21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 26 TEMMUZ 2020 PAZAR HABER/YORUM İmdat! Fren patladı! Sevgili okurlarım, dünyanın öbür ucuna da gitseniz (bu salgın günlerinde Antalya’nın Kalkan ilçesinin koyları dünyanın bir ucu sayılır) ülkenizin freni patlamış bir araba gibi uçurumdan yuvarlandığını unutmanız mümkün değil. Çünkü gaddarca öldürülen kadınlarımızın solan gülümsemeleri, tecavüz edildiği için çığlıklar atarak ölen bir yavru köpeğin donuk gözleri, “Allahüekber” nidalarıyla Ayasofya’ya koşan tarikat militanlarının sokaklara yaydığı kin, denizin sonsuz maviliğinde bile canınızı yakıyor ve çaresizlik tüm güzellikleri usulca öldürüyor. Ve sürekli bir Afgan filmi gelip beni buluyor. İranlı bir film ekibinin desteğiyle, gizlice Afganistan’da çekilen bu filmin adı Osama. Yönetmeni Siddiq Barmak. Osama küçücük bir Afgan kızı, on bir yaşında. İn gibi bir evde anneannesi, annesi ve o yaşıyorlar. Baba önce Rusların, ardından Amerikalıların işgal ettiği, daha sonra da dünyanın tüm gizli servislerince beslenen cihatçı Taliban örgütünün ellerine bırakılmış ülkenin, bitmeyen savaşlarından birinde ölmüş. Bir zamanların güzel ülkesi Afganistan’da artık kadınların çalışması, kız çocuklarının okula gitmesi, resim, heykel, tiyatro, müzik yasak! Kopkoyu bir karanlık bulut ülkenin üstüne çökmüş. Osama’nın evinde yiyecek yok, çaresizlik birbirlerine yaslanarak uyuyan üç Afgan kadınını ele geçirmiş. Sonunda anneanne bütün mitolojilerde var olan, “gökkuşağının altından geçersen her dileğin kabul olunur” söylencesine sığınıyor. Torununa rüyasında onun bir gökkuşağının altından geçtiğini ve erkek olduğunu söylüyor. Osama’ya babasından kalan yamalı bir pantolon ve beyaz kapalı Korkunun lanetli yüzü. bir gömlek giydiriyor, gür saçlarıFoto: Işıl Özgentürk nı kesip oğlan tıraşı yapıyor, tıraşlı kafaya da bir takke giydiriyor. Ve erkek Osama’yla anneannesi birlikte gene in gibi bir bakkal dükkânına gidiyorlar. Anneanne, yaşlı dükkân sahibine oğlanı çırak olarak alması için yalvarıyor, adam kabul ediyor. Osama işe başlıyor, ikinci gün eve bir karpuz götürüyor. Anneanne, anne ağlayarak ona sarılıyorlar. Sonra ne mi oluyor, kente Taliban’ın bir emri geliyor, bütün oğlan çocukları bir din okulunda Kuran öğrenecekler. Osama da oğlanların arasına katılıyor. Ama çekingen, ama hep kenarda köşede, elinde sopası her an öğrencileri döven bir din hocası, Osama’dan kuşkulanıyor ve bir gün bahçede oğlan çocuklarına Osama’yı göstererek “Bu kız onu yakalayın!” diye emir veriyor. Osama koşuyor, oğlanlar arkasında ve birden önüne gelen kör bir kuyuya kendini atıyor. Herkes kuyuya bakarken Osama korkusundan renkli oluyor ve kirlenmiş pantolonuyla kuyudan çıkarılıp oğlanların küfürleri arasından bahçeden uzaklaşıyor. Sonra ne mi oluyor, o artık cezalı ve satışa çıkıyor, altmış yaşlarında bir adam onu dördüncü eş olarak satın alıp evine götürüyor. Film, bir varilin içindeki suya dalıp çıkarak gusül aptesi alan 60 yaşındaki adamın görüntüsüyle bitiyor. Şimdi bu film beni neden takip ediyor, düşündüm bu film bana geleceğimizin karanlık günlerinin bir imdat fişeği gibi geliyor. Ülkemiz hiç bu kadar vicdansız olmamıştı. Daha da olabilir. Kız kardeşlerim, kızım, dostlarım adına ilk kez korkuyorum. Ve bu korkumda yalnız değilim. Analar, babalar korkuyorlar. Çocukları ansızın ortalıktan kaybolup bir varilin içinde, parçalanmış halde bulunabilir, kadınlar korkuyor, kıskançlık krizi bahanesiyle bir baba çocuklarıyla birlikte uyuyan bir anneyi boğarak öldürebilir. Kızıl boynuzlarıyla görkemli dünyayı daha da görkemli kılan dağkeçileri patır patır vurulabilir, başını şefkatle okşadıkları köpekler tecavüze uğrayabilir. Sünnet arabalarının arkalarına asılan “Sünnetimde attığım çığlıklar, attıracağım çığlıkların garantisidir!”, “Üzülmeyin kızlar gene büyür!” pankartları, “Kuşun kalkmış mı?” diye pipileri uluorta sergilenen, anasının, babasının “paşa oğullarının” ülkesinde, kadınları aşağılayan, “cennette erkeklerin sürekli ereksiyon halinde dolaşacaklarını, hurilerin her ilişkiden sonra tekrar bakire olacağını” söyleyen fetvaların eşliğinde her kadının, her genç kızın, her küçük çocuğun tecavüze uğrayıp öldürülmesi an meselesi. Ben geçenlerde gözlerim açık bir rüya gördüm. Yüzlerce tarikat mensubu ellerinde palalar çok önceden verilmiş adreslere bir gece hücum ediyorlar. Tıpkı Kolombiya’da, Endonezya’da, Suriye’de olduğu gibi ve binlerce insan bir gecede öldürülüyor. Dehşet içinde kendimi çimdikledim, rüya mı anlattıkların “biz de böyle bir şey olmaz” deyip beni yatıştırmaya çalıştılar. 2. Dünya Savaşı öncesi sosyal demokratlar Hitler’i ve Nazileri küçümsediler, dünyanın başına büyük bir felaket geldi. İran’da komünistler muhafazakârları kafa kola alırız diyerek Şahı devirmek için onlarla işbirliği yaptılar, bir gecede binlerce komünist öldürüldü. Yugoslavya’da “Biz Avrupa’nın göbeğindeyiz, kimse bir iç savaşa izin vermez” dediler, yıllarca kardeş kardeşi öldürdü. Bizdeki bu özgüven nereden geliyor? Ülke, artık değerleri olan, ahlakı olan, vicdanı olan bir ülke değil. Artık korkunun egemen olduğu bir mafya ülkesi. Sussam iyi olacak. 3 darbeden emekli ben bile korkuyorsam, işler kötü demektir. 26 TEMMUZ 2020 SAYI: 34623 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni AYKUT KÜÇÜKKAYA Yayın Koordinatörü Serkan Ozan Yazıişleri Müdürleri İpek Özbey / Olcay Büyüktaş Akça (Sorumlu) Hakan Akarsu (Ek Yayınlar) Görsel Yönetmen Münevver Oskay Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Gece: Ayça Bilgin Demir l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Jale Özgentürk l İç Politika: Ali Açar l Kültür Sanat: Yazgülü Aldoğan l Fotoğraf: Uğur Demir l Spor: Sami Gürel l Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l Ege Bölge Temsilcisi: Tuncay Mollaveisoğlu Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Tel: (0212) 454 32 55 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı İstanbul 04:00 05:48 13:16 17:12 20:34 22:14 Ankara 03:50 05:35 13:00 16:54 20:16 21:52 İzmir 04:21 06:02 13:23 17:15 20:35 22:08 “Bizim I·slami usullere uyması için bir peygamber donu diye bir s¸ey var. Bu don gece yatarken giymemiz için hepimize verilmis¸ti. Kursta peygamber donuyla yatılıyordu. Ama içine kimse bir s¸ey giymiyordu. Ben yatakları toplarken hocanın da yatagˆının yanından geçerken bile hiç dikkatimi çekmezdi normalde. Hiç kimseye bakmazdım. Ama belli bir vakitten sonra hoca ile Mehmet Emin Ö.’nün çok samimiyeti vardı. Emin abi kursa geldigˆi zaman hoca ona, ‘adamım’ diyordu. Mehmet Emin Ö.’ye çok farklı bir ilgisi vardı. Ben diyordum ki is¸te Emin abi çok güzel ezber yapıyor. Ben de onun vesilesiyle onun gibi ezber yapacagˆım. Tabii bazı s¸eyleri samimiyeti görünce fark etmeye bas¸ladım. Hoca çok rahat yatardı. Bizden çekinmezdi. Bizim yanımızda üzerini bile çıkarırdı. Pedagog: Üzerini çıkarmak derken? Yusuf Yahya Ç.: Yani üstündeki kıyafetini. Alt kısmı degˆil, üst kısmı. Sadece peygamber donu var. Peygamber donu da ince bir don. Diz kapagˆının altına kadar uzanan bir don. Ama ince bayagˆı bir ince. Mehmet Emin abiye sarılarak yan yattıgˆı için, agˆ kısmını görmüs¸tüm. Agˆ bölgesinde bir delik vardı. Hani küçük bir delik de degˆil. Hani bir parmak boyunda diyebilirim. Ben orada cinsel organını görünce bir garipsedim. Ben bu kurstayım insanlık hali olabilir, unutulmus¸tur. Ya da ne bileyim olur ya gece yırtılmıs¸tır. Ama bununla birkaç gün boyunca kars¸ılas¸tım. nem zorla yapıyor dum. I·s¸te sabah 8’de bas¸lıyordum, gece yarısına kadar ezberleyemedigˆim oluyordu. Ezbe ri veremedigˆimde de çok fazla azar yedigˆim oluyor Allahınız belanızı du. O dönemlerde bilgisayar oynuyordum. Ta versin! bii çocukluk aklı. O nedenle ezberimi veremiyordum. Bilgisayar yasaklanmıs¸tı. Ben arada unutup Bu konuyu hocaya da soramıyorsun. Orada bu durumu soracak kis¸i ya Tarık Hoca’dır ya da Hacı Serkan Bektas¸’tır. Hani benim abim de benden çok önce o kursa yatılı kalmaya bas¸lamıs¸tı. Durum böyle olunca hocanın bizim üzerimizde belirli bir algısı vardı. ‘I·s¸te hocadır, hocanın dedikleri dogˆrudur. Annene kars¸ı bir durum olursa bile hoca hakkı daha önemlidir. Hoca ne derse onu yaparsın. Çünkü hoca senin hem ahiretini hem de dünyanı kurtarır. Ama anne baba sadece senin dünyanı kurtarır’ diye düs¸ünüyorduk. bilgisayar oynuyordum. Onun için bile agˆır dayaklar söz konusuydu. O kursta dayak bizim için ahiretlik bir s¸eydi. Hocaya kars¸ı gelinmez. Hata yapmıs¸san hoca sana vurabilir. Dayak yedikçe cennette daha iyi bir yer kazanırsın. Kurstan çıkarsan dinden çıkarsın gibi bir algı vardı. Pedagog: Ömer Is¸ıktekin masaj yaptırıyor muydu? Yusuf Yahya Ç.: Bizim yanımızda yaptırıyordu. Mesela 5. katta hocaların yattıgˆı bir yerde gizli olarak Mehmet Emin Ö.’yü çagˆırırdı. Hacı Serkan Bektas¸’ın da hocaya masaj yaptıgˆına birebir s¸ahit oldum. Hoca bazen ‘Ben dinlenmeye gidi Kurstan Çıkarsan Dinden Çıkarsın yorum, siz ders yapın.’ diyordu. Is¸ığı kapatıyordu. Bazen Mehmet Emin Ö.’yü ya da H.R.Ö.’yü çagˆırıyordu. Ömer Hoca’nın Mehmet Emin Biz hocaya bir s¸ey sormak için ya abiye de farklı bir ilgisi vardı. Be nına gittigˆimizde, kapıyı açmaya nim aklıma s¸u gelmis¸ti. Ya dedim çalıs¸tıgˆımızda kapı kilitliydi. Hoca çı ki bu peygamber donu çok ince. kardı, namaz için safa dizilirdik. En Mehmet Emin abi rahatsız olmuyor son Mehmet Emin Ö. ya da H.R.Ö. mu? Bunu çok fazla dile getirme çıkardı. Hoca dus¸ alırdı. Hacı Serkan dim. S¸imdi o dönemler ne oldugˆunu Bektas¸ ise elinde havlu ile kapının bilmiyorsun. Ki ben ezberleri o dö önünde beklerdi.”* Cinsellikten ibaret bir dinsellik Cumhuriyet gazetesinin gurur duyduğu genç muhabirlerinden Seyhan Avşar’ın yukarıda kısa bir alıntı yayımladığım Rezilsiniz başlıklı inceleme kitabı, siyasal İslamın cinsel açlığı çocuk istismarı üzerinden ahlaksızlığa dönüştürdüğü örümcek ağının sadece ve tesadüfen yargıya yansıyan küçük bir ilmeği. Her din, her kutsal kitap, cinsel sapkınlığın en iyi gizlendiği, çünkü öğretisi sorgulanamayan din adamı kisvesine bürünen ahlaksızlar tarafından istismar edilmiştir. Ama Hıristiyan, Yahudi ve diğer din adamları arasındaki sapkınlar yüz binlerceyse; İslamiyeti cinsel emellerine alet edenler ne yazık ki milyonlar... Beslenmek gibi bir temel içgüdü olan cinselliğin yasaklı, zaten üreme aracından ibaret kadının insandan sayılmadığı baskı ortamında çoğalan cinsel sapkınlık, elbette en kolay kurbanlara, çocuklara yöneldi Türkiye’de. Çocukların en savunmasız kaldığı yerler de elbetteki dindar ailelerin din öğrensin diye onları adeta “eti senin kemiği benim” diye gönderdikleri, birçoğu sadist ve pedofil hacı hocaların insafına terk ettikleri tarikat yuvaları. Seyhan Avşar’ın incelemesini okurken, tarikatlarla koalisyon yapan, çocuk beyin ve bedenleriyle beslediği onlardan beslenen siyasal İslamın en korkunç yüzünü; tefessüh etmiş suretini göreceksiniz. * Seyhan Avşar, Rezilsiniz / A7 Kitap Yayıncılık, 2020 Kuran’ın ilk emri “İkraOku”dur. (Oku Rabb’inin adı ile oku İkra bismi rabbike Alak suresi) O da elde kılıç, tarihe geç miş olmanın özgüveniyle oku yor. Ama “lanet” okuyor. Atatürk’e... Hutbe... Ama kimin için? Ama korkarak.. Fatih Sultan Mehmet isminin arkasına saklanarak oku yor. “Fatih, burayı kıyamete kadar ca mi olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” diye okuyor. Oysa Vakfiye’de böyle bir kayıt, böyle bir ifade yok. (Vakfiye Metni25.7.2020 HabertürkMurat Bardakçı) Ama olsun. Hutbeler Allah rızası için okunur. Ama bu belli ki Ali Riza’lar için okuyor. H “İslam dini akla mantığa aykırı değil” denir. Fatih, Ayasofya’nın çanlarını söküp attı. Peki NEDEN, fresklere, kubbenin dört yanındaki dört melek tasvirine, İsa ve Meryem fresklerine imparator ve imparatoriçe mozaiklerine dokunmadı. Üstlerini ince bir badana ile örtmekle yetindi. Neden mi? 567 yıl sonra bir tarih profesörü (Ebubekir Sofuoğlu) çıksın da “Camide fahişe resmi günah. Kazınıp atılmalı!” diye demeç versin diye mi? Yoksa Reyiz dahil herkese, Fatih Sultan Mehmet’ten daha öz Müslü Mondros Antlaşması sadece Çanakkale ve Boğaziçi’ndeki tahkimatı denetlemeye izin veriyordu. Fakat büyük bir müttefik donanması ani bir baskınla İstanbul’u işgal etti. Mondros’u imzalayan İngiliz Amiral Calthorpe İstanbul’a Yüksek Komiser (Genel Vali) olarak tayin edildi. Fransız ve İtalyanlar da kendi temsilcilerini atadılar. Bunlar ortak bir karar ve kontrol mekanizmasıyla İstanbul’un tüm kurumlarını egemenlikleri altına aldılar. Buna elbette büyük kalabalıklara mekân olan camileri de dahil ettiler. Kurtuluş Savaşı’yla köyler, şehirler teker teker geri alındı. Sondan bir önceki aşama genç Cumhuriyetin sınırları idi. Cephede sonuç alamayacağını gören işgalciler sonunda masada sonuç almayı denediler. Uzun müzakereler sonunda 24 Temmuz günü imzalar atıldı. Genç Cumhuriyetin sınırları kesinleşmişti. 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. 6 Ekim 1923’te ise Şükrü Na man olduğunu hatırlatsın diye mi? ili Paşa komutasındaki 3. Kolor H du İstanbul’a girdi ve işgal resmen Hutbeyi elde kılıç en son kim okudu? sonlandı. İslam Ansiklopedisi’nde bir kayıt yok. H 1453’te fethedilen İstanbul’un Çok şükür Reyiz, merhum ba (Ayasofya’nın) özgürlük ve ege zı “özel dostları” gibi, “Yunan ga menliği 13 Kasım 1918’de İtilaf lip gelseydi!” falan demiyor. Şimdilik Devletleri’nin eline geçti. Türkler için açıkça “Lozan hezimettir!” diye de tarihin akışı kesildi. buyurmadı. Sonu felakete açılan bir “ara dö Belki 24 Temmuz kendisi için de nem” başladı. bir “zafer” olduğu için hiçbir zaman I. Dünya Savaşı ertesi imzalanan demeyecek. Zira bu tarih, 119 gün lük hapislikten kurtulup tahliye olduğu kutlu gün. H 6 Ekim’lerde İstanbul’un Kurtuluş Günü törenlerine de hiç katılmadı, katılmıyor. Basın danışmanlarının hazırladığı mesajları göndermekle yetiniyor. Bunun hikmetini de önceki gün, kılıçlı hutbe sayesinde anladık. 6 Ekim 1923’ü bayram saysa, 29 Mayıs 1453 gölgelenecek diye düşünüyor. Bu nedenle, Ayasofya’nın mübarek minberinden “Kılıç Hakkı”mızı dünya âlemin gözüne soktuk. Yunan arsızlığına karşı en keskin, en kestirme mesaj belki de bu. 567 yıl öncesinin Konstantinopolis hayaliyle her fırsatta bayrağımızı yakıp duruyorlar, Oysa Selanik’te de adı Ayasofya olan eski kiliseden dönme bir Osmanlı camisi var. Minaresi yakın zamana kadar ayakta idi. Orayı yeniden kiliseye çevirebilirler. Minareye de kılıf geçirebilirler. Biz mozaiklere, fresklere perde taktık. Onlar da minareye kılıf geçirebilirler. HH İktidar medyasının ağzından “Kılıç Hakkı” düşmüyor. Ya Mustafa Kemal’in hakkı? Düşman orduları İstanbul’un her yerine karargâh kurmuş. Yalnız Ayasofya değil tüm kutsal mekânlar elden çıkmış. Halk yoksul, bezgin ve çaresizdi. Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka vermek lafı o dönemde çıkmıştı. Kendisine Müslüman süsü veren işgal güçlerinin ajanları Ayasofya’yı tercih ediyorlar. Sn. Erbaş’ın kafası belli ki çok dolu. Ama öteki eli boştu. Atatürk için, bir kılıç daha tutmasa bile duada adını anabilirdi. Korktu ise haklı. Hepimiz gibi, Reyiz, onun da “ita amiri”. İstanbul’un kurtarıldığını kabul etmiyor ki, kurtarıcısına dua edilmesine razı olsun. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] 800. OTURUM Polis karanfile izin vermedi Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek ve sorumluların yargılanması için yıllardır mücadele veren Cumartesi Anneleri, eylemlerinin 800. haftasında Galatasaray Meydanı’na karanfil bırakmak isteyince polis müdahale etti. Kayıp yakınları Maside Ocak, Hasan Karakoç ve Hanife Yıldız gözaltına alındı. 700. haftadan bu yana İçişleri Bakanlığı kararıyla Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmeleri engellenen Cumartesi Anneleri, dün eylemlerinin 800. haftasına girdi. İHD önünden Galatasaray Meydanı’na yürümek isteyen Cumartesi Anneleri’ni polis engelledi. Burada konuşan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, Galatasaray Meydanı’nda 800. hafta eylemini yapmak için İçişleri Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı’yla görüşme yaptıklarını, ailelerin alana girmesine ve çiçek bırakmasına izin verildiğini ancak polis ekiplerinin çiçek bırakmaya izin vermediğini açıkladı. Galatasaray Lisesi önünde buluşarak karanfil bırakmak isteyen Cumartesi Anneleri’ni polis ekipleri tekrar engelledi. Gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, Rıdvan Karakoç’un ağabeyi Hasan Karakoç polis tarafından gözaltına alındı. Müdahale sırasında polise tepki gösteren Yaşar Aktaş da gözaltına alındı. Hasan Karakoç, polis tarafından götürülürken “Galatasaray’dan asla vazgeçmeyeceğiz” dedi. Buldan ve Sancar okudu Ailelerin alana girmesine izin verilmemesi üzerine HDP eş genel başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar, Galatasaray Meydanı’ndaki barikatın önüne gelerek Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamasını okudu. Buldan, “800. haftasında bu meydanda adalet arayışının engellenmesi tarihe geçen en utanç verici manzaradır. Anneler, çocuklarının kemiklerini arıyor. Onları gözaltına almak büyük bir hukuksuzluktur. Kayıplarımızdan ve buluşma mekânımız olan Galatasaray’dan asla vazgeçmeyeceğiz” dedi. Açıklamanın ardından Buldan ve Sancar polis bariyerlerinin önünden alana karanfil attı. l İç Politika ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI KAVALA CEZAEVINDE 1000. GÜNÜNE GIRIYOR ‘Tutukluluğu artık işkenceye dönüştü’ [email protected] Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı ve iş insanı Osman Kavala, yarın, tutukluluğunun bininci gününe girecek. Kavala’nın eşi Ayşe Buğra, tutukluluğun işkenceye dönüştüğünü söyledi. Gezi Parkı eylemlerine ilişkin önce beraat eden ardından tekrar tutuklanan Kavala bin gündür cezaevinde bulunuyor. Kavala’nın eşi ve avukatları tutukluluğun bininci gününde basın açıklaması yaptı. Ayşe Buğra, bu ortamda makul şüphe, kanıt gibi kavramların anlamını kaybettiğini belirterek, “Bin gündür özgürlüğünden yoksun olan Osman Kavala ne yapmış diye somut fiillere dayanan bir cevap yok. ‘Mutlaka bir şey yapmıştır da tutuklanmıştır’ diye düşünen bir kesim de var. Bizim yaptığımız hukuki girişimler de sonuçsuz kalıyor. Bunlar toplumsal huzur ve refah açısından son derece zararlı. Hayatımızdan çalınan bin günün telafisi imkânsız. Eşimin annesi oğlunu bir daha görüp görmeyeceğini düşünüyor. Yargı sürecinin acayipliklerinden rahatsızlık duymayanlar vicdani rahatsızlık duyarlar mı bilmiyorum. Bin gün işkence süreci haline geldi” dedi. l Haber Merkezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle