17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 1 TEMMUZ 2020 ÇARŞAMBA EDİTÖR: İPEK ÖZBEY TASARIM: EMİNE BİLGET DİZİ TÜRKIYE’NIN ÖNDE GELEN HUKUKÇULARI CUMHURIYET’E VERILEN CEZALARI DEĞERLENDIRIYOR 8 ? Hangi halk, hangi haber, hangi özgürlük MEHMET DURAKOĞLU İSTANBUL BAROSU BAŞKANI Siyasal iktidar, medya dünyasında bir operasyona girişmiş, ekonomik güç kullanımı ile bu operasyon tamamlanmıştır. Bugün Cumhuriyet gazetesi özelinde BİK tarafından yağdırılan cezalar da aynı stratejinin bir başka ürünüdür. Şimdi BİK, bu gücü basın özgürlüğünün yok edilmesine yönelik bir silah olarak kullanmaktadır. Elinde tuttuğu ilan gücünü, eşit dağıtarak demokrasiye ve o arada da basın özgürlüğüne katkı vermek yerine tam tersine bir yaklaşımla hareket ederek, muhalif medyadan alıp, kendi medyasına vermektedir. Basın İlan Kurumu (BİK) tarafından Cumhuriyet gazetesine verilen cezalar ve bu cezaların “yükselen” tonu, giderek bir “husumete” dönüşmüştür. Oysa bu kurumsallığın anayasa düzeni içindeki yapısı, “eşitlikçi” olmasını öngörmektedir. Hatta Anayasa Mahkemesi, bu eşitlikçiliğin basın özgürlüğüne yönelmesi gerektiğine işaret etmiştir. Daha açık deyişle, bu çerçevedeki demokratik yaklaşım, BİK’in özgürlüklerin en geniş kullanım biçiminin iteneği olmasına dair beklentidir. Kurucu tasarım BİK’in işlevini, basın özgürlüğünün sağlanması ile birleştirmiştir. Kamunun katkısını, halkın haber alma özgürlüğüne özgülemiştir. Bu temel değerlendirme ışığında yaşananları gözlemlemek zorundayız. Ancak demokratik yaklaşımdan söz ederken hukuksal irdeleme yeterli olmuyor. Gazeteye gönderilen yazıda, savunma isterken “iddianame” formatını bile aşan bir “özel vurgu”nun tercih edilmiş olması, “ihsası rey” içeren dil seçimi dahi, belirgin bir önyargının göstergesidir. Bu nedenle kamu gücünün, basın özgürlüğü temelinde, onu destekleyen bir anlayışla şekillenmesi gerekirken bu gücün baskı vasıtası haline gelmiş olmasının koşullarını değerlendirmek daha bir öne çıkmaktadır. Yargılamalar ve gözaltılar gözdağına dönüştü Siyasal iktidarın, özgürlükler dünyamıza ilişkin bir değişim sürecini programladığını ve bu tasarımını da uzun bir süreçten bu yana gerçekleştirmeye koyulduğunu görmek gerekmektedir. Yargının, siyasal stratejilerin taktik alanına dönüşmesi, giderek yargılamaların da, gözaltıların da gözdağına dönüşmesi sonucunu doğurmuştur. OHAL sürecinin, sadece FETÖ mücadelesi değil, muhalefete yönelik bir zaman dilimine denk düşmüş olması, aynı süreçte basın habitatının bozulmasına neden olmuştur. Bu bağlamda basın özgürlüğü önemli bir dersin okumasıdır. Gazete ve gazetecilere yönelik olarak açılan davaların başlangıç noktasına geri dönüldüğünde, yargılamalar devam ederken meydana gelen değişiklikleri gözlemek gerekir. Bu sürecin başlamasından sonra merkez medyada çok önemli değişikliklerin olduğu, gazetelerin el değiştirdiği, köşe yazarlarının bir tehdit ya da baskı altında olmasa bile içerideki arkadaşlarını gördükten sonra kendi dünyalarında bir otokontrol geliştirdikleri, bilinen isimlerin işsiz kaldıkları, gazetelere seçenek mecralar oluştuğunu görmek olasıdır. Yargının, siyasal stratejilerin taktik alanına dönüşmesi, giderek yargılamaların da, gözaltıların da gözdağına dönüşmesi sonucunu doğurmuştur. OHAL sürecinin, sadece FETÖ mücadelesi değil, muhalefete yönelik bir zaman dilimine denk düşmüş olması, aynı süreçte basın habitatının bozulmasına neden olmuştur. OHAL düzenlemelerini takiben bunların pek çoğunun yasalaşmış olması, bozulan habitatın da somut nedenidir. Bütün bu tasa rım, aynı zaman diliminde başka alanlarda da geliştirilen taktik mücadelelerle, özünde ifade özgürlüğünü hedeflemektedir. Bu erek, ifade özgürlüğünün türevi konumundaki basın özgürlüğüne atfedilen önemin bir parçası olarak gazetelere ve gazetecilere düşen paydır. Kısacası siyasal iktidar, medya dünyasında bir operasyona girişmiş, ekonomik güç kullanımı ile bu operasyon tamamlanmıştır. Muhaliften alıp kendi medyasına veriyor Bugün Cumhuriyet gazetesi özelinde BİK tarafından yağdırılan cezalar da aynı stratejinin bir başka ürünüdür. Eşitlikçi anlayışla davranış belirlemesi beklenen kamu gücünün, “özgürlük” kavramını tırnak içine almasından sonra göstereceği özen, başka bir yönelim gereksindirmiştir. Şimdi BİK, bu gücü basın özgürlüğünün yok edilmesine yönelik bir silah olarak kullanmaktadır. Elinde tuttuğu ilan gücünü, eşit dağıtarak demokrasiye ve o arada da basın özgürlüğüne katkı vermek yerine tam tersine bir yaklaşımla hareket ederek, muhalif medyadan alıp kendi medyasına vermektedir. Aslına bakarsanız, yukarıdan bu yana anlatmaya çalıştığım stratejinin “doğal” uzantısı da budur. İktidarın ve onun elindeki kamunun gücü ile devletten beslenen basın yaratılmıştır. Halkın haber alma özgürlüğüne yüklenen anlam, hangi halk, hangi haber, hangi özgürlük sorularını da birlikte getirmektedir. Sorun, temeli itibarıyla basın özgürlüğü, eleştiri hakkı, halkın haber alma hakkı gibi evrensel hukukun genel kabule ulaştırdığı değerlerle ilgilidir. Basın tarihinin özel dönemleri, bu ve benzeri örnekleri yaşamış olduğu için onu aşabilecek yetenekleri kazanmıştır. Bu türden uygulamaların geleceğe taşınabilmesi olası değildir. YARIN: SABIH KANADOĞLU YARGITAY ONURSAL CUMHURIYET BAŞSAVCISI ‘Çoklu baro düzenlemesi avukatları böler’ diyen hukukçu Ece Güner Toprak uyarıyor: Toplum savunmasız kalır n Dün avukatlar Çağlayan Adliyesi’nde savunma mitinginde bu luştu. Çoklu baro teklifi de aynı gün Meclis’e geldi. Bir gün önce İzmir’de yürümek isteyen avukatlar engellen di. Bu resmi, hukukçu olarak nasıl okuyorsunuz? Tüm Türkiye’de binlerce avukat, “ay rışmak istemiyoruz” mesajı verdi. Son yıllarda artan kutuplaştır ma politikalarının ülkemi ze zararı çok. Avukatlar ör nek olup, buna “Hayır” diyor İPEK ÖZBEY lar. Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesi şöyle der: “Avukat, yargının kurucu unsurların dan olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder”. Avukatlar, yargının ayrıl maz parçasıdır; yargı erkinin savunma ayağıdır. Kanuna göre avukatlık kamu hizmetidir, görevi “adaletin” ve “hukuk kurallarının” tam uygulanmasını sağla maktır. Gerçekten de adaletin oluşması için güçlü ve bağımsız savunma, olmaz sa olmazdır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yargı bağımsızlığı büyük ya ra alırken avukatlar, yargının kalan son bağımsız kalesi oldular. Hukuk devleti ni, temel hak ve özgürlükleri, özetle in san haklarını savunacak, hukuk devleti ve adalet için ses çıkarabilecek son ka ledir. Avukatlık Kanunu da bu temel gö revleri veriyor barolara. Ülkemizde ağır yaralı olan hukuk devleti ve yargı sistemi hâlâ “yaşıyorsa” bunda güçlü ve bağım sız savunmanın payı büyüktür. Anayasaya aykırı n Bunca itiraza rağmen amaçlanan ne? Şimdi sıra avukatlara geldi, avukatlar güçsüzleştirilmek isteniyor... Bir topluluğu, bir takımı, bir milleti nasıl güçsüzleştirirsiniz? Ayrıştırarak, böle Ece Güner Toprak Referandumda sunulan anayasa değişikliğinin ülkemizde demokrasiyi esaslı şekilde zayıflatacağı belliydi. Buna rağmen ülkemizdeki neredeyse tüm üniversite yönetimleri sustu, doğruları söyleyemedi, konuşabilenler büyük ölçüde avukatlardı! Referandumda da yine avukatlar halk lehine duruş sergiledi. rek. Avukatlar bölünürse güçlerini tamamen kaybederler. Toplum “savunmasız” kalır. Burada hedef çok barizdir: Güçlü baroları bölerek avukatları güçsüzleştirmektir. Her şeyden önce bu proje anayasamıza aykırıdır. n 135. Madde’den bahsediyorsunuz... Evet, madde 135 açıkça her mesleğe bir meslek kuruluşu olacağını ifade ediyor; “belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak” amacıyla diye belirtmiştir. Madde 135’teki sistemin çok temel bir sebebi vardır; aynı mesleğe ilişkin aynı bölgede, birbiriyle yarışan, alternatif meslek kuruluşları kurarsanız bu beraberinde büyük kaos getirir. Aynı bölgede aynı mesleği icra edenler arasında mesleğe girişte, etik kurallarda vb. kurallar ay nı şekilde uygulanmalı, aksi takdirde kaos ve haksız rekabet oluşur. Ayrıca madde 135, her mesleğe bir meslek kuruluşu öngörerek güçlü mesleki örgütlenmeyi teşvik etmiştir. Meslek örgütleri “sivil toplumun” kilit unsurudur, güçlü sivil toplum ise demokrasilerin temel taşıdır. Bir şeyin altını çizmek isterim: Temel görevi “hukuk devletini” korumak olan barolar bu proje ile doğal olarak siyasallaşacaktır. n Açar mısınız? Bir baro kurmaya 2 bin üye yetecekse İstanbul’da bu hesapla 23 baro oluşabilir! Ama 56 baro oluşsa dahi; her baro bir siyasi görüşün temsilcisi olacaktır. Hatta belki dini, mezhepsel veya etnik köken temelinde 2 bin üyelik barolar oluşursa sonuç ülkemizin menfaatına olmaz. İhtiyacımız olan daha faz la birlik beraberlik, ayrışma değil. Aynı baro içinde farklı görüşler de olsa en azından bir diyaloğu mecbur kılar ki bu çok önemli. Ayrıştırırsanız aynı şehirde barolar birbirleri ile yarışacak, belki “kavga” bile edecekler. Böylece de hiçbirinin gücü kalmayacaktır; barolar sadece bir siyasi görüşün, hatta partinin uzantısı konumuna gelecektir. Oysa neredeyse 50 bin avukatın gücüyle konuşan tek bir İstanbul Barosu’nun bir gücü vardır, taraflar üstü bir konumla hukuk devletini savunabilir. Siyasi etiketleri olur n Bu güç ne işe yarıyor, bir örnekle anlatır mısınız? Kadın hakları ve İstanbul Sözleşmesi’nden örnek vereyim. İstanbul Sözleşmesi, bugün tam uygulanmasa da kadın hakları açısından son derece önemli bir kazanımdır. Ancak her geçen gün artarak tartışmaya açılıyor, kadınlarımız kazanımlarını kaybedebilir. Örneğin İstanbul Barosu tek ve güçlü kalırsa İstanbul Sözleşmesi’ni güçlü bir sesle savunabilir, milletimize önemini ve doğruluğunu partiler üstü bir konum ile anlatabilir. Ancak İstanbul’da 67 küçük baro kurulursa her birinin bir siyasi “etiketi/kimliği” olacaktır ve birden bu önemli mesele artık halk tarafından “siyasi bir konu” gibi algılanacaktır ve güçlü bir ses çıkmayacaktır. Kadın haklarında geri adımlar başlayacaktır. Çorlu tren faciası, kadına şiddet ve çevre suçlarına karşı ya da Soma’da güçlü barolar halkı savundu! Barolar bölünerek önemsizleştirilirse önemli toplumsal konularda avukatlar güçlü bir duruş sergileyemezler, güçlü ses çıkaramazlar. KONTROLLÜ BAROLAR OLUŞUR n Diyelim çoklu baro projesi hayata geçti... Proje gerçekleşirse İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, her bölünmüş baronun bariz bir siyasi kimliği olacaktır ve bu kimlik elbette bilinecektir. Diyelim ki “4. İstanbul Barosu”, İstanbul’da iktidara en yakın Baro. Bu elbette bilinecek; bir avukat kartında, dilekçe imza kısmında “4. İstanbul barosu” üyesi yazdığında otomatik olarak davada 10 önde başlamaz mı? En azından haksız bir avantaj sağlar, bazı yargıçların gözü korkabilir. Avukatlar arası “haksız rekabet” ortamı oluşur. Yargı daha da siyasallaşır. İktidarın hoşuna gitmeyen davalara müdahil olan barolar zamanla üye kaybedebilir ve bu durumda “kontrollü” barolar oluşur. “Kontrollü” barolar, halkın haklarını savunamaz. RAKAMLARLA YENİ SİSTEM l İstanbul’da 46 bin 52 kayıtlı avukat var. Türkiye’de kayıtlı avukatların yüzde 35’i. Şu an İstanbul’un TBB Genel Kurulu’ndaki delege sayısı 137. Toplam delege sayısının yaklaşık yüzde 27’si. Yeni sisteme geçilirse İstanbul 13 delege ile temsil edilecek! (Bu hesaplar “bölünme” durumu olmaksızın) l Mevcut sistemde her baronun 2+1 delege hakkı var. 100 üyeden sonra ise her 300 üye için 1 delege hakkı var. Yani zaten kısmen büyük baroların aleyhine işleyen bir sistemdir. Şimdi konuşulan proje ile her baroya 3+1 delege verilecek, sonrasında da her 5 bin üyeye 1 delege! Bu durumda, zaten büyük kentlerin avukatları aleyhine var olan adaletsizlik 16 kat artacaktır! l Tasarlanan yeni sistem yürürlüğe girerse İstanbul’da kayıtlı yaklaşık 3 bin 800 avukata 1 TBB delegesi düşecek. Buna karşılık, örneğin Çankırı’da kayıtlı 27 avukata 1 TBB delegesi düşecek. Bazı az avukatlı illerimizde, 1020 avukata 1 TBB delegesi düşecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle