05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 15 MART 2021 PAZARTESİ [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bakana açık mektup GÜLSEVEN GÜVEN YAŞER ÇAĞDAŞ EĞITIM VAKFI KURUCU BAŞKANI Sayın Selçuk, Bugün çeşitli medya kanallarında “Finike’de 4 köy okulu’nun ikisinde Köy İmamı, diğer ikisinde de eşleri ders vermeye başladı. Köy Okullarının birinde eğitim veren imam eşinin derslere çarşafla ve yüzü tamamen kapalı şekilde girdiği ortaya çıktı” şeklindeki haber bizleri derinden yaraladı. 2021 yılında ülkemizde böyle bir tablonun yaşanmış olması nedeniyle, başta size sonra da diğer ilgililere üzüntülerimi bildiriyor ve sizleri kınıyorum. Ben elimden gelen maddi ve manevi tüm birikimimi ve yıllarımı anayasada ve ilgili yasalarda belirtilen hususlarda, genç kuşakları yetiştirmek için kullanmış bir Cumhuriyet aydınıyım. Din istismarı yaparak çocuklarımızı zehirleyen, Cumhuriyet Aydınlanması düşmanı Fethullah ve benzerleriyle her zaman mücadele ettiğimi, özellikle belirtmek isterim. Hangi yetki ve cesaretle? Türkiye Cumhuriyeti, çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Ulusal eğitimin esasları ilgili yasalarda açıklıkla belirtilmiştir. Yazılı basında ortaya çıkan bu görseller, konunun gerçekliğini açıkça ortaya koymaktadır. Anadolu’nun bir okulunda öğretmen olmak için büyük özlemle yıllardır kadro bekleyen genç öğretmen adaylarımız neden ihtiyacı olan köy okullarımıza gönderilemiyor? Köylerdeki çocuklarımız neden, Cumhuriyet’in aydınlık öğretTürk olmanın, çalışmanın, ülkesini sevmenin ve Atatürk’e bağlılığın nesine karşısınız? Kuşkusuz tarih hepinizi, alınan bu kararları ve sonuçlarını zamanı gelince yargılayacaktır. Ama ben duyarlı bir eğitimci ve bir sivil toplum çalışanı olarak sizleri şimdi yargılıyorum. Ziya Selçuk menlerine ulaşamıyor, imamlarımızın ellerine terk ediliyor? İmamlarımızın görevi insanlarımızın dinsel ihtiyaçlarına cevap vermek, onlara İslam’ın doğru kurallarını öğretmek... Yeni kuşaklar ise bu dünyanın, evrensel değerleri, çağdaş bilimin özellikleriyle yetişmeliler! Ancak, bu olay gerçekten çok vahim, imam da değil, imamın eşi okulda ders veriyor! Bu bayan MEB’e bağlı bir okulda, çarşafı, yüzü görünmeyen kıyafeti ile hangi yetkiyle ve cesaretle öğrencilerin karşısına çıkabiliyor? Okullarımız ve çocuklarımız bu kadar sahipsiz mi? Ne yapılmak isteniyor? Gerçekten Sayın Bakan ne yapmak istiyorsunuz? Geleceğimizin güvencesi olan genç kuşaklar için, nasıl bir dünya kurmayı hayal ediyorsunuz? Aynı tarihlerde bu kez Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Bakanlığınızın itirazı üzerine, daha önce Danıştay 8. Dairesi’nde 2018 yılında kabul edilen Andımız’ın okullarda okutulması kararını, yeniden yasaklıyor..! Aynı İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, çok özel bir günde, devlet madalyalarındaki Atatürk kabartmasını çıkarma kararı aldıklarını da belirtmem gerek... Zamanlama tesadüf mü? Bu kararlar İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümünde alınıyor!? Sevgili Atatürk’ün madalyalardaki kabartması neden kaldırılmak isteniyor? Anlamak mümkün değil... Herhalde kurulun ve kararı alan hâkimlerin bir açıklaması olacaktır, diye düşünüyorum. Neler oluyor Sayın Bakan? Nedir bu telaş? Okullarımızdan, çocuklarımızın bilincinden andımızı kaldırarak neyi amaçlıyorsunuz? Türk olmanın, çalışmanın, ülkesini sevmenin ve Atatürk’e bağlılığın nesine karşısınız? Kuşkusuz tarih hepinizi, alınan bu kararları ve sonuçlarını zamanı gelince yargılayacaktır. Ama ben duyarlı bir eğitimci ve bir sivil toplum çalışanı olarak sizleri şimdi yargılıyorum. Andımıza sahip çıkıyoruz Bizler hepimiz Andımız’ı okuyarak, bu güzel ülkenin ulusal değerlerine, kurucu kahramanlarına her zaman sahip çıktık. Ve bunlarla övündük, gurur duyduk... Bugün dünya üzerindeki her ülke, her gelişmiş bağımsız, özgür ülke; genç kuşaklarını kendi ulusal değerleri ve kurucu liderlerinin gururu heyecanı ile yetiştiriyor. İsterseniz size örneklerini sunabilirim. Gerçekten çok yazık ve üzücü... Yaşar Kemal’le başladığımız yerde FERIDUN ANDAÇ Maksim Gorki, Tolstoy göçtüğünde şöyle demişti: “Şimdi ise bir öksüz olduğumu duyuyorum...” O gün, Yaşar Kemal’in göçtüğü gün bundan daha derin bir duygu tufanına kapılmıştım. Acı ötesinde bir şeydi... Onun yeryüzüne, insanlığa bıraktığı sözcükleri düşünerek teselli bulmuş, dönüp İnce Memed’inin her bir cildinin ilk bölümünü ardı ardına okumuştum. Şöyle başlıyordu o bölümlerin ilk cümlesi: n “Toros Dağları’nın etekleri ta Akdeniz’den başlar.” (1955, İnce Memed: 1) n “Anavarza Ovası’nın güneyinden Ceyhan Irmağı geçer.” (1969, İnce Memed: 2) n “Kimi yıllar Çukurova’ya bahar birdenbire iner..” (1984, İnce Memed: 3) n “Toroslar ovayı bir ay gibi çepeçevre kuşatır.” (1987, İnce Memed: 4) Okurken, onun anlatıcı sesine tutulmamak; anlatısında yer eden doğanın renklerine, biçimlerine, yerlerine derinlemesine bakmamak ne mümkün! Yansıtıp gösterdikleriyle hissettiren, öğreten, düşündüren, içinizdeki sesi çoğaltan, ruhunuzu alevlendiren bir birikimle karşı karşıyasınızdır. Tanıklığının ışığında Yaşar Kemal’in doğası insanlığın/insanın doğasıdır, yeryüzünün rengi, sesi, soluğudur. O nedenle kültürlerarası bir bakışın söz ustasıdır o. Çokkültürlü bir coğrafyanın bütün renklerini taşıması bundandır. İşte bu nedenle onun dünkü tanıklığı bugünü anlamamıza, yarını kurmamıza ışık taşımaktadır. Yaşar Kemal’in belleği dediğimiz şey yapıtlarının her birinin kuruluşunda kendini gösterir. Sözlü kültürden derledikleri, şiirleri, öyküleri, röportajları, denemeleri ve romanlarıyla örülü bir yurttur Yaşar Kemal’in belleği. Onun bu yazı yurdunun coğrafyasına gittiğim yirmili yaşlarımda görüp gözlediklerimin bana anlattığı, Yaşar Kemal’in kendi dil yurdunun ilk aşısını buradan nasıl aldığıydı. Taşıyıcı olan bilinç O gün bugündür Yaşar Kemal hep bendedir, benimledir. Onu, yapıtını anlatan üçüncü kitabım “Söz Tufanı”nı çalışırken, kütüpOnun kurduğu, köklendirdiği edebiyat bir ulusun, dilin, coğrafyanın edebiyatıdır. Çokkültürlü bir toplumun yarınını kurabilmenin, değerlerini sürdürülebilir kılmanın aydınlık bilincidir de aynı zamanda. hanemdeki Yaşar Kemal kitaplığı/arşivi ve masası hissettiğim yoksunluğunu giderenlerdi benim için. İlk konuşma 1987’de ilk yan yana geldiğimiz günü hatırlarım. Nisan ayıydı. Basınköy’deki evde saatleri bulmuştu konuşmalarımız. Bunu ara ara sürdürmüş, Toros Yayınları’nda ardı ardına yayımlanmaya başlayan bütün eserlerinin de yeni baştan izleyeni/okuyanı kesilmiştim. O ilk konuşma günümüzde bize eşlik eden Altan Gökalp’le de Yaşar Kemal’i konuştuğumuz zamanlar olmuştu. Öyle ki; buluşmanın öncesinde ve sonrasında Yaşar Kemal’i konuştuğum ne çok kişinin olduğunu düşünüyorum şimdi... Evet, bunların çoğu edebiyat dünyasındandı: Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Demirtaş Ceyhun, Tahsin Yücel, Doğan Hızlan, Demir Özlü, Oktay Akbal, Nedim Gürsel, Fethi Naci, Hilmi Yavuz, Adnan Binyazar, Emin Özdemir... Sonu gelmez bir listeydi bu. Bunların dışında Yaşar Kemal’i en çok keyiflendiren; Andırın, Kadirli, Hemite, Adana yörelerinde bana Yaşar Kemal’i bir efsane kahramanı gibi anlatanlarla, onların anlattıklarıydı. Arnavut Durdu, Kıvrak Osman, Âşık Veli, Güzelbeyli Köyünden Elif Hatun, Kürt Veli Yusuf... ve Hemite’den ilkokul/köy (çocukluk) arkadaşları... Yaşar Kemal Bizim Yaşar Kemal’imiz... Güzin Dino’nun, Yıldız Sertel’in, Arif Keskiner’in, Ali Saraçoğlu’nun, Türkân Şoray’ın, Lütfi Özgünaydın’ın anlattığı Yaşar Kemal’i apayrı yere koyarım. Benim şunca yıldır sürdürdüğüm Yaşar Kemal’i anlama yolculuğum; Anadolu’yu tanıma, doğasını, insanını, coğrafyasını, kültürel zenginliklerini keşif/kavrama yolculuğum için benzersiz bir bellektir de aynı zamanda. Evet Yaşar Kemal’in bir anlatıcı olarak bize sunduğu bellek; yarının insanının hatırlayacağı, öğrenmek, keşfetmek, anlamak, taşıyıp gösterdiklerinin her biri üzerine inşa edebilecekleri için gereksindiği bellektir. Gene Maksim Gorki’ye dönecek olursak, o, Tolstoy için şunları diyordu: “En gerçek, en bütün anlamda ulusal bir yazar olarak, ulusunun bütün eksik yönlerini, tarihimizdeki çalışmaların bizde bıraktığı bütün eksiklikleri, büyük ruhunda taşıyordu...” (*) Bizim Yaşar Kemal’imiz, Tolstoy’dan daha ileridedir... Bizler, insanlık, ülkemiz için. Bir edebiyat adasıdır, Anadolu coğrafyasının hafızasıdır. İnsanıyla, börtü böceği, tarihi, kültürüyle... Kurduğu dil yurduyla bize sunduğu bellek eşsizdir. Onun toplumdaki eksikleri, aksaklıkları gösterme bilinci; kötülüğe, haksızlığa, savaşa, çatışmaya karşı duran sesi belleklerdedir. Bu nedenle başına gelmedik kalmamıştır. On yedi yaşından beri bu ülkede kendini “mecbur insan” diye tanımlaması, roman kahramanı İnce Memed’le aynı yazgıyı paylaştığını dillendirmesi boşuna değildir. Yaşar Kemal’in röportajları işte bu tanıklığının öyküleri ile bezelidir. 1950’lerden beri o gösterdiği sorunlar, eksikler, yanlışlıklar, kötülükler bugünün Türkiyesi’nin de gündemindedir hâlâ... Gene aynı dönemlerde, 1950 ve 1960’larda yazdığı yazılarına göz attığımızda; ruhu ve kalbi bu ülkenin her bir sorununa titreyen, onları gören/hisseden bir anlatıcının bilinç aydınlığını taşır bize. Orada dillendirdikleri, bugün hâlâ sorunumuz “homongolos kafa” dedikleri de hala içimizde düşman yaratman derdindedirler. Demem o ki; Yaşar Kemal belleğimizdir, ulusal onurumuzdur. Ulusun edebiyatı Onu her okuduğumuzda ülkemizin meselelerini görüp gözler, her bir şeyi sorgularız. Bu coğrafyanın ne denli zengin bir doğa örtüsüne sahip olduğunu tek tek anlatır bize romanlarında. Toprak sorunundan orman sorununa, su meselesinden denizin ve kentin yağmasına kadar her bir şeyi getirip koyar önümüze. Bir topluma, insanlığa ayna tutar tıpkı Stendhal, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi. Hatta daha da ileri gider; doğayı anlatılarına bir roman kahramanı gibi yerleştirir. Çiçeği, böceği, kuşu, ırmağı, denizi ve insanıyla anlatır. Hüyükteki Nar Ağacı’ndan başlayıp “Bir Ada Hikâyesi” dörtlemesine vararak eğer bir okuma yolculuğuna çıkarsanız; Yaşar Kemal’in bize ne tür bir bellek sunduğunu anlarsınız. Yaşar Kemal bize, bir dille nasıl yurt kurulabildiğini öğretti. İnsanı/yeri/coğrafyayı, yaşadığımız zamanın ruhunu anlamadan/tanımadan yazılamayacağını öğretti elbette. Onun kurduğu, köklendirdiği edebiyat bir ulusun, dilin, coğrafyanın edebiyatıdır. Çokkültürlü bir toplumun yarınını kurabilmenin, değerlerini sürdürülebilir kılmanın aydınlık bilincidir de aynı zamanda. (*) Tolstoy’dan Anılar, Maksim Gorki; Çev.: Akşit Göktürk, 2018 YKY., 61 s. ‘Hakları ödenmez’ dediler, gerçekten ödememişler!.. Covid19 başladığından bu yana ölümler rakamlara indirgendi... Her akşam Sağlık Bakanlığı ölüm sayısını, hasta sayısını, test sayısını açıklıyor. Rakamlar düştükçe seviniyoruz; Türkiye haritasındaki iller kırmızıya boyandığında tedirgin oluyoruz... Ve koronavirüse karşı büyük bir savaşım veren sağlık emekçileri 14 Mart’ı dün siyah formalarla karşıladı... Dile kolay, son bir yılda 387 sağlık çalışanı yaşamını yitirdi!.. Bu kahrolası rakamın 140’ını doktorlarımız oluşturuyor!.. Tıbbiye öğrencilerinin 1919’da emperyalizme karşı başlattıkları direniş hareketinin 102. yıldönümünde sağlık neferleri bir kez daha tarihe geçtiler. Onlar, kendi sağlıklarından önce yurttaşın sağlığını düşündüler. Pandemiyle savaşırken bile şiddete uğradılar, öldürüldüler... Pandemi sürecinin yarattığı sorunlar sağlıkçıların omuzlarındaki yükü daha da artırdı. Bir yanda AKP iktidarının uygulamaya koyduğu Sağlıkta Dönüşüm Programı, diğer yanda ticarileşen sağlık sistemi!.. Sağlık dünyasının gazetemizdeki sesi, editörümüz Sibel Bahçetepe’ye konuşan Aileri Hekimleri Çalışanları Sendikası Başkanı Dr. Gürsel Özer acı tabloyu madde madde sıralıyor: 4 Hekim maaşları yoksulluk sınırının altında. 4 Sağlıkta etkin, uygulanabilir şiddeti önleme yasası bir an önce çıkarılmalı. 4 Sağlık yöneticilerinin keyfe keder hukuksuz uygulamaları ile aile hekimliği çalışanlarına mobbing düzeyindeki uygulama ve taleplerine son verilmeli. 4 Aile hekimliği birimlerinin kadro eksikliği atamalarla giderilmeli. 4 657 sayılı kanun kapsamında istihdam modeline geçilmeli. 4 Hekimler rapor yükünden kurtarılmalı, yasal düzenlemeler ivedilikle yapılmalı. Hekimler, sağlık emekçileri, “Adaletsiz ek ödeme sistemi yüzünden ücret uçurumu giderek büyüdü. Kimi yerlerde hiçbir ek ödeme yatırılmadı. 3600 ek gösterge sözü yıllar önce verilmesine rağmen hâlâ tutulmadı. Yıpranma payı dediğimiz fiili hizmet zammı makul bir şekilde geriye dönük uygulanmadı. Sözleşmeli istihdam adı altında, aynı işi yapan kişilere farklı ücretler ve farklı özlük hakları uygulamaları devam etti” diyor... Evet... Sağlık çalışanı, iktidardan “alkış” değil, verilen sözlerin tutulmasını istiyor!.. 14 Mart Tıp Bayramı’nı bu yıl matem havasında karşılayan sağlık emekçilerine “Hakları ödenmez” diye seslenenler var. Sağlıktaki tablo gösteriyor ki iktidar temsilcileri “sağlıkçının hakkını gerçekten ödememişler!..” EROL TOY’A VEDA... Gazetemiz Cumhuriyet, bilge ismini; Cumhuriyet Kitapları çok değerli bir yazarını yitirdi. Yankı yaratan romanlarının yanı sıra çocuklar için hikâyeler de yazan Erol Ağabey, toplumsal göndermelere yer vererek bu hikâyelerde yetişkinlere de seslenmiştir. Haber müdürlüğü yaptığım yıllarda masam gazetenin üçüncü katındaydı. Cumhuriyetçilerin o dönem buluşma noktasıydı Haber Merkezi!.. Erol Ağabey ne zaman gazeteye gelse, Şükran Ablamızın (Soner) yanına uğrar, oradan çayımızı kahvemizi içmeye gelirdi. Öyle dik duruşlu bir adamdı ki samimi ve içten. Hayran olmamak elde değildi. Hem sevdiğini hissettirir hem de yanlış bir şey yaptıysak hafif fırçasını atardı. Erol Ağabey, bugün Bodrum’da sonsuzluğa uğurlanacak... Toy ailesine, okurlarına, sevenlerine, Cumhuriyetçilere sabır diliyorum...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle