Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 21 HAZİRAN 2020 PAZAR PAZAR YAZILARI Ayıkla pirincin kumunu Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bir tarafı çöl, diğer tarafı deniz. Kum fırtınalarının körfez esintisiyle buluştuğu bir yer. Doğanın ince hesapları arasında sıkışan bu coğrafyanın kaderinde kuraklık var. Sıcağın yıl boyu hüküm sürdüğü bölgede mevsimleri birbirinden ayırmak kolay değil. Yıl boyu hava sıcak, bazen de çok sıcak... Topraklar tarıma elverişli değil. BAE, gıda ihtiyacının büyük bölümünü ithal ediyor ama bu durum tarım projelerini engellemiyor, çünkü yeni arayışlar için maddi kaynaklara fazlasıyla sahip bir ülke. Sürprizler yaşanmazsa düzen böyle devam edecek ama yapılan planlar doğa karşısında her zaman başarıya ulaşamıyor. Bunu virüs salgınında hep birlikte yaşadık, dünyanın bir anda dengesini kaybettiğine tanık olduk. Hayatı, alışkanlıkları, tüketimi yeniden hesaplayıp planlamak lazım. Artık gıda zincirinde yaşanabilecek bir sorunu doğrudan mutfaklarımızda hissedeceğimizi, kıtlık tehlikesinin düşündüğümüzden de yakın olduğunu biliyoruz. Bugünlerde tarıma yatırım ya da sürdürülebilir tarım kavramları da sık sık gündeme geldi. Pek çok ülke, tarım politikalarını yeniden gözden geçirdi. Bunların arasında BAE de vardı. Geçenlerde yerel gazetelere yansıyan bir haber, sadece yaşa dığımız günleri değil böl için çalışmalara baş genin geleceğini de yakın landı. Pirinç üretimi dan ilgilendiriyordu. nin en önemli maddesi Çölde çeltik suydu, fakat bölgenin yeraltı suları yeterli de tarlası... ğildi. Bunun için arın 50 derecenin üzerindeki sıcaklık açık tarla tarımını ciddi şekilde sınırlar REMZİ GÖKDAĞ dırılmış tuzlu su kul lanıldı, yani deniz suyu. Proje için tuza dayanıklı Asemi ve Indica cinsi pirinçler se ama alternatif tarım arayışlarını engelle çildi. Kasım 2019’da tohumlar ekildi ve mez. BAE, geçen hafta bu yönde bir çıkış 180 günlük büyüme süreci başladı. So yaptı. Güney Kore’yle ortaklaşa yürütü nuçların incelenebilmesi için arazi üç blo len araştırma projesinin sonuçlarını açık ka ayrılmıştı. İlk blok 5 Mayıs’ta, ikincisi layıp çölde pirinç üretileceğini duyurdu. 10 Mayıs’ta ve üçüncüsü 30 Mayıs’ta ha Yanlış okumadınız! Dünyanın bu köşesin sat edildi. Sonuç tam anlamıyla mucizey de, yakın bir gelecekte hurma ağaçlarının di. 1000 metrekarede 763 kilo pirinç elde arasında sulak çeltik tarlaları uzanacak. edildi. Çöl pirincinin Uzakdoğu’da yetişen Projeye kasım ayında başlanmıştı ama orijinalinden farkı yoktu. iki ülke arasındaki akıllı sera çalışmaları nın geçmişi uzun yıllara dayanıyor. Bugü Ufukta kıtlık var ne dek tarım ve gıda güvenliği alanlarında Koronavirüs salgınının gıda üretimiçok sayıda başarıya da imza atılmıştı ama ne etkilerini henüz bilmiyoruz ama ileri hiçbiri “çölde pirinç” projesi kadar heye de Afrika ülkeleri gibi gıda ithalatçısı ül can yaratmamıştı. kelerde salgının yaratacağı tüketim so Programın temelinde su tasarrufu tek runu sürpriz olmayacak. Körfez ülkele nolojileri bulunuyor. Önce, BAE’nin Shar ri de gıda ihtiyacının neredeyse tama jah (Şarika) Emirliği’nde, 1890 metreka mını ithal ediyor. Böyle bir dönemde relik çöl toprağı tarıma uygun hale getiril gündeme gelen “çölde pirinç” haberi is di. Isı, tuz ve diğer olumsuz koşullara da ter istemez herkeste bir heyecan yarat yanabilecek pirinç cinslerini belirlemek tı, çünkü çölde yetişen pirincin yaygın kullanımı bölgenin kaderini değiştirebilir. BAE, diğer Körfez ülkeleri gibi gıda ürünlerinin yüzde doksanını ithal ediyor, çünkü topraklarının sadece yüzde biri ekilebilir arazi. Su kaynaklarının yarısı tarım faaliyetleri için kullanılıyor. Bu nedenle çölde pirinç haberi önemli. İnsanlar Uzakdoğu’nun beyaz altınını çölün petrolüyle yan yana hayal ediyor. Asırlardır uygarlıkları besleyen pirinç tarlalarının çöl ortasında uzayıp gittiğini hayal edenlerin heyecanlanması gayet doğal. Düne kadar bu topraklarda pirinç üretileceğini söyleseler güler geçerdik ama şu günlerde inanılması güç o kadar çok olay yaşıyoruz ki. Bir yanda çölde pirinç yetiştirecek kadar geleceğine yatırım yapanlar, diğer yanda hazine değerindeki doğal tarım alanlarını betona çevirip çiftçiyi toprağından soğutanlar... Elindekiyle yetinmeyen, sahip olduğunu yitirdikten sonra fark edenler ileride daha zor şartlarla karşılaşabilir. Çölde pirinç yetiştirildiğini, bu pirincin ihraç edileceğini duyunca bir an tedirgin oldum ve “ayıkla pirincin taşını” lafını hatırladım. Gelecekte pirincin sadece taşını değil kumunu da ayıklamak zorunda olabileceğimizi düşündüm... remgok@gmail.com Dünyanın en güvenli ülkesi Hong Kong’lu Deep Knowledge Group, geçenlerde 200 ülkeyi 130 kritere göre mercek altına alarak yeni tip koronavirüse (Covid19) karşı en güvenli ülkeyi belirledi. 752 puan ile süper güçlerin önünde, birinci lik kürsüsüne İsviçre yerleşti. Salgına karşı alınan önlemlerin etkinli ği ve bilimselliği, sağlık sisteminin yeterliliği, iyi yönetim, ekonominin dayanıklılığı, liderli ği getiren ana sebepler oldu. Raporda, krizin bitmekten çok uzak olduğu ve açılım döne minde son derece dikkatli davranılması ge rektiğinin de altı çizildi. İsviçre’yi, Almanya ve İsrail izledi. Bir ada ülkesi olmasının avantajı ve etkili yönetimi ile vaka sayısını sıfırlayan, ancak geçenler de yeniden virüsün görüldüğü Yeni Zelanda 9. sırada. Türkiye 37. olurken ABD 58. Rus ya 61. İngiltere 68. konumda. Korona göster di ki, dünya liderliği lafla olunmaz. Sınırların, nüfusun, ekonominin veya ordunun büyüklü ğü de yetmez. Krizlere dayanma gücü, ada letli ve etkin yönetim gerek. Dünya devlerini teker teker dizlerinin üs tüne çökerten, “Amerikan rüyasını” karaba sana çeviren, İngiltere’yi allak bullak eden, İsveç gibi gelişmiş bir ülkenin bile, yaşlılara karşı acımasız tutumunu gözler önüne serip “medeniyet tek dişi kalmış bir canavar” de dirten korona... Nasıl oldu da İsviçre’ye dişini istediği gibi geçiremedi... Avrupa’daki salgı nın merkezinde yer alıp 31 bine varan vaka sıyla büyük darbe yemesine rağmen İsviçre, nasıl oldu da yine dünyanın en güvenilir ülke si olmayı başardı? Cevap DNA’sında gizli: Gü ven. Ve onu ko ruyan değer lerinde: Ada let, demokra si, bilim, ekono mik bağımsız lık. İsviçre, etki ASLIHAN li bir kriz yöne DAĞISTANLI AYSEV timi yürüttü, sü reci bilime dayadı. Kararlarının merkezindey se her zamanki gibi insan hakları oldu. Misal, sosyal mesafe veya hijyen kuralları alınırken bilimsel verilere danışıldı. Okullar, kafeler, iş yerleri bu verilere göre kapandı. Ne zaman, hangi şartlarda açılması gerektiğini istatistiki oranlar belirledi. Bireysel özgürlükleri koru mak için halk eve mahkum edilmedi. Sadece grup halinde dolaşım engellendi. Yaşlısı, gen ci, göçmeni, yerlisi ayrımcılığa maruz kalma dı. Hastaneye girerken herkesin gönlü en iyi bakımı alacağı konusunda ferahtı. ABD’deki gibi başkanı farklı, ekibi farklı telden çalmadı. Yerel yönetim ve federal yö netim birbirini dinledi. Ekonomik destek ev vela ve acilen en ihtiyacı olan küçükorta bü yüklükteki işletmelere verildi. Çarklar döndü. İsviçre, dünyanın yaşamak için en iyi 10 şeh rinin üçünün ev sahibi. Ve şimdi korona de yince dünyanın en güveniliri... Hükümet, mart ortası ilan ettiği OHAL uy gulamasını bir dizi tedbirli açılma programıy la sonlandırma yolunda. 27 Nisan’da kua för, fizyoterapist ve çiçekçilerin, 11 Mayıs’ta da ilköğretimin açılmasıyla başlayan normal leşme süreci devam etmekte. Mayıs sonun da 30 kişiye kadar toplu etkinlikler düzen lenmesine ve dini servislere izin çıktı. Kafe ve restoranlarda masa başına oturum 4 ki şi ile sınırlandı. Bu açılım sırasında vaka sayı sının artmaması, hatta en düşük seviyesinde olduğu gözlenince 6 Haziran’da 300 kişiye kadar bütün etkinliklere izin verilmeye baş landı. Sinemalar, tiyatrolar, liseler açıldı. 15 Haziran’da İsviçre, İtalya sınırı hariç, Fransa, Avusturya ve Almanya sınırlarını açtı. 1000 kişiyi aşan etkinliklerin durumu ise ağustos sonunda belirlenecek. Maske takma zorun luluğu yok. Sosyal mesafenin korunamadığı durumlarda öneriliyor. Yani İsviçre hiç bir koşulda DNA’sından ödün vermedi. Süper güç olmaya çalışmadı. Halkına iyi bir yaşam koşulu sağladı. Çünkü biliyor ki, en güvenilir ülke olursan krizlerden de güçlü çıkarsın. Hatta dünya lideri olursun. asliaysev1@gmail.com 80 MİLYON İNSAN EVİNDEN UZAKTA... Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre 2019 yılı itibarıyla dünya genelinde zorla yerinden edilen insan sayısı 79.5 milyona ulaştı. Bu insanların 26 milyonu sadece yaşadığı evi, dostlarını, akrabalarını değil ülkesini terk etmek zorunda kal dı. Türkiye’de bulunan kayıtlı yaklaşık 4 milyon mülteciden 3.6 milyondan fazlası Suriye’den, 330 biniyse diğer ülkelerden gelmiş. Mültecilerin yüzde 70’den çoğunu kadın ve çocuklar oluşturuyor. Hayata Destek Derneği, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde, Türkiye’de ki dört milyon mültecinin de onurlu bir yaşam hakkına sahip olduğunu hatırlama ve hatırlatmanın önemini vurguladı. Öte yandan Yunanistan’ın başkenti Atina’da mültecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla bir eylem düzenlendi. Fareler ve insanlar... 1937’de yayımlandığından bu yana en çok okunan romanlar arasında yer alan Fareler ve İnsanlar”dan söz edeceğimi zannetmeyin. Ama ABD’li Nobelli yazar John Steinbeck’in, çiftlik işçisi iki arkadaşın serüvenini anlatan bu büyük edebiyat eserini okumayan varsa tavsiye ederim. Bugün konumuz, İsveç’teki farelerle insanların ölümle yüz yüze kaldığı anlar. Daha açık söylemek gerekirse, kapan tuzağına düşecek farelerin son anlarını nasıl geçirmeleri gerektiği yolundaki AB yasaları kapsamında düzenlenmiş kurallar ile insanların korona günlerinde yaşlı bakımevlerinde duyarsızca ölüme uğurlanmaları. Dagens Nyheter gazetesi, korona salgınında kötü bir sınav veren İsveç sağlık sisteminde yaşanan skandal niteliğindeki aksaklıkları, mağdur bireylerin deneyimlerine dayanarak dizi halinde yayımladı. Doktorlara göre, müdahale edilmesi halinde, yaşlı bakımevlerinde ölen binlerce yaşlının belki üçte ikisi bugün hayatta olacaktı. Farelerin acı çekmeden ölmeleri konusunda gösterilen hassasiyet, kriz ortamında ne yazık ki insanlar için gösterilemedi. Fare kapanında AB standardı Avrupa’da büyük şehirlerin fare cenneti olduğunu bilmeyen yoktur. Yiyecek bulmakta sıkıntı çekmediklerinden, kovuklarda, dehlizlerde, ordular halinde yaşarlar. Bugüne kadar hiçbir ülke bunları yok etmeyi başaramadı. Şehirler işgal altında diye villaları mekân tutmalarına da kimse izin verecek değil tabii ki. Mesken sahiplerinin, fare istilasına karşı tek korunma aracı, zehir yasak olduğundan kapan. Kapan deyip geçmeyin, yasalara uygun standartlarda üretilmiş olması gerekiyor. Tatil için Türkiye’ye gitmişken pazardan iki tel kapan alıp kemirgen düşmanların canına okuyayım demek imkânsız. İsveç, bu konuda AB kurallarını harfiyen uygulayan bir ülke. Piyasadaki kapanlar özellikleri ba kımından üç çeşit: Hemen öldüren, öldürmeyip kıstıran ve elektroşok veren kapanlar. Elektroşok veren kapanları sanitasyon firmaları kullanmakta. Haaa, bir de fare yakalandığında, ev sahibine elektronik mesaj gönderen kapanlar var. Seç seç al misali. Ama o kadar kolay değil. Savaşı AB kurallarına göre yürütmek zorunlu. Öldürmeyen kapan kullanıp yaratığı doğaya salmak istiyorsanız yasalar karşınıza dikiliyor. Çünkü yasaya göre avlanan hayvanın avlandığı yerde tutulması gerekiyor. Dahası, 2018 yılındaki resmi yönergeye göre, öldürmeyen kapan kullananların beş saatte bir kapanı kontrol etmeleri gerekiyor. Çünkü fare stresten dolayı mide kanaması geçirebilirmiş. Bunca yıldır bu ülkede yaşıyorum, medeniyetin ulaştığı bu noktanın çok uza ğında bulunmaktan utanıyorum. Fareler konusunda gösterilen hassasiyet yüreğimi OSMAN İKİZ parçaladı. İnsanların nasıl kurban edildiğine kafayı taktığımdan fareleri hiç düşünememişim. İtiraf edeyim, düşünmeye de niyetim yok. Zaten sokakta sıkça rastladığım adamın boynundaki yılan nasıl itlaf edilebilir diye de kafa yormaktaydım. Sonunda sadece yılanı itlaf etmek mümkün değilse sahibinin de kaderine razı olması gerektiğine de kendimi ikna ettim. Kısacası medeniyetin, insanı birçok konuda ıskalayan ama vahşi hayvanlara olanca hassasiyeti gösteren anlayışına ayak uyduramıyorum. Hele yardıma muhtaç yaşlı insanların, göz göre göre ölüme gönderildiği korona günlerindeki tanıklıklardan sonra. Çocukları kurtardı Çünkü fareler için yapılan düzenlemeler, yılanların evde iyi bakılıp bakılmadığı konusunda gösterilen titizlik, yaşlı bakımevleri için de geçerli olsaydı bugün çok sayıda yaşlı hayatta olacaktı. Örnekler de bu tezi doğruluyor. Örneğin, 81 yaşındaki Gösta Andersson, virüs bulaşması yüzünden hasta olup kötüleşti. Çocukları hastaneye yatırmak istedi ancak kabul edilmedi. Çünkü sosyal hizmetler genel müdürlüğünün genelgesine göre, kronik rahatsızlığı olanlarla, solunum cihazına bağlanmayı bünyeleri kaldıramayacaklar, tedavide öncelik hakkına sahip değildi. Bu yüzden çok sayıda yaşlı, evinde ya da bakımevinde öldü. Gösta Andersson da ölüme terk edildi ama bünyesi sağlam olsa gerek, solunum zorluğuna rağmen direndi. Dagens Nyheter gazetesine göre, çocukları büyük bir mücadele vererek sonunda babalarını hastaneye yatırmayı başardı. Uzun süre hastanede kalan Andersson, altı gün de entübe olarak tedavi gördü. Bugün ayakta, 32 defa katılmış olduğu bisiklet yarışının 33’üncüsüne katılmaya hazırlanıyor. 78 yaşındaki Claes Hildebrand, altı yıldır bir bakımevinde kalmaktaydı. Virüs nedeniyle o da kötüleşti. Bakımevine ziyaretçi kabul edilmediğinden doktor oğlu babası hakkında telefonla bilgi alıyordu. Babasının solunum zorluğu çekmeye başladığını öğrenince yönetimden oksijen vermeleri için ricada bulundu. Bakımevi yönetimi isteği kabul etmedi. Genelge uyarınca babasının acı çekmemesi için morfin verildiğini bildirdiler. Doktor oğul, tanıdığı meslektaşlarının yardımıyla babasının, bir hastanenin geriatri bölümüne nakledilmesini sağladı. Hastanede oksijen verilen Hildebrand, Covid19’u yenerek ayağa kalktı. Çocukları sistemi zorlayarak babalarını kurtardılar, binlerce yaşlı ise solunum yetersizliği yüzünden öldü. Fare kapanı, hıyar boyu ve biçimi, çileğin iriliği gibi konularda katı kurallar koyan AB, sağlık hizmetlerinde özelleştirme ve rekabet yolunu açmıştı. Sonuç ortada. Uluslararası ve uluslarüstü örgütlenmelerle, dünyayı ahtapot gibi saran yeni liberalizm canavarından kurtulmak için herkesin aklını başına toplayıp doğru mevzide yer alması gerekiyor. osman.ikiz@gmail.com Bir kralın sarayları ve şatoları Bu yapı bir saray mı, yoksa bir şato mu? Bir düşler dünyasındayız. “Eksantrik” Kral II. Ludwig’in karşımızda yükselen “eseri” sarayla şato karışımı bir yapı. Milyonlarca “Mark”ı, ülkesinin hemen hemen tüm olanaklarını, gerçekdışı gibi görünen, 200 odalı bu olağanüstü saraya harcamış. Ona “deli” diyenler olmuş. Neuschwanstein, belki de Avrupa’nın en güzel şato sarayı! Bavyera Kralı II. Ludwig insanlarla bir arada değil, kendi yarattığı düşler dünyasında yaşamış, içine kapanık, utangaç, ancak kendini hep en büyük hissetmiş bir kral. İnsanlardan uzak olmayı yeğlediği için masalımsı bu sarayın duvarları ardına çekilmiş. Zamanla onun yaşamından rahatsız olmaya başlayan yakın çevresi, bir doktor heyetinin verdiği “psikolojik yetersizlik” raporuyla Bavyera’yı artık idare edemeyeceğine inandıkları kralı tahtından indirmiş, sarayından atmış. “Bana komplo yapıyorlar” diyen II. Ludwig, Starnberg Gölü’ndeki Berg şatosuna sürülmüş. Kısa süre sonra da gölde ölüsü bulunmuş. Ölmüş mü, öldürülmüş mü? Bu günümüze dek yanıtlanamamış bir soru. Düşler dünyasının kralı ardında büyük borçlar bırakarak yaşama veda etmiş. Altın kaplı oda... Münih’le Salzburg arasındaki Chi emsee, Güney Bavyera’nın güzel göl lerinden biri. Burayı çekici yapan Kral II. Ludwig’in ölümünden kısa süre ön ce yaptırdığı Herrenchiemsee Sarayı. Versay’dan etkilenmiş yapıda 98 metre uzunluğundaki görkemli tören salonu, ikinci kata çıkan merdivenler ve kralın her yanı altın kaplama ya tak odası göz kamaştırı yor. II. Ludwig bu saray da yaşamının sadece on gününü geçirmiş! Ölümünden bir kaç ay önce Ti rol yöresinin şi rin göllerinden Plansee kıyıla AHMET ARPAD rına Pekin’de ki “Kış Sarayı”nı anımsatan bir saraycık kondurmayı planlamış. Gerçekleştire mediği başka bir yapı da Avusturya sını rındaki Garmisch’in kuzeyinde, Linder hof Sarayı’nın yakınlarında plandığı, Bi zans saraylarını andıran büyük saraydır. İnsanlarından kaçan kral... II. Ludwig’in başka sarayları da var. Bavyera Alpleri’nin çevrelediği Ammergau yöresindeki Linderhof onun en çok sevdiği sarayı idi. Olağanüstü dağ manzarasıyla ünlü sarayın hemen hemen bütün odaları altın kaplı. İnsanlarından kaçan genç kral, hayranı olduğu ünlü besteci Richard Wagner’in “Tannhäuser” operasındaki dev mağaranın benzerini sarayın bahçesine yaptırmış. Yine aynı yörede, Schachen tepesine kondurttuğu, 3 bin metrelik Zugspitze ve Avusturya Alpleri manzaralı “kral evi” de düşsel bir yapı. Birinci katın rengârenk odaları şark saraylarını andırıyor. Korona kısıtlamaları azalınca Berchtesgaden yakınlarındaki dostlarımızı ziyarete gittik. Yolda Chiemsee Gölü’ne uğradık, II. Ludwig’in sarayını gezdik. Diğerlerini daha önce görmüştük, Herrenchiemsee Sarayı’na sıra bu kez geldi. Başka bir “cevher” de Obersalzberg tepesinde! Buralara kadar gelip de tekrar oraya çıkmamak olmazdı. AlmanyaAvusturya sınırında, iki bin metreye yaklaşan bu tepenin 1933’ten bu yana kötü bir ünü var. Hitler, Almanya’da başa geçer geçmez Obersalzberg’deki tüm yapılara el koymuştu. Mülkünü satmak istemeyenleri “toplama kamplarına gönderirim” tehdidiyle inatlarından vazgeçirtmişti. Ona “halkın başbakanı” denmesini isteyen Hitler, bu tepeye kendi çizdiği planlara göre dev bir karargâh oturtmuştu. “Führer” ülkeyi ve savaşı uzun yıllar buradan yönetmiş, ülkeler arası politikacılarla, diplomatlarla görüşmelerini burada yapmıştı. Yükseklik neredeyse 2 bin metre. İnanılmaz bir manzara, dimdik yükselen yamaçlar silme çam ormanlarıyla kaplı, aşağılarda, suları yemyeşil Königsee, pırıl pırıl dereler. Çok ötelerde Salzburg, ufukta Alp dorukları... Uçurumun bağrına saplanan bu “kartal yuvası”nda Hitler ,yanında Eva’sı keyif çatıp çayını yudumlarken kafasından kim bilir ne “kötülükler” geçiriyordu? Megaloman kime denir? Kendini herkesten üstün gören kişiye! Onun temelinde çok güçlü ve bastırılmış bir aşağılık kompleksi vardır. İnsanlık tarihinin gelmiş gelmiş en büyük megalomanlarından biri Adolf Hitler’di. Psikiyatristlere göre Kral II. Ludwig de Hitler gibi iki ruhluydu. Onlar yakın çevreleri için kolay anlaşılmaz insanlardı. “Ben kendim için de, başkaları için de gizem dolu bir insanım”, genç kralın ünlü bir sözüdür. mail@ahmetarpad.de