Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 26 TEMMUZ 2020 PAZAR PAZAR YAZILARI Sanatla korona mücadelesi Sandalyenizi pencerenin önüne koyun, pencerenizi açın veya sokakta kaldırıma oturun. Şarkı Matthias Van de Brul, Martje Ceulemans, Elsa Van Dijk ve Koen Monserez’den oluşuyor. Eki lı, komik skeçli, koro ve danslı Margri bin beyni Monserez, “Yaptığı et ve Leo’nun hikâyesini yerinizden kı mız, yarayı sarmak aslında. Per pırdamadan izleyebilir, şarkılara eşlik formans sırasında şarkı söylüyo edebilir, hatta güvenli mesafe ile dans ruz. Bazen de birlikte şarkı söy bile edebilirsiniz. Max Last tiyatro eki lüyoruz. Küçük bölümler, sahne bi, yeni tip koronavirüs etkisini hafif ler halinde canlandırıyoruz. İn letmek için sokağınıza bir tutam mi sanların mutlu olduklarını hisse zah ve kahkaha getiriyor. Canlandırı diyoruz. Bir tür kurtuluş, özgür lan aşk hikayesinde gözünüzden bir leşme eğlencesi bu” diye anlatı damla yaş akmayacağının ise garan yor zor günlerde mahalle sakin tisi yok! lerine verilen bu sanat hediyesi Sokakta sanat Müzik ve şiir, insanları bir araya getiriyor. ni. “Pencereden Pencereye” iptal edilen yaz sanatsal etkinlik Bu tiyatro oyununun dekoru sokak, meydan veya mahalleniz. Bir bölümü sokakta, küçük bölümler ise kapı kapı dolaşarak ya da küçük gruplar halinde sokakta konumlanmış tiyatroseverlere oynanıyor. Oyuncu ekibi yürüyerek yer değiştirirken, izleyenler evlerinden veya oturdukları yerden ayrılmıyor. Aslında Leuven’lı tiyatro grubunun yaptığı, “gezici sahne”yi sokağınıza getirmek, mahallenizde gezdirmek. Yürüyen tiyatro! “İnsanlar kültür merkezlerine gelemiyorsa biz kültürü ve sanatı onlara götürürüz!” diye yola koyulan Max Last tiyatro grubu oyuncuları, “Van Raam tot Raam/Pencereden Pencereye” adlı sokak performansı ile insanların bahçelerinden, pencerelerinden, kapılarının önünden ya da sokağa attıkları sandalyeden virüs bulaşma riski olmadan sa natın tadını çıkarmasını sağlıyor. Geçen lerinin yarasını sarmak için hoş hafta sonu Ostend sokaklarında tiyatro bir yara bandı işlevi görüyor. 1968 do rüzgârı estiren grup, izleyenlere “Dışarı ğumlu oyuncu ve yönetmen Monserez, çıkıp insanların tekrar gülüm meşhur Flaman dizisi “Thuis”te, sediğini görmek güzel” de Filip Lamote rolünü canlan dirtti. İlk kez 4 Temmuz’da dırıyor. Brasschaat’ta 3 ayrı sokak Korona zamanlarında ta mahalle sakinleriyle buluşan sokak performansı,18 ERDİNÇ UTKU okulların kapanması, herkesin evinde karantinada Temmuz’da Belçika’nın ün kalmak zorunda olması sa lü sahil kenti Ostend’de geniş kitlelere vaş zamanlarına, koronavirüs önlem ulaşma şansını yakaladı. lerindeki gevşetmeler de savaşın so Max Last, insanların içinde kendile na ermesine benzetiliyor oyunda. Leo, rini bulabilecekleri çekici bir hikâyeyle uzun süre sonra askerden eve dönüyor. sokak, mahalle veya meydanları şaşırt Nişanlısı Margriet’i arıyor. Leo, askere mak ve insanların yaşamlarına dokun gittikten sonra Margriet kuru çiçek sa mak istiyor. Üstelik sanal olarak bilgi tarak yaşamını sürdürmektedir. Sava sayar ekranlarından değil, gerçek oyun şın bittiğini duymuştur, dört gözle Le cular, dansçılar ve müzisyenlerle! o’sunu beklemektedir. “Peki, Leo’su ge Max Last ekibi; Jonas Van Thielen, ri gelecek mi? Leo ve Margriet birbirle rini arıyorlar ama bu uzun sürede köprünün altından çok sular geçmiş olmalı. Zaten sokak da aynı sokak mıdır? Bunca zamandan sonra Leo ve Margriet de değişmedi mi? Hâlâ birbirleriyle evlenebilirler mi” soruları sorulurken, çiçekçi kız Margriet muradına eriyor. Mezarlıkta şiir ve şarkı Korona zamanlarında insanların sevdiği kişilere veda etmesi, imkânsız değilse bile zor. Bu veda normalden çok daha zor. Müzik ve şiir, insanları bir araya getirebilir ve zor zamanlarda iyileşmeyi hızlandırabilir. Bugünlerde Belçika’nın Gent şehrinde, koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirenleri anmak ve acıyı hafifletmek için mezarlıklarda şiir okunuyor ve şarkı söyleniyor. Bu tür bir anma etkinliği için en iyi yer mezarlık olsa gerek. Etkinlik sırasında aralarında mesafeye dikkat ederek mezarların etrafına oturmuş ağızları maskeli insanlar şiir okuyanları ve şarkı söyleyenleri dinliyor. İsterse kendisi bir şiir okuyor ya da şarkıya eşlik ediyor. Her zor anımızda yanımızda olan sanat, virüs ile mücadelede de bize omuz veriyor. Yaşarken direncimizi ve moralimizi artırmak için sokağımızda yürüyen tiyatro olarak yüzümüzü güldürüyor. Ölürsek de dillerden şiir ve şarkı olarak dökülüp “şiirsel bir veda” oluyor, kalanların ise acısını hafifletiyor. erdincutku@binfikir.be Cennet gibi Lüksemburg’a akın Avrupalıların son yıllarda yoğun olarak göç ettikleri Lüksemburg’a şimdi dünyanın dört bir ya nından zenginler göç etmeye başladı. Bu da konut fiyatlarının artmasını beraberinde getirdi. Başkent Lüksemburg’un merkezinde stüdyo tipi apartman fi yatları 500 ile 700 bin Avro arasında. Bu tip dairele rin aylık kirası ise 2 bin Avro civarında. Yemyeşil or manların içinde vadi üzerine inşa edilmiş olan, sal gında 112 kişinin yaşamını yitirdiği dünyanın bu kü çük ülkesi, yaşanan yeni tip koronavirüs salgınında Avrupa’nın en az etkilenen ülkelerinden biri. Salgın nedeniyle adeta zenginlerin göç merkezi haline gel di. Lüksemburg’da yerlilerin nüfusu sadece yüzde 35. Diğer yüzde 65 ise dünyanın çeşitli ülkelerinin vatandaşlarından oluşuyor. Sınır ülkeleri olan Fran sa, Almanya ve İsviçre’den günde 400 bin kişi gü nübirlik gelip çalışıyor. Burada çalışanların saat üc retleri diğer Avrupa ülkelerine göre oldukça yüksek. Günlük çalışma saatleri ise sınırsız, ne kadar faz la saat işbaşı yaparsanız o kadar fazla kazanırsınız. İşsizlik oranı oldukça düşük. İyi bir CV’ye sahipse niz oturum izniniz olmasa bile iş bulmanız oldukça kolay. Avrupa’nın minyatür başkenti yaşam kalitesi yüksek olan dünyadaki birkaç ülkeden biri. Ülkede yakıt, alkol, sigara gibi tüketim maddele rinde devlet vergisi yok. Paris’te aldığınız ünlü mar kalar burada daha ucuz. Şirketlerin ise vergileri ol dukça düşük. Dünyanın gözdesi haline gelen, be nim de sık sık ziyaret ettiğim bir ülke, neredeyse her hafta uğrak yerim. Paris’te kurmuş olduğumuz film ve belgesel şirketimizin merkezini buraya taşı mak için her zaman yaptığımız gibi yine arabamızla yola koyuluyoruz. Üç saat süren bir yolculuk sonrası dört tarafı yemyeşil ormanlarla kaplı olan vadi ülkesi Lüksemburg’a geliyoruz. İlk iş olarak emlakçıları do laşmaya başlıyoruz. Her girdiğimiz emlakçı, ülkede yoğun bir gayrimen kul talebi yaşandığını ve son yıllarda bunun ((LLLLüüüükkkksssseeeemmmmbbbbuuuurrrrgggg)) SÜLEYMAN da fiyatlara yansıdığını anlatıyor. Şehri turlarken yeni binaların şehir dışında yapıldığını görüyoruz. TOSUNOĞLU Büyük Dükalık’a her geldiğimde yeni bü yük binaların çoğaldığına tanık oluyorum. Başkentin eski yapıları yerini koruyor. Gün boyu koşturmalardan sonra arabamızı şeh rin dışına bırakıyoruz. Ücretsiz hizmet veren oto büslere binerek başkentin gözde meydanı olan Pa ce d’Armes’ın kafelerinden birine oturup yorgunlu ğumuzu atıyoruz. Yuvarlak meydanın dört bir yanı teraslı kafelerle çevrili. Teraslar her zaman görmeye alıştığımız turistler yerine burada yaşayanlarla dolu. Ülkede nüfusun yüzde 65’i yabancılardan oluştuğu için bu teraslarda 72 dilde sohbetler yapılır. Biz yarı Fransızca yarı Türkçe konuşurken, diğer masalardan çeşitli dillerden yapılan sohbetler kulağımıza geli yor. Bu ortamı her yaşadığımızda, Avrupa Birliği’nin (AB) eski komisyon başkanı Jean Claude Junker’in 2004 yılında başbakanlık yaptığı dönemde söylediği “Lüksemburg kafe teraslarında konuşulan tüm dille ri ile ülkenin özgürlük seslerini yansıtır” sözüne ta nıklık ediyoruz. Bu minyatür ülke aynı zamanda örnek niteliğin de ekonomik, sosyal ve mali istikrara sahip. Öy le ki her büyük derecelendirme kuruluşundan AAA derecesi ile dünyadaki dünyadaki bir kaç ülke den biri. Bu istikrar yalnız Avrupa değil aynı zaman da dünya finans merkezinin gözdesi halinde. Dün ya iş gücünü çekme konusunda, rekabet gücü ba kımından 125 ülke arasında onuncu sırada yer alı yor. Lüksemburg’un bir özelliği ise 12 Avrupa ku rumunun merkezi olması, 29 ülkeden 135 banka nın merkezine ev sahipliği yapıyor. İngiltere’nin AB’den ayrılması ile bir anda İngiliz finans kuruşları ile Arap sermayesinin de gözdesi durumuna gelmiş. Lüksemburg’un küçücük havalimanından her gün 75’ten fazla ülkeye direkt uçuşlar yapılıyor. Üreti min yüzde 80’ini ihraç ediliyor. Yeşil ormanlar için de dinamik, modern ve aynı zamanda vergi cenne ti olan ülkede ihtiyacınız olan her şey elinizin altın da. Artan nüfusu ve yükselen binalarla bu vadi ülke si yüksek yaşam kalitesini ne zamana kadar sürdü rebilecek... tosunoglu.suleyman@gmail.com Peru’da yeni tip koronavirüs nedeniyle internet üzerinden eğitim alan üç kardeş Juan Carlos (13), Alvaro (10) ve Roxana Cabrera’nın (16) çıktıkları tepede sinyal bulma çabaları objektiflere böyle yansıdı. Belçika’da ikinci dalga Dünyayı sarsan yeni tip koronavirüs salgını (Covid19) nedeniyle yaşanan can kaybı sayısı dün itibarıyla 643 bin 573’e yükseldi. Küresel çapta vaka sayısı ise 16 milyona yaklaştı. Salgın nedeniyle nüfusa oranla en fazla ölümün yaşandığı ülkelerin başında gelen Belçika’da, koronavirüs salgınının ikinci aşamasının başladığı belirtildi. BBC’nin haberine göre Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi, Belçika’nın büyük bölümünü kapsayan Flaman kesimini, “turuncu bölge” ilan etti. Ulusal Güvenlik Konseyi bugünden itibaren ön lemlerin sıkılaştırılmasını kararlaştırdı. Koronavirüs nedeniyle mart ayı başında kapanmaya giden ve sıkı kurallar uygulayan Belçika’da, son 10 gündür vaka sayılarında ve hastaneye kabullerde ciddi artış yaşanıyor. Hafta başında günlük korona enfeksiyon sayısı 416’ya ulaştı. Salgının merkez üssü olarak gösterilen ABD’de ise üst üste dördüncü günde de binin üzerinde can kaybı meydana geldi. Hottentot Venüsü’nün hikâyesi Seni eve götürmeye geldim. Eve, hatırlar mısın bozkırı? Britanyalı bir doktorun dikkatini çeker. Doktor, Sarah’ı satın alır ve zen Yemyeşil çimeni büyük meşe ağaçla gin olma vaadiyle kandırarak sergile rının altındaki hava serindir, mek amacıyla Londra’ya götürür. Ka Orada güneş yakmaz. fes içinde boynuna tasma takılarak Bir tepenin eteğine serdim yatağını çıplak olarak sergilenir, hakaretlere Battaniyen çalı çırpıyla ve nane yap ve tacizlere maruz kalır. Daha sonra raklarıyla çevrili, Parisli bir vahşi hayvan terbiyecisine Sarı beyaz çiçeklerle kaplı satılır. Burada da hayvanlarla birlik Akarsuyun şarkısı işitiliyor te sirklerde gösterilerde kullanılma Çakıl taşlarının üstünden sekerek ya başlanır. Terbiyecisinin emirlerine akarken. göre yürüyen, oturan, kalkan, farklı fi Yukarıdaki satırlar 1789 yılında ziksel özelliklerini sergileyen bir ka doğmuş Güney Afrikalı Sarah Baart dın. İnsan olduğu bile unutturulmuş man için yazılmış. Şiiri yazan Güney bu gencecik kadın, yorgun, sefalet Afrikalı aktivist, şair Diana Ferrus, içinde alkolik bir hayat kadını olarak Hollanda’nın Utrecht kentinde ko 1816’da hayatını kaybeder. Batılı sa lonilerde cinsellik üzerine çalı hiplerinin taktığı şırken bir gece yıldızlara bakar, isimle Hottentout “Ne kadar uzaktalar” diye dü Venüsü’nün acıklı şünür, “oysa memleketimde ol Güney Afrika (Cape Town) hikâyesi ne yazık sam yıldızlara tek tek dokunabilirdim” diye hüzünlenir. Fer ELİF GÜNSEL ki burada bitmez. Saartjie’nin bede rus, sıla hasreti çekerken aklı ni öldükten sonra na asıl adı “Sarahcık” anlamına ge bile huzur bulamaz. len Saartjie Baartman’ın yürek dağ Napolyon’un cerrahı ve zoolog layan hikâyesi gelir. “Tanrım: O, yazar George Cuvier, üzerinde ça kalp kırıklığından öldü; memleket lışmak için Sarah’ın bedenini par hasretinden, kısacık ömründe kim çalara ayırır. Kölelik ve ırkçılık kar bilir neler yaşadı”. Şiirinin ilk dizesi; şıtı kamuoyunun oluşmasıyla Kho “seni eve götürmeye geldim” bu yo isan kabilesi küçük kızlarından ge ğun hislerle çıkar şair Ferrus’un ka riye kalan ne varsa memleketi leminden. ne iade edilmesini ister. Ancak ta Sarah, Khoisan kabilesinden bir kö lep reddedilir. Trajik kararın gerek le. (Avrupa Kıtası’ndan gelip bu coğ çesinde şöyle denir: 1850 yasası rafyaya yerleşenler bu kabileye Hot na göre Fransız müzelerinde sergi tentot adını uygun görmüş. Bir riva lenen tüm eserler Fransa’ya aittir. yete göre Khoisa dilinde hot ve tot Eser olarak nitelendirilen kadın be sesleri yaygın kullanılıyormuş. Ba deni, 1976 yılına kadar Paris’teki tı uygarlığının kendine benzemeyene Musee de l’Homme’da sergilenme taktığı küçümser ve alaycı bir lakap.) ye devam eder. Küçük yaşta anne ve babasını köylerine yapılan bir baskında kaybetmiş. Mandela’nın talebi Cape Town’da bir çiftçinin kölesi ol Nelson Mandela, 1994 yılında ya muş. Sarah’ı farklı kılan Khoisan kabi pılan seçimlerin ardından devlet baş lesinin genetik özelliği “steatopy” ya kanı olur. Dönemin Fransa Cumhur ni vücut yağının kalçalarda toplanma başkanı Mitterand’ın Güney Afrika sı. Çoğunlukla farklı görünümdeki ge ziyareti sırasında konu tekrar gün nital organ ile birlikte görülüyor. Ka deme gelir. Mandela, Saartjie’nin ia bilede güzelliğin simgesi olarak görü desini ister. Konu yine açıklığa ka len bu fiziksel özellik, köle olarak çift vuşturulamaz. Khoisan halkının pro likte çalışırken daha 20 yaşındayken testoları artarak devam eder. Kabile kızlarını geri istemektedir. 2000’de Dışişleri Bakanı Alfred Neo ve Kültür Bakanı Ben Ngube talebi yineler. Müze bilimsel çalışmaları gerekçe göstererek skandal bir kararla talebi geri çevirir. İnternette Ferrus’un Sarah için yazdığı şiire rastlayan Fransız senatör Nicolas About, konu hakkında araştırma yapar. Çok etkilendiği şiiri senatoda okuyan About, “Onu bir canavar, bir ucube olarak kayda geçmek istiyorlar, ama bu işte gerçek canavarlık nerede’’ diye sorar. Şiirin gücü ile Senato’dan 2002 Ocak ayında onay çıkar ve Paris’te düzenlenen bir törenle (Sarah’tan geri kalan ne varsa) Güney Afrikalı yetkililere teslim edilir. 9 Ağustos 2002 tarihinde ise Khoisan ritüellerine göre Doğu Cape eyaletinde doğduğu topraklarda Kadınlar Günü’nde düzenlenen törenle toprağa verilir. En nihayetinde Khoisan kabilesi kızlarına, Sarah da memleketine kavuşur. Onun hayat hikâyesini anlatan “Venus Noire’” adlı film, Abdellatif Kechiche tarafından yönetilmiş ve birçok ödüle layık görülmüştür. Kadın haklarının korunması Sarah Baartman’ın, kısacık yaşamında tanık olduğu kötülükler ve maruz kaldığı zorbalıklar tarihte kadın haklarının en büyük sembollerinden biri. Aradan geçen iki asra rağmen kadın hakları konusunda, kadını alt varlık olarak gören zihniyete karşı verilen mücadele yetersiz kalıyor. Kamuoyunda mağdur kadın yerine zalim failleri temize çıkarma çabalarına bakarak, kadın hakları konusunda yerimizde saydığımızı anlayarak irkiliyorum. Bir kadın olarak her vahşice işlenmiş kadın cinayetinin ardından duyulan utancın sıradanlığına bakarak ürperiyorum. İnsandan devşirilmiş canavarların elinden can veren kadınların ardından ortaya dökülen çarpık zihniyete isyan ediyorum. elifgunsel@yahoo.com Aşk olsun çocuk... Kanadalı olacaksan çadır kurmayı bileceksin arkadaş; kamp ateşi yakmayı da, kanoyla kürek çekmeyi de, ormanda iz sürmeyi de... İlkokuldayken izci kolundaydım, kıyafetim bile vardı, düdüğüm ve kör cinsten bir çakı üstümde takılıydı... Ama hasbi geçmiş olmalıyım, şimdi izci düdüğü öttürmekten başkasını hatırlamıyorum. Yaz gelince vahşi tabiata koşturan Kanadalıların ardından bakakalıyoruz haliyle. Mahallemizin yeni Kanadalıları, hele 3. Dünya ülkelerinden gelenlerin suyla arası pek yok, o yüzden evde kukumav kuşu gibi oturup bahçe seyrediyorlar. Ay başında Kanada’nın milli parkları, kamp alanları ve gölleri, çağlayan ırmakları, salgın yüzünden kapalı olan kapılarını tekrar açtı. İngiltere’nin Liverpool’undan elli yıl evvel buraya göçmüş komşum Mr. Harold durur mu, evvel eski kampçıdır, hemen hazırlıklarına başladı. Kamyoneti var, arkasına takıp çektiği tek odalı, minik mutfaklı, içerisine gerisingeri girilen ve girildiği gibi anca çıkılabilen hücre boyutlarındaki tuvaletli bir karavanı da... Üstüne de bir kano kondurur, hani şu Kızılderili filmlerinden hatırlayacağınız tarz bir kayık; sonra karısıyla yola çıkarlar. Bu yıl gidemeyeceklerine hayıflanıyordu, üzüldüğüne değmedi, hükümet kamp alanlarını tekrar açtı. Mr. Harold ve eşi Mrs. Thelma yol hazırlıklarına başladığı sıra, istikameti sordum. Alaska sınırına yakın kuzeydeki Kayalık Dağları’na gidiyorlarmış; hani kovboy filmlerinden hatırlarsınız, Rocky Mountain... Yolları uzun ve zor, ama manzara harika! Kanosunu karavana yerleştirirken kaldırmak gerekiyor, yardımcı oldum Mr. Harold’a, artık virüs mesafemiz kano taşıma mesafesine indi. Bir de Liverpool futbol takımının İngiltere 1. liginde 30 yıl aradan sonra birinciliği almasından dolayı kutladım; pek sevindi. E, hatırlanmak güzel şeydir! Mr.Harold da Liverpool kazanınca aile üyelerine, eski okul arkadaşlarına telefon açıp tebrikte bulunmuş. Kanoyu yerleştirip ipleri bağladık bu arada. Baktım gitarını da kutulamış, yanına alıyor, akşamları kamp ateşinde “Rocky Mountain’s Baby!” çalar. Gezileri, git gel, iki haftayı geçecek; eve göz kulak olmaklığımı da rica ettiler. Mrs. Thelma, sanki Cumhuriyet’in gizli haber kaynağıdır; günlük havadis vazifesini tamamlamadan eşinin yanına, koltuğa oturmadı: 15 yaşındaki, çocuk sayılacak bir delikanlının baba evinden çıkıp yaz kampında bulduğu geçici iş için gideceği yere, nehirde kürek çekerek kanosuyla ulaştığına dair haberi bildiriyordu. Sabah radyoda dinlemiş, televizyonda izlemiştim; pek duygulandım, bravo kerataya! Tabii Thelma’nın hevesini kırmamalı, haber kaynağını kurutmamalı, yeni duymuş gibi dinledim; o beni biraz zırcahil sanıyor, varsın olsun. Onlara vedadan sonra, ortaokulu yeni bitirmiş ve MAHMUT ŞENOL yaz tatilinde bir çocuk kampında işe girmiş bulunan Zev Heuer isimli delikanlıyı düşündüm; tuhaf bir heyecan duyuyordum. Sebebi anlaşılmaz değildir: Zev, bizim çocukluğumuzda okuduğumuz Mark Twain’in Tom Sawyer’ni anımsatıyordu; Huckleberry Finn’in Mississippi Nehri’ndeki maceralarını da... Jules Verne’in İki Yıl Okul Tatili’ndeki çocukların ada macerasını, Louis Stevenson’un Hazine Adası’nı, William Golding’in Sineklerin Tanrısı’nı, hatta Yann Martel’in maceralı eseri Pi’nin Yaşamı’nı anımsatıyordu; heyecanımız bundandır. Bizim yapamadığımızı bizler yerine yapan roman kahramanlarıdır bunlar. Biz bunları romanlarda okur, filmlerini seyrederiz. Verne’in eserinden uyarlama 1964 yapımı Türk filmi “İki Sene Mektep Tatili”ni seyrederiz mesela; o bize yeter, derin sulara daha fazla açılmamalıdır. Filmi Yılmaz Atadeniz yönetmişti, senaryosunu Safa Önal’ın yazdığını hatırlıyorum. Zev, Alberta’nın Canmore şehrinden mayıs sonunda anne ve babasına allahaısmarladık diyerek kanosuna biniyor, yanında köpeği var. Her tür kampçılık malzemesiyle donanımlı ve tecrübe sahibi bulunduğunu söylemeye gerek yok. Zaten anne ve babasıyla birkaç yıl evvel Kanada’yı baştan sona kanoyla kat etmişler, 5 bin km. yol yapmışlar. Nehirlerin girdabına alışık fakat maazallah suyla şaka olmaz, yine de tedbiri elden bırakmamalı. Anneyle babasındaki cesur yüreğe bakınız; evlatlarına “Haydi bakalım yaz tatili işini tamamla, biz arabayla gelir seni oradan alırız” diye suya bırakıveriyorlar. Gel de bunu bir Türk ailesine anlat! Delikanlı Zev, Blaze adındaki köpeğiyle birlikte kanosunda 2 bin 200 km. yol yapıyor, geceleri kıyıya çekiyor, çadırını kuruyor, ateşini yakıyor, sabah şafakla nehire atıyor kendisini. Böylece Alberta’nın komşu eyaleti Saskatchevan’a geçiyor. Birbirine göllerle bağlanan bazı ırmakları geçip asıl büyük nehire, Saskatchevan Nehri’ne bağlanıyor. Nehirlerin dereye, zaman zaman kurumuş çakıl taşlı çamurlu zemine dönüştüğü vakitler, kanosunu sırtlanıp tekrar ırmağını buluyor. Su akar yolunu bulurmuş! Saskatchevan dev bir ırmaktır, durmadan akar. Kendisini akıntıya bırakan kanocu Zev, sonunda onu yaz dönemi için işe almış “Churchill River Canoe Outfitters” adlı kamp alanına varıyor, kahraman gibi karşılanıyor. Şimdi orada, okullar açılana kadar yaşıtlarına, küçüklerine kano nasıl yapılır dersini verecek. Buralarda böyledir, ortaokul ve lise çağlarında çocuklar yazları çalışır, anne babaları da şişinmez, gocunmaz, rahatsız olmaz, aksine evladının özgüveni yerine geliyor ve ileride bunlar yaşamına katkı sağlayacaktır diye sevinir. Ben de Zev’in bana, benim yapamadığım çocukluk maceralarımı hatırlattığı içim müteşekkirim, onun macerasını ilgiyle takip ettim. Ben size söyleyeyim, bu acar çocuk var ya, yirmisinde Atlas’ı, yirmi beşine gelince Hint Okyanusu’nu geçmezse şaşarım. Aşk olsun sana çocuk! senolasenola@gmail.com