23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 1 ŞUBAT 2020 CUMARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler İlk adımda tabelalardaki isim/dil karmaşasına The Türkiye(!)resmensonverilmeli Prof. Dr. Üstün Dökmen Bu yazıyı yazma nedenim bir süre önce Ankara’da The Ankara adlı bir otel açıldığını fark etmemdir. Adı The İstanbul, The Marmara olan otellerin, kafelerin varlığından yıllardır haberdarım. Ancak başkentimizin başına The gelince ayıktım, aklım başıma geldi. Bir Arnavut atasözünde, “Akıl külahtaki çividir, yumruk yemeden kafaya girmez” diyor. Dilerim daha fazla yumruk yemeden anadilimize saygı göstermeyi öğreniriz. Türkçenin kaderi Tarih boyunca Türkçe, biraz ortamdan, biraz da dedelerimizin aymazlığı ve gösteriş merakı yüzünden pek çok dilin boyunduruğu altına girdi. Türkçe uzunca bir dönem Arapçanın ve Farsçanın, sonra Fransızca’nın gölgesinde kaldı, şimdi ise belki de son durak olarak bir Güneş, bir Ay tutulması yaşayarak İngilizcenin gölgesinde ilerliyor. Selçuklu’da ve Osmanlı’da, gerek şiir dili, gerekse resmi yazışma dili, büyük ölçüde ArapçaFarsça etkisi altındaydı. Ancak bütün bu dönem boyunca Türk halk edebiyatı Türkçeden şaşmamış, halkın duyarlılığına tercüman olan Karamanoğlu Mehmet Bey, yayımladığı bir genelge ile Türkçeyi resmi dil ilan etmişti. Kaşgarlı Mahmut bin sene önce yazdığı Divanı Lügatit Türk adlı ünlü eserinde Türkçe’nin en az Farsça, Arapça kadar zengin ve güçlü bir dil olduğunu savunmuştu. Ancak bütün bunlara rağmen, yabancı marka kullanma, yabancı dili tabelaya, AVM’ye yazma merakı, etkisi giderek artmaktadır. Molière’in Kibarlık Budalası, dünyamızda, en çok da ülkemizde yaşanmaktadır. Bugünkü dilimiz Günümüz Türkçesi ağlanasıgülünesi bir çizgide yürümektedir. Hırsız girmez, satıcı girmez lüks, korunaklı siteler yapılıyor. Bu sitelerin yapsatçılarının, mimarlarının, inşaat mühendislerinin, yöneticilerinin ve sakinlerinin çoğunluğu İngilizce bilmez ama sitenin adı, “Jasmin Hause” benzeri İngilizce bir kelimedir. Berber veya kuaför (Ziya Gökalp’e göre Türkçeleşmiş Türkçedir) yerine tabelasında Hair Dizaynır yazan çok sayıda berbere kapı Kaşgarlı Mahmut Türkçenin Farsça, Arapça kadar zengin ve güçlü bir dil olduğunu savunmuştu. Ancak bütün bunlara rağmen yabancı marka kullanma, yabancı dili tabelaya, AVM’ye yazma merakı, etkisi giderek artmaktadır. Molière’in Kibarlık Budalası, dünyamızda, en çok da ülkemizde yaşanmaktadır. dan, “Hair dizaynır ne demek?” diye sorduğumda, yarısından çoğu bilmedikleri cevabını verdiler. Prof. Binnur Ekber’in yıllar önce tanıdığı bir kişi, rent a car adını çok beğendiğini, ilerde bir dükkân açarsa adını rent a car koyacağını söylemiş. Sonunda isteğini gerçekleştirip, “Rent a Car” adlı bir dükkân açmış, ancak açtığı dükkân bir berber dükkânıymış. Kanal İstanbul mu, İstanbul Kanalı mı? Türkçede, alışılmış kullanış şekli, Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, Çanakkale Boğazı şeklindedir; burada bir isim tamlaması söz konusudur. Bu durumda Türkçe düşünüldüğünde İstanbul Kanalı denmeliydi. Kanal İstanbul ifadesi, danıştığım dilbilimcilere göre İngilizce düşünmenin ürünüdür, yanlış tercümedir. Dilin önemi Bir zamanlar insan beyninin evrim sürecinde ve bireyin beyninin gelişim sürecinde önce bilincin sonra dilin ortaya çıktığı düşünülüyordu. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında, ant ropolojide ve psikolojide dilin önce ortaya çıktığına, bilincin ise onu izlediğine inanılmaya başlandı. Bu bilgiden çok önce Atatürk DTCF’ye “Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi” adını verdi. Ve bağlacının alışılmış yeri son kelimenin öncesidir; Atatürk bu kuralı bozarak “Dil ve diğerleri” demeyi tercih etmiştir. Onun, muhtemelen sezgiyle dile verdiği önem, bugün bilimsel bir gerçektir. Özetle dil, insan yaşamında çok önemli bir yere sahiptir. Bu bilginin bir uzantısı olarak şunu söyleyebiliriz dillerini kaybeden toplumlar, benliklerini de kaybederler, tarih sahnesinden silinirler. Kötü haber, dilimizi koruyamazsak Türkçenin elli/seksen yıl içinde Hititçe gibi ölü diller arasına girme tehlikesiyle karşı karşıya olmasıdır. Yani torunlarımızı bekleyen tehlike, alfabe değiştirmemiz değil, dilimizi kaybetmek olacaktır. Sonuç Dükkân/AVM tabelalarının İngilizce yazılmasının bir nedeni özenti, ikinci nedeni ise müşteri tarafından kaliteli algılanıp fazlaca kâr etme isteğidir. Geçen yıllarda bir eğlence yeri yılbaşı etkinliğinin nasıl olacağını tamamen İngilizce olarak yazmıştı. Buradan çıkardığım sonuç, bu kurumun, “Biz kaliteliyiz, İngilizce bilenlere hitap ediyoruz” iletisini vermeye çalıştığı şeklindeydi. Ancak ilanın son satırında fiyat bilgisi, tamamen Türkçe yazılmıştı. Bu ilanı yazanlar İngilizce bilmeyen müşterilere hitap ettiklerini bildikleri için açıklamayı İngilizce yazarak hava atmışlar, ancak “Anlamadım abi olmasın” diye de fiyatı ve ödeme şeklini Türkçe yazmışlardı. Bu tavır bir ikiyüzlülüktür, para hırsıyla anadiline ihanet etmektir. Böyle davranırsak kısa vadede kâr edebiliriz ancak uzun vadede tarihten siliniriz. Fransa’da tabelalar Fransızca olmak zorundadır. Bizde ise maliyeye bildirilen dükkân isminin Türkçe olma zorunluluğu vardır ama sokaktaki tabelanızı istediğiniz Avrupa dilinde yazabilirsiniz. Pek çok konuda, bu arada dil konusunda da büyük ölçüde kendi irademizle Batı’nın güdümündeyiz. Galiba The Türkiye dememize az kalmıştır. İlk adımda tabelalardaki isim/ dil karmaşasına resmen son verilmesi gereklidir. Vergi kimin sırtında? Recep Yılmaz MÜHENDİS Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mart 1922 tarihli Meclis açılış konuşmasında maliye alanında söylediği “halkı tazyik ve izrar etmekten içtinap” yani “halka baskı yapmaktan ve ona zarar vermekten kaçınmak” ilkesi günümüz vergi politikası nasıl olmalıdır sorusuna en iyi cevap olabilir. “Bundan dolayı mali yöntemimiz, halka baskı yapmaktan ve ona zarar vermekten kaçınmakla birlikte mümkün olduğu kadar dışarıya ihtiyaç duymadan ve yokluk çekmeden yeterli gelir temin etmek esasına dayalıdır.” 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu vergilerin ancak kanunla salınacağını ve tahsil edileceğini anayasal güvenceye kavuşturmuştu. Oysa Meclis aritmetiğinde parmak sayısından başka bir demokratik anlayışı olmayanlar halkın ödeme gücüne bakmadan istediği vergiyi istediği oranlarda salabiliyor. Kolaya kaçmak 2019 yılı bütçesinde 961 milyar lira olan merkezi yönetim giderleri, Maliye’nin açıkladığı 2019 yılı gerçekleşmelerine göre 1 trilyon lirayı buldu. Bunun 100 milyar lirasını faiz giderleri. 2018 yılı gerçekleşmelerinde ise faiz giderleri 74 milyar liraydı. Yani faize ödenen para bir yılda yüzde 35 arttı. Ayrıca 2018’de faizin payı toplam giderlerin yüzde 8.9’u iken 2019’da bu pay yüzde 10’a yükseldi. AKP, 17 yılda bütçeden faiz için toplam 932 milyar lira harcadı. 2019 yılı bütçe açığı 80.6 milyar lira olarak hedefleniyordu ancak hedef saptı ve yüzde 50 artışla 123.7 milyar lira oldu. Açığı kapatmanın en kolay yolu ise vergiyi ekonomik gücü olmayan halkın sırtına yıkmak. Çünkü ekonomik güce erişen vergi ödememe gücüne de erişiyor. Vazge lirlerinin sadece yüzde 11.7’sine denk geliyor. En son açıklanan 2018 yılının KV “rekortmenlerine” baktığımızda ilk on şirketin altısı bankalardan oluşmakta olup Merkez Bankası 10.6 milyar lira ile birinci sırada yer almıştı. Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası listede ama ülkenin kaymağını yiyen holdingleri boşuna aramayın. Rekortmen asgari ücretliler GV ise 2019 yılı için 172 milyar lira beklenirken, gerçekleşmede 162.7 milyar lira oldu. Geliri az olan dan çok oranda alınan GV, asgari üc Görsel: psychologicalscience.org rette yüzde 15, diğer ücretlilerde ise yüzde 152027 ve ardından sene so çilen vergiler buna örnek. Vazgeçi ne gelmiş olan 700800 liralık do nuna doğru yüzde 35’e ulaşmakta len vergileri tanımlayan “vergi har ğalgaz faturalarında ki yüzde dır. Örneğin bir memur maaşından caması” 2019 yılı için 178.7 milyar lira, 2020 yılı için 195.6 milyar liradır. Geniş halk kesimini ilgilendiren muafiyetleri bir kenara bırakırsak mükellefi olduğu vergileri bile ödemeyen bir de binlerce kalemde muafiyet tanınan sermaye kesiminden alınmayan vergiler bu ülkenin bütçe açığını gidermeye fazlasıyla yete 18’lik KDV gibi. Çiftçinin rahatlıkla yüzde 27 oranında mazotunda yarıdan faz 2019 GV alınabilmektedir. Asga lası vergi olurken yat yılı bütçe ri ücretli işçi sayısının 8 ta, pırlantada sıfırlanan ÖTV gibi. Geniş halk kesiminin ödediği bu dolaylı vergi açığı 80.6 milyar lira olarak hedefleniyordu ancak hedef saptı ve yüzde 50 milyon olduğunu düşünürsek sadece asgari ücretliden alınan GV, 13 milyar lirayı bulmaktadır. Bu düzen ler, vergi gelirleri artışla 123.7 milyar lira de verginin gerçek cektir. Buhar olan 83 milyar! 2019 yılı bütçesinde vergi geliri hedefi 756.5 milyar liraydı. Açıklanan gerçekleşmelere göre 673 milyar lira vergi toplanabildi. Sonuca bakılırsa hedeflenen vergi gelirinin ancak yüzde 89’u toplanabildi ve 83 milyar lira buhar oldu. Bütçe giderlerinin yüzde 20’lik artışına karşılık nin yüzde 65’ine oldu. Açığı kapatmanın rekortmeni asgari denk geliyor. OECD ortalaması ise yüzde 46! AKP dönemi boyunca yüzde 6570 ora en kolay yolu ise vergiyi ekonomik gücü olmayan halkın sırtına yıkmak. Çünkü ekonomik ücretli işçilerdir. Dahilde Alınan Mal ve Hizmet Vergileri de 257.4 milyar lira beklenirken, nında bir paya sa güce erişen vergi gerçekleşmede 231 hip olan dolaylı vergiler, yaşanan krizin etkisiyle alım gücünün ödememe gücüne de erişiyor. milyar lira oldu. Bu vergiler halkın direkt tüketmiş olduğu ürünlerden alı düşmesi sonucu 2019 yı nan yüksek oranlı KDVÖTV vergi gelirleri onca tüketim teşviki lında yüzde 58’e geriledi. gibi vergiler olup hedeflenen ra ne rağmen sadece yüzde 8 arttı. Vergi gelirlerinin küçük kısmı kam 2019’da tutmadı. Çünkü alım Verginin dolaylı ve dolaysız vergi nı oluşturan dolaysız vergiler ise ka gücünün düşmüş olması pazar poşe ler olarak iki ana başlıkta toplandı zançtan ve gelirden alınan Kurumğı bilinmektedir. Dolaylı vergiler, tü lar Vergisi (KV) ile Gelir Vergisi tini küçülttü. Yine de vergi gelirlerinin üçte birini bu vergiler oluşturdu. ketilen mallardan ve hizmetlerden alınan vergileri içerir. Bunlar KDV, (GV)’dir. Gerçekleşme rakamlarına göre aslında kimlerin vergi rekort Hedefi tutmayan vergilerin faturasının 2020’de yine halka kesileceği ÖTV, Özel İletişim Vergisi gibi ürün meni olduğuna biraz yakından bafiyatının içine eklenmiş vergilerdir. kalım. aşikâr. Çünkü neoliberal dünyanın “halka baskı yapmaktan ve ona za 1 milyon liralık konutta yüzde 1 alı KV, 2019 yılı için 74 milyar li rar vermekten kaçınmak” gibi bir il nırken simitte yüzde 8 alınan KDV ra beklenirken, gerçekleşmede 78.8 kesi yok. Tek kaçındıkları şey örgüt gibi. Bu kış günlerinde moda hali milyar lira oldu. Bu rakam vergi ge lü bir toplum. 21. yüzyılda siyasal örgütlenme Prof.Dr. Nurşen Mazıcı SiyasetBilimci Fransız biyolog ve filozof Jean Boastand 20. yüzyılın ilk çeyreğinde “Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz... ama en düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz” diyor. Bu umarsız saptamadan bir yüzyıl sonra pozitif bilimler alanındaki tahminleri hemen hemen tutan filozun, ne yazık ki son saptaması hâlâ geçerliliğini korumakta. Yaygın olarak “yöneticiler yönetilenlerin aynasıdır, çünkü onlar da içimizden çıkıyor ve biz seçiyoruz” iddiası, doğru gibi görünse de bence seçilme biçiminin dayandığı siyasal örgütlenme yöntemi çağdışı kaldığı için Boastand’ın saptaması hâlâ geçerliliğini korumakta. Çünkü, bilim dünyası teknolojik gelişmeleri hem üretip hem de kullanarak ilerlerken, siyasal örgütlenme modelleri hâlâ 19. yüzyıl yöntemleriyle yapılmakta, herhangi bir siyasal partiye yakınlık duyanlar, o partilerin il ya da ilçe örgütüne yazılı dilekçe vererek ve aidat ödeyerek üye olmaktalar. Beyin fırtınası lazım Ayrıca parti örgütleri, il ve/veya ilçelerde bir bina/kat gibi fiziki bir mekân satınalıp/kiralayıp bunların elektrik, su, ısınma gibi giderlerini karşılamak durumunda kalmaktalar. Bu durum, hem partilere mali bir yük getirmekte hem de il ve ilçenin kifayetsiz ve muhterisleri hısım, akraba, arkadaş, hemşeri gibi yakınlarıyla parti örgütünün yönlendiricisi durumuna gelmekteler. Böylece her seçimde adaylar, bu parti örgütlerinin belirleyici egemenliği altında partide üst katmanlara ilerleyememektedirler. Oysa, teknolojik gelişmeler parti örgütlenmelerinde de araç olarak kullanılsa, internet üzerinden istenilen partiye üye olmak, partide yükselmek de ülke sorunlarına çözüm üretmek üzerinden sağlansa, zeki, donanımlı, bilgi birikimli parti yandaşları, ilgili partide üst katmanlara yükselme ve seçimlerde aday olma şansı yakalayabilirler. Dahası, siyasi partilerin hem mali yükleri azaldığı gibi hem de cinsiyet, sosyoekonomik statü, eğitim, yaş, yerleşim birimi (köykent) gibi bağımsız değişkenlerden türetilen kadın kolları, gençlik kolları gibi partileri hantallaştıran parti alt örgütlenmelerine gerek kalmayabilir. Seçen/seçilenlerde yaş sınırının kaldırılması da hem daha kapsayıcı hem de daha şeffaf, adil, demokratik ve eşitlikçi siyasal örgütlenmenin önünü açabilir. Dahası, her partinin internet örgütü, her üyeye açık olduğundan karşıt fikirliler , ülke sorunları üzerine farklı yorum ve görüşlerle beyin fırtınası yaratabilir ve hep daha iyiye doğru çözüm önerileri ortaya çıkabilir. Tüm bunlara ek olarak parti kongreleri, tüm üyelere açık biçimde internet üzerinden görüntülü biçimde interaktif katılım ve oylamayla yapılabilir. Seçim propagandası, parti üyesi olmayanlara ve sokaktan geçen seçmenlere de il/ ilçe meydanlarındaki ışıklı reklam panolarına barkovizyon aracılığıyla ulaşabilir. Esas risk Dolayısıyla parti il/ilçe başkanları, delegeler, MKYK ve parti meclisi üyeleri, milletvekili ve cumhurbaşkanı adayları, ülke sorunlarına en iyi/akılcı/doğru/ uzak görülü/uygulanabilir çözüm önerileri getiren parti üyeleri arasından seçilebilir. Böylelikle dünyada üstün zekâlı insan oranının yaklaşık yüzde 10 olduğu noktasından hareketle ve bu zekayı kötüye kullananlar çıkarıldığında yaklaşık yüzde 67’lik donanımlı, işini iyi bilen, analizsentez yeteneği yüksek yurttaşların siyasal partilerde üst sıralara çıkma fırsatı yakalayabilmeleri, Boastand’ın “asla” dediği sonucu değiştirebilir. Hiç kuşkusuz her yeni girişim yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Bunların en temel olanı, ulusal hükümetlerin muhalif partilerin iktidara gelmesini engellemek için internet bağlantılarını kesebilme olasılığıdır. Ancak bilişim okuryazarı olanların VPN aracılığıyla uydu üzerinden hükümetlerin kontrol edemeyeceği alternatif internet vericilerine bağlandığı, Arap Baharı sürecinde Mısır’da, son aylarda da İran’da sağlanmıştır. Yani, her ne kadar, savaş durumu, ülke çıkarları gibi gerekçelerle hükümetler, yasal olarak internet bağlantılarını kesebilme yetkisine sahip olsalar bile, kesinti süresi en fazla birkaç günle sınırlı kalmakta, iletişim hakkının alınması, Türkiye’nin de imzaladığı anlaşma çerçevesinde süresiz kısıtlanamamaktadır. Bu tür siyasal örgütlenme modelinin getirdiği ikinci temel sorun ise şimdilik partilerin internet korsanlarının (hackerlar) saldırısına uğrayabilmesi, şifrelerin kırılma olasılığı, partilerin seçim öncesi vaat ve programlarının çalınma/silinme ve zararlı yazılımların/programların parti internet sitesine yüklenmesi vb. riskleri taşımaktadır. Ancak, hiçbir risk, 21. yüzyıl partilerinin 19. yüzyıl yöntemleriyle üyelerinin partide karar alma mekanizmalarının başına geçmesi kadar siyasal örgütlenme riski oluşturmaz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle