19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 [email protected] 23 HAZİRAN 2020 SALI EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERHAN EREN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER YAPITLARIYLA ÇAĞIMIZA SESLENIYOR… İSMAİL HAKKI TONGUÇ ERDAL ATICI KÖY ENSTITÜLERI VE ÇAĞDAŞ EĞITIM VAKFI BAŞKANI Altmış yıl önce bugün; 23 Haziran 1960’ta yitirdiğimiz İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü müdürlerinden Rauf İnan’ın dediği gibi: “Dünyada üç büyük eğitimciden biri sayılır.” Tonguç, kafasındaki özgün eğitim kuramlarını, Köy Enstitülerini kurarak hayata geçirmeyi başarmış ender eğitim bilimcilerden (pedagog) biridir. Bunun karşılığında aldığı en büyük ödül de Köy Enstitülerinde okuttuğu 17 bin yoksul köy çocuğunun kendisine verdiği “TONGUÇ BABA” unvanıdır. Enstitüler ve Tonguç üzerine, hem ülkemizde hem de dünyanın çeşitli ülkelerinde çok önemli şeyler yazıldı çizildi, konuşuldu. Sözgelimi; John Dewey gibi dünya çapında büyük bir eğitimci: “Benim düşlediğim okullar Türkiye’de Köy Enstitüleri olarak kurulmuştur. Tüm dünyanın bu okulları görüp, eğitim sistemini Türkiye’nin kurduğu bu okullara göre göz önüne alıp yeniden yapılandırmalıdır” diyerek Köy Enstitülerini dünyaya örnek eğitim kurumu olarak gösterdi. Atatürk’ü çok iyi anlamıştı Yine, uluslararası ünü olan 500 bilginpedagog, bilim kurulu üyesi tarafından İsviçre’de çıkarılan İSVİÇRE PEDAGOJİ ANSİKLOPEDİSİ’nde (1) “İsmail Hakkı Tonguç ve Köy Enstitüleri” başlığına yer verildi ve Tonguç, bu ansiklopediye girebilen tek Türk eğitimci oldu. Peki, Tonguç ve Köy Enstitüleri dünya eğitimcilerinin nasıl ve neden dikkatini çekti? Tonguç, 1935 yılında ilköğretim genel müdürlüğüne vekâleten atandığında, halkın yüzde 80’i ilkel koşullarda köylerde yaşıyordu. Ülkede 40 bin köy vardı, bunların 35 bininde okul ve öğretmen yoktu. Tonguç, işte bu büyük kitlenin ilköğretim davasının çözmek için harekete geçti. Tonguç’un en büyük özelliği, Atatürk’ü ve eğitimdeki özlemini çok iyi anlamış, özümsemiş, çok iyi yetişmiş bir eğitimci olmasıydı. İkinci Dünya Savaşı gibi dünyayı yakıp kavuran bir dönemde ve katlanılmaz koşullar içinde yoktan var ederek “ulusumuzu özgür ve bağımsız yaşatacak”, halkımızın büyük kesiminin yaşadığı köyleri içinden canlandıracak, bugün için bi İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü müdürlerinden Rauf İnan’ın dediği gibi: “Dünyada üç büyük eğitimciden biri sayılır.” İsmail Hakkı Tonguç ve enstitülü öğrenciler le ütopya sayılabilecek; Köy Enstitüleri tasarımını; bilgisi, örgütçülüğü, liderliği, cesareti ve çalışkanlığıyla yaşama geçirdi. Eğitimde ‘Kurtuluş Savaşı’ Köy Enstitülüleri, eğitimdeki Kurtuluş Savaşımızdır aslında. Tonguç, bu savaşı yaparken, ülkenin içinde bulunduğu yoksulluk ve yoksunluk gibi bahanelere sığınmadan, Kuvayi Milliye ruhuyla ve tarihten gelen yerli gücümüzle hareket etti. Yol iz olmayan, kuş uçmaz kervan geçmez köylere gece gündüz demeden ulaşmayı başardı. Büyük kültür adamı, milli eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in ve bakanlıktaki dar kadronun desteği, enstitü müdürleri ve öğretmenlerinin gece gündüz çalışmalarıyla, o büyük hayal gerçeğe dönüştü. Köy Enstitüleri, ne yazık ki, 1946’dan sonra ilke ve uygulamaları değiştirilerek yok olma sürecine doğru götürüldü. Dünyanın şapka çıkardığı, ayakta alkışladığı, köy çocuklarının Tonguç Babası görevden alınıp oradan oraya savruldu, soruşturma yapmak için nokta kadar bir leke bulamadılar ve en sonunda arkadaşı İzzet Palamar’a imzaladığı “Fontamara” adlı yapıttan dolayı suçladılar. Tonguç törenlerle uğurlanacakken, bu basit olayın davası Danıştay’da karara bağlanıp aklandı ve güç bela emekli olabildi. Sonrasında da kitaplar yazdı, makaleler yayımladı. 23 Haziran 1960’ta aramızdan ayrıldı. Şimdi Ankara Cebeci Gömütlüğünde Hasanoğlan köyünden dostu Ahmet Çakır’ın başucuna diktiği çam ağacının altında ulusa olan sorumluluğunu yerine getirmiş olarak huzurla uyumaktadır. Katman katman bir dağ Günlerdir kütüphanemde Tonguç’un izini sürüyorum, yapıtlarını gözden geçiriyorum. Yapıtlarında okuduğum ve altını çizdiğim sayfaları yeniden okuyorum. Tonguç, katman katman bir dağ gibi, “Tamam işte zirve” dediğim anda aslında zirvenin eteklerinde bile olmadığımı anlıyorum. Her okuyuşta yeni bir yanını, yeni bir eğitim yaklaşımını görüyorum. Prof. Dr. İbrahim Yasa’nın bir yazısında saydığı: “Fiziki dayanıklılığını, liderliğini, örgütçülüğünü, ülkücülüğünü, halk adamlığını, devrimciliğini” yeniden yeniden keşfediyorum. Tonguç’un düşünce ve yapıtları çağının çok ötesinde. İnsan, kitap ve yazılarını okuyunca sanki birkaç ay önce yazılmış duygusuna kapılıyor. Bu nedenle Tonguç’un yapıtları yeniden yeniden elden geçirilmeli, okunmalı. Krizler ne zaman büyütülerek aşılır? Yazımın asıl başlığı: “ ‘Demokratik’ veya sadece seçim yapan ama temel hak ve özgürlüklere saygılı olmayan ‘Yarı Demokratik’ ülkelerde, siyasal partiler, ister iktidarda, isterse muhalefette olsunlar, siyasal krizleri ne zaman büyüterek aşabilirler?” idi. HHH AKP iktidarı son günlerde koronavirüs salgını da dahil, karşılaştığı hiçbir krizi, özellikle de kişisel ve siyasal krizleri çözmüyor veya çözemiyor ve isteyerek ya da istemeden sürekli olarak büyütüyor. Son örnekler, karantina kararları, maske dağıtımı, COVID19 bilgilerinin güvenilirliği, çardak ve şömine olayı ve bu olayla ilgili olarak gazetecilere ve politikacılara terör örgütü ve iktidarın itibarını sarsmak suçlaması, zaten aleniyet kazanmış bilgileri paylaşan gazetecilerin tutuklu yargılanmak üzere hapse atılması, HDP yürüyüşü, Baroların yürüyüşü gibi krizler. HHH Bir krizle karşı karşıya olan bir siyasal parti, ister iktidarda isterse muhalefette olsun, haklı görülüyorsa, o krizi büyüterek aşabilir: Çünkü böylece, seçim sandığına yansıyacak olan seçmen davranışı, bu yolla kendi lehine artacaktır. Bir siyasal parti, kamuoyu tarafından haksız görülüyorsa, krizlerin büyütülmesi onun aleyhine olur. HHH Peki, kamuoyu kimlerden oluşur; haklılık ve haksızlık kime ya da kimlere göre saptanır? Yaşanan kriz, genel ve evrensel hukuk ve ahlak, tarih, toplumbilim, partinin genel ilkeleri, vaatleri, eylem ve söylemleri açısından değerlendirildiğinde bütün bunlarla uyumlu değilse, hiç kuşkunuz olmasın, herkes tarafından haksız görülür. Bu durumda krizin büyütülmesi, o partinin, (iktidardaysa, iktidarın) aleyhine sonuç verir. HHH Parti yönetimi ya da lider, partili veya genel kamuoyunun nabzını elinde tutuyorsa, partisinin nasıl ve nerede, haklı mı, haksız mı görüldüğünü anlar. Yok eğer, yönetim ya da lider, partisinin kamuoyundan da genel kamuoyundan da kopuksa, kimseyi dinlemez, kendi bildiğini okur ve yanılır. HHH Konuya AKP iktidarı açısından bakarsak, durum son derece net ve açıktır: AKP, “mağduriyetini” yani “haklılığını” kullanarak, iktidara gelmiş, iktidara geldikten sonra da “Seçimi kazandık ama iktidar olamadık; askeri vesayet var, Jüristokrasi var, derin devlet var, hak ihlalleri ve milli irade üzerinde ipotek var” diyerek, “mağduriyet” yani “haklılık” üzerinden gücünü artırmış... 12 Eylül 2010 Referandumuyla, yargıyı denetime almış, Silivri davalarıyla, üniversiteleri, medyayı, orduyu sindirmiş, 15 Temmuz Darbe Kalkışmasıyla mağduriyet tezini güçlendirmiş... En sonunda da 20 Temmuz darbesiyle ve 16 Nisan 2017 Referandumuyla, “mağdur” konumundan “mağdur eden” konumuna geçmiştir. AKP, “mağdur” yani “haklı” olarak görülürken, krizlerin büyütülmesi işine yaramış, sürekli olarak iktidarını güçlendirmiştir. Oysa şimdi “mağdur eden” konumuna geldiği için, herhangi bir krizin büyütülmesi, artık aleyhine sonuç vermekte ve gittikçe zayıflamaktadır. Ama öyle anlaşılıyor ki, eski alışkanlıklar devam etmekte: Durup kururken kriz çıkarılmakta... Çıkan krizler derhal çözülebilecekken, büyütülmekte... Bu durum sürekli olarak destek ve güç kaybına yol açmaktadır. HHH Ben bu iktidardan ve onun uygulamalarından hiç memnun değilim: Dolayısıyla ona akıl vermek, yardım etmek gibi bir niyetim yok; zaten haddim de değil! Ama yaptığı hatalar doğrudan bütün toplumu dolayısıyla herkesi zarara uğratıyor. Hepimiz, amiyane (argo) tabirle “kriz manyağı olduk”: Yeter artık; her gün yeni bir krizle uyanmaktan bıktık usandık! Cumhuriyetin temeli: Amasya Genelgesi PROF. DR. METIN KALE OSMANGAZI ÜNIV. TIP FAKÜLTESI ÜROLOJI E. ÖĞRETIM ÜYESI /ESKIŞEHIR Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918‘de imzalanan Mondros Mütarekesi ile tarihe gömülürken, dünya savaşının galipleri ortada kalan bir avuç Türk yurdunu paylaşmaya kalkıştılar. Bu durum karşısında Mustafa Kemal zihninde, ulus egemenliğine dayalı, tam bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak kararı ile Samsun’a, Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatı ile çıktı. Çoban ateşleri İzmir’in işgali bardağı taşıran son damla oldu. Bu durumu o büyük devrimci şöyle açıklıyordu: “İzmir’in Yunan askerlerince işgali olayı, yakından temasta bulunduğum ulusun ve ordunun kalbini tasavvur edilemez ve anlatılamaz kertede kanatmıştır.” Samsun’dan Havza’ya geldiğinde içinde bulunulan tabloyu halka “ Bizi öldürmek değil, diri diri gömmek istiyorlar” diyerek özetledi. Verdiği talimatlarla yurdun her yanında heyecanlı mitingler başlamıştı. Fevzi Çakmak Paşa o günleri anlatırken: “Bir uçaktan baktığınız zaman Anadolu’da yer yer çoban ateşleri yandığını görür gibi olurdunuz” di yor. Çok geçmeden bu çoban ateşlerinin sayısı ve gücü artarak büyüyecek ve Anadolu, yedi düvelin söndüremeyeceği bir alev topuna dönüşecekti. Haziranın 12’sinde artık Amasya’dadır. Burada halka ülkenin feci durumunu şu sözlerle özetler: “Padişah ve hükümet, İtilaf Devletlerinin elinde esirdir. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü vaziyete çare bulmak için sizlerle işbirliği yapmaya geldim.” Amasya’da Müftü Hacı Hafız Tevfik Efendi ile Vaiz Abdurrahman Kamil Efendi davranışları ve vaazlarıyla Mustafa Kemal Paşa’ya müthiş destek oldular. Yer Saraydüzü Kışlası 21 Haziran 1919 Cumartesi. Saraydüzü mevkiinde 5. Kafkas Tümeni’nin karargâhı olan kışla binasında 21 Haziran gecesi Atatürk’ün söylediği ve yaver Cevat Abbas’ın dikte ettiği Amasya Genelgesi hazırlanır. Mustafa Kemal’in “tarihi bir belgede imzanız bulunsun” ricası üzerine önce Rauf Bey ardından da Ali Fuat Paşa hemen imzaladılar. Albay Refet Bey sadece paraf etti. Toplantıya Paşa’nın kurmay heyeti de katılır ve imzalarlar. Erzurum’da Kâzım Karabekir Paşa, Edirne‘de Cafer Tayyar Paşa ve Konya’da Ordu müfettişi Mersinli Cemal Paşa da telgraf aracılığıyla toplantıya katılır ve onay ları alınarak 22 Haziran günü yayımlanan bu genelgede şu hususlara vurgu yapılmaktadır: “Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir. Milletin istiklalini, gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Anadolu’da her türlü tesir ve murakabeden azade bir milli heyetin vücuda getirilmesi lazımdır. Bu kongre Anadolu’nun her bakımdan en emin yeri olan Sivas’ta süratle toplanmalıdır.” İlk belge niteliğinde Amasya Genelgesi, tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk belgedir. Havza’da 8 Haziran’da Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa ve sorunun ciddiyetini fark eden İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Amasya’da 17 Haziran’da Mustafa Kemal’in geri gelmesini istediler. Diğer taraftan da Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Vilayetlere ve sancaklara 23 Haziran’da Mustafa Kemal’in azledildiğini, emirlerinin dinlenmemesini ve telgraflarının alınmamasını bildiriyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal hemen Sadrazamlık makamı ve Harbiye Nezareti’nden yazılı bir emir almadığına göre, Ali Kemal’in genelgesinin ne anlama geldiğini soruyor. Anadolu’da ilgili sivil asker bütün teşkilata “henüz böyle bir şey olmadığını, olursa Anadolu’dan ayrılmayacağını, sinei millette bir ferd’i mücahit olarak” kalacağını bildirir. Kabinede çıkan anlaşmazlık Ali Kemal ve Şevket Turgut Paşa’nın istifalarıyla sonuçlanır. Böylece Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti’nde ilk gediği açmış oluyordu. Göstermelik bir ihtilalin değil, ülkenin tek kurtuluşu olarak gördüğü köklü bir devrim gerçekleştirmenin peşinde olan Mustafa Kemal, bu genelgeyi “Yazdığımız, yeni bir tarihin vesikasıdır” sözleriyle özetliyor. İstanbul’daki bazı tanınmış kişileri de telgrafla Anadolu’daki ulusal harekete davet eden Mustafa Kemal onları “Artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, tabi olmak mecburiyetindedir. Milli gaye elde edilinceye kadar Anadolu’dan ve milletin sinesinden ayrılmayacağımı ve sonuna kadar bir millet ferdi gibi çalışacağımı millete karşı mukaddesatım namına söz verdim ve hiçbir kuvvet bu milli azme mani olamayacaktır” sözleriyle uyarır. İstanbul’un siyasi ve askeri çevrelerde şok etkisi yaratan Amasya Genelgesi’ni “Bağımsızlığını güvencede görmek isteyen ulusun önüne hiçbir haksız engel dikilemez ” sözle riyle tamamlar Mustafa Kemal. Amasya Genelgesiyle Türk ulusal kurtuluş savaşının başlamış olduğu İstanbul’a, Türkiye’ye ve bütün dünyaya böylece resmen duyuruluyordu. Bu kararlarla Mustafa Kemal’in siyasal önderliği ve karizmatik liderliği de öne çıkar ve yurdumuzun özellikle İzmir’in Yunan işgaline uğraması lidere olan ihtiyacı acil hale getirmiş ve somutlaştırmıştır artık. “Hangi istiklal vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir” sözleriyle ölümsüzleşen Aziz Atatürk, daima bağımsızlık ve özgürlük aşığı olarak yaşamıştır. Tarihi boyunca bağımsızlık ve özgürlüğe sembol olmuş büyük Türk ulusunun kaderi, Mustafa Kemal’in kaderiyle özdeşleşmiştir. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e karşı Türk halkında bulunan hayranlık ve saygı duygusu her geçen gün giderek artan bir coşku ile devam etmektedir. Tam bağımsızlık düşüncesi ve eylemini bir ideoloji olarak insanlık tarihine armağan eden, hem bizim hem de dünya tarihinin büyük ve evrensel değeri olan Atatürk, her sabah milyonlarca vatandaşın evinde, güneşle birlikte doğmaya devam edecektir. O güneş yüzü asla solmasın. 25.00 TL 15.00 TL 2/&.7ÿ' :D?µF GFJ:¶µ 2´FA¨°ÅFÔ: °ÅP´FA 30.00 TL 18.00 TL Ceyhun "/$+ øjAEAP=´CA 2:;:F<µ AJŶ Hazal Ocak ø@:F´K 30.00 TL 18.00 TL 40.00 TL 24.00 TL Server "1ÿ//ÿ GDK:AJ´ M´ "Ô=µFD:FE: 5(ÿ1 +/%+=2ô/8 2´FA¨$:LAPE 25.00 TL 15.00 TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle