22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 15 TEMMUZ 2020 ÇARŞAMBA EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN KÜLTÜR Çok sevdik çok Onlar cennetin sesiydi Bir 27 Ocak tarihinde bütün dünyada W.A. Mozart’ın doğum günü anılıyordu. O gün Mezzo Müzik kanalında Viyana’nın St. Stephan Kilisesi’nden yapılan canlı yayın uzun yıllar aklımdan çıkmadı. Bestecinin bir missa’sının soprano partisini 1012 yaşlarında bir oğlan çocuk seslendiriyordu. O ses ne kadar saf, ne kadar pürüzsüzdü. 16. yüzyılda bu sesin büyüsüne kapılanlar onu “cennetin sesi” olarak tanımlamışlardı. Böylece oğlan çocukların yaşam boyu bu sesi koruyabilmeleri için onları hadım etmeye (kastre) başladılar. İlk kez Vatikan’da yapılan bu uygulamada ergenliğe varmadan çocukların testisi kesiliyor, böylece o yaştaki sesleri ömür boyu aynı renkte kalıyordu. Hadım edilen çocuklar ise ölünceye kadar o melek gibi saf sesi koruyorlardı. Önce korolarda yer almışlar, sonra Barok dönemin yüksek tenor rollerinde sopranoları veya altoları canlandırmışlardı. Farinelli’nin filmini izleyenler bilir, erkekliğini duyumsayan oysa uygulayamadığı için acılar çeken, olağanüstü sesiyle herkesi büyüleyen bir kastratonun yaşamöyküsüdür. 16. yüzyıldan 18. yüzyıl sonlarına dek özellikle İtalya’da yapılan bu canice uygulama yoluyla müzik adına kristal seslerin dünyası yaratılmıştı. Kastratoların (castrati) İtalyan opera sahnelerindeki başarısı bütün bestecilere o ses rengi için esin kaynağı olmuştu. Avrupa’nın her yerinden onca besteci mutlaka İtalya’ya gidip orada deneyim kazanıyor, operalar besteliyor ve İtalyan bestecilerin bilgeliği kadar kastrato seslerin tılsımıyla tanışıyordu. O dönemde her bir bestecinin gözdesi olan, sesinin tınısına hayranlık duyduğu özel bir kastrato varmış. Kimi opera rolleri ya da konser aryaları o sese göre bestelenirmiş. Mozart, kastrato Venanzio Rauzzini’ye bestelediği ünlü moteti Exultate Jubilate’nin akrobatik girişi ve hüzünlü Andantesi’nden sonra, Halleluiada dinleyiciyi göğün yedi kat derinliğine uçurur! Handel, soprano ve alto için bestelediği İtalyan düetlerinde zamanın en ünlü kastratosu Senesino’nun ses rengini düşünmüş, ona göre, kadife bir alto için yazmıştır. Kastratoların önem kazanmasının bir nedeni de 18. yüzyıl ortalarına kadar sahneye kadın çıkması, koro içine bile kadın sesi alınmasının yasak olmasındanmış. Kadın rollerinde kastratolardan yararlanılmış. Yalnız işin garibi, hadım edildikten sonra fiziksel olarak göğüs kafesi ve ciğerleri aşırı gelişen adamlar, sonuçta çok özel ve güçlü bir soprano sese sahip olsalar da devasa bir fiziksel görünüme sahip oluyorlardı: Upuzun boylu hatta gravürlerde leylek gibi bacaklıve bellerinden yukarısı çok geniş yapılıdır. Bugün tıp doktorları bu fizyolojisi değişik yapının nedenini çocukluktan başlayarak, sürekli kullandıkları nefes kaslarına bağlıyorlar. Böylece göğüsleri genişliyor; uzun boylu olmaları ise hormon eksikliği ve düzensizliği nedeniyle büyüme hormonlarının aşırı salgılanması olarak açıklanıyor. Temsil sırasında ufak tefek bir tenor ile kadın rolündeki bu devasa yaratığın sevişme sahnelerinin görsel olarak ürpertici olduğu söylenir. Kastratoların ses rengi kadın sopranoya ya da kontraltoya benzese de çok daha güçlü ve daha duygusaldır. Şehvetli bir tona, incelikli ve parlak bir renge sahiptirler. Bu uygulama ilk kez 1565’te Roma’da St. Sistine Kilisesi’nin koro çocukları arasında yapılmış. 1574’ten sonra Münih’te de görülmeye başlanmış. 16. yüzyıl İtalyası’nda her opera evinin bir yıldız kastrato sanatçısı varmış. Tüm opera çevrelerinde aranan kastratolar son derece popüler olduklarından doğal ki çok yüksek maaş talep ederlermiş. 19. yüzyılda bu gelenek yok olmaya yüz tutmuş. Yine de Erken Romantik dönemin opera bestecilerinden Meyerbeer ve Rossini’nin kimi operasında birkaç kastrato rolü yazılmış. Tarih boyu en ünlü kastratolar, Senesino (16801750), Farinelli (170583), Caffarelli (171083) ve Velluti’dir (17801861). Son kastrato Moreschi 1922 yılında ölmeden önce sesini plağa kaydeder. Böylece bizlere bu geleneğin ses örneği kalmış olur. Artık günümüzde “cennetin sesi” yok. Ancak doğuştan, ya da çalışarak elde edilmiş kontrtenor ve kontralto sesler kadın sesine çocuk sesine benzeyen, soprano rengi taşıyan erkek sesleri var. Eski müziğin, yani Barok ve Klasik dönemlerin yeniden araştırılıp o tavırların ve çalgıların gündeme gelmesiyle kastrato seslerine karşılık bu kontrtenorlar değerlenmeye başladı. Handel, Vivaldi, J.S. Bach kantatlarında, Mozart’ın konser aryalarında inanılmaz bir atmosfer yaratıyorlar. Alfred Deller, Rene Jacobs, Andreas Scholl gibi sanatçılar yeniden Rönesans, Barok ve Klasik dönemlerin kastrato rengini çalışarak örnekliyorlar. Yüzyıllar içinde bin bir eziyet çekmiş nice kastratonun bugün adı ve izi kalmamış olsa da onlar insan bedeninin şarkı söyleme ustalıklarına hizmet etmiş isimsiz kahramanlar olarak tarihe geçmişler. ADALET AĞAOĞLU KİMDİR? Adalet Ağaoğlu 23 Ekim 1929’da Nallıhan’da dünyaya geldi. Babası, Hafız Mustafa Sümer’dir. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu ve tek kızıdır. Kardeşleri Dr. Cazip Sümer (19251975), oyun yazarı, oyuncu Güner Sümer (19361977) ve iş insanı Ayhan Sümer’dir (1930). İlköğrenimini Nallıhan’da tamamladıktan sonra 1938’de ailesi ile birlikte Ankara’ya yerleşti. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1950 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Edebiyata ilgisi lise yaşamında şiirlerle başladı, kısa bir süre sonra oyun yazarlığına yöneldi. İlk defa 1946’da Ulus gazetesinde tiyatro eleştirileri yayımlayarak yazarlığa başladı.194850 arasında Kaynak Dergisi’nde şiirleri yayımlandı.19511970 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulundu. Ankara Radyosu’nda göreve başladığı yıl ilk radyo oyunu olan “Aşk Şarkısı’nı” yazdı. Radyo’da görev yaparken tiyatro oyuncusu ve yönetmen dört arkadaşı ile birlikte Ankara’nın ilk özel tiyatrosu olan “Meydan Sahnesi”ni kurdu. Meydan Sahne Dergisi’ni çıkardı. 1953 yılında tiyatro konusunda görgü ve bilgisini artırmak üzere Paris’e gitti. 1953’te Sevim Uzungören’le birlikte yazdığı “Bir Piyes Yazalım” tiyatro oyunu aynı yıl Ankara’da sahnelendi. 1954 yılında mühendis Halim Ağaoğlu ile evlenen sanatçı, ilk romanını yazana kadar oyun yazarlığını sürdürdü. TRT’nin özerkliğine el konulması gerekçesiyle TRT Radyo Dairesi Başkanlığı’ndan 1970’te istifa eden sanatçı, o tarihten bu yana yazarlıktan başka bir işle uğraşmadı. Edebiyat yaşamının bazı dönemlerinde “Remüs Tealada” ve “Parker Quinck” gibi takma adlar kullanmıştı. İlk romanı “Ölmeye Yatmak”, 1973’te yayımlandı. “Ölmeye Yatmak”, daha sonra yazdığı “Bir Düğün Gecesi” (1979) ve “Hayır” (1989) adlı romanlarla bir üçleme oluşturdu ve birçok ödül kazandı. “Bir Düğün Gecesi” ve “Hayır” romanları yayımlanır yayımlanmaz, ikinci romanı olan “Fikrimin İnce Gülü”, dördüncü basımında toplatıldı. “Fikrimin İnce Gülü” romanı hakkında, “askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif (küçük düşürmek)” suçlamasıyla hakkında 1981 yılında dava açılan Ağaoğlu, iki yıl süren davanın ardından aklandı. “Düğün Gecesi” ise soruşturma aşamasında kaldı. PEN: Eserleriyle yaşayanlar arasında PEN TÜRKIYE YAZARLAR DERNEĞI: “Ankara’da doğdu, en güzel, en aydınlık ve en kötü, en karanlık yılları Ankara’da yaşadı. Türkiye’nin, Cumhuriyetin kalbinin Ankara olduğu yıllarda, romanın kalbi de Ankara oldu. O, Ankara’yı edebiyatın da kalbi kılanların başında oldu. Şimdilerde yeniden ve genç yazarlarca keşfedilen Ankara’yı, klişe tabirle, derinden soludu, derinden yaşadı ve derinden yazdı. Bir tür Ankara kazısıdır yapıtları. TRT’de çalıştığı yılları anlattığı kitaplarında 12 Mart karanlığını da buluruz, devrimci umudu da. O yıllarda yine de “Ankara’nın Adalet”i vardı, şimdi olmayan. Adalet Ağaoğlu da tanık olmakla, yazmakla yetinmedi, söz aldı, düşüncesini söyledi, tartıştı, kapıştı, bir Cumhuriyet kadını olmanın hakkını verdi. Bunu hem Türk edebiyatının tartışmasız kalıcı yapıtlarından, bir anlamda “Ankara Üçlemesi” diyebileceğimiz Bir Dü ğün Gecesi, Ölmeye Yatmak ve Hayır romanlarında görürüz, unutulmaz Doçent Aysel karakterinde, hem de Adalet Ağaoğlu olarak elbette. Meraklıydı, mizahiydi, çocuksuydu, öğrenmeye açıktı, serüvenciydi, risk almaktan korkmayandı. Son yapıtı Düşme Korkusu’ndaki öyküler hem bireysel hem toplumsal olarak müthiş, hınzır iktidar ve otorite eleştirileridir. Toplumcu geleneği, sosyalist gerçekçiliği özgürlükçü bir tutumla yeniden ele alan, dönüştüren, atak, öncü yapıtlarını roman, öykü ve oyunlarıyla sürdürürken, düşüncelerini, günlüklerini de edebi, tarihi, toplumsal ve siyasal belgeler olarak Cumhuriyet arşivine bıraktı. Adalet Ağaoğlu, Cumhuriyet kadını, Cumhuriyet belleği, Cumhuriyet romancısıydı. Ankara’yı yazdı, Türkiye’yi etkiledi. Binlerce teşekkür, sevgi, saygı, hayranlıkla...” kırıldık ama hiç vazgeçmedik Yaşamaktan çok sıkılmıştı, uzun yaşamı boyunca çektiklerinden, gördüklerinden de son röportajında “Keşke dünyanın YAZGÜLÜ bu halini görmeseydim” diyecek kadar. ALDOĞAN Ölmeye yatmadı, öldü. Son dileğiydi ama yine de sevenlerini çok üzdü. Adalet Ağaoğlu’nun en çok oku ve Hezarfen Çelebi’den esinlenip uçuk nan, bilinen kitabı odur; “Bir Dü öneriler yapınca iş başa düşmüş, oğluğün Gecesi”. İçinde benim de ol mun ismini kendim koymuştum! Onun duğum o dönemin gençlerini öylesine isim önerilerini beğenmedim diye ara çarpmıştı ki, kendisinin de şaşırdığı gi mızda espri konusu olmuştu. bi yıllar içinde modası hiç geçmeden kitap okumayı seven herkes tarafın Denize uçtu! dan okundu neredeyse! Yaşadığımız Ve başına gelen o korkunç kaza: kaosu anlatıyordu, acıları, çekilenle 96’da Sarıyer’de, deniz kenarındaki ri, bunları çekememeyi. Ve çekeme kaldırımda yürürken bir aracın çarp yenlerin, bütün bunlar fazla gelen ması sonucu denize uçması, neyse ki lerin en sevdiği kitabı: “Ölmeye Yat kurtarılıp ardından uzun bir süre has mak” ve ardından gelen “Hayır!” Bir tanede kalması. Burası Türkiye, ba üçlemenin anlattığı Türkiye! şınıza her an her şey gelebilir! Ada İsim sihirbazı let Ağaoğlu’nun da başına sadece trafik kazası gelmiyordu elbet. Kitapları Kitaplarına verdiği isimler Türkçe nın başına tuhaf şeyler geliyordu: Ya ye yeni deyimler kazandırıyordu saklanıyor, toplatılıyor, sansüre uğ adeta. Ölmeye yatmak bun ruyordu. Çünkü Adalet Ağaoğ lardan biridir. Yazarın lu, sadece roman yazmak öylesine tutkunu ol la kalmıyor, etkin bir in muştum ki daha önce san hakları aktivisti ola yazdığı bütün kitapla rak “Aydınlar Dilekçe rını alıp okumuştum. si” gibi tehlikeli bildiri Yeni bir kitabı çıksın lere imza koyuyor, 12 diye bekliyor, çıkar Mart’a, 12 Eylül’e, dar çıkmaz hemen alıp bir belere karşı çıkıyor, de solukta okuyordum! meçler veriyordu. Zaten İstanbul’a ve gazete yakın dostları da Emil ciliğe geri dönüşüm onunla tanışma şansı yarattı. Sarıyer Büyükdere’deki evlerinde sa Tedavi gördüğü hastanede, çoklu organ yetmezliği nedeniyle hayatını kaybeden yazar Adalet Ağaoğlu’nun Galip Sandalcı gibi İnsan Hakları Derneği kurucularıydı, kendisi de derneğin üyesiydi. Ada atler süren röportaj cenazesi, vasiyeti üzerine let Ağaoğlu’nun özgür lar yapınca dost oluverdik. Eşi “Karayolcu Halim Bey”le sade, güzel bir yaşantısı vardı. Birbirini tamamlayan ayrılmaz bir ikili, çınar ve sarmaşı Boğaziçi Üniversitesinden uğurlandı. Ağaoğlu’nun cenazesi, bugün Ankara’da Kocatepe Camisi’nde öğle namazı sonrası kılınacak cenaze namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verilecek. lükçü kimliğiyle bildirilere imza atması iyi hoştu da, 2010’da “Yetmez ama evet”çilerle ortak hareket etmesi, AKP’nin yargıyı ele geçirmek için yaptığı referandu ğı gibi! Kim kime tut ma “evet” demesine yol kun, bilinmez, galiba Halim Ağaoğlu açacak ve bu da sevenleri arasında tar çok âşıktı eşine. Halim Ağaoğlu Kara tışma ve reddediş yaratacaktı. 12 Eylül yolları Genel Müdür Muavini iken gö baskı dönemini yaşamışlar açısından revden alınmış olsa da Karayolcu ola antimilitarist gerekçelerle gelinen bu rak bilinen bir mühendisti, çok da esp oyun, bugün yaşadığımız, yargının ta rili olduğunu sonradan öğrendik: Ölüm rafsızlığını kaybedip iktidarın etkisi al ilanını ölmeden önce “Ben Öldüm” di tına girmesine neden olacaktı ki kendi ye kendisi yazmıştı ve 92 yaşında öl si de daha sonra verdiği demeçlerde bu düğünde bu ilan yayımlanmıştı! tavır alışından duyduğu pişmanlığı di Ağaoğlu’nun Kitaplarına koyduğu le getirecek, adeta günah çıkaracaktı. isimler o kadar anlamlı, o kadar güzel di ki oğlumu dünyaya getirmeye ha Evet demeyecekti! zırlanırken kendisinden isim anne İstanbulLife’da yayımlanan Çınar si olmasını istemiştim. Galata’da ya Oskay’a verdiği röportajında bunun şadığım ve çok sevdiğim için kuleden nedenlerini şöyle açıklayacaktı: “Os man Can, anayasanın demokratik raportörü diye takdim ediliyordu. Yargıda böyle bir bakış olması önemli. Kitabını alıp okudum. Bir gün yemeğe çağırdım, baktım kendim şarap içiyorum ama kimse içmiyor. O zaman da anlamadım.” Sonra anlıyor yanlış adamın peşine takıldıklarını ve “Kafamı duvarlara vuruyorum” diyor. Hep daha özgür olma tutkusu. Farklı mahallelerin hoyratlıkları. Çınar Oskay’a “Babam Osmanlı’nın aydın bir adamıydı. Dindar olan babamın sesi çok güzelmiş, hafız kendisi. Sırf ben ortaokulu okuyayım diye Ankara’ya taşındı, okuyabildim ve fakülte bitirdim. Ama Batılılık o kadar ciğerime işlemiş ki, babam hafız demeye utanıyorum, halbuki sanatkâr. Annemin soyu Saraybosna’dan gelme. Kasabada tüccar olan babamla nasıl buluştular da evlendiler? Ayhan (kardeşi) der ki ‘Adalet, bir aile romanı yazmadın!’ İki ayrı kültür yan yana, barış içinde.” Filme çekilen kitabı Tiyatro oyunları da yazmış, oyunları yasaklanıyor diye roman yazayım bari demiş! Yasaklayan zihniyet, oyunu da yasaklıyor, romanı da sansürlüyor oysa! Ne kadar isterdim, kitaplarının filme alınmasını. Adalet Ağaoğlu’nun çok yerinde saptamasıyla “işçi olsun diye Almanya’ya gönderdiğimiz köylüler” bir araba, bir radyo, bir şapka alıp dönüyordu ülkeye, köyünde hava atıyordu! Fikrimin İnce Gülü, Sarı Mercedesiyle köyüne dönmeye çalışan Bayram’ın yolda başına gelenlerin öyküsüydü. Tunç Okan 1992’de, İlyas Salman ve Menderes Samancılar’ın oynadığı “Sarı Mercedes” ile Fikrimin İnce Gülü’nü sinemaya taşıdı. Film birçok festivalden ödüllerle döndü. Adalet Ağaoğlu, çok sevdiği ve su içer gibi yazdığı eseriyle sürdürdüğü edebiyatı yaşamının son yıllarında “takati kalmadığı için” devam ettiremedi. Eşinin kaybından ve ülkenin geçirdiği çalkantılardan bunalıyor, yaşamaktan bile sıkılıyor, ölemiyorum diye dertleniyordu. Ama günlük tutuyordu. Dilerim ki o günlükler yayımlanır ve biz heyecanlı bir Cumhuriyet aydınının gözünden ülkenin son dönemini nasıl değerlendirdiğini okuma fırsatı buluruz. OYUN: Bir Piyes Yazalım (1953), Yaşamak (195556), Evcilik Oyunu (1964), Tombala (1967), Çatıdaki Çatlak (1969), Sınırlarda (1969), Üç Oyun: Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar (1973), Kendini Yazan Şarkı (1976), Çok Uzak Fazla Yakın (1991), Duvar Öyküsü Çocuklar ve Büyükler için Müzikli Danslı Oyun (1992), Fikrimin İnce Gülü (1996), Çağımızın Tellalı (2011). ROMAN: Ölmeye Yatmak (1973), Fikrimin İnce Gülü (1976), Bir Düğün Gecesi (1979), Yazsonu (1980), Üç Beş Kişi (1984), Hayır... (1987), Ruh Üşümesi (1991), Romantik Bir Viyana Yazı (1993), Dert Dinleme Uzmanı (2014). ÖYKÜ: Yüksek Gerilim (1974), Sessizliğin İlk Sesi (1978), Hadi Gidelim (1982), Hayatı Savunma Biçimleri (1997). DENEME: Geçerken (1986), Karşılaşmalar (1993), Başka Karşılaşmalar (1996), Öyle Kargaşada Böyle Karşılaşmalar (2002), Yeni Karşı laşmalar (2011) MEKTUP: Mektuplaşmalar (Mehmet Baydur ile birlikte) (2005). ANI: Göç Temizliği (1985), Gece Hayatım (1991). GÜNCE: Damla Damla Günler (2004), Damla Damla Günler IIIIII (2007) ESERLERİ NE DEDİLER? ‘Cumhuriyet kadını...’ ZEYNEP ORAL: Adalet Ağaoğlu: Cumhuriyet kadını, Cumhuriyet devriminin tanığı, usta yazar, Türkçenin güçlü kalemi... Romanlarıyla, oyunlarıyla, öyküleriyle, denemeleriyle edebiyatımıza, tiyatromuza ve yaşantımıza değer katan insan... Her yeni kitabını heyecanla beklediğim yazar... Çocuk merakı, öğrenme tutkusu, serüvenciliği, nüktedanlığı, risk almaktan korkmayan kişiliği... İyi ki onca yazdı. İyi ki var. İyi ki okuduk. Işık içinde uyusun...” ‘Bir parlak yıldız daha kaydı’ AYŞE KULİN: Ölmeye Yatmak adlı unutulmaz romanı ile tiyatro yazarlığından edebiyat dünyasına geçiş yapan Adalet Ağaoğlu, bu başlığı Türkçemize bir deyiş olarak kazandırdıktan sonra, diğer romanlarıyla da okurların gönlünde taht kurdu, ayrıca toplumumuzun trajikomik hallerini Fikrimin İnce Gülü romanı ile zirveye taşıdı, pek çok eser verdikten sonra, verimli ve başarılı bir ömrün sonunda ölmeye yattı. Ustama huzurlu, nurlar içinde istirahat diliyor, okurlarına, edebiyat dünyamıza başsağlığı diliyorum. ‘Büyük bir kayıp...’ HİKMET ALTINKAYNAK: Adalet Ağaoğlu’nu yitirmek, Türk edebiyatı için büyük bir ka yıp. Ülkemizin önde gelen öykü, roman, deneme ve oyun yazarlarındandır. Bu dallarda da en saygın ödüllerin sahibidir. 12 Temmuz 1996’da Sarıyer’de geçirdiği trafik kazası yüzünden uzun süre yazamadı. Ama direndi, yürümeyi, hayatta kalmayı, yeni yapıtlar yazmayı başardı. Onunla son kez Ekim 2018’de Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü aldığı törende konuşmuştum. Üzgünüm. Adı ve yapıtları önemini hep koruyacaktır, unutulmayacaktır. Işıklar içinde uyusun... Everest Yayınları’ndan mesaj CEM İLERİ: Türk edebiyatının ustalarından Adalet Ağaoğlu’nun vefatından dolayı derin bir üzüntü içindeyiz. Everest Yayınları olarak Ağaoğlu’nun eserlerini yayına hazırlamaktan, kendisiyle birlikte çalışmış olmaktan dolayı gurur duyuyoruz. Adalet Ağaoğlu külliyatı 45 yıllık bir çabanın sonucunda tamamlandı. Külliyata yeni birtakım eserler kazandırdık, bazı metinlerin gün ışığına çıkmasını sağladık, birtakım editoryal aksaklıkları giderdik ve Adalet Hanım’ın genç nesillerle buluşması için elimizden geleni yaptık. Ayrıca Bilgi Üniversitesi işbirliğiyle bir de sempozyum düzenledik. Bu çalışmalarımıza önümüzdeki yıllarda da devam etmeyi, yapıta ilişkin daha farklı fikirleri, projeleri hayata geçirmeyi umut ediyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle