19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 6 HAZİRAN 2019 PERŞEMBE [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ASLOLAN HAYATTIR BÜLENT KERIMOĞLU Bakırköy Belediye Başkanı Pusu kuran, tuzağa düşüren, “ben demiştim” demek için fırsat kollayanlar yerine; uyaran, akıl paylaşan, yol gösteren gerektiğinde düelloya davet edenlerin asil tutumunun değer gördüğü yıllardı. Ölümünün 56. yıldönümünde Nâzım Hikmet’i andık. Hakkında birçok yazı yazıldı, anı paylaşıldı, söz söylendi. Ben de Nâzım Hikmet’le olan tanışıklığımı sizlerle paylaşmak istedim. Aynı mahalleden ve lise yıllarından tanıdığım rahmetle andığım yakın dostumun ezbere okuduğu şiirlerinden tanıdım Nâzım Hikmet’i. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı. Kuvayı Milliye Destanı ile Milli Mücadele’yi en coşkulu biçimde anlatan, Atatürk’e duyduğu büyük hayranlığını yazdığı bu şiirde açıkça ifade eden Nâzım Hikmet’e, Atatürk’te “Türkçe dilinde hiç kimse bu kadar güçlü yazamadı” diyerek karşılık vermişti. İstanbul’un işgal yıllarındaki teslimiyetine isyan ederek Anadolu’ya geçen, Erzurum ve Sivas Kongreleri’ni şiirleştirerek antiemperyalist tutumunu mandacılığı reddederek açıkça ortaya koyan romantik komünistin hepimizin fikir dünyasında önemli yeri vardır. Anadolu’da bir ceviz ağacının altında mezar taşı isteyecek kadar memleket şairi olan Nâzım Hikmet; aynı zamanda sağcısısolcusu, muhafazakârımilliyetçisi hepimizin hatta şiirle ilgilenen dünya insanlarının ezbere bildiği “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen eternasyonalistti. Şevket Süreyya Aydemir, Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin geleceğinde önemli yeri olacağına inandığım, liseden sonra dereceyle ODTÜ’ye giren rahmetli arkadaşımdan öğrendim Mayakovski’nin Nâzım Hikmet üzerindeki etkisini. Onun sayesinde tanıştım Şevket Süreyya Aydemir’le. Jön Türkler, Jakobenizm, İttihat Terakki, kurnaz ve teşkilatçı Talat Paşa, hayalperest Enver, haşmetli Cemal paşalar, Menderes’in dramı, 1. ve 2. Adam hakkında uzun konuşmalar yapardık. Doğan Avcıoğlu’ndan sık sık alıntı yapar, eksik kalan milli demokratik devrime hayıflanırdık. 60 darbesi, 71 muhtırası, 9 Mart başarısızlığı, Amerikancı olduğu tartışma götürmez 12 Eylül faşist darbesinin solu ve toplumsal değerleri yerle bir ettiğini konu şur, mahalleden tanıdığımız devrimci abilerin, ablaların Mamak Cezaevi’nde gördüğü işkencelere üzülür, kendimizce çıkış yolları arar, günlük gazetelerde çıkan köşe yazılarından tespitlerde bulunurduk. ‘Ne verdiğimize değil, ne söylediğimize kıymet veren’ İlk okuduğumuz siyasi kitaplar, ezberlediğimiz şiirler, gizlice içilen ilk biralar, okuldan kaçıp sinemaya gidilen yıllardı. Her gün alınan bir Cumhuriyet ve haftalık Gırgır dergisi okumak, koltuk altında taşımak ayrıcalıktı. Henüz arkadaşlıklar, dostluklar, akrabalık ilişkileri piyasalaşmamıştı. Alınıp satılan bir değer değildi. Dostluklar yürekte ve akıldaydı. Ne verdiğimize değil, ne söylediğimize kıymet veren, birbirini geliştiren ama birbirini sömürmeyen dostluklar vardı. Modern dünyanın artan iletişim olanaklarına rağmen yalnızlaşan insanının aksine fedakârlığın, cömertliğin, dayanışmanın kısaca toplumculuğun önde olduğu yıllardı. Pusu kuran, tuzağa düşüren, “ben demiştim” demek için fırsat kollayanlar yerine; uyaran, akıl paylaşan, yol gösteren gerektiğinde düelloya davet edenlerin asil tutumunun değer gördüğü yıllardı. Görev yerine gelsin diye mesajla bayram kutlamaları yoktu. Ahmet Arif’in, Nâzım Hikmet’in, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in en güzel dörtlüklerinden siyah beyaz kartlarla bayram tebriki gönderildiği yıllardı. Kartların birinde Nâzım ustanın dediği gibi; “Biz haber etmeden haberimizi alırsın, yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin... o gider bu gider şu gider dostluk sen yanı başımızda kalırsın” diyen dostluğa davet vardı. Matematik hayatın ta kendisidir Tüm bunları hatırladık lise arkadaşlarımızla. Uzun uzun 80’li yılların ortasından günümüze kadar değişen insan ilişkilerini konuştuk. Son yıllarda buluşmaları seyreltsek de katılanların sayısı azalsa da bu yılki 19 Mayıs buluşmamızda hemen hemen hepimiz bir araya geldik. Bizleri hayata hazırlayan tüm öğretmenler gibi, çok kıymetli lise matematik öğretmenimiz Osman Salih Bilgin de bizlere katılmıştı. Matematiğin sadece rakamlardan ibaret olmadığını kendisinden öğrenmiştik. Ona göre matematik kültür sanattı, felsefeydi, rasyonalizmdi. Kısaca hayatın ta kendisi idi. O buluşmada; gencecik yaşında hayatın anlamsızlığına isyan ederek cesur fakat bizlerin yüreğinde derin bir yara bırakarak intihar eden benim siyasi karakterimde çok önemli yer eden arkadaşımızdan bahsettik. İşte beni Nâzım Hikmet’le tanıştıran, sonu intiharla biten tarihi ve edebi kişileri sohbetlerimizin ana konusu yapan, rahmetli arkadaşıma bir kez daha Nâzım’ın dizesiyle veda ediyorum, “aslolan hayattır”. Duygular ve siyasal rejimler DOÇ. DR. AYŞE ATALAY E. Öğretim Üyesi Her ne kadar filozoflar “insan düşünen hayvandır” dese de günümüzde ve geçmiş zamanlarda insanın aklını kullanarak, rasyonel bir şekilde düşünce ve davranışlarına yön verdiği savı kuşku götürür. Eğer insan aklını kullanabilseydi geçmişten ders almasını bilir; ne savaşlar ne de tamamen kapitalist ekonominin bir avuç sömürgenin sınıfsal çıkarı doğrultusunda pek ustaca kullandığı kitlelerin duygusal manipülasyonu sonucu özendirilen tüketim çılgınlığı ve bunun beraberinde getirdiği küresel iklim değişikliği gibi yaşadığımız gezegenin sonunu hazırlayan gelişmeler ortaya çıkmazdı. İletişim teknolojisinin gelişmesiyle birlikte kapitalist ekonominin var olmak ve kârlılığını sürdürmek için gereksinim duyduğu tüketim toplumu bilinçli, rasyonel düşünen, gereksinimi doğrultusunda tüketen bireyler yerine anlık duygusal gereksinimleri doğrultusunda davranan bilinçsiz bireylere ihtiyaç duyar. Kapitalist ekonomiler insan duygularını manipüle ederek kârlılık ve verimlilik artışını olanaklı olduğu ölçüde artırmak hedefini güderler. Medya aracılığıyla pompalanan propaganda, algı yönetimi, reklamlar bu yolda atılmış, kapitalist düzene gir di sağlayacak ekonomik aşamalardır. İktidarın faydacılığı İnsan duygularını sadece kapitalist ekonomi kendi çıkarı doğrultusunda kullanmaz. Siyasal rejim biçimleri de bireyin ve toplumun duygularını siyasal tercihi yönünde kullanır. Burada söz konusu olan toplumsal duyguların araçsallaştırılmasıdır. Milliyetçiliğin siyasal iktidar tarafından kullanılması duyguların araçsallaştırılmasına bir örnektir. İnsan davranışını yöneten duyguların temelinde gereksinimler yatar. Maslow’un gereksinimler hiyerarşisinde yer aldığı gibi insan önce fizyolojik gereksinimlerini doyurmak ister. Fizyolojik gereksinimlerden ayrı olarak her insan sevilmek, sosyal çevresi tarafından takdir edilmek, beğenilmek ister. Sevgi duygusunun karşıtı ise nefret duygusudur. Nefret duygusu ölüm sevgisinden kaynaklanır. Bu duygu ölüm sevgisine yönel diğinde “öteki”ni yok etme, ortadan kaldırma, ruhsal ve bedensel bütünlüğüne zarar verme isteğini dışa vuran bir nitelik kazanır. En son aşaması ise sözel ya da davranışsal saldırganlıktır. Siyahbeyaz dünya Nefret duygusunun tutsağı olan bireyler için dünya siyahbeyazdır. Böyle bir duygunun baskın olduğu toplumlarda da hoşgörü, farklı yaşam biçimlerine ve düşüncelere saygı, ifade özgürlüğü, yaşam hakkının kutsanması gibi çağcıl değerler ya baskılanır, ezilir ya da acımasızca ortadan kaldırılır. Eğer bir toplumda nefret duygusu toplumsal aktörlerin çoğunda yaygınsa ve bu duygu muktedirler tarafından özellikle körükleniyorsa biraz düşünmek gerekir. Artık böyle bir toplum orman kanununun egemen olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği despotik bir yönetim altında demektir. Böylece egemenler toplumda nefret duygusunu yaygınlaştıra rak “böl ve yönet” taktiğini zahmetsizce uygulama fırsatına kavuşurlar. Nefretin körüklendiği toplumlar hızla demokrasiden, çoğulculuktan uzaklaşırlar. Adalet ve hukuk gibi kavramlar hiçe sayılır. Bunun sonucu ise yabancılaşma ve kuralsızlıktır. Nefret dili bu bakımdan barışçı olmadığı gibi demokratik ideallerle de bağdaşmaz. Bir toplumda nefret duygusunun egemen kılınması o toplumun kolayca faşist bir siyasal rejime doğru evrilmesini kolaylaştırır. Bu bakımdan nefret duygusu kolaylıkla dogmatik düşünceye dönüşebilir. Bu tür bilinçsiz yığınlar faşist rejimlerin ideal yurttaş anlayışı için biçilmiş kaftandır. Oysa üyeleri arasında sevgi ve karşılıklı güven duygusunun ağır bastığı toplumlarda farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmak, herkesin düşüncesini özgürce ifade etme olanağı, işbirliği, yardımlaşma duyguları ağır basar. Bu unsurlar da toplumun bütünleşmesine giden gelişmelerdir. Nefret, faşizmin ruhu ise sevgi demokrasinin ruhudur. İstanbul belediye seçimi bu açıdan da önemlidir. İstanbulluların tercihleri bir belediye başkanı seçiminin çok ötesinde olacaktır. Sayın İmamoğlu’nun kişiliğinde oluşan sevgi halesi, nefret duygusunu egemen kılmak isteyenlere de atılmış güçlü bir tokat olacaktır. AKP niçin kaybedecek: 4 yanılgı Gerçekleri herkes görüyor: Yolsuzluk ve zulüm hiçbir dönemde bu denli artmamış ve sürekli hal almamıştı. Evet, her toplumda her zaman yolsuzluk olabilir, olur... Türkiye’de de zaman zaman olmuştur. Evet, her toplumda her zaman zulüm olabilir, olur... Türkiye’de de zaman zaman olmuştur. Ama hiçbir toplumda hiçbir iktidar sadece yolsuzluk ve zulüm üzerine uzun süre egemenlik sürdüremez... Türkiye’de de sürdüremeyecektir. HHH İktidarın birinci yanılgısı, yargıyı emri altına alınca, yargı kararıyla yaptığı yolsuzluk ve zulümleri toplumun haklı ve adil olarak kabul edeceğini sanması oldu. Oysa herkesin kendi aklı ve vicdanı vardır ve yargı kararlarıyla da yapılsa, insanların bir bölümü, yolsuzluk ve zulümleri kabul etmez, etmedi. İktidarın ikinci yanılgısı, medyayı tümüyle kontrol altına alınca, yolsuzluk ve zulüm haberleri verilmeyeceği için, toplumun bunlardan haberinin olmayacağı ve dolayısıyla, yolsuzluk ve zulüm uygulamalarının kendisine oy kaybettirmeyeceği idi: Oysa, kitle iletişimini ne denli yok ederseniz edin, her zaman geçerli olan “Fısıltı Gazetesi” ve günümüzde önlenemez hale gelen “Sosyal Medya” aracılığı ile, er geç her toplum yaşadığı gerçekliğin farkına varır. İktidarın üçüncü yanılgısı, kendisine zaman zaman destek veren nüfusun yarıya yakın kısmının bağımsız akıl ve vicdan sahibi olmadığına inanması ve kendisine destek verenlerin yolsuzluk ile zulüm uygulamalarını duysalar bile inanmayacaklarını, inansalar bile bunlardan rahatsız olmayacaklarını düşünmesiydi. Oysa seçmenlerin (ve nüfusun), AKP’ye oy veren neredeyse yarısına yakın bölümünün yeterince akıl ve vicdan sahibi olmadığını, yolsuzluk ve zulüm uygulamalarından rahatsızlık duymayacağını sanmak gerçeklere uygun değildi. İktidarın dördüncü yanılgısı, insanların akıllarını ve vicdanlarını din/mezhep, tarikat/cemaat ilişkileri ile tamamen ipotek altına alabileceğini ve sürekli olarak böyle tutabileceğini sanmasıydı. Oysa, 21. yüzyılda, dinden, imandan, tarikat ve cemaatlerden, ortaçağ işlevlerini beklemek yanlıştı. İnsanların akıllarını ve vicdanlarını din/iman, tarikat/ cemaat yoluyla, sürekli olarak teslim almak, gerçeklerden, bilimden, dünyadan, toplumdan tamamen koparmak olanaksızdı. HHH İktidarı düşürecek olan nedenler yolsuzluk ve zulümdür. İktidar, bunları durdurmak/düzeltmek yerine, yukarıdaki dört yanılgıdan dolayı, hem yolsuzluğa hem de zulme son sürat devam etmektedir. HHH Gittikçe gerçeklerin farkına varan AKP seçmeni için: DİREN AKIL.. DİREN VİCDAN... DİREN DEMOKRASİ!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle