03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 11 ŞUBAT 2021 PERŞEMBE [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Anayasa nasıl yapılmalı? PROF. DR. RONA AYBAY Yazılı bir anayasadan, geleneksel olarak beklenenler şöyle özetlenebilir: Devletin ideolojisini, yani egemenliğin dayandığı temeli belirtmesi; yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşma biçimini ve bunlar arasındaki erkler bölüşümünü düzenlemesi. Bu “geleneksel” işlevlere, tarihin akışı içinde, temel hakların ve özgürlüklerin siyasal iktidara karşı korunması ve idarenin ve yasamanın işlemlerinin (yasaların) yargı denetimine bağlanması eklenmiş ve son olarak da “insan hakları” kavramının tanınmasıyla, anayasadan beklenen koruma, uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Bu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir demeciyle “yeni bir anayasa” yapılması, Türkiye’nin siyasal gündemine, birdenbire girmiştir. Oysa, Türkiye’nin bütün sorunlarına hızlı ve etkili çözümler getireceği savıyla yapılmış anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesinin üzerinden sadece ikibuçuk yıl geçmiştir. Öyle anlaşılıyor ki 2018 Temmuzu’nda yürürlüğe girmiş olan değişikliklerden, o değişiklikleri öneren ve öven çevreler de memnun değildir. Bu durum, “işlerin aceleye getirilmiş” olduğunun bir itirafı da sayılabilir. 150 yıllık anayasa kültürü Burada çıkarılması gereken, en önemli ders şudur: Anayasa yapılmasının çok ciddi bir iş olduğu; önünü, arkasını düşünmeden; konuyu, parlamentoda basit bir oy sayısı sorununa indirgemenin yanlış olduğu görülmelidir. Oysa, Türkiye’nin 1876 Osmanlı Anayasası’ndan başlayarak, İkinci Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi deneyimleriyle oluşmuş, bir “anayasa kültürü” vardır. Bu kültür göz ardı edilerek yapılacak yeni düzenlemeler çok yanlış sonuçlara yol açabilir. Nitekim, siyasal iktidarın gerek parlamento içinde gerek, parlamento dışında denetlenmesini etkisiz ve anlamsız hale getiren, geniş kapsamlı anayasa değişikliği, Türkiye’yi adeta yönetilemez bir duruma getirmiş görünmektedir. Haftalarca süren kampanyalarda harcanan onca emeğe, Yeni bir anayasa; bugünün kutuplaşmış, özellikle iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve davranışlar nedeniyle iyice “dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir. enerjiye ve masrafa mal olmuş bir metnin, daha üçüncü yaşına basmadan, kaldırılıp “yeni” bir anayasa yapılmasının gerekliliğini ileri sürmeyi, anayasa değişikliği konusunun ciddiyetiyle bağdaştırmaya olanak var mıdır? Gerçekçi ve akılcı değil Her hukuk metni gibi, anayasaların da zamanla eskimesi, toplumda ve siyasal yaşamda ortaya çıkan yeni gelişmeleri karşılayamaz hale gelmesi söz konusu olabilir. Ama, burada bir “makul” bir ölçü olmalıdır. Anayasa, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre, nerdeyse ayda bir değiştirilen “İhale Kanunu” gibi bir metin değildir. Anayasada değişiklik yapılması ve özellikle de yeni bir anayasa yapılması çok boyutlu incelemeler, tartışmalar gerektiren bir iştir. Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinimi, elbette vardır; giderek, bu bir zorunluluktur diyebilirim. Bu gereksinimi dile getiren iktidar, değişikliklerin içeriği ve kapsamı konusunda somut bir işaret, net bir tavır göstermemekte; buna karşılık muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” kavramını öne sürerek; yapılması istenilen değişikliklerinin içeriğiyle ilgili genel çerçeveyi ortaya koymaktadır. Ama, kanımca bu aşamada “içerik”ten de önce yeni bir anayasanın nasıl, hangi yöntemle yapılacağı sorunu üzerinde düşünmemiz daha yerinde olacaktır. Yapılacak “yeni” bir anayasa, sonunda halkoyuna sunulacak da olsa, metin, sonuç olarak, bir “Meclis”çe hazırlanacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru şudur: Halen görev başında olan Meclis, bu işi yapabilir mi? Bu aşamada , konuya bir “siyasal” kapsayıcılık ve inandırıcılık sorunu olarak bakıyor ve bu Meclisin, yeni bir anayasa yapmaktan uzak durması gerektiğini düşünüyorum. Siyasal gerçek Bugün görevde olan Meclis, 24 Haziran 2018 seçimleriyle oluşmuştur. O tarihten bu yana Türkiye’de gerek içteki toplumsal ve siyasal değişmelerden gerek uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmelerden kaynaklanan çok önemli olaylar yaşanmıştır. Özellikle de “Cumhurbaşkanlığı sistemi” ya da “tek adam rejimi” gibi adlarla anılan yönetim biçiminde Meclis, işlevleri azaltılmış, birçok konuda “devre dışı” kalmış bir görünümdedir. Çok üzücü de olsa, siyasal gerçek budur. Sonuç Özetle, bugünkü Türkiye, Haziran 2018 Türkiyesi’nden oldukça farklı sorunlarla karşı karşıyadır. Halen görevde olan Meclis, iktidar partisi ile ortağının fiili denetiminde, ”uzlaşma kültürü”nden uzak, muhalefetin etkisizleştirildiği bir ortam haline gelmiştir. Öte yandan, var olan anayasayı hiçe sayan davranışlarıyla ünlenmiş bir iktidarın, ülkeye “yeni bir anayasa kazandırma” girişiminin hangi siyasal düşüncelerle ortaya atıldığı; ne ölçüde içtenlikli olabileceği de sorgulanmalıdır. Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten gereksinimi, elbette vardır. Ama böyle bir anayasa, bugünün kutuplaşmış, özellikle iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve davranışlar nedeniyle iyice “dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir. Bunun yöntemi de çeşitli görüşlerin özgürce tartışılabileceği bir “Kurucu Meclis” oluşturulmasıdır (Değerli Dostum Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın bu konudaki görüşleri için bkz. Anayasa Hukuku Ders Notları; Lefkoşa 2013, s.271 vd.). Tarihimizdeki iki “Kurucu Meclis’in de askeri müdahalelerden sonra oluşturulmuş olması nedeniyle, bu söze karşı alerji duyanlar olabilir ama bu iki kavram arasında zorunlu bir bağ yoktur. Yani, TBMM yapacağı bir Kanunla bir Kurucu meclis oluşturabilir. Boğaziçi, baskının olağanlaşmasına karşı! Boğaziçi hocalarının ve öğrencilerinin direnişi gerçekten şaşırtıcı: Çünkü şimdiye kadar, pek çok yerleşik üniversiteye, liyakate değil, sadakate dayalı rektör ataması yapıldı. Birkaç cılız protesto eylemi dışında pek bir tepki olmadı. Çünkü üniversiteler, akademisyenler ve öğrenciler de siyasal iktidarın emrine alınmış olan yargı aracılığıyla korkutulmuş ve artık OLAĞANLAŞMIŞ olan baskı ile susturulmuşlardı. HHH Aslında üniversitelerin artık OLAĞANLAŞMIŞ olan baskı altına alınarak yozlaştırılması ve susturulması 2007’de başlayan Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin bitmesi üzerine, Erdoğan/AKP iktidarının Cemaat ile el ele “Türkiye’yi Dönüştürmeye Başlaması” 12 Haziran 2007 tarihinde başlamıştı. O günden 1725 Aralık 2013’te patlak veren rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına kadar, yargıyı ele geçiren Cemaat, Erdoğan/ AKP iktidarının desteğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarını önce yozlaştırdı, sonra da hepsine el koydu: Bu arada, önce kendilerine “Eski Solcu” diyen ve en sonunda “Kullanışlı Aptallar” olduklarını itiraf edenlerin ve AB ile ABD’nin de desteğiyle 2010 yılındaki halkoylamasıyla, yargı tümüyle iktidarın etkisine alındı ve toplumu dönüştürme yolunda çok önemli bir adım atıldı! 15 Temmuz 2016 askeri darbe teşebbüsü ile “Cemaat”, “FETÖ/ PDY”ye dönüşünceye kadar, bu ittifak ve süreç devam etti. Fakat bu darbe teşebbüsünden sonra da iktidarın 20 Temmuz Sivil Darbesi geldi ve 16 Nisan 2017’de geçersiz oyların yasadışı bir biçimde sayılması ile rejim kökünden değiştirildi; sıra artık toplumsal dönüşümün hızlandırılmasına gelmişti: İşte bu süreç içinde bir “Korku İmparatorluğu” kuruldu ve “Demokratik Cumhuriyetin”, “Şahsım Rejimine” dönüştürülmesi OLAĞANLAŞTIRILDI. HHH Boğaziçi Direnişi’nin şaşırtıcılığı tam bu noktada ortaya çıkıyor: Türkiye’nin tüm kurumlarına el konurken, temel hak ve özgürlükler zedelenirken, üniversiteler YÖK aracılığıyla tamamen “Şahsım Rejimi”nin emrine verilirken, hatta İstanbul Üniversitesi’nde Prof. Dr. Raşit Tükel’in ve Boğaziçi’nde Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun yerlerine başka birileri atanırken bile pes edenler, şimdi Boğaziçi’ne yapılan liyakatsiz atamaya direniyor... Hem de orantısız şiddet kullanımına, haksız ve hukuksuz baskılara, iftiralara, suçlamalara ve tutuklamalara rağmen! HHH Boğaziçi Protesto Direnişi konusunda şu özelliklere dikkat etmek gerekir diye düşünüyorum: 1) İnsanlar gibi, toplumlar da kaybedecek hiçbir şeyleri kalmadığında korku duvarını aşarlar. 2) Bütün baskılara, haksızlık ve hukuksuzluklara ek olarak ekonomik kriz ve geçim sıkıntısı da insanların sabrını taşırmış durumda. 3) Bütün psikolojik ve sosyolojik sorunlarda “bardağı taşıran damla” sendromu vardır. 4) Atanan kişi sadece Boğaziçi’nin bütün özel gelenek ve göreneklerine değil, genel olarak da akademik dünyanın değerlerine göre çok aykırı nitelikler taşımaktadır. 5) Aynen Gezi Direnişi’nde olduğu gibi, iktidarın Boğaziçi Direnişi’ne karşı da orantısız güç kullanımı ve haksız, hukuksuz suçlamaları, herkesi vicdani isyana sevk etmiştir. 6) Akademik özgürlük ve özerklik için direnenler, tarih, bilim ve vicdanlar önünde haklı olduklarını düşündükleri için, zorla sindirilebilseler bile, susturulabilmeleri pek olanaklı görünmemektedir. 7) Protesto Direnişi, “Şahsım Devleti Rejiminin” hemen hemen her alandaki bütün haksızlık ve hukuksuzluklarını açığa çıkardığı için giderek, Boğaziçi özelinden ülke geneline doğru yayılma eğilimindedir. HHH Sevgili okurlarım, Erdoğan/ AKP iktidarının gerilimden beslendiği bilinmektedir. Ama “Şahsım Rejiminin” her konuda duvara toslamasından sonra yaşanan çöküş döneminde, bu strateji onun işine yaramak bir yana, tam tersine etki yapmaktadır. Çünkü iktidar inatlaştıkça, eksikleri ve yanlışları iyice açığa çıkmakta ve sürekli olarak puan kaybetmektedir. Tek çözüm, geçmişinde intihal suçlaması bile bulunan bu yetersiz kişinin geri çekilmesidir. Yunus Nadi Ödülleri 76. yılına girdi. 1946 yılından itibaren yapılan Yunus Nadi Ödülleri Yarışması, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye olan saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Cumhuriyet’in Ulusal Bağımsızlık Savaşımızla ve Türkiye Cumhuriyeti ile eşzamanlı ve eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını ve misyonunu bu doğrultuda oluşturdu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına 76. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2021 dönüştürmek amacıyla bu yarışma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnızca CHP’nin düzenlediği bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları ülkemizde de ilgiyle izleniyordu. Türkiye’de de bu alanda öncülüğü Cumhuriyet gazetesi üstlendi. Bundan 76 yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağan Yarışması’yla kültür ve sanat alanında bir yarışma heyecanı oluşturuldu. Daha sonraki yıllarda ülkemizde de kültür ve sanat alanında yarışma ve ödüllerin sayısı çoğaldı. Yunus Nadi Ödülleri 76 yıl boyunca düzenli olarak gerçekleştirildi ve kültürsanat alanında amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Cumhuriyet gazetesi, çağdaş uygarlığa giden yolun, kültür, sanat, fikir ve bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2021 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Dalı’nda karikatür, fotoğraf; Bilimsel Araştırma Dalı’nda sosyal bilimler araştırması olarak sürüyor. Adaylara başarılar diliyoruz. ÖYKÜ Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazırlanmış bir “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul, ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Seval Şahin, M. Zaman Saçlıoğlu, Murat Yalçın. ROMAN Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazırlanmış bir “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Adnan Binyazar, İrfan Yalçın, Konur Ertop, Asuman Kafaoğlu Büke, Zeynep Aliye. ŞİİR Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul, ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Hüseyin Yurttaş, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk. SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bilimsel araştırmalarla, yayına hazırlanmış en az 25 sayfa olarak beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Adaylar yapıtlarını sekiz adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul ödülü kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Prof. Dr. Rona Aybay, Dr. Alev Coşkun, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Örsan Kunter Öymen, Doç. Dr. Barış Doster, Dr. Deniz Yıldırım. KARİKATÜR Karikatürlerin boyutu 30x40 cm’yi geçmemelidir. Her türlü teknik serbesttir. Yarışmaya en fazla beş karikatürle katılabilinir. Seçici Kurul: Metin Peker, Kamil Masaracı, Muhittin Köroğlu, Zafer Temoçin, Akdağ Saydut, Murat Sayın. FOTOĞRAF Ödüle en çok dört adet siyah beyaz fotoğraf ile aday olunabilir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18x24 cm. boyutlarında ve daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olması gerekmektedir. Seçici Kurul: İsa Çelik, Coşkun Aral, Garbis Özatay, İbrahim Yıldız, Dr. Ersin Turan. HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLAR Ödüller her dalda amatörprofesyonel herkese açıktır. Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar. Adaylar gerçek ad ve adresleri ile telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtlar, yarışma dışında tutulacaktır. Adayların, yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki adet fotoğraflarını, açık adreslerinin de yer aldığı katılım belgesini ve yaşamöykülerini 14 Şubat 2021 Cuma günü saat 17.00’ye kadar, “Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri” Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sokak. No: 2 34381 Şişli / İSTANBUL adresine iadeli taahhütlü olarak postayla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması koşulu geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da herhangi bir şekilde ön elemeden geçirilen yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödül sonuçları gazetemizin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2021 Perşembe günü açıklanacaktır. KATILIM BELGESİ ADISOYADI: ADRESİ: TELEFON NUMARASI: EPOSTA ADRESİ:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle