17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 TEMMUZ 2020 CUMA [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER DEMOKRASI MI? OTOKRASI MI? L. NIHAL KIZIL Önce Barış’lar tutuklandı. Bizler gösterilen nedeni inandırıcı bulmadık, kabul edemedik. OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Yeniçağ muhabiri Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Müyesser Yıldız.... Bir ülkede haber yaptıkları için gazeteciler tutuklanıyorsa halk olarak bizlerin haber alma özgürlüğü de engellenmiş olmuyor muydu? Sonra RTÜK tarafından TELE 1 ve Halk TV’ye beşer gün karartma cezası verildi. Üstelik daha da kötüsü aynı maddeden bir kez daha ceza almaları halinde lisans iptaline gidilebilecek olmasıydı. Yandaş değilsen... Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uygulamalarını eleştirmek suç, Abdülhamit hakkında olumsuz konuşmak suçtu. Yani düşünmek, sorgulamak ve yayımlamak suçtu. Önerilen ve öğretilenlerin dışına çıkmamak gerekiyordu. Yandaş değilseniz yaşamamanız gerekiyordu. Dolayısıyla yazılı ve görsel medyayaya servis edilen haberler yerine, araştırarak yapılan objektif haberleri, programları izleyebilmemiz de engellenirken arkasından başka bir konuda yasaklama uygulamasından söz edilir oldu. Söz konusu sosyal medya alanıydı. Sosyal medyanın yanlış ve kötüye kullanımını elbette kimse savunamaz. Ancak bu tür kullanımlar bahane edilerek kısıtlanma ve yasaklamadan söz edilmesi de mümkün olmamalıydı. Yani suç işleyen ilgili kişilerin cezalandırılması yerine tüm sosyal medya kullanıcı ve izleyicilerinin haklarının gasp edilmesi gündeme geliyordu. Zamanlama da çok manidardı. Daha önce siyasal bir kimlik olarak Demirtaş’ın eşine cinsel kişiliği üze Yaşadığımız bu olaylar demokrasiden ne kadar uzaklaşmakta ve totaliter bir rejimle yönetilmekte olduğumuzun bir göstergesidir. Hak ve özgürlüklere sahip çıkmak, laik ve demokratik bir sistemden vazgeçmek istemeyen tüm yurttaşlar için tek bir yol görünüyor. rinden hakaret eden zanlı serbest kalırken, Cumhurbaşkanı’nın kızına benzer şekilde yapılan hakaretin sahibi tutuklanıyordu. Bu da adaletin uygulanmasında başka bir ayrımcılıktı. Bizler yurttaşlar olarak bu tür çirkin eylemlerin gerektiği şekilde cezalandırılmasını ister ve beklerken, bunların neden gösterilerek sosyal medya kısıtlanmasından bahsedilince nasıl bir ülkede yaşadığımızı sorguluyoruz doğal olarak. Demokratik ülkelerde liderlerin her türlü eleştiriyi demokratik sabır ve hoşgörü ile karşılaması, dikkate alması beklenirken gençlerin masum eleştirileri ve “oy moy yok” paylaşımları nedeniyle yorumların kapatılmasının anlayışla karşılanması beklenmemeli. Çünkü hak ve özgürlüklerimizin kısıtlandığını, yaşam alanlarımızın daraltılıp karartıldığını görüp bunalırken savunmanın en önemli unsurları olan avukatların da hak arama mücadelelerine tanık oluyoruz. Tehlikeli bölünme Yasa değişikliği ile barolara yapılmak istenen müdahalenin avukatların örgütünü parçalamak, farklı ırk, din, siyasal yapılara göre barocuklar oluşturmak anlamına geleceğini algılıyoruz. Böylece sadece barolar ayrışmakla kalmayacak, bağlı oldukları baroya göre avukatlar, seçtikleri avukata göre insanlar ayrıştırılacak. Sonrası da savunma yapan avukata göre kararını verecek hâkimler mi olur acaba? Bu tehlikeli bölünme ve ayrıştırmanın, günümüzde yaşadıklarımızı değerlendirince nereye kadar gidebileceğini kestirmek zor değil. Üstelik yasa değişikliği planı sadece barolarla sı nırlı kalmayacak. Arkasından TTB, TEB, TMMOB vb. meslek örgütleri, başka demokratik kitle örgütleri için de yasa değişiklikleri gelebilir. Eğer düzenlemelere gereksinim varsa elbette yapılabilir. Ancak ilgili örgütlerin görüşleri alınarak daha demokratik bir yapıya yönelerek olmalı. 80 baro, Türkiye Barolar Birliği seçimlerindeki farklı tavırlarına, siyaset karşısındaki farklı tutumlarına karşın bu baskıcı ve antidemokratik yasa taslağı karşısında birlikte ortak bir tavır gösteriyor. Bu yanıyla verilen mücadele aynı zamanda halk yararına da verilmektedir. Zaten demokratik bir yapıya sahip olan meslek örgütleri mesleki kazanımları için mücadele ederken halkından kopmamış, aksine taleplerini halkın çıkarları ile de birleştirebilmişlerdir. Herkese görev düşüyor Son günlerde art arda yaşadığımız bu olaylar demokrasiden ne kadar uzaklaşmakta ve tek kişinin kararlarıyla şekillenen totaliter bir rejimle yönetilmekte olduğumuzun bir göstergesidir. Hak ve özgürlüklere sahip çıkmak, laik ve demokratik bir sistemden vazgeçmemek isteyen tüm yurttaşlar için tek bir yol görünüyor. Asgari müşterekleri bulup en geniş demokratik bir çizgide bir araya gelmek. Bu arada, şu an var olan siyasi partilerin dışında tüzüğünde Atatürk Devrimleri’nin korunması, geliştirilmesinden söz eden, çocuk ve kadın haklarının, genelde insan haklarının gerçekleştirilmesini yazan tüm demokratik kitle örgütlerine de büyük görev düşüyor. Şimdi yazının başlığına dönüp herkes kendi yanıtını verebilir. TÜRK EDEBIYATININ DAIMI YILDIZI Ayasofya 3: Savcının mütalaası Sevgili okurlarım, Danıştay Onuncu Dairesi’nin Ayasofya kararı, gerek Danıştay ve hukuk, gerek siyasal tarihimiz açısından çok önemli bir karardır. Bu açıdan salı günkü ilk yazımın ardından, Daire’nin resmi kararından yani resmi belgeden alıntıladığım bazı bölümleri, kamuoyunun bilgilenmesi için yorumsuz olarak sadece daha iyi anlaşılmaları için bazı cümleleri satırbaşlarıyla bölerek, burada paylaşıyorum. Dün “Dava konusu”, “Davacının iddiaları” ve “Davalının savunması” bölümlerini aktarmıştım. Bugün sıra Danıştay Savcısı’nın görüşlerinde. HHH DANIŞTAY SAVCISI DÜŞÜNCESİ: Davacı tarafından, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi ve iptali istenilmektedir. Bakılan davanın açılmasından önce, aynı istemle açılan davanın Danıştay Onuncu Dairesi’nin 31/03/2008 tarih ve E: 2005/127, K: 2008/1858 sayılı kararıyla esas yönünden incelenerek reddedildiği... Anılan kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 10/12/2012 tarih ve E: 2008/1775, K: 2012/2639 sayılı kararıyla değişik gerekçeyle onandığı... Davacının karar düzeltme isteminin de 06/04/2015 tarih ve E: 2013/3803, K: 2015/1193 sayılı kararla reddedildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararından en geç yukarıda anılan davanın açıldığı tarihte haberdar olduğunun kabulü gerektiği, sonradan dava hakkı doğuracak nitelikte yeni bir hukuki durumun da ortaya çıkmadığı dikkate alındığında bakılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmamaktadır. İşin esasına gelince: Dosyanın incelenmesinden, türbe, akaret, muvakkıthane ve medreseyi de kapsayan Ayasofya Camii’nin bulunduğu İstanbul İli, Eminönü İlçesi, Cankurtaran Mahallesi Babı Hümayun Sokağı, 57 pafta, 57 ada, 7 sayılı parselde bulunan 2 hektar 6644 m²’den ibaret taşınmazın 19.11.1936 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına tapuya tescil edildiği... Eşsiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan Ayasofya Camii’nin, müzeye çevrilmesi konusunda o dönemde vakıflardan sorumlu olan Maarif Vekâleti’nin (Milli Eğitim Bakanlığı) 4.11.1934 tarih ve 94041 sayılı yazısıyla... Ayasofya Camii’nin çevresindeki Evkaf’a ait dükkânların yıktırılması, diğerlerinin de Evkaf’ça istimlak edilmesi suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık da... Evkaf’ça bu sene ve gelecek sene bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar alınması suretiyle Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesinin istenildiği, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün (Vakıflar Genel Müdürlüğü) 7.11.1934 tarih ve 153197/107 sayılı yazısıyla da vakfın durumunun parasal olarak değerlendirilmesi üzerine, 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla, Ayasofya Camii’nin çevresindeki Evkaf’a ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğü’nce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafaza masrafları da Maarif Vekilliği’nce verilmek suretiyle Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. HHH Sevgili okurlarım, Savcı’nın mütalaası bu köşenin hacmini aştığından dolayı, gerisini pazar günkü yazımda aktaracağım. Salı gününden itibaren yazdığım Ayasofya yazılarını kesip saklamanız veya internetten izliyorsanız “kopyalayapıştır” yöntemiyle bir dosyaya kaydetmeniz iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü bu konu önümüzdeki günlerde mutlaka sadece siyasal açıdan değil, asıl, hukuk açısından çok konuşulacak ve tartışılacak. Adalet Ağaoğlu için... ERENDIZ ATASÜ 1970’lerin başlarında, içimden taşan birikimi sözcüklere dökebilmem için bana ışık tutanlar, güzel dilimin güzel kadınlarıydı: Nezihe Meriç, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Pınar Kür, Ayla Kutlu, İnci Aral... Onların sözcüklerini okudukça kendimi keşfediyordum. Hepsine sevgi ve teşekkür duyuyorum. Onlar eksildi mi, ben de eksiliyorum. Adalet Ağaoğlu her şeyden önce bir dil, kurgu ve biçem ustasıydı. Kuşkusuz 20. yüzyıl Türk edebiyatının en büyük birkaç isminden biriydi. Yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’yi kuşatan karanlık siyasal dalgaların bireylerdeki etkilerini, özellikle aydın kadının bungunluğunu dile getirmekte eşsizdi. Yapıtları sadece duyarlıkla değil, birikimli bir yazarın düşünce dünyasıyla da yüklüydü. Gözlerinde röntgen taşıyan, meseleleri derinlemesine görebilen, doğru çözümleyen, bireyi genel manzaranın içinde doğru konumlandırabilen o çok zeki insanlardan biriydi. Yeniliklere açıktı. Ünlü üçlemesinin kahramanı Aysel’e farklı açıdan bakan bir inceleme yazmıştım; beni “Yarattığım kişiyi başka bir ışıkta görmemi sağladınız” diyerek onurlandırmıştı. İnsan ve çelişki Adalet Hanım, 1992 yılında, Türkiye’nin abes ortamında şaşırtıcı olmayan akıldışı bir kazaya uğradı ve uzun bir süre için sağlığını yitirdi. İzleyen yıllarda düşeceği politik yanılgılarda bu kazanın etkisi var mıydı? Olabilir. Ya da... İnsan dediğimiz varlık çelişkilerden inşa edilmiştir. En güçlü kişide kırılgan bir damar, en aciz gibi duranda çelikten bir çekir dek, en duyarlı kişide buzdan bir 1993 Sivas aydın katliamının er sinir düğümü, en parlak zekâda tesinde Adalet Hanım’ın gösterdi bir kör alan vardır. ği ürpertici duyarsızlık, hâlâ kal Belki de 1970’ler ve 80’lerde, bime saplanmış bir bıçak gibi be resmi güçlerin insanlarımıza çek ni yaralıyor ve kaybından duy tirdiği acılara duyduğu o çok hak duğum acıyı büsbütün derinleşti lı tepkiyi, gereğinden çok fazla riyor. Onun yanılgıları edebi de alana yöneltmişti. Bir yazar son ğerini asla azaltmaz; ama biz tahlilde tutumuyla değil, eserle ler için, herkes için bir uyarıdır; riyle değerlendirilir. Adalet Ağa o nedenle de önemlidir; en yete oğlu külliyatı, mo nekli insanın bi dern Türk edebiyatının ufkunda her zaman yol gösteren bir yıldız ola Ülkemiz gerçek yaratıcıların değerini takdir edememekten le yanılabileceğine dair bir uyarı! Aceleci izlenimlerden, yar rak parlayacak sabıkalıdır. Adalet gılardan kaçın tır. Ancak toplumsal kimliği olanların politik hataları önemlidir, çünkü peşinden kitleyi sürükleyebilir; Hanım’ı büyük bir manın, tutum be yazarın hak ettiği saygı ve hayranlıkla ve bir yurttaş, bir kadın, nimserken etraflıca düşünmenin gerekliliğine dair bir uyarı! Ken bir yazar olarak ona di düşüncelerimi daha da önemlisi, beslediğim ağu ile ze, izlenimlerimi değmeyen kişi ve yoğrulmuş sevgiyle ze karşı da sorgu kurumlara meşruiyet kazandırabilir. uğurluyorum... layıcı davranmamız gerektiğine O nedenle görmez dair bir uyarı! den gelinemez. Ülkemiz gerçek yaratıcıların Aramızdan ayrılan değerlere değerini takdir edememekten sa beslediğimiz saygıyı, tüm hata bıkalıdır. Adalet Hanım’ı büyük larını da onlarla birlikte gömme bir yazarın hak ettiği saygı ve noktasına kadar abartmanın ge hayranlıkla ve bir yurttaş, bir ka reği yoktur. Toplumca eline düş dın, bir yazar olarak ona besledi tüğümüz, kurtulmamız gereken ğim ağu ile yoğrulmuş sevgiyle ikiyüzlülüklerden birisidir, bu! uğurluyorum. Ruhu şad olsun...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle