25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR Aşağı bakma, yukarı bak da nereden çıktı? Nihayet Ata’nın bir sözünü dinlediler: “İstikbal Türkler çoktan göklerdedir”diyerek 2023’te Ay’a gideceğimizi müjdelediler ama o işi uzaya çıktı! zaten sanatçılar yapmıştı. Cüneyt Arkın Ozan Güven Cem Yılmaz Sadri Alışık İnsan, iki ayak üstünde durmaya başladığından beri gözünü hep uzaya dikti. Aşağı bakmadı, hep göğe baktı! Yıldızları izledi, Ay’a anlam yükledi, çeşitli gök olaylarından mitolojik hikâyeler üretti. Uzayı keşfetmek en büyük hayallerinden oldu. Önce edebiyat aracılığıyla bu hayali gerçekleştirmeye çabaladı, sevgilisini Ay’a benzetti, ona Ay’ı vaat etti. Edebiyattan sonra sıra sinemaya geldi, teknolojinin imkân vermesinin ardından Sputnik 1 uydusunun 1957 yılında uzaya fırlatılmasıyla uzay çağı da başlamış oldu. Bu gelişmenin sinemada yankı bulmaması beklenemezdi. Yüzlerce uzay filmi yapıldı ve yapılmaya da devam ediliyor. Kimileri Oscar ödülü bile alıyor. Dünyada bunlar olurken Türk sineması da çeşitli uyarlamalarla uzay heyecanını Türkiye’ye taşıdı. Sadri Alışık, Turist Ömer olarak uzaya çıktı. Cüneyt Arkın ise “Dünyayı Kurtaran Adam” olarak uzaylılarla savaştı. Cem Yılmaz da Arif karakteriyle uzaylılar tarafından kaçırıldığında Muhittin’den Amerikan başkanı dahil herkesi devreye sokmasını istiyordu... AKP’nin suni gündem yaratma çabalarına alet olmadan, uzayda geçen Türk filmlerini hatırlatmak istedik. Günümüzde Türkiye’nin en parlak gençleri, üniversitelerine sahip çıkmak isterken düşünceleri, hayat tarzları ve cinsel yönelimlerine saldıTürk sineması, çeşitli uyarlamalarla uzay heyecanını Türkiye’ye taşıdı. Sadri Alışık, Turist Ömer olarak uzaya çıktı. Cüneyt Arkın ise “Dünyayı Kurtaran Adam” olarak uzaylılarla savaştı. Cem Yılmaz da Arif karakteriyle uzaylılar tarafından kaçırıldığında Muhittin’den Amerikan başkanı dahil herkesi devreye sokmasını istiyordu... Erol Amaç rıyla karşılaşıp terörist ilan ediliyor ve yurtdışına göçme planları yapmak zorunda bırakılıyor. Yaşadığımız bugünler akıllara tarihi bir olayı da getiriyor. 1600’de Giordano Bruno, engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edilmiş ve Roma’da diri diri yakılarak idam edilmişti. Engizisyon, ondan düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceğini söyledi. Ama o gördüğü bütün işkencelere karşın görüşlerinden taviz vermedi ve ölüme razı oldu. Şimdi, Roma’da Bruno’nun o meşhur heykelini görebilirsiniz... n TURİST ÖMER, UZAY YOLUNDA: Sadri Alışık’ın başrolünü oynadığı film 1973’te çekildi ve kült haline geldi. Senaryosu Ferdi Merter’e ait filmi Hulki Saner yönetti. ABD’deki meşhur “Uzay Yolu (Star Trek)” dizisinin 1966'da yayımlanmış “The Man Trap” adlı ilk sezon bölümlerinden birinin uyarlaması olan film, aynı zamanda “Uzay Yolu”nun ilk sinema uyarlaması olma özelliği taşıyor. Filmde Turist Ömer, Kaptan Kirk ve mürettebatı Mr. Spak, Doktor Mccoy ve Scotty tarafından kobay olarak kaçırılır. Ancak zamanla bu ekibin bir parçası olur... Onun gelişinden sonra uzay gemisini zorlu fakat eğlenceli bir macera beklemektedir... n DÜNYAYI KURTARAN ADAM: Başrolünde Cüneyt Arkın’ın rol aldığı film, 1982 yılında vizyona girdi. Yönetmeni Çetin İnanç’ın da ünlenmesine yol açtı. O yılların meşhur “Star Wars” filmlerinden kopyalanmış sahneler ve müziklerin yer aldığı film, dünyada “Turkish Star Wars” adıyla tanındı. Konusu ise macera sevenler içindi: İki Türk uzay pilotu, rutin bir görev esnasında bilinmeyen bir gücün çekim alanına girer ve uzay araçları bilmedikleri bir gezegene düşer. Bu gezegende dünyayı bekleyen büyük tehlikeyi öğrenirler. n UÇAN DAİRELER İSTANBUL’DA: 1955 yılı bilimkurgu filminin yönetmeni ve senaristi Orhan Erçin, aynı zamanda başrolde. Biri muhabir, diğeri fotoğrafçı iki beceriksiz gazeteci, haber atlatmanın peşinde, dünyadan bihaber koşuşturmaktadır. Rakip gazetelerde boy boy UFO haberleri yayımlanırken, onlar patrondan azar işitmekle meşguldür. Nihayet işe koyulduklarında, UFO'larla ilgili bilgi edinmek üzere rasathanenin yolunu tutarlar. Şans bu defa yüzlerine gülmüş, Merih'ten gelen uzay aracı rasathanenin bahçesine iniş yapmıştır... n GÖKLER KRALİÇESİ: 1958 yılı yapımı filmin yönetmeni Şinasi Özonuk. Bu film de bazı Hollywood filmlerinden görüntüler kopyalanarak tamamlanan Türk bilimkurgu ve komedi filmlerinden biri. n G.O.R.A.: Senaryosunu Cem Yılmaz'ın yazdığı, yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak'ın yaptığı, bilimkurgu ve komedi türündeki 2004 çıkışlı film. Türk sinemasının en pahalı yapımlardan biri olan filmi 4 milyon kişi izledi. Neredeyse bütün sahnelerindeki repliklerin dillere dolandığı filmde halı, kilim ve “travel” işiyle uğraşan Arif Işık’ın uzaylılar tarafından kaçırılmasından sonra dünyaya dönüş çabası konu ediniyor. Bu esnada bir uzaylıya da âşık olan Arif’in kapanış cümlesi halen akıllarda: “Uzaylı da olsa, insan insandır.” n KELEBEKLER: Ödüllü yönetmen Tolga Karaçelik’in son filmi “Kelebekler”, 2018 yılında Sundance Film Festivali’nde en iyi film seçilmişti. Filmin başrolündeki 3 kardeşten biri, Almanya’da astronotluk yapan bir Türk vatandaşıydı. Ancak Cemal, astronot olmasına karşın uzaya çıkarılmadığı için Almanya’da protesto eylemlerine imza atıyordu... Daha ilk yerli otosu yapılmamış, var olan tank fabrikası bile kiralanırken uzaya da gidemeyeceğimiz ortada, ama hafta sonu karantina günlerinde bu filmlerden birini seyredip biraz daha gülebilirsiniz! l Kültür Servisi DasDas’ta dolu dolu şubat ayı DasDas Online, şubat ayında DasDas’ın büyük bir ilgiyle takip edilen tiyatro oyunlarını, minik tiyatroseverlerin keyifle izleyeceği çocuk oyunlarını ve Sabahattin Ali’nin eşsiz hikâyelerinin müzikle buluştuğu “Rivayet Radyosu”nu özel bir programla sanatseverlerle buluşturacak. Mert Fırat, usta yazar Sabahattin Ali’nin hikâyelerini seslendirirken Korhan Futacı ve orkestrasının müzikleriyle eşlik ettiği “Rivayet Radyosu”, 13 Şubat Cumartesi akşamı saat 21.15’te DasDas Online’da içlerinden müzik geçen öyküleri seyircilerle buluşturacak. “Uyku Nereye Kaçar?” ise 14 Şubat Pazar günü saat 13.00’te çocuklara keyifli bir gün geçirme şansı sunuyor. Alper Baytekin’in tasarlayıp yönettiği, Pelinsu Ekşioğlu ve Berçem Açığ’ın oynadığı “Uyku Nereye Kaçar?”, ayrı zamanlarda yaşayıp aynı uykuya dalmanın hayalini kuran Pelin ve Berçem’in kaçan uykularını arama serüvenlerine minikleri de dahil ediyor. (Ayrıntılı bilgi ve program için: dasdasonline.com) İŞ SANAT’TA ‘PROVADAN İZLE’ CIMRI ILE BAŞLIYOR İş Sanat, Provadan İzle başlıklı yeni serisiyle klasikleşmiş tiyatro eserlerini izleyiciyle buluşturuyor. Fransız yazar Molière’in ölümsüz komedisi “Cimri” ile başlayacak olan seride, oyunun tamamı bir okuma provası düzeninde seyircilere sunuluyor. Parayı bütün değerlerin üzerinde tutarak kendine ve çevresine yabancılaşan insanın içine düştüğü çelişkileri eleştirel bir bakış açısıyla sergileyen “Cimri”, kaleme alınmasının üzerinden 400 yıl geçmesine rağmen hâlâ güncelliğini koruyor. Eserlerindeki tiplemelerle insana dair en temel duyguları yalınlıkla anlatan yazarlardan biri olan Molière’in bu eseri, başrolünde Serkan Keskin’in olduğu Semaver Kumpanya’nın yorumuyla 12 Şubat saat 20.30’dan itibaren İş Sanat’ın sosyal medya hesaplarında ve internet sitesinde sezon boyunca izlenebilecek. Tansu Biçer yönetmenliğindeki oyunda Sezin Bozacı, Ahmet Kaynak, Hakan Atalay, Metin Alpargun, Cansu Saka, Onur Yalçınkaya, Ezgi Ulusoy Tamer, Onur Şenol, Selen Şenay, Uğur Senkeri ve Saniye Samra yer alıyor. Dünyaya aynı pencereden bakmak kadar, aynı adı taşımak, aynı okulda okumak, aynı mesleği yapmak da çok değerlidir. İnsanları birbirine yaklaştırır. Kendiliğinden ortak bir duygu dünyası oluşur ki, insana enerji katar! Bunu yaşamayan anlayamaz! Boğaziçililer neden okullarına sahip çıkıyorlar; işte bunun için... Boğaziçilileri, Boğaziçili olmayanlar neden destekliyorlar; o da bunun için. Bu çok değerli kurum bozulmasın, yozlaştırılmasın diye... Buna karşı olanların amacı ne? Ülkenin gözbebeği bir kurumu yıkmak mı? Yeni yayımlanan Mimar Doğan’lar (Kırmızı Kedi Yayınları) adlı kitabı okurken, bunları düşündüm. Mimarisi, güzelliği yok edilen İstanbul’u... Mimar Doğan’lar Mimar Doğan’lar... Üç Doğan: Doğan Kuban, Doğan Tekeli, Doğan Hasol adlı Ceren Çıplak Drillat’ın hazırladığı bu kitap, öğrenim ve iş yaşamı nedeniyle bir araya gelen, ilk adları Doğan olan, dünyaca ünlü üç mimarın deneyim ve görüşlerinden kesitler sunuyor. Mimarlık çevresi onlara Mimar Doğan’lar diyor. Ortak ad koyma konusunda MiHepimiz Boğaziçi’nin balıklarıyız! mar Doğan’lar adı tek değil. Bu alanın belki de ilki Tekirdağ’daki Üç Kemal’ler Parkı. Yolları değişik tarihlerde Tekirdağ’a düşen Mustafa Kemal, Namık Kemal, Yahya Kemal için heykelleri de konarak bir parka ad olmuşlar, Üç Kemal’ler Parkı’nda halkı selamlıyorlar. Ne güzel! Doğan Hasol, birbirleriyle nasıl tanıştıklarını anlatırken doğum yılları farklı olsa da aynı okulda okuduklarını, aynı hocaların öğrencileri olduklarını, aynı dergide çalıştıklarını, aynı ödülleri aldıklarını, aynı şehirde yaşadıklarını ve İstanbul’un mimarları olduklarını söylüyor; “Tekeli’ye gelince, biz hepimiz aynı denizin balıklarıyız” diyor. Doğan Kuban da “Boğaziçi’nin balıklarıyız...” diye bu duyguyu bir ince sözle pekiştiriyor. İstanbul’un mimarisi Ülkemizin onur duyduğu bu mimarlarla gazeteci Ceren Çıplak Drillat, 2010 ve 2015’te birer söyleşi yapıyor, o dönemde çalıştığı gazetemizde yayımlıyor. Bunlar büyük ilgi görünce, 2019’da bir araya gelip üçüncü uzun söyleşiyi gerçekleştiriyorlar ve bu kitap oluşuyor. Kitapta “Üç Doğan” adını ilk kez kimin kullandığı, nasıl benimsendiği de anlatılıyor. Aynı soruları üç mimar da yanıtlıyor. Kiminde yanıtlar örtüşüyor, kiminde farklılaşıyor. Ortaya üç mimarın mimarlık anlayışı, en beğendikleri yapılar, İstanbul’un Türkiye’nin mimarlık sorunları, yönetimlerin mimarlık politikaları ortaya çıkıyor. İstanbul güzelken, gelişigüzel oluyor! Konu İstanbul ve mimarisi, güzelliği olunca, söylenecek çok şey var kuşkusuz. Onlar “Hepimiz Boğaziçi’nin balıklarıyız” deseler de İstanbul üzerine farklı yaklaşımları oluyor. “Bir zamanlar İstanbul güzeldi, ama sonra gelişigüzel oldu!” deseler de “İstanbul, hâlâ güzel” yargısında buluşuyorlar. Doğan Hasol’a göre İstanbul, bir kenti güzel yapan, “1. Doğal güzellik ve topoğrafya, 2. Tarihsel birikim, 3. Mimarlık” ölçütlerine uygun. Doğan Tekeli’ye göre İstanbul, “binlerce yıllık hazine”, korunmalı, kurtarılmalı. Doğan Kuban’a göre ise “İstanbul’u kurtarmak hayal, Suriçi kurtarılabilir.” İşte size İstanbul! İstanbul’un eski güzelliğine kavuşması için kentin yeni yöneticisi Ekrem İmamoğlu ve ekibine çok iş düşüyor. Mimar Doğan’lar kitabı ise buna ışık tutuyor. HHH Öte yandan bugün 11 Şubat: Dünya Bilimde Kadın ve Kız Çocukları Günü. BM Genel Kurulu, bunu 2015’te duyurdu. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi amaçlandı. Bu nedenle mademki gündemde Boğaziçi Üniversitesi var. O zaman ben de örnek alınacak, başarılı bir bilim insanı olan Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra’nın ve onun kişiliğinde tüm bilimle uğraşan kadınlarımızın, kızlarımızın bu günü kutlu olsun diyorum. 13 11 ŞUBAT 2021 PERŞEMBE Şiddetin boyutları Sevgili okurlar, Özel sağlık nedenleriyle, on gün kadar sizlerden ve ülke gündeminden uzak durmak zorunda kaldım. (Şimdi iyiyim, merak etmeyin. Hatta patlamaya hazır bomba gibiyim.) Anestezinin etkisinden kurtulur kurtulmaz on günün bilançosunu çıkarmaya çalıştığımda, dehşete kapıldım. Evet, hâlâ dehşete kapılıyorum. Hâlâ alışamıyorum. Hâlâ alçaklık karşısında şaşırmamayı öğrenemedim… 10 gün önceki son yazım “Boğaziçi Üniversitesi Direniyor” başlığını taşıyordu. İlk şaşkınlığım o yazıma trollerden gelen “İslami değerleri katlettiklerini de yazacak mısın!” tepkilerine oldu. Yalandı, yanlıştı ama olsun, mide bulandırıyordu. En büyük şiddet Sonra … Sonra…Öğrencilere uygulanan şiddet: Kaba güç kullanarak şiddet. Aşağılayarak şiddet. Gözaltına alarak şiddet... “Aşağı bak” komutu mu daha aşağılayıcı, yoksa öğrencilerin terörist diye yaftalanması mı? Bilmiyorum. Çevre damlara keskin nişancı yerleştirmek mi, yoksa çocukları yere yatırıp ters kelepçelemek mi daha büyük şiddet? Bilmiyorum. Ve hukuksuz gözaltıları şahlandıran, daha da büyük şiddeti yarıştıran nefret söylemleri yarışı. Nefret dilini, marjinalleştirme, ötekileştirme, düşmanlık, “vatan hainliği” dozunu daha çok artırırsam, cahil milletten daha çok parsa toplarım inancı... Nefret söylemleri Nefret söyleminden beslenenler yarışı sürdürmekte: Erdoğan, “Siz öğrenci misiniz, yoksa siz rektörün odasını basmaya kalkışan terörist misiniz?” sözüyle çıtayı belirledi. Bahçeli dozu yükseltti: “Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil, başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır. Ve bedelini acıklı şekilde ödemelidirler.” Büyük destek Alaattin Çakıcı’dan geldi. Kendisini tanımam. (Bkz: “Mafya Babası”, “Organize suç örgütü lideri”) Melih Bulu’ya “Sakın istifa etmeyin, istifa ederseniz bu terörist öğrencilerin önünü açarsınız. Bu kutlu ittifakta gedik açmaya hakkınız yok” diyordu. Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Cevdet Kılıç durumu özetledi: “Bizim abdestimiz var. Siz hani bir ayı geçti eylem yapıyorsunuz ya. Biz eylem falan yapmayız. Bir gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz, bilin istedim” diyerek AKP zihniyetini, hak ve hukuksuzluğunu, zulmünü, faşistliğini ortaya koydu. Alt alta koyunca, dehşet daha mı çarpıcı oluyor ne... Ayşe Buğra’nın duruşu Dehşet ve şiddet dilinin ve kavramının ulaşabileceği doruğu, Erdoğan kimselere bırakmadı: Bunu yaparken de kadını ancak; kocasına, babasına, oğluna, damadına, ailedeki bir erkeğe göre tanımlayabilen bir zihniyeti de ortaya koydu. Haksız hukuksuz üç buçuk yıldır hapiste tutulan, her beraat kararından sonra yeni “gerekçelerle” içeride tutulan, AİHM kararlarına rağmen bırakılmayan Osman Kavala’ya atıf yaparak “Bu ülkede Soros’un adeta temsilcisi olan kişinin karısı da aynı şekilde Boğaziçi provokatörlerinin içerisinde yer alan bir kadındır” diyerek hedef gösterdi. (Şu son cümleden sonra birkaç kez yutkunmak gereğini duydum.) Bu ülkenin cahilleri Ayşe Buğra’yı tanımayabilir. Daha yakından tanımak isteyenler kitaplarından, bilimsel çalışmalarından yararlanabilir. Ben onu tanıyorum. Bir arkadaşımın dediği gibi, ben “Osman’la Ayşe’nin hapiste çekilmiş fotoğraflarına bakınca, gözyaşlarımı tutamıyorum.” 40 yıllık hocalığını, bilim insanlığını, kitaplarını, yabancı yayınlarını; kadın hakları, sendikal haklar, yoksulluk karşıtı araştırmalarını; kazandığı ulusal ve uluslararası ödülleri, dünyadaki saygınlığını bir yana koyalım. O benim bildiğim en iyi kalpli, en sağduyulu, en alçakgönüllü, karşısındakine en saygılı, asla öfkelenmeyen, minik bir çalışkan karıncadır. “Sorosçu kocanın kışkırtıcı (provokatör) karısı” diye damgalanması sorulduğunda yanıtı şöyle oldu: “Cumhurbaşkanı’nın demecini, daha önce İçişleri Bakanı’nın demeçlerini çok esef verici buluyorum. Üzülüyorum, memleketim adına üzülüyorum.” Hepsi bu! Teşekkürler Ayşe Buğra! Duruşunla bile bu ülkeye ders verdiğin için! Elbet anlayana! Boğaz’da şarkılar ‘sevgi’ için söylenecek Sevgililer Günü ve Dünya Radyo Günü 12 Şubat’ta birlikte kutlanacak. Radyoların Sarıyer’den canlı yayın yapacağı günde, 16 sokak sanatçısı ise Boğaz’da konser verecek. Gün boyunca sahil hattında birbirinden farklı tarzda şarkılar seslendirecek müzisyenler, 8 bölgede Sarıyerlilere eşlik edecek. Yine aynı gün Dünya Radyo Günleri kapsamında farklı konukların katılımı ile yapılacak radyo programları da 09.00 00.00 saatleri arasında canlı olarak Sarıyer’den yayımlanacak. Etkinlikler ayrıca Medya 24 TV YouTube kanalından ve Mavi Karadeniz TV’den canlı olarak izlenebilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle