22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ TASARIM: EMİNE BİLGET 98 OCAK 2020 ÇARŞAMBA Zenginler, yoksullarYeni Delhi.. Uğultu, gürültü, toz, yanık yağ, dışkı ve baharat kokuları soluk aldırmıyor Tarihi ve destanlarıyla HİNDİSTAN 1YÜCEL Feyzioğlu Alman Yazarlar Birliği’nin “araştırma inceleme” gezisindeyiz. Grubumuz otuz kişi. Bütün Kuzey Hindistan’ı dolaşacağız. Duman, gaz ve pislik kokan Yeni Delhi’den başlıyoruz. Rehberimiz Rajdeep Singh tarih ve arkeoloji okumuş. Ama folklor konusundaki bilgisine de şaşırıyoruz. Birçok belge yanında Tarun Chopra’nın “Kutsal İnekler ve Hindistan’ın Diğer Tarihi Hikâyeleri” başlığı ile çevirebileceğim kitabı da çok ilginç. Hindistan’da 332 yıl yönetimde kalmış Babür İmparatorluğu hakkında güzel hikâye ve efsaneler aktarıyor. Zenginlik ve yoksulluk arasında uçurumlar olmasına karşın Hindistan, dünyanın en büyük demokrasilerinden sayılıyor. Bölgesel yönetim ve eyaletlerde, liberallerden komünistlere kadar her görüşten partiler iktidar olmuş. Farklı din ve inançlar bir arada. Merkezi hükümet, herkese eşit mesafede. Ulusal düzeyde 380 günlük gazete yayımlanıyor, yerelde sayısız. İsteyen istediğini yazıyor ve görüş açıklıyor. Kentten geriye kalan Rehberimiz kubbeleri her yerden görünen Cihan Şah’ın Cuma Camii’ne götürüyor bizi. Cami, kırmızı kumtaşından yapılmış, mihrap kısmı kapalı, önü açık, 27 bin kişinin namaz kılabildiği ilginç bir yapı. Ön kısmı eskiden ta Yeni Delhi Kalesi’ne kadar meyve bahçeleri ve çiçeklerle kaplıymış. Şimdi ise “eski şehir” deniyor buraya. Müslümanların oturduğu bir semt. Eski yapılar, dükkânlar, kablolar, teneke kondular, direkler birbirine dolanmış. Sanki Cihan Şah’ın ölümünden beri 350 yıldır çöpler kaldırılmamış ve bahçeler viran... Bu kargaşaya öylesine alışmış ki insanlar, trafik tıkanmış, herkes kornaya basıyor. Uğultu, gürültü, toz, yanık yağ, dışkı ve baharat kokuları soluk almamızı zorlaştırıyor. Yeni Delhi’nin her yeri böyle. Sadece zenginler küçük alanlar açarak kendilerini surlarla korumaya çalışıyorlar. İçeride görkemli sarayları var. Bu saraylarda ağırlıyorlar bizi. Kadın geceyi bekliyor “Evi barkı olmayan yoksul insanlar nerede banyo ve tuvalet yapıyorlar” diye soruyorum. “Buldukları her köşede” diye yanıtlıyor rehber. Ve ortalığa çişini yapanları, caddede duş alanları görüyoruz. Açıktan akan lağımlar var, “Peki kadınlar” diye soruyorum. “Onlar geceyi bekliyor” diyor. “İshal olmuşlarsa?”... Yanıtı yok. En yeni tapınak 300 bin tanrıya inanılan Hindistan’da tanrıça ve tanrı heykelleri dikkat çekiyor. Motosiklet Tapınağı Rehber, en yeni tapınağa da götürüyor bi arasında uçurumlar olmasına rağmen ülke, yımlanıyor, yerelde sayısız. İsteyen istedizi: Motosiklet Tapınağı. Sürücüsü ölünce dünyanın en büyük demokrasilerinden biri ğini yazıyor ve görüş açıklıyor...” motosikleti iki kez kaza yerinden polis mer sayılıyor. Çünkü bölgesel yönetim ve eya Yeni Delhi, ülkenin giriş kapısı. Kapıdan kezine çekmişler. Efsane bu ya, gece motor letlerde liberallerden komünistlere kadar her böyle giriyor ve böyle görüyoruz Hindistan’ı. kendiliğinden kaza yerine geri gelmiş. Sürü görüşten partiler iktidar olmuş ve olmakta. 12 şehirde araştırma yapacağız. Ben, Babür cüsünü motor tanrısı kabul edip motosikle Farklı din ve inançlar bir arada yaşıyor. Mer Şah’tan, Cihan Şah ile Mümtaz Mahal’dan gütin üstüne de mabet yapmışlar... İnananla kezi hükümet herkese eşit mesafede duru nümüze gelen masal ve efsaneleri, aşk des File karşı sığır mı ?rı ve ziyaretçisi bol. “Zenginlik ve yoksulluk yor. Ulusal düzeyde 380 günlük gazete ya tanlarını arayacağım. 330 bin tanrı 10 dakikalık yolu 1.5 saatte zor katedip hükümet merkezine gidiyoruz. Yeni Delhi’nin en temiz alanı. Ancak 56 kilometre kare büyüklüğünde var yok. Oradan Babür Şah’ın Kâbil’den gelip Yeni Delhi’de imparator olduğu, ölünce naaşının aynı güzergâhtan geri döndüğü yoldayız. Himalaya Dağları’na yaslanmış bu verimli topraklardan geçiyoruz. Sayısız kasaba ve köy, sayısız çocuk, sayısız Gandhi’nin anıtına gidiyoruz. Ken kadın... Arabalardan iniyoruz. “İşte çadı disi gibi anıtı da mütevazı. Rehbe rını burada kurmuştu Babür Şah. Baba rimiz aktarıyor: “Hindistan 29 eya sı öldüğünde 12 yaşındaydı. Andican’da letten, 6 bölgesel yönetimden olu tahta yeni çıkmıştı. Hanedan içinde ent şuyor. Yönetim biçimi parlamenter rikalar çevrildi. Taraftarlarıyla 1504’te demokrasi. Nüfusu 1.3 milyar. 1950’de 300 milyonduk. 70 yılda bir milyar arttık. Nüfus planlamasını Hindularla Müslümanlar kabul etmediler. Geldiğimiz nokta bu. Yeni Delhi, İstanbul kadar. daha 20’li yaşlarında Kâbil’e kaçarak canını zor kurtardı. Başkent olarak Kâbil’i seçti, serin havası ve bal gibi kavunuyla bu kenti sevdi. Burada âşık oldu, Mahim Begüm ile burada evlendi. İlk oğlu Hümayun burada doğdu. Mucize başlıyor Bu kentte Hindu Portekizliler güneyden lar yüzde 80.5, Müs Hindistan’ı işgal etmeye lümanlar yüzde 13.4, başlamış ilerliyorlardı. Ba Hıristiyanlar yüzde bür Şah, komutanlarını top 2.8, gerisi Budist, Jani layıp Hindistan’ı almaya ka ist, Sih ve diğerleri... rar verdiğini açıkladı. Komu Hindistan’da Hindu Sih Tapınağı’na girerken. tanlar “Kral İbrahim Ludi’nin ca, İngilizce ve 21 bölgesel resmi dil var. Ayrıca yüzlerce dil konuşuluyor. 330 bin tanrıya inanılıyor.” on kat fazla ordusuna, 1000 filine karşı mı” diyerek güldüler. “Siz çevreden sığırları toplayın” diye buyruk verdi. “File karşı sığır mı!..” Komutanların aklı almadı. Babür Şah, Din, inanç, sanat Tanrılar için milyonlarca mabet, heykel, figür ve minyatür yapılmış. Herkes birbirinden daha güzelini yapmaya çalışmış. Din ve inançlar sanatın gelişmesi için çok önemli fırsat yaratmış. Ayrıca herkes ayrı tanrıya inandığı için birbirini anlayışla karşılamış. Bu durum demok planını açıklamadı. Savaş hazırlığı başladı. Sığırlar toplandı. Koca orduya karşı 12 bin kişiyle savaşa kalkışma çılgınlığına kimse akıl erdiremiyordu. Babür Şah, bütün sığırların sırtına kocaman kuru ot ve çalıçırpı balyaları bağlattı. Hepsi öyle kocaman oldu ki, bir sığır üçdört misli görünüyordu. Şafak vakti bu yükleri ateşe verip sığırları fillerin üstüne sürdürdü. Görülmemiş yöntem tüm filleri ürküttü, rasinin filizlenmesine yardım etmiş. filler yüz bin kişilik ordunun içine daldı “En büyük sorunumuz Hindular lar, bir çoğunu ezip geçmeye başladılar... ile Müslümanlar arasındaki anlaş Panik öyle büyüktü ki, kaçan kaçana... mazlık. O da 1206’da Kutbilerin, Babür Şah iki ay sonra Hindistan İm 1657’de Alemgir Evrengiz Şah’ın paratoru olarak Yeni Delhi’de taç giyin Hindu tapınaklarını yıkıp mermer di. Hazineye el koyması için genç oğlu leriyle cami yaptırmalarından kaynaklanıyor. Yoksa tek tanrılı toplumlarda görülen politik çatışma Hümayun’u Sikandra’ya gönderdi. Kral İbrahim Ludi, orada saklanıyordu. Hümayun, kralı buldu. Kral hayatını bağışlama lar Hindistan’da pek görülmez.” Fotoğraf: Barış İLERİGELEN sı için ona paha biçilmez bir “kohinoor” elmas (Işık dağı) hediye etti. O da bu elması babası Babür Şah’a getirip verdi. Babür Şah, “Al senin olsun!” dedi. Hümayun Bey şaşırdı: “Baba bunun değeri iki buçuk gün boyunca bütün dünya nüfusunun karnını doyuracak kadar!” diye uyardı. “İyi işte, al senin olsun!” dedi ve elmas Hümayun Bey’de kaldı... Babür Şah’ın derdi mücevher değildi, şiirlerini ve “Babürname” adlı kitabını önemsiyordu. Çağatay Türkçesinin Ali Şir Nevai’den sonra en büyük şairi o sayıldı. Bölgesine egemen olmak istiyordu, oldu. Rönesansa ilk kiremit Hint yazarı Taron Chopra, “Bu kadar cesur, hayatını hiçe sayarak öne atılan başka bir lider tarihte yok: O bir efsaneydi!” diye anlatıyor. “Bir insanın kaldıramayacağı kadar olay geldi başına. Bir gözünü, bir kolunu savaşlarda kaybetti, sağ bacağı üç yerinden kırıldı. Vücudunda 83 kılıç yarası taşıyordu. 26 Aralık 1530 yılında Babür Şah öldü, yerine oğlu Hümayun Şah taç giyindi. 24 yaşındaydı.” Hümayun Şah, astronomi ve astrolojiye ilgi duyuyordu. Yeteneğini o alanda kullandı. Galileo daha doğmadan o rasathane kurdu. Yıldızlar ve uzay ilgisini çok Yeni Delhi sokakları. çekiyordu. Rönesansa giden yola ilk kiremiti o koydu. Astronomi ve astrolojinin hükümet çalışmalarına katkısı olduğuna inanıyor, dünyanın yuvarlak olduğunu biliyor, yıldızların hareketini izliyordu. Son derece sevecen bir insandı. Ne yazık ki cariyelerin arasına çekildi, uyuşturucu kullanmaya başladı. Fakat Afgan padişahı Şer Suri Han ona rahat vermiyor, üstüne yükleniyordu. Sonunda savaşa tutuştular. Hümayun Şah yenildi, savaş alanından kaçtı, Ganj Irmağı’nı geçerken suya kapıldı. Bir balıkçı kurtardı. O da Amarkot Bölgesel Hint Krallığı’na sığındı. Karısı Hamide Banu Begüm geleceğin en büyük imparatoru olacak Ekber Şah’ı orada doğurdu. Şer Suri Han’ın bir kaza sonucu ölmüyle Hümayun Şah geri döndü. Yine astronomi ve cariyelerle gün geçirerek uyuşturucu almaya devam etti. 24 Ocak 1556 günü rasathane kulesine çıkmıştı. Kuleden geri dönerken ayağı kaftanın eteğine dolanarak dengesini yitirdi ve düştü, iki gün sonra hayatını kaybetti... Babür Şah’ın “Al senin olsun!” dediği paha biçilmez elması o da oğlu Ekber Şah’a bıraktı. Hümayun Şah’ın rasathanesini geziyoruz. Üstünden düşüp öldüğü rasat kulesi önümüzde. SÜRECEK Libya’da ‘MİT’olojik adımlar! Yılbaşının hemen ertesinde apar topar getirilen Libya tezkeresine ilişkin bilinmezlikler devam ediyor. Erdoğan açıklama yaptıkça konu aydınlanacağına daha da karmaşık hale geliyor. 2 Ocak’ta TBMM’de kabul edilen metne aslında tezkere denemez. Zira, TBMM geleneklerinde tezkerenin çerçevesi olur, görev yeri, görev şekli net bir biçimde açıklanır. Kaç askerin gideceği bellidir. Libya tezkeresinde bütün bunları Cumhurbaşkanının belirleyeceği ifade ediliyordu. Cumhurbaşkanı da nasıl belirlediğini hafta sonu açıkladı: Peyderpey gidiyoruz… Türk askeri dışında muharip güçlerimiz olacak. Peyderpey neyin ölçüsü? Bir “peyderpey”de kaç asker var? “Ben yaptım oldu” mantığının tipik bir göstergesiyle karşı karşıyayız. Saray’dan sızan haberlere göre, “peyderpey”in içinde emekli askerler de var. Öyle anlaşılıyor ki Saray herhangi bir hiyerarşi olmadan, kendisini devletin bir kurumuna değil, doğrudan Saray’a bağlı hisseden bir yapıyı Libya’ya gönderiyor. Türk askeri dışında muharip gücün ise Suriye’den olduğu anlaşılıyor. Halen Suriye Milli Ordusu (SMO) adı altında Türkiye’nin kontrolünde görev yapan unsurların Libya’da “gönüllü birlikleri” adı altında iç savaşa katılacağı anlaşılıyor. Burada görev yapanlara, Türkiye 550 dolar aylık veriyor. Eğer ölürlerse ailelerine ya da mirasçılarına 5 bin dolar taahhüt edilmiş. Suriye’de nasıl bir işlev üstlendiği belli olmayan bu güçlerin Libya’da kontrol dışına çıkıp çıkmayacağının nasıl bir garantisi var? HHH Pazartesi günü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Ankara’daki yeni “kale”sinin açılışında konuşan Erdoğan, Libya işine bir soru daha soktu. Dedi ki: MİT orada inşallah çok güzel görevler yapacak. Şimdi de “MİT”olojik bir tablo ile karşı karşıyayız. Saray’dan haber alan AKP yayın organları dün şu tür başlıklar kullandılar: “Teşkilat Libya’ya!” “İlk hedef Hafter’in hava kuvvetleri.” “Libya’da Mehmetçik paniği.” Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bilgilendirme toplantısını haber yapan gazeteler ise şu başlıklara yer verdiler: “Libya’ya çatışmaları durdurmaya gidiyoruz.” “Libya’da çözüm arıyoruz!” Hangisi doğru? Dışişleri devre dışı mı? Öyle anlaşılıyor ki, Libya’da Türkiye’nin ne yapacağını, devleti yönetenler de bilmiyor. Bu bilinmezlik medyayı da pusulasız hale getiriyor. Son anda bir değişiklik olmazsa, bugün Kahire’de Mısır, İtalya, Yunanistan, Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi dışişleri bakanlarının katılacağı bir toplantı yapılacak. İtalya Dışişleri Bakanı Türkiye üzerinden gitmeyi yeğledi! Bu ülkelerin tümü Türkiye’nin “Libya haini” ilan ettiği Hafter’le diyalog halinde. İtalya ile Fransa iki tarafı da “kolluyor”! Önümüzdeki şubatta da Almanya, Libya’da iç savaşın iki tarafının temsilcilerini Berlin’de bir araya getirecek. Dünya oyunu böyle oynuyor. HHH Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin kendi aralarındaki işlere çok fazla akıl sır ermez! Yakın tarihimize baktığımızda bu ülkelerin, devletleri birleştirecek kadar ileri ilişkiler kurarken birden ayrılıp düşman olduklarını da görüyoruz. 1958’de Mısır’la Suriye birleşti ve şu devleti kurdu: Birleşik Arap Cumhuriyeti! 1967’de bir adım daha attılar, Libya’yı da aralarına kattılar. Yeni devletin adı şu oldu: Arap Cumhuriyetleri Birliği! Hedef ilk aşamada Fas’ı da dahil edip adım adım öteki Arap ülkeleriyle birleşmekti. 1974’te Mısır, İsrail’le ABD’nin ağabeyliğinde Camp David Anlaşması’nı yapınca bu birlik dağıldı. Suriye, Irak’la bütünleşti. İki ülkede de BAAS partisi iktidara geldi. “Biz tek devlet, tek parti, tek orduyuz” dediler. 1982 İranIrak savaşında bu birlik öyle bozuldu ki, Suriye İran’ı destekleyip Irak’ın boğazını sıkacak kararlar aldı. Yukarıda aktardıklarımızın tümü 25 yıllık zaman diliminde oldu. AKP böyle bir coğrafyada değil devlet tutmak, devletlerin içinde taraf tutuyor. Biraz akıl, biraz mantık…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle