27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 26 HAZİRAN 2020 CUMA [email protected] EDİTAÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dünya solunu arıyor METE GÖNENÇ ESKİ İZMİR DEFTERDARI Korona adlı bir virüs dünyadaki tüm sistemleri altüst etti! Şu ana kadar edinilebilen bilgilere göre dünya genelinde 6 milyonu aşkın insan hastalandı. 400 bine yakın kişi hayatını kaybetti. Salgın büyükküçük tüm ülkeleri etkiliyor. Aslında virüsün ölüm oranı eski salgınlara göre çok düşük. Fakat küresel dünyanın sahipsiz insanlarında yarattığı çaresizlikten doğan hasar ve panik çok büyük! Salgının ilk olarak başladığı 1.5 milyar nüfuslu Çin’de 83 bin civarında insan hastalandı ve ülkede 5 bine yakın kişi hayatını kaybetti. Yine Güney Kore, neredeyse tüm insanlarına test yapıp sonrasında aldığı tedbirlerle hastalığı önlemede ve tedavide önemli başarı elde etti! Neoliberalizmi tam olarak uygulamayan bu ülkelerin durumu böyleyken küresel kapitalizmin lider ülkeleri ABD ve AB ülkelerinde tam bir panik ve Çizim: Marco Melgrati çöküntü mevcut! Dayanışma ise hiç yok! Özellikle de savaş ve telefon teknolojisinde patlama yaparak gelişen sistemin gerçek yüzü, konu insanların sağlığı olunca tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Sınıf bilinci kaybettirilen sol Ekonomide başlayan durgunluk ve düşüş ise katlanarak artıyor. Borsa spekülatörleri, stokçular, karaborsacılar, soyguncular yani insanlığın sırtındaki tüm keneler bayram ediyor. Milyonlarca insan işsiz kaldı ve bu sayı giderek fazlalaşıyor. En zengin 2 bin 153 milyarderin dünya nüfusunun yüzde 60’ından daha zengin olduğu dünyamızda, bunların servetleri artarken açlık ve sefalet çok daha ciddi boyutlara tırmanıyor! Dünyada bir yılda yaratılan tüm mal ve hizmet toplamının 3 katına ulaşmış olan “dünya borçluluk” oranı katlanarak artıyor. Şarlatan başkanıyla salgından en çok etkilenen ABD’nin uluslararası para olan doları ise çeşitli piyasa oyunlarıyla değerini artırmaya devam ediyor. Böylelikle Türkiye gibi ülkelerin ekonomisi ise daha da hızlı çöküyor. 1960’ların sonlarında başlayan süreçte, sol İrdelenmesi gereken en önemli konu sosyalist sistemlerin niçin başarısız olduğu ve tarihsel sürecin öngürülemeyen biçimde geriye mi yürüdüğüdür. Birçoğunu gördüğüm eski sosyalist ülke halkları, durumlarından hiç de memnun olmadıkları halde, bırakın özlem duyup sosyalist sistemi geri getirmeyi, onun adını bile anmamaktadırlar. la mücadeleyi çok iyi öğrenen küresel güçler ise sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını sarılaştırıp iyice güçsüzleştirmişlerdir. 1960’ların sonundan itibaren Fransa’da başlayan gençlik hareketleri ise bu anlamda çok önemlidir. Ülke mizden de çok iyi hatırladığımız üzere, küçük burjuva niteliği ağır basan gençlik kışkırtıcı ajanlar da bol miktarda kullanılarak sosyalist hareketi sınıfsal niteliğinden uzaklaştırmak ve halktan koparmak için silahlı hareketlere sevk edilmiştir. Böylece sol örgütler büyük ölçüde işçi ve emekçi sınıflardan koparılarak bireycileştirilmiştir. Din ve milliyetçilik ise ülkeleri bölmek ve küresel sermayeye ufak ve kolay hazmedilen lokmalar sunmak için bol miktarda kullanılmaya devam edilmektedir. Bütün bu gelişmeler olurken küresel patronlar gelişen teknolojinin verimlilikte yarattığı artış nedeniyle sömürüyü binlerce misli artırmışlardır. Kapitalist sistemin bile özüne aykırı olarak, üretim sonucu kazanılan kaynaklar yatırım yerine finans sektörüne yatırılmakta, dünya üretimi düşerken milyarlarca insan ise açlık ve sefalet içinde yaşamaktadır. Dünyamızdaki canlı yaşamın sürebilmesi için olmazsa olmaz, üstelik en önemli üretim girdisi de olan doğamız ise her gün biraz daha yok edilmektedir. Bırakın düzen partilerini, aslında çoğu da bu düzenin dışında olmayan muhalefet partilerinin bile geçerli bir çevre programı, özellikle de söylemi bulunmamaktadır. İrdeleme ve yüzleşme Bu koşullarda aklı başında olan herkesin bildiği gibi insanlığın hatta canlı yaşamının tek kurtuluşu sosyalizmdedir! Ancak ülkemizdekiler de dahil olmak üzere, 1960’ların sonlarından itibaren sosyalist örgütler, bilimsel eğitim, tartışma, eleştiri ve özeleştiriyi neredeyse unutmuşlardır. O günden bu yana süren bu durum nedeniyle de değişmez liderleriyle “solum” diyen bu örgütlerin halktan uzaklaşması tüm hızıyla devam etmektedir. Örneğin ilk sosyalist devrim 1917’de Lenin ve yoldaşlarının liderliğindeki Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) tarafından gerçekleştirmiştir. Aynı SBKP’nin 74 yıl sonra nasıl olup da kapitalizme dönüş yaptığı ve de eski KGB ajanı Putin’in, yeni Rusya’nın yeni çarı olduğu bu partilerin tartışma konuları dışındadır. Yine, küresel kapitalist toplumda değişen sınıf özellikleri, giderek sendikasızlaşan, bilgisayar başında çalışmaya başlayan işçi sınıfıyla gelişen teknoloji ve iletişim koşullarında nasıl iletişim kurulacağı da bu örgütleri ilgilendirmemektedir. İrdelenmesi gereken en önemli konu ise sosyalist sistemlerin niçin başarısız olduğu ve tarihsel sürecin en azından biz sosyalistlerin öngörmediği şekilde geriye mi yürüdüğüdür. Birçoğunu gördüğüm eski sosyalist ülke halkları, durumlarından hiç de memnun olmadıkları halde, bırak özlem duyup sosyalist sistemi geri getirmeyi, çoğunlukla onun adını bile anmamaktadırlar. Bugünkü paramparça hallerinden de açıkça görüneceği üzere bireycilik, din, milliyetçilik vs. kapitalist sistemden kalan yapısal özelliklerinin de hiç değişmediği açıkça görülmektedir. Kısacası sosyalizm denemeleri insan yapısını değiştirmeyi başaramamıştır. Kaçınılmaz görev Küresel kapitalizm, her gün biraz daha dünyayı ele geçirmekte ve içinde yaşadığımız korona salgınında da açıkça görüleceği gibi insanlığı sona doğru yaklaştırmaktadır. Küresel sistem içindeki ülkelerin ise artık sosyal politikalar uygulaması, Çipras örneğinden de açıkça görüleceği gibi mümkün bulunmamaktadır. Sol hareketin hem ülkemizdeki hem de dünyadaki geçmiş başarı ve başarısızlıklardan da ders alınarak özellikle de çevre hareketlerini de sol hareketin bir parçası yaparak sol hareketi diriltmek, insandan, canlıdan, doğadan yanayım diyen dünya ve ülkemizdeki her düşünen insanın kaçınılmaz görevidir. Karadeniz’in yeşiline KIYMAYIN EFENDILER... ŞÜKRÜ KARAMAN GAZETECI Yeşilin korunması, yaşanabilir doğal alanların yok olmaması, insanların ve hayvanların özgürce sağlıklı ortamda yaşamlarını sürdürebilmesi adına her yıl düzenlenen etkinlikler, ne yazık ki giderek anlamını yitiriyor. Doğayı yeterince koruduğumuzu, sahip çıktığımızı söylemek pek olası değil. Koronalı günlerde insan tahribatından kurtulan doğanın canlanarak yeşerdiğini, kirlilikten sıyrılan denizin özgün mavisine, hayvanların özgürlüğe kavuştuğuna tanık olduk. Dünya ile birlikte Türkiye’de de doğa cinayeti her geçen gün artıyor. Mantar gibi her yere kondurulan termik santrallar, vahşi çöp depoları, gözbebeğimiz gibi korumamız gereken dağlar, ovalar ve yeşil alanlarda gerçekleştirilen siyanürle altın arama çalışmaları, yaylaların kentler gibi betonlara esir düşmesi, akarsu ve dereleri kurutan HES’ler, solumaktan korktuğumuz kirli hava, zehirlenen içme suyu doğayı katlediyor. Zararını en çok insan ve tarım görüyor. Çevrecilerin çeşitli etkinliklerine karşın doğa tahribatı olabildiğince sürüyor. Ülkemizde yeşil cinayetinde belirgin artış var. Bacalarından zehir yayılan termik santralların mevcudu yetmezmiş gibi yenilerinin yapımı gündemde. Oysa, zehir saçan kömürlü santrallar yerine potansiyeli bol olan temiz ve ucuz güneş ile rüzgârdan, yani temiz ve yenilenebilir kaynaklardan enerji üretebilir Türkiye. Yeni fark edildi güneş ve rüzgar enerjisinin değeri. Kaz Dağları’nda, Çanakkale’de, Fatsa ve Ünye’nin görkemli doğasında siyanürle altın arama çalışmaları gerçekleştiriliyor. Bir bölümünün faaliyeti yargı kararı ile durduruldu, bir bölümü de bölge insanının tepkilerine karşın faaliyetine devam ediyor. Fatsa ve Ünye’nin sınırında, Yukarıbahçeler Mahallesi’nde ısrarla süren siyanürlü altın arama çalışmalarından ötürü fındık bahçeleri kurudu, yeşil bitki örtüsü kah verengine dönüştü. Suyu ve toprağı zehirleyen çalışma alanları genişliyor. Geçimini fındık ve tarımdan kazanan üretici çaresizce katliamı izliyor. En kaliteli fındığın yetiştiği Yukarıbahçeler, çölü andıran görünüme büründü siyanürden ötürü. Samsun’un Havza ve Kavak ilçelerindeki Şahin Dağı’nda da yabancı şirket tarafından siyanürle altın arama çalışmalarına yakında başlanacak. Kanadalı şirketin ruhsat işlemini tamamladığı belirtiliyor. Her iki ilçenin içme suyu ihtiyacını karşılayan Şahin Dağı da yakın gelecekte zehirlenecek, yeşili tükenecek. Türkiye’nin en bereketli Çarşamba Ovası’na sözüm ona çevreye zarar vermeyen biyokütle enerji santralı konduruluyor. Karadeniz’in yanı sıra ülkenin sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan ova, birilerinin kâr hırsı yüzünden bitirilecek. Yargı kararlarına rağmen, zararsız olduğu ileri sürülen santral faaliyete geçerse yazık olur korunması gereken, her karış toprağından sebze ve meyve fışkıran Çarşamba Ovası’na. O santralla birlikte üretici de mağdur olacak, aşı ve ekmeği küçülecek, belki de yok olacak. Giresun’un Çavuşlu beldesi ile Ordu’nun Çaybaşı ve Ünye ilçelerinin böğründeki adı “Katık Atık Bertaraf Sistemi” olan, ancak vahşi depolama alanından öte özelliği olmayan çöplüklerden yayılan kötü kokudan halk soluyamaz hale geldi, dereler ve içme suları kirlendi. Samsun’dan Sarp’a dek uzanan kıyı şeridinde devasa ve çirkin uzun binalar insanı ürkütüyor. Ülkenin her yerinde olduğu gibi Karadeniz kentleri ve yaylaları da beton yığınına döndü. Bir zamanlar yeşili ile övünülen yaylalardan, bölgeden eser yok şimdi. Ordu’da deniz kıyısına inşa edilen göğü delen “Belde Evleri”nin yıkılması iyi oldu, halk rahat nefes aldı. Darısı diğer çirkinlerin başına. Bu böyle gitmez. Artık birileri buna dur demeli. Katliam sürerse halkın soluklanacağı yeşil alan kalmayacak. Karadeniz’in yeşiline daha fazla kıymayın. Baro başkanları yürüyüşünden dersler Baro Başkanlarının 23 Haziran 2020 “Savunma Hakkı Yürüyüşü”, aynen CHP’nin, benim de bir bölümüne katıldığım 2017 “Adalet Yürüyüşü” gibi “Demokratik Bir Direniş Hareketi” niteliği taşıyordu. Arada, Baro Başkanları yürüyüşünden hemen önce HDP’nin “Darbelere Karşı Demokrasi Yürüyüşü” gibi başka çeşitli “Barışçı ve Demokratik Protesto Eylemleri” de yapıldı; ama bu üç yürüyüş, “Demokrasi İçin Demokratik Direniş” eylemlerinin yurt çapındaki en geniş katılımlı örnekleriydi. Bu yürüyüşlerin ortak özelliklerine bakarak, bütün “Demokratik Direniş” eylemleri için bazı dersler çıkarılabilir: 1) HAKLILIK: Demokratik Direniş Hareketi, Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri, Cumhuriyet, Demokrasi, Laiklik, Hukuk Devleti, Adalet, Sosyal Devlet, gibi “tarihsel ve evrensel olarak kabul gören konulardaki” bir haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, sorunu hakkında yapılıyor olmalıdır. Elbette bu haklılık, sadece dinci/ mezhepçi veya ırkçı/milliyetçi tek bir kimlik grubu açısından değil, ülkedeki tüm vatandaşlar ve hatta evrensel ve tarihsel olarak bütün insanlık açısından da kabul gören bir konu olmalıdır. 2) MEŞRULUK: Bir Demokratik Direniş Hareketi, “Anayasal haklara” dayalı olarak yapılmalı ve yasal sınırlar içinde kalmalıdır. 3) BARIŞÇILIK: Bir Demokratik Direniş Hareketi asla şiddete başvurmamalı, hiç kimsenin hakkına, malına, canına zarar verebilecek türde eylem ve söylemlerde bulunmamalıdır. Her türlü kitlesel Demokratik Direniş Hareketi, gerek şiddet yanlılarının gerekse provokatörlerin sızmalarına açıktır; bu bakımdan şiddete yönelik her türlü öneri ve sızmaya karşı son derece uyanık olunmalıdır. 4) KARARLILIK: Her Demokratik Direniş Hareketi’ne, direnişin kendi lehine yapıldığı insanlar arasında çeşitli nedenlerle muhalefetle karşılaşabilir. Harekete katılanlar tarafından da, bıkkınlık, yorgunluk, bezginlik ve kötümserlikle, sonlandırılmak istenebilir. Ayrıca hareketin hedeflediği amaçlardan rahatsız olanlar tarafından da açık ve gizli çeşitli engeller, rüşvetler, pazarlıklar, hatta işkenceye varan baskılar uygulanabilir. Gerek taraftarlar, gerek katılanlar gerekse doğrudan karşıtlar tarafından yapılan tüm açık ve kapalı engellemelerin, hareketi hedefinden saptırmasına veya durdurmasına izin verilmemelidir. 5) KATILIM: Harekete sorunla ilgili olan herkesin, bütün kesimlerin, kimliklerin, siyasal ve ideolojik görüşlerin katılımının sağlanmasına çalışılmalıdır. 6) PLANLAMA: Hareketin nasıl, nerede, ne zaman başlayacağı, nasıl, nerede, ne zaman, nasıl biteceği, gerçekleştirilebilir somut hedefler olarak saptanmalıdır. Bu hedeflere uygun olan lojistik destekler sağlanmalı, insanların doğasını zorlayıcı hedefler konulmamalıdır. HHH Sevgili okurlarım, elbette Demokratik Direniş Hareketleri, “Demokratik Rejimlerde” geçerlidir. Ama unutmayalım, “Demokratik Rejimler” kendiliklerinden kurulmamış, direne direne oluşturulmuştur; siyasal ve toplumsal/ekonomik tarih bu direnişlerin ve mücadelelerin yüzlerce örneğiyle doludur. Türkiye’nin sorunu, Demokratik Rejim temellerinin halkın direnişi yerine, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, İstiklâl Savaşı’nın kazanılması ve Atatürk Devrimleri sonucunda, yukarıdan aşağı atılmış olmasıdır. Halk ve Sivil Toplum Kuruluşları, yeni yeni Demokratik Direniş refleksleri kazanmaktadır. Hiç kuşku yoktur ki, zaman içinde bu “Demokratik Direniş Hareketlerinin”, yürüyüş ve miting dışında da çeşitli yol ve yöntemleri keşfedilecek ve etkin olarak kullanılmaya başlanacaktır. YAŞASIN DEMOKRATİK CUMHURİYET... YAŞASIN LAİK VE SOSYAL HUKUK DEVLETİ!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle