23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 16 KASIM 2020 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘En hakiki mürşit, ilimdir’ MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT 2526.DÖNEM KONYA MILLETVEKILI Günümüzde 57 ülkede yaşayan 1.5 milyar insanla ifade edilen İslam dünyasının içler acısı hali ortada. Uzun süDevrimci redir ülkemizi fikren de aralarına katmak için ciddi çaba harcanan İslam ülkeleri, Batı’nın yüzyıllar önce aştığı ortaçağı yaşama inadı ile sürünüyor. Cumhuriyetin, Mustafa Kemal’in askerleri, gerici Ülkemizde ise son dönemin kimi söylem dönüşüme izin ve eylemleri çok dikkat çekici: SADAT’ın unutulmaya (!) bırakılmış görüvermeyeceklerdir nen Anayasa Sempozyumu, bir kısım üniversite (!) tezleri, SETA ve benzeri bazı kurumların bilinen faaliyet ve açıklamaları... Kimi siyasi aktörler ve bürokratların demeçleri, yandaş medya sütun ve ekranlarını dolduran sakallı sakalsız, cüppeli cübbesiz allâmelerin (!) hezeyanları... Anayasanın 174. maddesi ile korunan (!) Devrim Yasaları yürürlükte iken; apartman ülke olmayı başarmıştır. medreselerinde, kurs ve yurtlarda yaşananlar, tariDış politikada; SSCB ile İşbirliği Anlaşması, savaşkat ve cemaatlerin giderek artan cüretkâr hamleleri, tığı Batı ülkeleri ve Yunanistan ile geliştirdiği olumholdingleşen vakıflara aktarılan kamu kaynakları... lu ilişkiler, Balkan Antantı ve Sadâbad Paktı ile etBunlara bakıldığında; karşı devrimcilerce yarım rafında oluşturduğu barış çemberi sayesinde, “Yurtasırdır sürdürülen ülkemizi İslam alemi’nin bitme ta sulh, cihanda sulh” diyerek 60 milyon insanı yok yen ortaçağ’ına eklemleme çabalarının ivme kazan eden, onlarca ülkeyi mahveden 2. Dünya Savaşı yıdığı açıkça görülüyor. kımının dışında kalabilmiştir. 12 Eylül faşizminin ABD emperyalizminin Yeşil 1923’ te kurulan Cumhuriyet 4 yılda uyguladığı Kuşak Projesi patronajlı Türk İslam sentezi ideolo gerçekçi politikalar ve ürettiği AŞILARLA milletini jisi 40 yıldır egemenliğini sürdürüyor. salgın hastalıklardan kurtarmış, tek kuruş borç al“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Tek ger madan uçak üreten bir sanayi ülkesi yaratmış, Köy çek tarikat medeniyet tarikatıdır “ şiarıyla yola çı Enstitüleri ile dünya eğitim tarihine halkının çoğunkan Türkiye Cumhuriyeti, bugün “Tek vazgeçilme luğu Müslüman olan bir ülkeden ilk özgün eğitim zimiz inancımızın naslarıdır”, diyen tarikat cemaat modelini sunmuştur. yapılanmaları ile kuşatılmış durumda. Gazi Yaşargil’ler, Tarık Minkâri’ler, İhsan Ketin’ Türk mucizesi ler, Sarâ Akdik’ler Atıf Şengün’ ler, Fahir Yeniçay’ lar ve daha yüzlercesi ve elbette sevgili Aziz Sancar Her nasılsa üniversite adı verilmiş bir kurumda; Cumhuriyetin laik bilimsel eğitim sisteminin milledoğa olaylarının bilimsel açıklamalarının ateist ve timize ve insanlığa hediyeleridir. deistik olduğu, bilimin laik olamayacağı gibi bilim Cumhuriyet devrimi öylesine başarılı olmuştur ki; dışı savlar ileri sürülüyor. Atatürk’e deccal diye bugün İslam aleminde doktorlarının, öğretmenlerihakaret eden laik Cumhuriyet düşmanları üstat sı nin, eczacılarının, mühendislerinin, avukatlarının, fatı ile yüceltiliyor. Mazlum dünyaya örnek olmuş, yargıçlarının, iş insanlarının yarısı kadın olan ikintarihin ilk antiemperyalist Ulusal Bağımsızlık Sa ci bir ülke yoktur. vaşı Zaferi ile kurulmuş Atatürk Türkiyesi, İmam Laik Cumhuriyet “Kimsesizlerin kimsesi” olduğu Gazali ( 10581111) ile başlayan İslam alemi’nin kadar, kadınlarımızın özgürlüğü, yurttaş ve insan bu zifiri karanlık bin yılının tek istisnasıdır. Şim olarak eşitliği de olmuştur. di ise o Türkiye, uydurulmuş dinin karanlık ortaçağ’ına, “Allah İle Aldatma”nın çıkmaz sokağına Bin yıllık akıl tutulması mahkum edilmek isteniyor. İslam dünyasında ise bu bin yıl; bilimin ve felseAtatürk Cumhuriyeti, yokluklar içinde, 15 yıl fenin küfür sayıldığı, insan aklının tutsak edildiği, da, Kemalist ideoloji ile, eğitimden sağlığa, eko vahyi akıl ile yorumlamanın değil, nakil ile yetinnomiden ulaşıma her alanda onurlu ve saygın bir menin esas alındığı, İslam’ın özünün reddedildiği tam bir gerici akıl tutulması dönemidir. Bu dönemde İslam dünyası, özgün bir sanat akımı yaratamamış, ciddi bir kültürel birikim sağlayamamış, sanayileşememiş, mezhep kavgaları ile kan revan içinde kalmıştır. Çağdan, akıldan ve bilimden koptukları için sömürgeleşmiş, zengin doğal kaynaklarını bile halklarının yararına kullanamamış, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüşlerdir. Çünkü kendi tefsiri ile bir Sünni teoloji yaratan, içtihat (değişen zamana ve koşullara uygun yeni kural koyma) kapısını kapatan, böylelikle İslam’ın akıl ve bilimle yorumlanarak çağa uymasını durduran ve İbni Sina gibi, Farabi gibi çağlarının yüz akı bilim ve düşün insanlarını kâfirlikle suçlayan Gazali teolojisi, İslam dünyası egemenlerinin işine gelmiştir. Oysa İbni Rüşt “İnsan aklı da Allah vergisidir, akla uygun olan, nakle (vahiye) aykırı olamaz.” diyordu. Horasan Erenleri’nin, Ahmet Yesevi’nin, Mevlana’ nın, Hacı Bektaş Veli’nın, Tapduk Emre’nin, Yunus Emre’ nin, Şeyh Edebali’nin Anadolu İslamı da bunu söylüyordu. İslam alemi İbni Rüşt’e sırtını dönerken, Batılı bilim adamları o’nun (ve diğer İslam bilim insanlarının) kitaplarını Latinceye çevirmiş, unuttuğu antik çağ bilim ve felsefesini yeniden keşfetmiş, buradan hareketle Rönesans’ı başlatmıştır. M. Kemal Anadolu’da yenilmez Böylelikle Gazali’nin yolundan giden Doğu, cehaletin kör karanlığına gömülürken, İbni Rüşt’ü izleyen Batı Rönesans ile bilim ve sanatta özgürleşmiş, Reform ile de Kilise’ nin taassubunu kırarak demokrasi ve bilgi toplumu ile buluşmuştur. Doğu’ da İbni Rüşt’ ün akılcı din anlayışını, gerçek Anadolu İslamı’ nı izleyen tek devlet adamı Atatürk olmuştur. 1923 Cumhuriyeti ve Aydınlanma Devrimleri bu felsefenin ürünüdür. Günümüz siyasal çatışmalarının temeli bu bin yıllık Gazali Rüşt, Vehhabi İslam Anadolu İslamı, aklın özgürleşmesi tutsaklığı, bilimin yol göstericiliğinin kabulü reddi kavgasıdır. Ülkemizde son 70 yılın karşıdevrimci Gazali gericiliğinin, son tahlilde İbni Rüşt ve Atatürk akılcılığını, insan ve Allah sevgisi temelli Anadolu İslamı’nı yenmesi elbette mümkün olmayacaktır. Devrimci Cumhuriyetin bekçileri Mustafa Kemal’in askerleri buna izin vermeyeceklerdir. Çünkü kim ne derse desin, “HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR, FENDİR ! “ YARININ SÖYLEMI: ‘O da karma üniversiteye gitmeseydi’ GAMZE TAŞCIER ANKARA MILLETVEKILI / TBMM KADINERKEK FIRSAT EŞITLIĞI KOMISYONU ÜYESI Memlekette kadınların yaşadığı sorunlar arasında en başa yazılacaklardan biri ayrımcılık. Evde, sokakta, işte, kısaca hayatın her alanında, kadınlara yönelik ayrımcılıkla karşılaşıyoruz. Maalesef bu zihniyet yalnızca bireylere değil, iktidar sahipleri nedeniyle devlete de sirayet etmiş durumda. Cinsiyetçiliği söküp atmamız gereken devlet yönetimi ve işleyişi, verdiği kararlarla tam tersini yapıyor, ayrımcılığı devletin tüm kılcal damarlarına kadar yayıyor. 11. Kalkınma Planı’nda gördüğümüz kadın üniversiteleri hedefi, bu sefer de 2021 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda karşımıza çıkmış durumda. AK Parti Genel Başkanı’nın Japonya seyahatinde bu kurumları çok beğenmesi ve kopyalama hayali kurması, nasıl bir zihniyetin ülkeyi yönettiğini açıkça gözler önüne seriyor. Dünyanın ekonomik olarak en gelişmiş üçüncü ülkesine gidip teknolojisini, ekonomisini, örnek almanız gerekirken, ‘geyşalık’ konusunda uzmanlık alanı olan üniversiteleri örnek alıyorsanız, yeni yüzyıla ve geleceğe dair tek hayalinizin, geçmiş yüzyıllara ve yaşam tarzına dönmek olduğu anlaşılıyor. Büyük yanılgı Geçen yıl Kadın Zirvesi W20 toplantısı için bulunduğum Japonya’da çok sayıda görüşmeler yaptım. Hiçbir yönetici ve yetkilinin, kadın üniversitelerinin övdüğünü duymadım. Kendilerinin bile vazgeçmeye çalıştığı kadın üniversitelerin 21. yüzyılda başka bir ülkeye örnek olması Japonları bile şoke ediyor. “Japonya’da uygulanıyorsa bir bildikleri vardır” anlayışı, detay bilinmezse büyük yanılgılara sürükleyecek bir düşünce tarzı olur. Bu kurumlar Japonya’da kadınların üniversiteye alınmadığı, geleneksel yapının baskın olduğu dönemlerde, güçlü ailelerin eğitimli kadın yetiştirmek için önceleri kolej olarak kurulmuş. Daha sonra ise yüksekokula dönüştürülmüş ve son olarak da 1947’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesiyle buralar birer üniversiteye çevrilmiş. O dönem 80 kadın üniversitesi açılıyor ama o günden sonra bir tane dahi artmıyor. Aksine her geçen gün buralarda okuyan öğrenci sayısı azalıyor. Kazın ayağı başka İktidar gerekçe olarak üniversite eğitimi alan kız öğrenci sayısının artırılmasını öne sürüyor. Ama kazın ayağı öyle değil. Japonya’da yapılan araştırmalarda kadın üniversitelerinin özellikle toplumsal, ekonomik gelişmişlik ve kadın haklarında bir ters orantı yarattığı gözlemlenmiş. Bir başka örnek olarak da Türkiye’de geçmişte kurulmuş kız liseleri işaret ediliyor. Zaten bunun öne sürülmesi, aklın hangi çağda kaldığını da gösteriyor. Kız liseleri dönemin koşullarında okuma yazma oranlarını artırmak için doğru bir uygulama olabilir ama çok açıkça ifade etmek gerekir ki bugün için yanlıştır. Çünkü 21. yüzyılda karma eğitimi tartışmak çağdışı ve kabul edilemez bir durumdur. Hedef başka Asıl hedefin tabii ki söylenenler değil, aklın gerisindekiler olduğunu çok iyi biliyoruz. Takiyye konusunda uzmanlaşmış bir iktidarın, yine güzel paketlenmiş, sloganlarla bezenmiş bir teklifle sahneye çıktığı malum. Amaç ardı karanlık bir kapıyı açıp, kapanmasın diye de ayağı araya sıkıştırmaktır. Dün pembe otobüs isteyenler, bugün de pembe üniversite istiyor. Kadınlar için “Bu saatte dışarıda ne işi vardı, tek başına otobüse binmeseydi, etek giymeseydi tecavüze uğramazdı, hamileyken sokağa çıkmasaydı” diyen bir zihniyetin asıl amacı, kadını toplumsal hayattan soyutlamaktır. Bu kafayla yarının söylemi, “O da karma üniversiteye gitmeseydi’ olacaktır. Yoksullukta büyük payı kadınlar alıyor GAMZE AKKUŞ İLGEZDI CHP GENEL BAŞKAN YRD. / İSTANBUL MILLETVEKILI Geride bıraktığımız 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü bu yıl, geçen yıllardan daha farklı bir öneme sahipti. Dünya Bankası 17 Ekim’de yaptığı açıklamada, “Küresel iklim değişikliği ve bölgesel çatışmalara Covid19 salgını da eklenince, 20 yıldan bu yana ilk kez küresel aşırı yoksulluğun ciddi oranda artmasını beklediğini” bildirdi. Birleşmiş Milletler, 2030 yılına kadar kadınlarla erkekler arasındaki yoksulluk farkının kapatılması için 48 milyar doların gerektiğini belirtiyor. Önlem alınmakta gecikilmesi durumunda ise bu rakamların çok daha fazla artacağı konusunda uyarıyor. 435 milyon yoksul kadın BM Kadın Birimi (UN Women) ve BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) yayımladığı “Covid19 Salgını Bağlamında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” raporuna göre, COVID19 krizi, dünya genelinde yoksul kadınların oranını çarpıcı bir şekilde artırarak, yoksulluk içinde yaşayan kadın ve erkekler arasındaki uçurumu derinleştiriyor. Raporda yer alan veriler, 2021 yılına kadar 96 milyon insanın aşırı yoksulluğa sürükleyeceğini gösteriyor. Bu 96 milyonun 47 milyonunu kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor. Bu da; aşırı yoksulluk içinde yaşayan kadınların ve kız çocuklarının sayısının 435 milyona çıkması anlamına geliyor. Sağlıklı resmi verilere ulaşmanın neredeyse imkânsız hale geldiği Türkiye’de tarihin en büyük istihdam daralması yaşanırken, bu olumsuzluktan da en çok kadınlar payını alıyor. Örneğin DİSKAR’a göre son bir yılda kadın işgücü 1 milyon 484 bin kişi azalmış durumda. Meclis Genel Kurulu’nun gündemine gelmesi beklenen yeni “istihdam paketi”de kadın istihdamını daha da azaltacak, esnek ve güvencesiz çalıştırmayı teşvik edecek. Biliyoruz ki, esnek ve güvencesiz çalışma kadınlarda daha yüksek. Yeni düzenlemenin de hedefinde ağırlıklı olarak kadınlar bulunuyor. Zaten çalışanların %33’ünü oluşturan kadınların oranı emeklilik oranı %19’la sınırlı. Yeni düzenlemeden sonra bu oranların daha da düşeceği ortada. Çalışan yoksullar Kayıt dışıyla birlikte aile içinde para almadan çalışan, çocuk ve yaşlı aile bireylerine bakan, yemek, temizlik gibi işleri üstlenen, kırsalda tarımla uğraşan kadınların oranı ise %75. Hiçbir geliri olmayan bu kadınlar salgın risklerine en açık yaşayan kesimleri oluşturuyorlar. 2017 verileri bu kadınların %20 ’sinin okuryazar olmadığını, %37’sinin ilkokulu bitirdiğini, %11,5’inin herhangi bir okula gittiğini, ancak eğitimini tamamlayamadığını göstermektedir. Bu kesim içinde lise mezunu olan kadınların oranı ise yalnızca %7,2. Bu da kadınların önemli bir bölümünün çalışsalar bile vasıfsız işçi olarak istihdam edildiklerini gösteriyor. Yani kadınların işgücüne katılmaları, çalışıyor olmaları “yoksul olmamaları” anlamına gelmiyor “Çalışan yoksullar” kategorisine giren kadınların sayısı da her geçen gün artıyor. Çalınan hayatlar Kadınların yoksullaşması, beraberinde yüzlerce telafisi imkânsız sorun ortaya çıkartıyor. Derin yoksulluk sarmalında yaşayan kadınlar, çocuklarının okuldan uzaklaşmasına, kayıt dışı sektörlerde çalışmasına göz yumuyor. Özellikle kız çocuklarının eğitim imkânları ellerinden alınıyor. Bu da yoksulluğun nesiller boyu, adeta anadan kıza devrolunan bir olgu haline gelmesine yol açıyor. Bu yoksulluk kız çocuklarının hayalleriyle birlikte hayatlarını da elinden alıyor. Çaresizlik ve yoksullukla başa çıkmak için mücadele eden kadınlar ve kız çocukları istismara açık hale geliyor. “Lütuf” değil “hak” Kişinin içinde yaşadığı toplumun bir parçası olmasından kaynaklanan haklar arasında insanca yaşama hakkının birinci sırada yer aldığını aklımızdan çıkartmamalıyız. “Aile Destekleri Sigortası” ile başlayarak yoksulluğun kuşaklar boyu sürmesini engelleyecek, akılcı, uygulanabilir önlemler almak zorundayız. Yoksulluk, “sabır” gösterilmesi değil, mücadele edilmesi ve ortadan kaldırılması gereken geçici bir durum olarak kabul edilirse, huzur içinde yaşayabileceğimiz bir toplumsal düzen kurabiliriz. Neleri atlattık, bu ilan cezasını da aşacağız: Gerçekleri yazmaya devam edeceğiz!.. A dalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Bırakın kıyamet kopsun, yeter ki adalet yerini bulsun” dediği günlerde ulaştı resmi tebliğ gazetemize... Şöyle buyurmuş mahkeme: “Basın İlan Kurumu’nun Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği 28 günlük cezaya gazetenin yaptığı itirazların reddine...” Basın İlan Kurumu da 28 günlük cezayı uygulamaya koydu... Ne yapmış Cumhuriyet? Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Vakıflar’dan kiraladığı arsada yaşananları yazmış... Tarih: 13 Nisan 2020... İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri, Altun’un Kuzguncuk’ta Vakıflar’dan kiraladığı arsada yaptığı incelemede izinsiz yapılaşma tespit etmiş. Aynı gün belediye ekipleri Altun için çalışan işçilerle arsaya yapılan çardak, şömine, peyzaj düzenlemelerini yıkmış, sökmüş. Cumhuriyet bir gün sonra 14 Nisan 2020 tarihinde Türkiye’nin en büyük kentinde yaşanan bu gelişmeyi okurlarına duyurmuş... Suçumuzun büyük olduğunu biliyoruz: Habercilik!.. İlk önce açılan davalarla “sopayı” gösterdiler; şimdi de “ekonomik sopayı” gösteriyorlar... Cumhuriyet’e, “Habercilik yapmayacaksın... Hele hele Saray’daki üst düzey bürokratla ilgili olumsuz bir haber hiç yapmayacaksın” diyorlar... Büyük bir yanılgı içindeler!.. Cumhuriyet’i böylesi cezalarla susturamazlar... İlhan Selçuk’un, Uğur Mumcu’nun çizgisinden bir milim dahi sapmayacak olan Cumhuriyet, her zaman bildiği tek işi yapacak: “Gazetecilik!..” H H H Hukuk “guguk” olurken, basın özgürlüğü “yerlerde sürünürken” tepkilere kulak tıkayanlar, ekonomik çöküşle birlikte hukuku, özgürlükleri hatırladılar... Yandaş basında “reform” çığlıklarıyla başlıklar atılıyor... Sanki 18 yıldır ülkeyi başkaları yönetmiş gibi... Haaa... Bir dönem ülkeyi yönetmediler, doğru... Koskoca Türkiye’yi bir cemaate teslim ettiler, “ne istediyse verdiler!..” Sonra ne mi oldu?.. FETÖ’nün kanlı darbe girişimiyle bu ülkenin insanları bu topraklardaki en büyük travmayı yaşadı... Milletin Meclis’i FETÖ’cülerin kendi uçaklarımızdan attığı bombalarla vuruldu!.. Evet... Bir rüzgâr estiriliyor!.. Laikdemokratik bir ülkede yapılması gerekenler şimdilerde halka vaat olarak sıralanıyor. Sanki iktidar partisi muhalefetteymiş gibi bir hava yaratılıyor... Samimiyeti büyük kuşkular taşıyan bir rüzgâr!.. O yüzden anımsatalım... Basın İlan Kurumu’nun Cumhuriyet’e verdiği ilan kesme cezaları kesinleşmeden önce, eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yargıcı Rıza Türmen şunları söylemişti: “Basın özgürlüğü, demokrasinin çok temel bir unsurudur. Basın özgürlüğü demokrasinin bekçisidir. Basının görevi, yanlışları görüp eleştirmek, yanlışları halka göstermektir. Basının görevi bu. Tabii bu, demokratik ülkeler bakımından böyle. Demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerde basın özgürlüğü çok tehlikelidir. Gerçekleri halka bildirmek, ışık tutmak, rejim bakımından çok tehlikelidir. Onun için demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerde yapılan ilk işlerden biri, basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaktır. Halkın tek bir elden, tek bir sesten bilgilendirilmesini, kendi propaganda mekanizmasını sağlamak şeklinde tezahür eder. Türkiye’de de bu böyle oluyor galiba. Basın özgürlüğü Türkiye’de son derece sınırlandırılmış. Zaten sınırlandırılmış, üstüne bir de haberler engelleniyor. İşin şu tarafı, herkesin tanıdığı, kamuoyunun yakından bildiği kişileri eleştirme hakkı çok daha geniştir. Yukarısı eleştirilince basına her türlü baskı ve engelleme geliyor. Cumhuriyet’e verilen cezalar AYM’de ne çıkar bilmiyorum ama AİHM’de mutlaka ve mutlaka basın özgürlüğü olarak değerlendirilecektir. Sözleşmenin 10. maddesinin ihlali olacağından hiçbir kuşkum yoktur. Türkiye’de özgürlüklerin sağlanması AİHM’ye mi bırakıldı bir tek. Giderek bu böyle oluyor.” H H H Neleri atlattık... Basın İlan Kurumu üzerinden uygulanan ilan cezasını da “gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın, sivil toplum kuruluşlarının, Cumhuriyetçilerin, Atatürkçülerin” desteğiyle aşacağız... Muhabirlerimizle, yazarlarımızla gerçekleri yazmayı sürdüreceğiz... Sahi!.. İnsan yine de sormadan edemiyor: “İstanbul 3. Asliye Ceza Hukuk Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Adalet Bakanı Gül’ün ‘adalet çağrısı’ yaptığı bugünlerde, Cumhuriyet’e yönelik ağır bir yaptırım içeren dava dosyasını inceleyerek mi karar verdi? Yoksa...” Bu sorunun yanıtını da “Adalet yerini bulsun, gerekirse kıyamet kopsun” diyen Adalet Bakanı Gül versin!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle