tutum almaları yatmaktadır. Ahiler ve Anadolu Bacıları (Bacıyanı Rum) Moğollara direnirken Mevleviler ise Moğollara koşulsuz biat etmekle kalmayıp Ahilerin ve Bacılar’ın tekke ve medreselerinin kendilerine verilmesini talep etmiştir. Bacıların lideri Fatma Bacı Bacıyanı Rum örgütünün lideri Fatma Bacı, Ahilerin lideri Ahi Evran’ın eşidir. Sadece eşinden dolayı değil dönemin ünlü mutasavvıflarından Evhadüddin Kirmani’nin de kızı olması nedeniyle büyük saygınlığı vardır. Ona olan derin saygı AleviBektaşi kitleler nezdinde bugün de sürüyor. Ancak bugün ona duyulan saygı, başında bulunduğu örgütten, verdiği mücadeleden ve Ahi Evran’ın eşi olmasından dolayı değil, Moğolların elinde 14 yıllık esaretten ve eşi Ahi Evran’ın katletilmesinden sonra sığındığı Hacı Bektaş Veli’nin evlatlığı ve onun felsefesini ve ilmini öğrettiği vârisi olmasından dolayıdır. Hacıbektaş’ın evlatlığı ve ilmi varisi olan Fatma Bacı’nın adı da o tarihten sonra “Kadıncık Ana” olarak anılmaya başlamıştır. Kadınların kurduğu bu sosyal, kültürel, ticari ve siyasi örgüt Ahilik teşkilatından ayrı düşünülemez. Sonuçta Bacıyanı Rum örgütü Ahilik teşkilatının bir nevi kadınlar koludur. Ahilik teşkilatının bütün ilke ve kararları Bacıyanı Rum örgütü için de geçerliydi. Kadınlı erkekli yemekler Ahilik Teşkilatı’na bağlı belli malları satan tüccar ve üretim atölyeleri bugünkü sanayi siteleri gibi belli çarşılarda toplanmıştı. Ahi Evran debbağların piri olarak tarihe geçmiş olsa da 32 çeşit sanatkâr kolunun da lideridir. Şehirlerde kurulan sanayi sitelerinde kadınların üretimlerini pazarladıkları dükkan ve atölyeleri bulunmaktaydı. Kayseri’de dericiler ve bakırcılar çarşısının yanında bulunan Külahduzlar (Örgücüler) çarşısında da kadınlar debbağların tabakladığı derilerdeki yünleri ip haline getirip örgücülükte kullanıyor ve bunları kendilerine ait çarşıda satışa sunuyordu. Külah, halı, kilim, kumaş ve diğer dokumacılık kollarında faaliyet gösteren Bacıyanı Rum örgütüne mensup kadınlar, Ahilik Teşkilatı’nın güçlü olduğu Kayseri, Kırşehir ve Konya gibi şehirlerden sonra Moğol istilasının ardından çekilmek zorunda kaldıkları uç bölgelerde de bu faaliyetlerini sürdürürler. Yeniçerilerin giydiği akbörkün ve diğer giysilerin de Bacıyanı Rum mensuplarında üretildiği söylenir. Ahi Evran, göçebe Türkmenlerin şehirleşmesinde onları piri olduğu teşkilat aracılığıyla sanatkâr yaparak katkı sunarken eşi Fatma Bacı da benzer işlevi Türkmen kadınları iş sahibi yaparak gerçekleştirmiştir. Diğer İslam coğrafyalarında ve Avrupa’da kadının çalışması ve hele kendine ait bir işyerinin olması hayal bile edilemezken Anadolu’da Bacıyanı Rum örgütü sayesinde gerçekleşmiştir. Bacıyanı Rum üyesi kadınlar Ahilerle birlikte mesleki eğitim kursları düzenliyor ve bazı akşamlar kadınlı erkekli yemekler düzenliyordu. KANLA BASTIRILAN DİRENİŞ VE DAĞILMA Ahilik Teşkilatı’nın kurulması ve yagınlaşmasında sultan Alaaddin Keykubad’ın verdiği desteğin payı büyüktü. Alaaddin Keykubad’ın, oğlu II. Gıyaseddin Keykubat tarafından zehirlenmesi, Ahiler ve Türkmenler üzerinde sarsıcı etki yarattı ve o nedenle yeni sultana karşı direnişe geçtiler. II. Gıyaseddin Keykubat, Ahilerin birçoğunu öldürdü. Sultanın kötü yönetiminden faydalanan Moğollar Anadolu’ya akınlar başlattı. Kösedağ’da Selçuklu ordusunu yenilgiye uğratan Moğollar, Tokat ve Sivas’ı hiçbir direnişle karşılaşmadan aldılar. Dönemin en önemli ticaret merkezi olan Kayseri’ye girmek istediklerinde Ahiler ve Bacılar şehri teslim etmeyip direnişe geçtiler. Ancak Kayseri Subaşısı, Moğollara yol göstererek su yolundan onları şehre soktu. Ahiler ve Bacılar kılıçtan geçirildi Liderleri esir alındı, örgütleri dağıtıldı (1241). Celaleddin Karatay’ın Moğollarla anlaşması sonrası Ahilik ve Bacıyanı Rum örgütü yeniden faaliyete geçtiyse de Selçuklu şehzadelerinin taht mücadelesi sonrasında Moğollar yeniden Anadolu’ya girdi. I. Kılıçarslan’ı tahta oturtan Moğollar üç kişilik bir vezir kadrosuyla ülkeyi yönetmeye başladılar. Bu üçlü yönetim döneminde Ahilerin ve Anadolu Bacılarının sahip olduğu her şey Mevlevi ve Kalenderi dervişlerine verildi. Ahilerin mülkleri ellerinden alınmaya başlanınca Ahi Evran, “Agaz u encam” adlı risalesinde sitemini şöyle dile getirir: “Bu zamanın kurt tiynetli yöneticileri, kişilerin mallarına el koymaktadır. Şeriatın hükümleri büyük ölçüde ortadan kalktı. İslam’dan sadece bir ad kaldı.” Ahiler ve Bacılar Kırşehir’de direnişe geçtiler. Direnişe geçen Ahiler arasında babası ile arası açık olan Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi de vardı. Mevlananın müridi Kırşehir Emiri Nurettin Caca, bu direnişi kanla bastırdı. Ahi Evran, Mevlana’nın oğlu ve Ahilerin çoğu kılıçtan geçirildi. Ahi Evran öldüğünde 90 yaşındaydı. Ankara, Denizli, Çankırı, Aksaray ve Tokat’ta da direniş kanla bastırıldı. Mevlevi tekkesine bağlanmayı reddeden Ahiler ve Bacıyanı Rum mensupları uç bölgelere göçtü. Bacıyanı Rum örgütü böylece dağıtıldı. Fatma Bacı da Hacıbektaş’ın yanına, Suluca Karahöyük’e sığındı. Hacı Bektaş’ın evlatlığı olan Fatma Bacı burada İdris Hoca adlı biri ile evlendi. Hacıbektaş’ın nefes evladı olup, onun ilminin ve felsefesinin Abdal Musa ile birlikte günümüze kadar ulaşmasını sağladı. BOĞAZIÇI ÜNİVERSİTESİ’NIN ILK KADIN REKTÖRÜ PROF. SOYSAL: İnsan istenmediği yerden gider KÜBRA KÖKLÜ AKP’li Rektör Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının ardından başlayan protestolar devam ederken kurumun ilk kadın rektörü Prof. Dr. Ayşe Soysal, Cumhuriyet’e konuştu. Soysal, “Akademinin yönetim kadrolarına talip olduğumda, bana ‘yapamazsın’ dediler. İlk rektörlük için aday olduğumda kaybettim ancak ikinci kez aday olduğumda kazandım. Üçüncü kez aday olduğumda kaybettim ve gittim. İnsan istenmediği yerden gider” dedi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla Prof. Ayşe Soysal ile konuşma fırsatı bulduk. Çalışan bir annesi olduğu için anneannesinin kuşağı ile büyüyen Soysal, anneannesinin Osmanlı döneminde pedagoji okuduğunu ve müslüman okullar da çalışamadığı için gayrimüslim okullarda eğitim verdiğini anlattı. Ailesinde güçlü kadınların olduğunun altını çizen Soysal, şöyle konuştu: “Anneannem gibi birisiyle büyümek beni, cesur ve inatçı birisi yaptı. Çünkü anneannem bana ‘kızım sen ne istersen, yapabilirsin’ derdi. Bu bana çok büyük cesaret verdi. Benim mücadeleci biri olmamı sağlayan etkenlerden birisi de spordur. Çünkü spor insanı mücadeleye alıştırıyor. Ben tüm kadınların spor yapması gerektiğini düşünüyorum.” ‘Renkli kadınlar’ artmalı Türkiye’de kadın meselesine, kadınları himaye altına almaya çalışılarak yaklaşıldığını dile getiren Soysal sözlerine şöyle devam etti: “Kadınlar artık kendilerine biçilen rolü istekadını rektör yapmaz’ miyor ve başkaldırıyor. dedi. Ben de yapmayaAmerikalılar, renksiz kacağını düşündüm ancak dınlar için ‘duvar kağıdı’ zorlamam gerektiğine benzetmesi yapar. Erkarar verdim. Kadın olakeklerin gerisinde, gölrak, insanların size gügesinde duran kadınlar venmesi zor oluyor. Bu için bu tabiri kullanıyorişi, erkekler kadar, hatlar. Bizim renkli kadınlata onlardan daha iyi bir rı çoğaltmamız gerekiyapabileceğimi düşünyor. Bir duvar kâğıdı gidüm. Ama buna meslekbi arka planda kalan kataşlarımı ikna etmek kodınlardan mı olmak istilay olmadı. Biz kadınlayoruz yoksa kendi kişirın fikirleri, erkeklerin filiklerimizi ve yollarımıkirleri kadar kolay satızı mı izlemek istiyoruz? lamıyor. Fikir sahibi olKadınlar, önce buna kamak bizde erkeklere atrar vermeli. ‘Elâlem ne Prof. Dr. Ayşe Soysal fedilen birşey, ben en iyi der’ derdini aşmış kaşekilde fikirlerimi sundınlara hayranım. Cumhuriyet’in kadın sam da bariton sesliler kadar etkili olalara getirdiği açılımlara ben inanmıştım. mıyordum.” Küçükken meselenin o zaman başladığı Rektörlük görev süresi bitince 2008 nı ve başarılı bir şekilde bitirildiğini dü yılında yapılan seçimde ikinci sırada kaşünmüştüm. Ondan sonra anladım ki lan ancak iktidar tarafından yeniden güzel bir yola çıkış olmuş, ama o yolun atanmak istenen Soysal, kendisine gedevamında bize rehavet çökmüş. Bu du tirilen teklifi reddetti. Soysal, şunlarumun Türkiye için çok büyük kayıp ol rı söyledi: “‘Yenilgilerim bana başduğunu düşünüyorum.’” ka kapılar açtı. Ben seçimi kaybedinBariton sesliler kadar... ce gittim, insan istenmediği yerden gider. Hakkıyla yapacaksanız, rektör olBoğaziçi Üniversitesi’nin 2000 yılında mak çok yıpratıcı. Sürekli kriz yönetiki rektörlük seçiminde aday olan Soysal, mi yapıyorsunuz. Batı’daki gibi dışarıseçimi kaybetti ancak 2004’te ikinci kez dan müdahale edilmeyen bir üniversiaday olduğunda 344 oydan 164’ünü ala tenin başında değilsiniz. Üniversitede rak birinci olmayı başardı. Soysal, Boğa devam eden protestolara katılan öğziçi rektörlüğüne uzanan bu süreci şöyle rencilerin hepsi mezun olduktan sonra anlattı: “Yakın arkadaşlarımdan biri ba da Türkiye’de istediğimiz değişiklikleri, na ‘Senin bu görevi yapacağına inanıyo gelişimleri gerçekleştirecek. Gençlere rum. Ancak Boğaziçi’nin dinamikleri bir inanıyorum ve güveniyorum.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle