03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SÖYLEŞİ 9 8 ŞUBAT 2021 PAZARTESİ NEDEN YALIN ALPAY? İstanbul’da doğdu. Okumayazmayı 2.5 yaşında söktü.. Okula girdiğinde birinci ve ikinci sınıfı atlayarak üçüncü sınıftan başladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu, yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden aldı. Doktora çalışmasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde sürdürdü.. Birçok kitap yazdı, “Yalanın Siyaseti” kitabıyla Necip Hablemitoğlu Toplumsal Duyarlılık Ödülü’nü aldı. Yalanın meşrulaştırıldığı, gerçeklerin “önemsizleştirildiği”, algı yönetiminin öne çıktığı bu dönemde bize de Yalın Alpay’a sormak kaldı. Liyakatliysen ‘terörist’sin 4 AKP’nin bugüne değin bürokrasiden, medyadan, akademiden ve ordudan süpürdüğü kesimler Boğaziçi Üniversitesi’nin liberal ilkelerinden çok Kemalist, modernist ve sosyalist kadrolardı. Şimdi liyakatli bir kurumun varlığı dahi AKP için bir tehdit unsuru gibi görünmekte. Artık liyakatli olmak başlı başına “terörist” ilan edilmek için bile geçerli sayılmakta. 4 AKP ile aynı düşüncede olmayan her kesimin ve herkesin terörist ilan edilmesi, gerçek teröristlerle terörist ithamına uğrayanlar arasındaki hakiki ayrımı da ortadan kaldırarak onu bir imgeleme dönüştürdü. Bu durum gerçek teröristlerin lehine, uydurma teröristlerin aleyhine gelişti. Seçkinlerin kendileri dahi, seçkin sözcüğünün yeni olumsuz kodlamasına ikna edilmiş durumda. n Türkiye’de olup bitenler aklıma bir tespitinizi getirdi. “Muhaliflerin tamamının ‘kötücül’, ‘nefret edilen’, tüm sorunların kaynağı olarak tanımlandığı, tüm muhalif savların ezbere bir şekilde duygusal olarak baştan reddedildiği bir kutuplaşma ortamı doğdu” demiştiniz. Evet, özellikle son günlerde “sınırsız bir nefret”e tanık olduk. Her şeyden önce bir Boğaziçi Üniversitelisiniz. Cumhurbaşkanı “terörist misiniz”, Devlet Bahçeli “vandal, barbar” diye açıklama yaptığında ne düşündünüz? Boğaziçi Üniversitesi geleneği, Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın kör bir tarafı olmadan, tarafları felsefi ilkeler çerçevesinde değerlendirmeyi gözeten, gerçek bir üniversitenin ödevi olduğu üzere, siyasetin duygusallığını, çıkarcılığını, irrasyonelliğini, ideolojik önyargılarını uyarılarıyla deşifre eden, bilimsel nesnelliği olabildiğince uygulamaya çalışan çok kıymetli bir kutupyıldızı. Liyakat sisteminin ülke genelindeki perişanlığının pek de uğramadığı, beşeri kaynaklarını niteliklilik esasına göre oluşturabilme başarısını sürdürebilen ender kurumlarımızdan birisi. Bu yüzden de kurulduğu günden bu yana Türk akademisinin gözbebeği, en çalışkan tüm öğrencilerin, en başarılı tüm akademisyenlerin çatısının altına girmek için can attığı bir üniversite. Türkiye’de seçkinlik denildiğinde akla ilk gelen eğitim kurumu. ‘Seçkin’ tavrın demokrasiyle ilintisi yoktu n ‘Seçkincilik’… Aslında bugün tam olarak iktidarın bir suçmuş gibi ortaya koyduğu kavram… Türkiye’de 2002’den bu yana, modernitenin sonuna kadar övmüş olduğu seçkinlik sözcüğünün içeriği kamusal alanda bir olumsuzlamayla yeniden biçimlendirildi. Fakat bu biçimlendirmede de, “seçkin” olarak nitelendirilen kitle, aynı grubu niteleyen bir sözcük olmayı aşarak sırayla farklı grupları olumsuzlamakta kullanıldı. 21 yıllık AKP iktidarının “seçkin” olarak tanımladığı ilk grup “Kemalistler”di. Bu kesime, Fransızcadaki “Mon Şer” deyimiyle seslenen AKP, tek bir deyişle hem Kemalistlerin Batı hayranlığına (dolayısıyla yerel değerlere uzaklıklarına) hem de Türkçede kötü anlamına gelen “şer” sözcüğüyle kötücül olduklarına gönderme yapıyor, söz oyunlarıyla bu kitleyi olumsuz bir nitelemeye sıkıştırıyordu. n Peki, buna niçin ihtiyaç doğdu? AKP kadrolarının siyasal İslamcı ve otoriterlik yanlısı geçmişleri, onları sınırlı bir oy oranının ötesine taşımadığından, bu kadrolar, kendi geçmişlerini geride bıraktıklarını ve bundan böyle “muhafazakârdemokrat” olduklarını ilan ettiler. Kamuoyu önünde dev bir kılık değiştirme gerçekleşiyor ve kılığını değiştirenler artık “değiştiklerini” açıkça bildiriyorlardı. Garip görünen şey ise hâlâ hedeflerinde Kemalizmin ve Kemalist kadroların bulunmasıydı. Geçmişin siyasal İslamcıları, 2002’nin “muhafazakârdemokratları” bu kuşkulu durumu da bir başka yöntemle aştılar. Kemalizme ve Kemalistlere hâlâ karşıydılar fakat bu karşıtlık İslami bir muhalefetten kaynaklanmıyordu. n Ya nereden kaynaklanıyordu? Yeni yazılımlarında Kemalistlere “seküler oldukları” için değil, “demokrat olmadıkları” için karşı çıkıyorlardı. Kurtuluş Savaşı’nın ardından, kenYalın Alpay dilerini toplumun üzerinde gören bir avuç “seçkin” topluma hiçbir fikir sormadan, danışmadan, empati yapmadan her şeyi tek bir darbede dönüştürmeye girişmiş, demokratik bir evrimleşme içerisinden modernleşmek yerine, otoriter bir devletçilikle tepeden inmecilikle demokrasinin ortadan kalkmasına yol açarak, kendi “seçkin” düşlerini yaşama geçirmiş, bu sırada da kendilerini “yüceltmiş”, halkı “aşağılamış, horlamış”tı. AKP, Kemalizmin bir “vesayet” sistemi olduğunu ağzından düşürmüyor, her fırsatta seçkinlerin kendi kendilerini zorla seçkin olmayanların vasisi kıldığını vurguluyor, şimdi AKP ile birlikte demokrasinin ve özgürleşmenin geleceğini haykırıyordu. AKP’ye göre, “seçkin”ler olarak niteledikleri Kemalistler bürokrasiye, üniversitelere, medyaya, orduya ve yargıya iyice yerleşmişler, seçilmiş hükümetlere hiçbir hareket alanı bırakmayacak şekilde siyaset dışı aktörlerle siyasi aktörleri rehin almışlardı. Bu “seçkin” tavrın demokrasiyle hiçbir ilintisi yoktu, bu “vesayet” sistemini sonlandırmak, Kemalistleri tüm bu siyaset dışı alanlardan “temizlemek” demokrasiye ulaşmanın temel koşuluydu. Partinin ‘büyük abileri’ süratle tasfiye edildi n Ve AKP o dönemde bu çabasına “ileri demokrasi” hedefi adını veriyordu… Aynen öyle... “İleri demokrasi” hareketi çerçevesinde AKP, Kemalizmden mağdur olduklarını ileri süren diğer gruplarla işbirliği yaparak geniş bir ittifak kurdu. Böylece Kürt siyasi hareketi, liberal entelektüeller, bir kısım sol, bir kısım feministler, muhafazakârlar ve siyasal İslamcılar, AKP çatısı altında güçlerini birleştirme olanağı buldular. AB çıpası dolayımında Batı da bu ittifaka destek verdi. Bu, “sahte seçkinlere” karşı girişilmiş bir demokrasi hareketiydi. Baskıcı azınlığın karşısına, gerçek halk dikiliyordu. İşte demokrasi de zaten bu değildi de, neydi? Bu demokrasi ile otoriter Kemalizmin kavgasıydı. Fakat Kemalistler bürokrasiden, üniversitelerden, medyadan, ordudan ve yargıdan süpürülüp de yerlerine yeni kadrolar atandığında bu kez bu kadroların yine AKP tarafından yapılan isimlendirSEKÜLERLERI YAYGARA KOPARMAYA SÜRÜKLÜYOR AKP, yüksek oy kayıplarıyla kendi zeminini yitiriyor çünkü kendi zemini yerine, kendi “seçkinlerine” yarar sağlıyor. Yeni yönelimi kutuplaşmalar için yeni olanaklar sağlamak. Yeni yöntem bana öyle geliyor ki olası bir iktidar değişiminde sekülerlerin seçilmelerini, bu kez onların rövanşist bir yaklaşımda bulunacaklarını kendi seçmenine göstererek, eğer AKP iktidardan giderse, eski AKP seçmenlerini bu yeni seküler iktidarından koruyabilecek bir yapının kalmayacağı algısını yaratmak. Bunun için, her seküler kuruma, AKP yaklaşımlarının dışında düşünce üreten tüm sivil topluma, yargıya, medyaya, akademiye baskı yaparak sekülerleri yaygara koparmaya sürüklemek ve bu yaygaralara karşı o söylemlerin içeriklerini radikalleştirerek (sekülerler başa geçerse hepinizin mallarına el koyacak, tümünüzü hapse atacak vb.) seçmenlerine yaymak. Böylece seçmenlerini olası bir AKP’nin iktidardan seçimle düşüşü karşısında sahipsiz kalarak saldırıya uğrayacakları konusunda ikna ederek konsolidasyon sağlamak. mede bir “paralel devlet” kurduklabir zamanlar tüm kamu kurumlarından rı ilan edildi. Böylece ikinci bir büyük “T.C.” nitelemesini kaldırırken, artık kadro değişim hareketi devreye sokulv zorunlu olarak tam da aksi yöne dönedu. Bu sırada AKP’nin kavgasının “ile rek, muhafazakâr Türk milliyetçileriyle ri demokrasi”yi hedefleyen bir amacı ol ittifak yapmak zorunda kaldı. AKP buduğundan kuşkular duymaya başlayan güne kadar ittifak kurup da sonradan Kürt, liberal, sol, feminist ve bazı cema bozuştuğu tüm paydaşlarına aynı yaatçi ittifak ortakları müttefiklikten ayrıl kıştırmayı sundu: “terörist”. maya ya da kovulmaya başladılar. İşte n Bugün olduğu gibi... Kemalist kadroların tasfiyesinin ardınEvet, AKP’li olmayan herkes “terödan boşta kalan “seçkinlik” unvanı, ha rist” olmakla nitelenir oldu. Kemalistler zır olumsuz bir sözcük halini almışken, Ergenekon ve Balyoz gibi, belli cemaneden diğer siyasi rakipler için de atler aracılığıyla gerçekleştirikullanılmasındı? Böylece bir len operasyonlarla “anlaşılzamanlar yoldaşları olan liberal entelektüeller, bir kısım sol, feministler, bir zamanlar EKONOMI, KÜLTÜR, DIŞ SIYASET, dığı üzere” darbe yapmayı planladıkları için; bu operasyonları gerMALIYE, EĞITIM... çekleştiren cemaortak düşmanları olan Kemalistlere TÜMÜ BERBAT at yapıları paralel devlet oluşturyaftalanan “seçkin” sözcüğüyGünümüzün siyasi otoritesinin, Türkiye’de horlananların sesi olarak başa geçerken temel mak ve darbe girişiminde bule yaftalanmaya tezi eski Türkiye’nin yarattığı mağduriyeti sona lundukları için; başladılar. AKP erdirmekti. Fakat kısa sürede gördük ki ortada HDP, PKK ile böylece “demokratik ittifakı” bozuyor, ipleri tek başına ele almaya girişiyor ve böylelikle de giderek rövanşist bir yaklaşım vardı. Ardından da ülkenin her anlamda, tüm politikalarında resmen iflas eden bir yönetim kendisini gösterdi. Ekonomi, kültür, dış siyaset, maliye, eğitim… Tümü berbat… Bu süreçte rejim de ciddi dönüşümlere uğradı ve bunlar maalesef koşar adım otoriterleşmeye doğruydu. AKP, Kemalizmde rahatsız olduğunu ileri sürdüğü her türlü otoriter uygulamayı, aradan geçen işbirliği yaptığı için; CHP, örtülü olarak HDP ile siyasi ittifak kurduğu için; liberaller Batılı değerotoriter bir yöne100 yıla rağmen tek tek yürürlüğe koydu ve lere sahip çıktığı tim biçimine geçikendileri için önemli olanın fırsat eşitliği, için; sivil toplum yordu. n Bu otoriterlik kendini parti içinde nasıl gösterdi? İtirazları engellemek demokrasi, özgürlük falan olmadığını, yürüyüş yaptığı önemli olanın iktidarın nimetlerinden yararlananların kendilerinden olanlar olması olduğunu açıkça gösterdi. için; gazeteciler hükümet aleyhinde haber yazdıkları için; akademisyenler AKP gibi düadına da partinin büyük abişünmedikleri için; Gezi olaylaleri süratle tasfiye edilmeye başrında protesto eden kitleler, haklarılandı. Yola Erdoğan’la birlikte çıkan nı aradıkları için ve bugün gelinen nokGül, Arınç, Şener, Davutoğlu, Babacan tada da Boğaziçi Üniversitesi’nin öğregibi tüm büyük parti içi isimler parti tim üyeleri ve öğrencileri atanan rektödışına atıldı. Böylece AKP hükümet et re karşı çıktıkları için terörist ilan edilmede otoriterleştiği gibi, parti içerisin diler. AKP ile aynı düşüncede olmayan de de liderin sözünün dışına çıkamaya her kesimin ve herkesin terörist ilan cak bir yapı haline geldi. AKP’nin tem edilmesi, gerçek teröristlerle terörist itsil ettiği değerlerden demokrasi, libe hamına uğrayanlar arasındaki hakiralizm, AB çıpası (değerleri), dezavan ki ayrımı da ortadan kaldırarak onu bir tajlı kimlikler (LGBT) çıkarılınca, geri imgeleme dönüştürdü. Bu durum gerye otoriter değerleri, kabadayılığı, ar çek teröristlerin lehine, uydurma terögo sözcüklere dayanan siyaseti, safsa ristlerin aleyhine gelişti. Şimdi gelditalardan hakikate ulaşamayan yanlış ğimiz durumda, içeriği artık bir “olumakıl yürütmeleri daha kolay kabullene suzlama” olarak “başarıyla” inşa edilbilecek daha anti seçkin bir kitle kal miş “seçkin” sözcüğü Kemalistler yeridı. Böyle bir pozisyon doğunca, AKP de ne, çoğu kez Kemalizme mesafeli durmuş olan Boğaziçi Üniversitesi’ne yaftalanıyor ve bu yaftalama öylesine başarılı oluyor ki sosyal medyada çoğu Boğaziçi mezunu AKP’ye muhalefet etmeye devam ederken, bir yandan da “seçkin” olmadıklarını ispatlamak peşine düşüyorlar. Yani seçkinlerin kendileri dahi, seçkin sözcüğünün yeni olumsuz kodlamasına ikna edilmiş durumda. Burasının pek sorunlu bir nokta olduğunun altını önemle çizmek isterim. AKP tek bir hareketle birkaç sonuç elde edebiliyor n Liyakat kavramına ne oldu? AKP’nin bugüne değin bürokrasiden, medyadan, akademiden ve ordudan süpürdüğü kesimler Boğaziçi Üniversitesi’nin liberal ilkelerinden çok Kemalist, modernist ve sosyalist kadrolardı. Şimdi liyakatli bir kurumun varlığı dahi AKP için bir tehdit unsuru gibi görünmekte. Artık liyakatli olmak başlı başına “terörist” ilan edilmek için bile geçerli sayılmakta. Hükümete rasyonel ve barışçıl şekilde muhalefet etmek bile bir “darbe” girişimi gibi algılanıyor, kamuya böyle bir algı pompalanmaya girişiliyor. n AKP, Boğaziçi’ne geleneklere aykırı bir şekilde tepeden ve liyakati son derece sorgulanabilir bir atama gerçekleştirdiğinde, bunun şiddetle reddedileceğini biliyor muydu? Biliyordu elbette. Bu şiddetle reddedilmeye de kendi dağılma eğilimi gösteren seçmen kitlesini konsolide edebilmek adına büyük gereksinimi var, zira CHP bir süredir AKP’nin kutuplaştırmaya yönelik sahte gündemlerine riayet etmiyor, o sahte gündemlere karşı çıkarak anlamsız çatışmalara artık izin vermiyor. CHP’den istediği refleksleri alamayan AKP, sekülerlerin en itibarlı kurumlarından biri olan ve seçkin bir azınlığı temsil ettiği için, arkasında büyük bir kitlenin de toplanmayacağını tahmin ettiği Boğaziçi’ni hedef aldı. Burada AKP tek bir hareketle birkaç sonuç birden elde edebiliyor. n Açar mısınız? Birincisi üniversiteler arasında yandaş kadrolarla doldurulmamış birkaç üniversiteden biri olan Boğaziçi’ni de muhalif olanaklardan soyundurmak, doğrudan tek adama bağlamak. İkincisi Boğaziçi’nde gerçekleştirilecek protestolarda devlete ve hükümete karşı sekülerlerin hep bir hınç içerisinde bulunduğunu ve ilk fırsatta bu hıncı dışa vurduklarını göstermek. Üçüncüsü bu hıncı kendi seçmenlerine gösterip işte “Eğer bizi iktidardan düşürürseniz, bu hınçlı kitle size neler edecek, görün” demek. Fakat Boğaziçililer böyle bir hınç gösterisine olanca uğradıkları haksızlıklara rağmen girişmediler. Dolayısıyla AKP’nin öngörülerinin tümüyle tuttuğunu söyleyemeyiz. Fakat Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde cuma akşamı apar topar kurulacağı ilan edilen hukuk ve iletişim fakülteleri aracılığıyla, rektör çıpasını da kullanarak AKP’nin kadrolaşacağı ve Boğaziçi’ni yavaş yavaş kendi çizgisindeki sıradan bir üniversiteye dönüştüreceğini görüyoruz. AKP’nin bu seçkin yapıların tümünü alaşağı etmesi Türkiye’yi orta ve uzun vadede çok aşırı zorlayacak, yüz yıllık birikimlerin birçoğunun böylesine lağvedilmesi Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesinden daha da ayıracak. POPÜLIZM, DEMOKRASININ ALTINI OYAN ÇOK TEHLIKELI BIR KILIKTIR n Tam da “yeni anayasa” tartışmalarının olduğu bir zamanda yine “Yalanın Siyaseti” kitabınıza dönüp baktım. Diyorsunuz ki, “Yeterli güce sahip olan popülistler yeni bir anayasa yazmak isteyeceklerdir”. Hemen okura bilgi verelim, kitap 2017’de çıktı. Bugün bunu tartışıyoruz. Neden yeni bir anayasa yazmak istiyorlar? Popülizm, demokrasiymiş gibi davranan fakat gerçekte demokrasinin tam da altını oyan çok tehlikeli bir kılıktır. Temel özelliği toplumda bir kutuplaşma yaratmak, “gerçek halk” ile “bu halka tuzaklar kuran bir azınlık” arasında bir gerilim kurmaktır. n Evet, siyasetçi “Ben gücümü halktan alıyorum” diyor, ama herkesi de halk saymıyor, değil mi? Popülizme göre, çoğunluğun milyonda bir farkla bile kazanılması, o çoğunluğun dilediğini dilediği gibi değiştirmesi için yeterlidir. Seçilmişlerin karşısında hiçbir kurum, atanmış ya da seçimi kazanamamış kesimin siyasetçisi ya da seçmeni duramaz. Bir kez çoğunluk elde edilmiş midir, işte gerçek irade odur, milletin gerçek ve “şaşmaz” iradesi oldur, geriye kalan “hainlerin” tümü de bu “gerçek” iradeye uyum sağlamak, biat etmek zorundadır. Bunu yapmayacaklarsa, o zaman “gerçek halk”a başkaldırıyorlar demektir; bunun için hukuku, Meclisi, orduyu, bürokrasiyi, medyayı, akademiyi kullanmayı deneyebilirler. Bir popüliste göre bu araçların tümü siyaset dışı türev enstrümanlardır ve seçmenin iradesini değiştirmek için kesinlikle kullanılamaz. Tek karar mercii “gerçek halk”tır ve halk isterse hukuku da, Meclis kararını da, orduyu da, akademiyi de, medyayı da, bürokrasiyi de def edebilir. Hiçbir güç “gerçek halk”ın üzerinde değildir. Dolayısıyla ülkenin savcısı da, yargıcı da, askeri de, medyası da, akademisi de, bürokrasisi de “gerçek halk”tır. Fakat “gerçek halk” sayıca çok kalabalık olduğundan bu görevleri ifa etmek için bir temsilciye gereksinim duyar. O kişi de seçilmiş başkanın kendisinden başkası değildir. İşte böylece başkan “gerçek halkı” temsil adına hukuku, orduyu, medyayı, akademiyi, bürokrasiyi tek başına yönetmelidir. Burada gerçekte bir tek kişi yoktur, o tek kişi “gerçek halk”ın tek bir bedende varlık bulmuş halinden başkası değildir. Popülistler işte tam bu yüzden hemen yeni anayasa yazmaya girişirler... n Yani? Seçilmişlerin önüne çekilmiş tüm hukuki setlerden, denetimlerden, kısıtlardan kurtulmak için. Onlar için halkın sözünün üzerine, hukuk da olsa bir söz olamaz. Ve yeni anayasa işte bu “gerçek halkın” çağlaması için gereken düzenlemelerin kitaplaşmış halidir; özsel ve temeldir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle