28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 3 EYLÜL 2019 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Milli Mücadele’de Tıbbiyeliler Bülent Kerimoğlu Bakırköy Belediye Başkanı Yakın bir zamanda üniversite giriş sınav sonuçları açıklandı. Hemen hemen  her yıl olduğu gibi bu yılda yine en başarılı, en disiplinli, en hırslı, genellikle orta sınıf ailelere mensup gençler tıp fakültelerini tercih etti. İş garantisi, toplumsal saygınlık, sınıf atlama kaygısı ve idealleri için meslek tercihine yönelmiş olan bu gençler, uzun ve meşakkatli bir eğitim süreci sonrasında Anadolu’nun en ücra köşelerinde zorunlu hizmet yapacaklar. Günaşırı nöbetlerde bir maden işçisi kadar ağır fiziki koşullarda çalışacaklar. Bir din adamı gibi hasta ve yakınlarına manevi destek olacak, bir bilim insanı gibi laboratuvarlarda gecesini gündüzüne katacak, teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek sürekli kendilerini geliştirerek okuyup araştıracak ve hayatları boyu tamamlayıcı, kolaylaştırıcı ve sabırlı olacaklar. Sorunları ötelemeksizin hızlı ve yerinde çözüm üreten, doğumdan ölüme kadar insan hayatına doğrudan etki eden zannedersem başkaca bir meslek grubu yoktur. Böylesine çalışkan, disiplinli ve insan odaklı bir meslek grubunun da doğal olarak ülkemiz sorunlarına sesiz kalması düşünülemez. Türk siyasi hayatında çok önemli görevlerde bulunan hekimler Milli Mücadele yıllarından günümüze kadar vatan savunması ve Cumhuriyet devrimlerinin yerleşmesinde çok önemli katkı yapmışlardır. Tıbbiyeli Hikmet Kurtuluş ve kuruluş yıllarında bir yandan Anadolu’yu kasıp kavuran sıtma, trahom, frengi, kolera, verem gibi hastalıklarla mücadele ederken bir yandan da bağımsızlık savaşına aktif olarak katılmış, en ön safda destek olmuşlardır. Kurtuluş Savaşı’nın en çetin dönemlerinde ve devrimlerin inşasında ilerici, akılcı ve yurtsever tutumları ile Atatürk’ün yanında yer edinmişlerdir. Milli Mücadele tarihinde doktorların en bilineni kuşkusuz Tıbbiyeli Hikmet’tir. 1919 yılında Sivas Kongresi’ne tıp öğrencisi olarak katılan Hikmet Bey bütün derneklerin “Rumeli ve Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti’’ adıyla, tek çatı altında toplanmasını öneren kişidir. Sivas Kongresi’nde ABD ve İngil Kurtuluş ve kuruluş yıllarında bir yandan Anadolu’yu kasıp kavuran sıtma, trahom, frengi, kolera, verem gibi hastalıklarla mücadele ederken bir yandan da bağımsızlık savaşına aktif olarak katılmış, en ön safta destek olmuşlardır. Atatürk’ün akıldaşlığından ve yoldaşlığından asla taviz vermemiştir. tere mandacılığı talep edildiğinde, öfkesini dile getirmiş ve çok sert tepki göstermiştir. Mustafa Kemal’in de bulunduğu özel bir sohbet ortamında yüksek sesle tarihe geçecek aşağıdaki sözleri ifade etmiştir; “Beyler, delege bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız.’’ “Paşam siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. “Devamında büyük bir cesaretle “Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı olarak değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz’’ demiştir. Odada bulunan herkes bu cüret ve cesaret karşısında Mustafa Kemal’in tepkisini merak etmiştir. Mustafa Kemal Paşa tıbbiyeli gence, “Evlat içiniz rahat olsun, biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: “Ya İstiklal, Ya Ölüm!’’ der. Reşit Galip Bir diğer Milli Mücadele kahramanı Dr. Reşit Galip’tir. Öğrencilik yıllarında gönüllü olarak gittiği Balkan Savaşı’nda yaralanmış, ardından Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, Kurtuluş Savaşı’nda köylerde Milli Mücadele propagandası yapmak için örgüt kurmuş, yiğit bir devrimcidir. “Üniversite Reformu”nun kurucusu ve andımızın yazarı Dr. Reşit Galip, karakteri ve devrimciliğinden ödün vermeyen bir hekimdir. Atatürk’ün sofrasında Reşit Galip söz alarak, Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’i eleştiri ve gericilikle suçlar. Atatürk, Bakanı’nı zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmaz ve “Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin’’ diyerek kibarca Reşit Galip’in sofradan ay rılmasını ister. Bununla birlikte genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktur. “Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır’’ der. Ortalık buz gibi olur ve Atatürk yanındakilere dönüp “Öyleyse biz kalkalım’’ der. Sofradaki heyet Reşit Galip’i orada bırakıp çıkarlar. 1932 yılında Atatürk’ün ricasıyla Milli Eğitim Bakanı olan Dr. Reşit Galip açık sözlülüğü ve devrimci kişiliğinden hayatı boyunca asla taviz vermemiştir. Refik Saydam, Tevfik Rüştü Aras 1919’da Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkan Dr. Refik Saydam; Erzurum’da Mustafa Kemal’in istifasından sonra tereddütsüz mesleğinden ayrılarak Milli Mücadele’ye katılmış, 1920’de TBMM’ye girmiş, Atatürk’ün yanından hiç ayrılmamış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı olmuştur. Sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasında ve halka ulaştırılmasında etkin görevler üslenmiş, bulaşıcı hastalıklarla etkin mücadele ederek Numune Hastanelerinin ve Verem Savaş Dispanserlerinin yurt genelinde kurulmasında görev üslenmiş büyük bir halkçıdır. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarında Dr. Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün ölümüne kadar Türkiye tarihinin en uzun Dışişleri Bakanı’dır. Dr. Tevfik Rüştü Bey 1907 yılında Mustafa Kemal ile sohbeti sonrası İttihat ve Terakki Partisi’nde politikaya girmiş, dönemin birçok politikacısı gibi İttihatçı olduğu için tutuklanmış, Bekirağa Bölüğü’ne gönderilmiştir. Milletvekilliği döneminde İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasında görev almış, Rasim Ferit Talay Dr. Rasim Ferit Talay Atatürk’ün çok güvendiği, en yakın gördüğü, en çok haberleştiği arkadaşıdır. Milli Mücadele yıllarında şifreli yazışmalarını Dr. Rasim Ferit Talay üzerinden göndermiştir. Suriye cephesinden dönerken Vahdettin’e yazdığı bakanlık talebini onun üzerinden iletmiştir. Mustafa Kemal 13 Kasım 1918’de işgal altındaki İstanbul’a vardığı zaman kendini karşılamaya gelen tek kişi Dr. Rasim Ferit Talay ve yaveri Cevat Abbas’a dönerek “Geldikleri gibi giderler’’ demiştir. Sabiha Sultan’la evlilik fikrini dahi soracak kadar yakın bulduğu arkadaşı Dr. Rasim Ferit Talay bu konudaki düşüncesini açıkça ifade ederek “Eğer bir sultanla evlenirsen eleştirdiğin Enver Paşa’ya benzersin’’ diyecek kadar Mustafa Kemal Atatürk’e yakındır. Mesleki eğitimleri gereği daima kolaylaştırıcı, sabırlı ve tamamlayıcı olmuş, liderlik iddiasından uzak durmuş hekimler; gerektiğinde Dr. Reşit Galip gibi devrimci, gerektiğinde Dr. Tevfik Rüştü Aras gibi akıldaş, gerektiğinde Dr. Refik Saydam gibi halkçı, gerektiğinde Dr. Rasim Talay gibi sırdaş, gerektiğinde tıbbiyeli Hikmet gibi antiempeyalisttir. Bir hekim şövenizmi içinde değilim fakat gazetecilerden, siyaset bilimcilerden, iktisatçılardan, askerlerden, mühendis ve hukukçulardan hatta mesleksizlerden dahi parti liderleri olmuştur, ama bir iki marjinal siyasi parti başkalığından öte hiçbir doktorun 1. adam olduğuna rastlanmamıştır. Çalışkan, hırslı, disiplinli ve doğrudan insan ilişkilerinin içinde olmalarına rağmen siyasi parti liderliğine doktorlar niyet etmemiştir. Hatta kurucusu oldukları İttihat ve Terakki Partisi’nde dahi liderliğe teşebbüs etmemişlerdir. Hekimler arasında belediye başkanları, milletvekilleri, il başkanları olmuştur, ama parti genel başkanı olmamıştır. Bugünün koşullarında da böyle bir durum Anadolu gezileri yapmalarına, son yerel seçim başarısına katkı sunmalarına rağmen söz konusu değildir. Evlatlarımıza tecavüzler nasıl ve ne zaman önlenir? Dindarlık kisvesi altında dincilik ve ahlaksızlık yapan, çocuklarımıza lar en ağır biçimde cezalandırıp damgalanmalıdır. 2) Bu alçak ahlaksızlar top tecavüz eden sapık alçaklar lumda teşhir edilmelidir. nasıl durdurulabilir? 3) Bunların hapisten çıktık Sayıları gittikçe artan bu tan sonra da, aynı ya da ben tecavüz olayları nasıl önle zer işlerde, eğitimde, çocuklar nebilir? la ilgili görevlerde çalışmaları Bu soruların yanıtlarını la na izin verilmemelidir. fı hiç dolandırmadan hemen HHH vermek, bir vicdan ve ahlak III borcudur! Bu olayların yaşandığı sah HHH te dindar, sahte eğitimci ve I ahlaksız ortamlar kurutul En önce siyasal tavır kon malıdır! malıdır: Dindarlık iddiası ve din eğiti Ne yazık ki, gerek siyasal or mi verme maskesiyle çocukla tamda, gerekse sosyal med rımıza el koyarak onlara teca yada, iktidar mensuplarının vüz edenleri barındıran vakıf bu konuda hassasiyet gös lar, dernekler, kurslar: terdiklerine, çocuklara teca 1) Şeffaflaştırılmalıdır. vüz edenleri şiddetle ve nefret 2) Sıkı bir biçimde denetlen le kınadıklarına pek tanık ola melidir. mıyoruz. 3) Tecavüz olayları yaşanan Tam tersine, bu olayları lar kapatılmalı ve sorumluları münferitleştirme, üstlerini ört cezalandırılmalıdır. me, yaşandıkları ortamları ak 4) Siyaseten desteklenme lama, hatta tecavüz olaylarının melidir. yaşandığı bazı vakıflara maddi 5) “Bir defadan bir şey ol manevi destek verme eğilimleri maz” diyerek mazur gösteril dikkatleri çekiyor ve eleştiri ko meye çalışılmamalıdır. nusu oluyor. 6) “Siz asıl genelevlere, bar AKP’ye oy veren seçmen lara, pavyonlara bakın” diye kitlesinin bu alçak, ahlaksız hedef saptırılmamalıdır. tecavüzcüleri hoş gördüğü HHH nü hiç sanmıyorum... IV SONUÇ Ama ne yazık ki, onların da Açıkça söylemekten çe sesleri, kamuoyunda pek du kinmeyelim: yulmuyor! Evlatlarımıza tecavüz edil HHH mesi... II Ancak dindar ve Evlatlarımızın hayatlarını muhafazakâr kesimlerin karartan bu alçak tecavüz seslerini yükseltmeleriyle... cüler en ağır biçimde ceza Özellikle de Erdoğan/AKP landırılmalıdır: iktidarının, bu ahlaksızlığı 1) Tecavüzcü ahlaksız alçak açıkça ve şiddetle lanetle lar için hiçbir, “iyi hal indirimi”, mesiyle... “hafifletici sebep” ve benzeri Durdurulabilir. indirimler uygulanmamalı, bun HAYDİ, SESİNİZİ DUYALIM! Diyanet’in şaşırtmayan tavrı(!) A.GANİ AŞIK E. MÜFTÜ VE CHP KAYSERİ Mv. “Bizde bir yâr sevmey nen – Köyü bir sancı tuttu (İlvanlım)...” türküsünde olduğu gibi, ne zaman ki milli tarihimizin Atatürk’ün önderliğinde elde edilmiş önemli bir gurur gününü yaşıyoruz; AKP zirvelerini ve taşıdığı sıfatın sorumluluğundan habersiz Diyanet İşleri Başkanı’nı bir sancı tutuyor. Kimseyi kastetmeden, Atatürk düşmanlarının alayı için genel bir ifade ile söylüyorum, büyük, derin ve şifa bulmaz kinin nedeni, elden çıkmış bu mübarek vatanı mucize denilebilecek destansı zaferler serisi ile kurtarmış olması mı? Diyanet İşleri Başkanlığı, “Türkiye’de İslam diniyle ilgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kamu kuruluşudur.” (DV İsl. Ans. Syf.455). Net olarak görüldüğü gibi, bu tanımlamada, Diyanet İşleri Başkanı’nın, “Cuma hutbeleri üzerinden Cami cemaati ve halk arasına nifak sokmak “biçiminde anlaşılabilecek bir ipucu yok, nerede ve ne zaman bir Atatürk düşmanı öldü, cüppe ve sarığı ile soluğu orada alıp, cenaze namazını kıldırmak da yok, Ata’nın vefat edilişinin yıl dönümünden bir gün önce İstiklal Savaşımız’da “keşke Yunan galip gelseydi” diyen meczubu evinde ziyaret etmek hiç yok.. Kendine gel hoca! Milleti ve devleti ile Türkiye Cumhuriyeti çok büyüktür, sorumluluk mevkiindeki bir yüksek bürokratın, hele de Diyanet İşleri Başkanı’nın (DİB), içi dışına uygun, devlet ve toplum değerleri ile müeddep olması zorunluluğu vardır. Hoca Efendi, kendisini, Meşihat makamındaki şeyhülislam sanıyorsa bu rüyadan uyanmalı, ham hayallerinden sıyrılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’tür. 30 Ağustos hutbesinde onu ve bu zaferde önderlik ettiği Türk milletini yok saymak DİB’nin haddi değildir. Diyanet’ten beklenen bellidir Bu yoksul halk, gücünün çok üstünde vergiler ödeyerek Atatürk’ün de kurucusu olduğu, Cumhuriyetin bu anayasal kurumunu ayakta tutarken, Diyanet’ten ve başındaki zattan siyasal İslam militanlığı değil, Kuran İslamının hizmetkârlığını bekliyor. Kuran İslamında, insanları bilinçli olarak incitmenin, hatta tahrik etmenin izahı yoktur. İslam zarafettir, letafettir, sevgi, şefkat ve merhamettir. Diyanet İşleri Başkanlığı (hatta din adamlığı) öncelikle gönül adamı olmayı gerektirir. Bir gönül adamı, insanları bilinçli olarak incitemez, tahrik edemez, siyasilerin zaten yeterince gerdiği toplumun sinir uçlarına dokunamaz. Tersine, Diyanet teşkilatının ve başındaki muhteremin, toplumsal gerginlikleri yatıştıran ve rehabilite eden bir çaba içinde olmaları gerekir. Bunun yo lu, her fırsatta Atatürk düşmanlığını pervasızca dışa vurmak olamaz. Kadir bilir Türk halkını Atası’ndan koparmanın imkânı yoktur. AKP ve bürokratlarının bu amaca yönelik 17 yıllık çabalarının tek sonucu, Atatürk sevgisinin toplumu daha da sarıp sarmalaması olmuştur. Atatürk üç kişiye ayağa kalkardı M. Kemal Atatürk, ilk Diyanet İşleri Başkanımız cennetmekân Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’ye çok özel önem verirdi. Börekçizade 1924 1941 yılları arasında (vefatına kadar) Diyanet’e başkanlık yapmıştır. 1920’li yılların başlarında eşi/ annemiz Samiye Hanım’ın Ankara belediyesinde meclis üyeliği yapmasını onaylayacak ölçüde aydın, pırıl pırıl bir beyne sahipti. Kefen parası ve cenaze masrafları için sakladığı birikimini, Milli Mücadele’de kullanılmak üzere M. Kemal’e verecek kadar da vatanseverdi. Ankara’da Kuvayi Milliye’nin kurulmasında, örgütlenmesinde ve Sultan’ın Şeyhulislam’nın (Dürrizade Abdullah Ef.) “M. Kemal ve arkadaşlarının katli vaciptir” fetvasının, Anadolu ulemasınca yırtılıp atılmasında önemli roller oynamıştır. Yeğeni ile evli olan merhum Ahmet Hamdi Kasapoğlu’ndan (Yüksek Din İşl. Kurulu Üyesi) dinlediğime göre; Aşağıayrancı’daki arsasına, elçilik binası yapmak üzere Yunan hariciyesinin satın almak için teklif ettiği astronomik bir parayı, “üzerini altınla kaplasalar bile Palikarya’ya arsa satmam “ diye reddetmiştir. (Günümüzün paragözleri bilmem utanır mı?) M. Kemal Paşa, İnönü ve Mareşal Çakmak’ın yanı sıra işte bu vatansever din âlimini de ayakta karşılardı. Atatürk, DİB Rıfat Börekçi’nin maaşının, en yüksek devlet memuru ücretinden 5 lira daha fazla olması emrini de vermiştir, bordrolar Diyanet’in arşivindedir. Atatürk düşmanlığını iman haline getirenlerin sözde gerekçeleri, onun “İslama zarar verdiği”dir. Oysa ki Ata, İslama asla zarar vermemiş, İslamdan geçinenleri zincirlemiştir. Günümüz Türkiyesi'ndeyse, zincirinden boşananların ülkeyi ne hale getirdikleri, Atatürk'ün büyüklüğünün ve ileri görüşlülüğünün açık kanıtıdır. Başkan’a bir öneri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüzelkişiliğine olan saygımı teyit ederek, sayın Başkan’a naçizane birkaç önerim olacak: Cumhuriyetin saygın bir kurumunun başında olduğunu dikkate alarak; Dürrizade ve Mustafa Sabri’lerin çizgisinden Rıfat Börekçi Hocamızın çizgisine evrilmesini, Kuran kurslarındaki yavrularımızın, hoca kılıklı azgın boğalar tarafından sistematik cinsel istismar yoluyla hayatlarının karartılmasına karşı çözüm aramasını, milli birliğimizin hassas kodları ile daha fazla oynamamasını ve nerede duracağını artık bilmesini temenni ederim. Sözün özü, hangi görev ve sıfatı taşıyor olursa olsun, Atatürk'e saygı duymayanın, Türk milleti sevdalısı olması ilmen mümkün değildir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle