08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 29 MART 2021 PAZARTESİ [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ? TÜRKIYE NEREYE Montrö ve AİHS’den ‘çıkmak’ mı? PROF. DR. RONA AYBAY 24Mart Çarşamba günü, bu sütunlarda yayımlanan “İstanbul Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuk” başlıklı yazımın şu tümceleri, sayfa editörünce başlığa konulmuştu: “Bütün bunlara ek olarak ya da en başta belirtilmesi gereken bir önemli nokta da şudur: İstanbul Sözleşmesi’nden böyle, görüşülüp tartışılmadan çekilmenin, kötü bir gidişin ilk adımı olması olasılığı vardır. Bunun, sonuç olarak uluslararası sözleşmeler alanında, Atatürk Cumhuriyeti’nin temellerine kadar varan birtakım girişimlerin başlangıcı olmasından kaygı duyulmaktadır.” TBMM Başkanı’nın, katıldığı bir TV izlencesinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden çekilebileceğimizden söz etmesi, bu konudaki kaygıların yersiz olmadığını göstermiş oldu. Bunun ardından, Lozan Barış Antlaşması’ndan çekilmenin de dile getirilmesi şaşırtıcı olmayacaktır! 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın, Cumhuriyetimizin uluslararası düzeyde varlığının tanınması açısından “yaşamsal” önemde bir dönüm noktasını simgeleyen tarihsel bir belge olduğunda kuşku yoktur. 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ise Atatürk dönemi Türk diplomasisinin Lozan’a ek olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesel egemenliğini tamamlayan çok büyük bir başarısını simgelemektedir. Lozan Barış Antlaşması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temel taşıdır. Dolayısıyla özellikle üst düzey devlet görevlerinde bulunan kişilerin bu konularda son derecede dikkatli olmaları, konunun çeşitli boyutlarını derinlemesine incelemeden konuşmamaları gerekir. Bu konuların, sorunun teknik ve hukuki tartışmalarının çok ötesinde, giderek anlamsızlaşan boyutları vardır. Cumhuriyetimizin tarihi ve dayandığı temeller açısından önemli olan bu boyutların ve uluslararası düzeyde ortaya çıkabilecek sonuçların göz ardı edilmesi çok büyük bir yanlış olur. AİHS ve Avrupa Konseyi üyeliği Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954’te onaylamıştır. AİHS’de, taraf bir devletin sözleşmeden çekilmesine olanak veren bir düzenleme vardır. Ama bu düzenlemenin kaleme alındığı 1950 yılı ile bugünkü durum arasındaki önemli bir fark dikkate alınmalıdır. Bugün, AİHS’ye taraf olmak, Avrupa Konseyi üyeliği için bir önkoşul olmuş durumdadır. Bir devlet AİHS’ye taraf değilse Avrupa Konseyi’ne üye olamaz. Günümüzde, AİHM kararlarını uygulamamakta direnmesi nedeniyle Türkiye, “Bakanlar Komitesi”nin gündeminde “sürekli” biçimde yer almış durumdadır. Bir uzlaşma sağlanamazsa işin sonu “demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları” temeline dayanan Avrupa Konseyi’nden ihraç edilmeye varacaktır. Türkiye AİHS’den çekilirse bu sonuç kendiliğinden ortaya çıkacaktır; çünkü AİHS’ye taraf olmaktan çıkan bir devletin Avrupa Konseyi üyesi olarak kalmasına olanak yoktur. 47 devletin üye olduğu Avrupa Konseyi’nden çıkmak (çıkarılmak), Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanaklarından biri olan çağdaş uygarlığa ulaşma hedefinden vazgeçmesi anlamına gelecek; Türkiye, Avrupa’da Belarus’tan sonra Avrupa Konseyi dışındaki ikinci devlet olacak; Avrupa Birliği üyeliği ise artık hayal bile edilemeyecektir. Türkiye nereye götürülmek istenmektedir? Amaç, Türkiye’yi Atatürk ilkelerinden esinlenen, insan haklarına dayanan çağdaş ve laik bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp “sözde” bir cumhuriyet, aslında sıradan bir “Ortadoğu Bu tehlike karşısında, muhalefetin, önemli de olsa kısa erimli geçici sorunların yanında Cumhuriyetimizin temellerine yönelik kaygı verici durumlarla ilgilenmeye öncelik vermesi gerekir. layacak önlemler almaya yetkili olduğu, Uluslararası Denizcilik Örgütü’ne (IMO) kabul ettirilmiştir. Bu süreçteki çetin müzakerelerde görev almış olan Türk diplomatları, hukukçuları ve denizcilik uzmanları övgüyü ve kutlanmayı hak etmişlerdir. Türkiye çıkardığı tüzüklerle ve koyduğu kurallarla kaza sayısında ve can ve mal kayıplarında belirgin bir azalma sağlamıştır. Türkiye’nin durumu Montrö Boğazlar Sözleşmesi her tümcesi üzerinde tek tek durulacak, çok ustaca kaleme alınmış bir metindir. Her konuyu çok ustaca formüllerle düzenleyen böyle bir sözleşmede “çekilme” konusunda hiçbir hüküm olmaması ilginçtir. Bunun, uluslararası hukukun genel ilkeleri uyarınca tanınması ge20 Temmuz 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinin ilk sayfası. reken “çekilme” hakkı bakımından Sultanlığı” haline getirmek midir? bir engel oluşturmayacağı tartışılabilir ama bu noktada Türkiye’nin özel bir duMontrö’den “çıkmak” Yukarıda belirttiğim gibi 1936 yılında bağıtlanmış olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan’a ek olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesel egemenliğini tamamlamakta, Türk diplomasisinin çok büyük bir başarısını simgelemektedir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Türk Boğazları üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği kesin olarak kabul edilmiştir. Yabancı bayraklı ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanınması konusunda Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülük, boğazlar üzerinde egemenlik yetkisini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin uluslararası yükümlülüğü “uğraksız geçiş” olarak adlandırılmış bir tür “geleneksel” geçiş özgürlüğünü tanımaktan ibarettir. Lozan Konferansı’nda kurulmuş olan uluslararası nitelikteki “boğazlar Komisyonu”nun kaldırılması, boğazlar üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti egemenliğinin bir göstergesidir. Türkiye, Türk Boğazlarından geçen gerek ticaret gemilerinin gerek askeri gemilerin Montrö Boğazlar Sözleşmesi açısından denetimini yapma yetkisini tek başına kullanmaktadır. Türkiye, yıllarca süren İkinci Dünya Savaşı boyunca Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin özellikle savaşan devletlerin askeri gemileriyle ilgili hükümlerini titizlikrumu vardır. Çünkü Türkiye, sözleşmenin uygulanmasında kilit bir rol oynamak durumundadır. Sözleşmenin düzgün biçimde uygulanmasında “aleniyet” sağlamak, geçen ticari ve askeri gemilerle ilgili bilgileri toplamak; taraf devletlere düzenli bilgi vermek gibi çok önemli görevleri, Türkiye tek başına yerine getirmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin “çekilmesi” Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin deyim yerindeyse “çökmesi” anlamına gelir. Bu durum, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin askeri gemilerinin Karadeniz’e çıkışlarına ciddi sınırlamalar getiren hükümlerinden hiç hoşnut olmayan ABD için büyük bir fırsat olacaktır. Montrö boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olmayan ABD, boğazlarımızda kendisinin etkili bir konumda olacağı bir uluslararası yönetim kurulmasını sağlamaya çalışacaktır. Bu ortamda, kurulacak “uluslararası kurtlar sofrası”nda Türkiye’nin durumu ne olacaktır? Türkiye artık uluslararası ortamlarda saygın yeri ve ağırlığı olan “Atatürk Türkiyesi” değildir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kazandığı denetim yetkisini koruyabilmesi olası görünmemektedir. Sonuç kesinlikle Türkiye’nin aleyhine bir durum olacaktır. Sonuç le uygulamıştır. Türkiye hükümetlerinin bu güven verici tutumu nedeniyle taraf devletlerin hiçbiri 1956 yılında süresi dolmuş olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni sona erdirme girişiminde bulunmamaktadır ve sözleşme otomatik olarak yenilenmektedir. Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nce dile getirilen bazı şikâyetler ve istemler de usta bir diplomasiyle karşılanmış ve sonunda Sovyetler şikâyetlerini ve istemlerini unutmak durumunda kalmıştır. Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kurulmuş olan ve kendisine boğazlarımız üzerinde egemenlik ve denetim yetkisi sağlayan düzene son vermeyi ima edecek sözlerden bile uzak durmalıdır. Bunlar, Montrö’den rahatsız olanlara cesaret verici davranışlardır. Montrö’den çekilmeye koşut olarak AİHS’den çekilmenin de gündeme getirilmesi, seçimler için kısa erimli söylemler olmanın ötesinde Türkiye’yi Atatürk çizgisinden bütünüyle ayırıp bir tür “Ortadoğu Sultanlı1960’lı yıllara kadar, 1953 yılında yaşa ğı” haline getirmeye mi yöneliktir? nan Naboland adlı İsveç şilebinin Çanakkale Bu durum karşısında, muhalefetin, Boğazı’nda Dumlupınar denizaltımıza çarpma önemli de olsa kısa erimli geçici sorunlası sonucu 81 denizcimizin şehit olduğu facia rın yanında Cumhuriyetimizin temelleridışında tek tük ve önemli zararlara yol açma ne yönelik kaygı verici durumlarla ilgilenyan kazalar, 1960’lı yıllardan başlayarak çok meye öncelik vermesi gerekir. Ancak bu ciddi can ve mal kayıplarına, çevre kirlilikle çok önemli ve “yaşamsal” sorunlarla ilgirine yol açmaya başlamıştır. lenmekte sadece muhalefete değil her yurtBu durum karşısında, Türk makamlarınca, taşa ve her meslek örgütüne, her sivil topboğazlarımızdan geçen gemilerin hem kendi lum kuruluşuna demokratik çerçevede gölerine hem çevreye zarar vermemelerini sağ revler düştüğü de bir gerçektir. Gündem ve Cumhuriyet... Geçen haftaya, Cumhuriyet’in “İrticaya yasal kılıf” manşehuriyet, konuyla ilgili tüm gelişmeleri kamuoyuna duyurdu. Bu önemli konuyu Cumhuriti damga vurdu. 2001 tarih yet Vakfı Başkanı Alev Coşkun li Harp Okulları Yönetmeliği dünkü pazar yazısında tüm ayve 2003 tarihli Astsubay Mes rıntılarıyla ele aldı... lek Yüksekokulları YönetmeSahi!.. Ne oldu da 2001liği yürürlükten kaldırıldı; ye 2003 tarihli yönetmeliklerden ni bir yönetmelik yayımlanneredeyse 20 yıl sonra “irtica” dı. Yeni yönetmelikte Türk Si kelimesi çıkarıldı! İki gün önlahlı Kuvvetleri’ne subay ye ce “Uyarı” başlığıyla yayımlatiştiren harp okulları ile astsu dığımız başyazımızın son cümbay yüksekokullarına giriş şart lelerine bu köşede yer verelarında dikkat çeken bir deği rek AKP iktidarını bir kez daşiklik yapılmıştı. Önceki yönet ha uyaralım, tarihe notumuzu melikte giriş koşulları arasın düşelim: da sayılan “Kendisinin, annesi “Bugün ülkemizde tarikatların nin, babasının, kardeşlerinin ve her alanda faaliyet gösterdiklevelisinin, tutum ve davranışları ri bir ortamın oluştuğu bilinen ile yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bir gerçektir. Bu durumda, yebölücü ideolojik görüşleri be ni yönetmelikle tanınan olanaknimsememiş, bu gibi faaliyet la, TSK içinde tarikatların etkinlerde bulunmamış veya bu gi leşmesine yol açılmış olacakbi faaliyetlere karışmamış olma tır. FETÖ casusluk olayı unutulsı” şartı yeni yönetmelikte yer mamalıdır. FETÖ’nün çok tehalmıyordu. Bunun yerine önce likeli olduğunu 1990’larda ilk ki yönetmelikte olmayan “Terör kez Cumhuriyet gazetesi ortaya örgütlerine veya Milli Güvenlik koymuştu. O zaman da siyasal Kurulu’nca devletin milli güven iktidar, ‘Bu tür eleştiriler’ diyeliğine karşı faaliyette bulundu rek ters yanıt veriyor, Cumhuriğuna karar verilen yapı, oluşum yet gazetesini suçluyordu. Anveya gruplara üyeliği, mensubi cak sonra ne olduğu biliniyor. yeti, iltisakı ya da bunlarla irti FETÖ konuyu kanlı ihtilale kabatı olmamak” hükmü giriş ko dar götürdü. Bugün de bu yöşullarına eklendi. netmelik değişikliğinin önemine Ankara Bürosu muhaişaret ediyoruz. İrticaya ve taribirlerimizden Hüseyin katlara göz yumulmakla bir yere Hayatsever’in haberi, hem ik varılmaz. Ne yazık ki FETÖ’de tidar hem muhalefet cephesin olduğu gibi, bu yeni gelişmeyi de büyük yankı buldu. Cum de tarih yazacaktır.” BARIŞ PEHLIVAN CUMHURIYET’TE... Haberleriyle, kitaplarıyla kamuoyunun yakından takip ettiği değerli meslektaşımız Barış Pehlivan yazılarıyla Cumhuriyet’te... Barış Pehlivan, salı ve perşembe günleri politika sayfalarımızda “Arka Bahçe” köşesiyle Cumhuriyet okurlarıyla buluşacak. Pehlivan, “Arka Bahçe”de siyaset başta olmak üzere “ekonomi, medya, kültürsanat” dünyasından kulisleri köşesine taşıyacak. Pehlivan, 1 Nisan’daki ilk yazısıyla okurlarımıza “merhaba” diyecek. Kısa bir süre önce “14 yıl toprağına su katttığı” OdaTV’ye veda ederken “Gazeteciliğe aynen devam” diyen Barış Pehlivan’a Cumhuriyet ailesine “Hoş geldin” diyorum. Silivri zindanında yatarken bile “gazeteciliğe aynen devam” eden Barış Pehlivan, yazılarıyla Cumhuriyet’e büyük güç katacak... GAZETEMIZLE ÖZDEŞLEŞEN IKINCI SAYFA Cumhuriyet’in ikinci sayfası gazetemizle özdeşleşmiştir. Bir dönem gazetemizin önemli isimlerinden Sami Karaören’in hazırladığı ve büyük ilgi gören Olaylar ve Görüşler sayfamızı çok önemsiyoruz. Bu sayfada yer alan yazıların çeşitliliği ve niteliği bizim için önemli. Bu nedenle yazarımız Prof. Dr. Barış Doster’in birikimi ve deneyiminden, Olaylar ve Görüşler sayfamızın daha da güçlendirilmesinde yararlanacağımızı, okurlarımızla paylaşmak istiyorum... ENVER AYSEVER’LE YOLLARIMIZI AYIRDIK Bir süredir ismi üzerinden tartışma yürütülen gazetemiz yazarı Enver Aysever’le yollarımızı ayırdık. Değerli okurlarımız sizlerin de bildiği gibi Cumhuriyet patronsuz bir gazete... Okurlarımız açısından rahatsızlık yaratan konular gazetemizin Yayın Kurulu’na götürülür ve karara bağlanır. Yazarımızla yollarımızın ayrılması da böyle bir süreçten geçti. Bu kararı geçen cuma günü Enver Aysever’e bildirdim. Aysever’e bugüne kadarki katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz... İstanbul Sözleşmesi’ni uyguladılar mı? CANAN GÜLLÜ TÜRKIYE KADIN DERNEKLERI FED. BŞK. Kadına yönelik şiddetle mücadelede yeni ve güçlü bir enstrüman olan Uluslararası İstanbul Sözleşmesi, TBMM tarafından onanarak 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı ise 20 Mart’ta sözleşmeyi feshettiğini söyleyen kararını Resmi Gazete’de yayımladı. Kararın kaldırılmasını savunanlar, bu 7 yıllık süreçte sözleşmenin kadına şiddete bir ilaç olmadığını söylüyor. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamak, kadınların şiddetten arınmış yaşama haklarını sağlamak ve korumak üzere tedbir almak demek. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan taraflar şiddetin tekrarlanmaması ve şiddet içeren davranış modellerinin değiştirilmesi için programlar oluşturmak ve desteklemekle yükümlü. Peki İstanbul Sözleşmesi gerçekte uygulandı mı? Gereği yerine getirildi mi? İstanbul Sözleşmesi’ne göre Kadınerkek eşitliği kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rollerinin, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde şiddet içermeyen çatışma çözümleri gibi konulara ilişkin öğretim malzemesinin resmi müfredata ve eğitimin her seviyesine eklenmesi gerekiyor. Kültür, örf, âdet, gelenek, din veya sözde “namus” adına, kadına yönelik herhangi bir şiddet içeren eylemsellik içeremez. İstanbul Sözleşmesi yaşatır İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamak ne demek? n Kadınlara yönelik ayrımcılığı gerekirse yaptırım uygulayarak yasaklamak demek. İstanbul Sözleşmesi’ne göre taraflar kadına şiddetin önlenmesi ve saygının artırılması için politika hazırİstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede bir yol haritasıydı. Yıllardır çok söylememize rağmen gereği yapılmadı. “Çözüm oldu mu?” diyenler işte bu gerçeğin bilinmesini istemiyor. lanmasına medyanın da katılımını teşvik etmeli. n Mağdurun insani haklarına ve güvenliğine odaklanmak demek. İkinci bir mağduriyeti önlemek demek. n Şiddet mağduru kadınların güçlenmesini ve ekonomik bağımsızlığını hedeflemek demek. İstanbul Sözleşmesi’ne göre taraflar her türlü şiddetin tanığı çocukların hak ve ihtiyaçlarını dikkate almak, onların yararını göz önünde bulundurmakla yükümlü. n Mağdurlara tıbbi ve adli muayene, travma desteği ve danışma hizmetleri sunacak, uygun ve kolay erişilebilir, tecavüz, kriz veya cinsel şiddet yönlendirme merkezleri kurmak demek. n Ülke çapında 7 gün 24 saat hizmet verecek ücretsiz telefon yardım hattı kurmak demek. n Şiddet sonrası iyileşmeyi kolaylaştıracak yasal ve psikolojik danışmanlık, mali yardım, konut, eğitimöğretim ve iş bulma desteği gibi hizmetleri sağlamak demek. n Bir şiddet eyleminin daha gerçekleşeceğini öngören herhangi bir kimsenin, bununla ilgili kuruluşlara bildirmesini teşvik etmek demek. Çocukları da koruyor n Tehdit, korkutmak veya zorlamayla, kişinin psikolojik bütünlüğüne ciddi zarar veren kasıtlı davranışları, cezai suçlar olarak değerlendirmek demek. n Yetişkin bir bireyi veya çocuğu evlenmeye zorlayan kasıtlı davranışların suç sayılmasını sağlamak demek. n Sorumlu kolluk kuvvetlerinin, mağdurlara yeterli ve hızlı koruma imkânları sunmasını sağlamak demek. n Her türlü şiddet olayında, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak demek. Sonsuz koruma garantisi İstanbul Sözleşmesi’nin 42/1 maddesi, herhangi bir şiddet olayının arkasından gelenek, kültür, inanç gibi argümanların kabul edilemeyeceğini, 46/h bendi, şiddetin mağdur için ciddi fiziksel ve psikolojik zararlarla sonuçlanması durumunda 49/2 bendindeki toplumsal cinsiyet temelli şiddet anlayışını göz önünde bulundurmalarını ve insan hakları temel ilkelerine uygun biçimde soruşturmanın yapılmasını, 52. madde, acil engelleme emirlerinin hayata geçirilmesini, 53/1 maddesi, şiddet mağdurları için kısıtlama ve koruma tedbirlerinin hayata geçirilmesini söyler. Aslında sözleşme incelendiğinde, Türkiye, kadına karşı şiddet konusunda, ülke topraklarında meydana gelecek her vaka için sonsuz korumayı taahhüt eder. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede bir yol haritasıydı. Yıllardır çok söylememize rağmen gereği yapılmadı. “Çözüm oldu mu?” diyenler işte bu gerçeğin bilinmesini istemiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle