25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 31 MART 2019 PAZAR HABER/Yorum Bu ülkenin genetiğiyle oynamayın; çarpar Sevgili okurlarım, Akit, Yeni Şafak, Star ve Sabah gazetelerinin ihbarıyla ve iki kişinin şikâyetiyle “Yeni kuşak türbanlılar” yazımdan ötürü nur topu gibi bir davam daha oldu. Çocuğum yaşında savcıya yazdıklarımın ne denli bilimsel olduğunu uzun uzun anlatmıştım, Mezapotamya’dan, Sümerlerden söz etmiştim ama günümüzde bilimsel olmanın suçlu olmakla eşdeğer olduğunu unutmuşum. Bunu unuttuğum için kendimi affetmeyeceğim. Öyle mi? Şimdi ben de şikâyetçiyim, iktidar mensupları, yandaş medya ve sözüm ona adalet dağıtanlar bu güzel memleketi bir hard pornoya çevirdiler. Önce biraz açıklama, porno abartmak demektir, yalan demektir, gerçek olmayanlarla insanları aldatmak demektir. İşte ben de diyorum ki, ülkemi bir porno cenneti yaptınız. Örneğin; Şule Çet davasında hâkimin, genç kızın babasına “Öğrenciymiş neden çalışıyordu ki” diye bir soru sorması, açıkça “Kızın da pek iyi bir ayakkabı değilmiş” anlamına gelir ki, bu da pornonun ana unsurlarından biridir. Buna biz algı yönetimi diyoruz, porno insanoğlunu en vahşi, en acımasız eylemlere davet eder ki, bu da algı yönetiminden başka bir şey değildir. Şimdi gelelim, Rabia Naz’ın herkes tarafından bilinen ama bir türlü çözülemeyen cinayet davasına. Bu konuda ünlü yazar Marquez’in Kırmızı Pazartesi adlı uzun öyküsü bize rehberlik edecek. Şöyle küçük bir kasabada bir cinayet işlenmiştir, herkes bu cinayetin failini bilir ama kimseler konuşmaz. Ülkemin 7000 nüfuslu bir ilçesinde (Eynesil) herkes işlenen cinayeti biliyor ama hemen karar veriliyor: “İntihar etmiştir!” Her çeşit araştırma kıza bir arabanın çarptığını gösteriyor. Herkes bir araçtan haberdar. Aceleyle yıkatılan arabanın yıkama işlemini yapan servisin sahibi konuşmuyor. Kızın elbiseleri kayıp. İşte porno dediğimde ben bunu anlatmak istiyorum. Yalanı bilerek söylemek! İnsanları kandırmak için özellikle yalan söylemek. Pornoda hiçbir olay gerçek değildir, baştan ayağa düzmecedir ve insanları kandırmak için kullanılır. Hâkim ve savcılar işlerine başlamadan önce yemin ederler, tarafsız olacaklarına dair, gerçeği bulacaklarına dair. Ama yeni kuşak hukukçular, bu yemini unutmuş görünüyor. Ve sonuçta aklı başında herkes adalete ve uygulayıcılarına karşı güven sorunu yaşıyorlar, adaletin güçlüyü koruduğuna inanç hemen hepimizde yerleşmiş durumda... Adana’da yarı engelli bir genç kıza defalarca tecavüz eden beş kişi, uzun hapis cezaları almakla yargılanıyor ama hâkim “kızın itiraz etmediğini” söylüyor, kıza soruyor: “Neden bağırmadın?” Kızcağız tüm saflığıyla şöyle diyor: “Bilmiyorum.” Öyleyse rızan var ve ağır cezayla yargılanan sanıklar serbest bırakılıyor. Nedir bu şimdi? Yani engelliysen, bağırmayı akıl etmemişsen sen suçlusun! Bu nasıl bir şey? Porno filmlerinde tecavüz çok sık kullanılır. Kişileri tahrik ettiği söylendiğinden! Ve çoğunda tecavüze uğrayan kadınların zevk aldığı gösterilir. İnlemeler, bağırmalar gırla gider. Bu davada da engelli kız sesini çıkarmadığı için bu işten zevk almış gibi bir algı yaratılıyor. Yazarken ben utanıyorum, karar verenler nasıl bu denli acımasız, bu denli insan yaşamına karşı olabiliyorlar? Biraz da seçimde kullanılan afişlere gelelim. Vıcık vıcık bir aşk ilanı. Özellikle de erkek adaylardan. Ben aşkın hiç bu kadar ayaklar altına alındığı, rezil edildiği, alay konusu yapıldığı bir dönem görmedim. Kime aşk ilan ediyorsunuz? Nedir bu sevda? İnsanlarla alay etmek bu olsa gerek. Pornoda aşk kelimesinin a’sı bile yoktur. Özelliği budur, siz rezil ettiğiniz kentlere nasıl âşıksınız? Nedir bu talan, rant aşkının, insanoğlunun en güzel özelliği aşkla üstünün kapatılması? Ama hiçbir savcının insanları kandırıyorlar diye afişlerden birine bile dava açtığını görmedim. Ama bana ve benim gibi gerçeği söylemekten vazgeçmeyen yazarlara, çizerlere, tiyatroculara, sinemacılara, akademisyenlere, öğrencilere, milletvekillerine anında dava açıyorsunuz. Şimdi bu yazıya da dava açmanızı bekliyorum. Ve bir kez bile insanları hedef gösteren Sabah, Yeni Şafak, Akit ve Star gazetelerine, her gün binlerce yalan söyleyen televizyon kanallarına soruşturma açtığınızı görmedim! Haklı değil miyim, ülkemi bir hard porno cehennemine çevirenlerin elini kolunu sallayarak gezdiğini görmek size nasıl geliyor? Mutlu musunuz? Kiminin saçları kıvırcık bir kuş yuvası, kiminin yor. Öğrenciler, üç hafta boyunca düşünür konu rüzgâr altında başak ğu karşılamaya tarlası. Kimi kız, kimi hazırlanıyor. erkek. Kimi gözlüklü, Sınıflara, Michel kimi sümüklü. Kimi hâlâ Serres’in kitap parmağını emiyor, kimi larını içeren se Anaokulundaburnundan çıkardığını pantolonuna siliyor... Kimisi ufak tefek, na petler konulmuş. Minikler, okumayı bilmeseler de alıp felsefe dersirin ve sakin. Kimisi ateş topu, yerinde duramıyor. Uzun boylu olanlar, karıştırıyorlar. Öğretmenler, onlara her gün konuk incecik gövdelerine hakkında yeni bir oranla kocaman kafalarıyla diğerlerinin tepe bilgi aktarıyor. sinden bakıyor. Okulun giriş duvarında yaşlı bilginin çocuk Ama hepsinin güzel gözlerinde, insanın içini luk, gençlik ve şimdiki hayatından kesitler titreten; çünkü kötülükle henüz tanışmamış bir içeren bir fotoğraf panosu var ve bu panoda, yaşam sevinci, başka bir deyişle masumiyet küçük öğrencilerin fotoğraflara yaptıkları bir parlıyor. birinden şirin yorumlar da yer alıyor. Örneğin Korumayı nasıl başardıysa, başına toplan bir öğrenci, Michel Serres’i akademisyen dost dıkları yaşlı adamın da gözlerinde aynı masu larıyla gösteren bir fotoğraf için, “Bu bir dede miyet pırıltısı var! toplantısı. Birbirlerine hayatlarını anlatıyorlar!” Oysa bembeyaz saçları, ak çalıları andıran deyip çıkmış işin içinden. Bir başkası, Michel kaşları, buruşuk yanakları ve elindeki basto Serres’in elini başına koymuş portresini “Par nuyla Michel Serres, geride bıraktığı 88 yılda maklarıyla kafasına basıyor, çünkü düşünce dünyadaki kötülüklerden çok görmüş geçirmiş kafaya basınca dışarı çıkıyor!” diye açıklamış. olmalı. HHH Yer, Paris’in 9. Bölgesi’ndeki Rochechouart Michel Serres, çok mutlu. Anaokullardaki ilk anaokulu. mesaisini, Le Parisien gazetesinin muhabiri Çağımızın yaşayan en büyük düşünürlerin ne, “Hayatımın en güzel günü. Hep en geniş den biri, Stanford Üniversitesi profesörü ve kesime ulaşmaya çaba gösterdim. Bu yaştaki Fransız Akademisi üyesi Michel Serres; henüz çocuklarla diyalog kurabilmek, ömre bedel bir hiçbiri okuma yazma bilmeyen dört yaş sınıfı armağan” sözleriyle yorumluyor. öğrencileriyle sohbet toplantısında. Üç haftadır bekledikleri filozof amcaya akıl HHH larına gelen her soruyu soran küçüklerden biri, Önce kaynaşma niteliğinde, kolay sorular sonunda herkesin yanıtından korktuğu soruyu soruluyor: soruyor: “Noel Baba gerçekten var mı?” Sen kitap mı yazıyorsun? Yaşlı adam, “Sana bir sır vereceğim” diye Bisikletin var mı? başlıyor. Küçükler pür dikkat, kulak kesiliyor Peki kitap yazmaktan başka ne yapıyorsun? lar. “Noel Baba’ya hiç rastlamadım. Sanırım Derken ciddi bir soru geliyor: “Şimdi ne öyle biri yok.” üzerinde çalışıyorsun” diye soruyor, bir oğlan. Minikler ciddi bir sessizliğe bürünüyor. Düşünür, sükunetle doğruyu söylüyor: “Belki Hiçbiri hıçkırıklara boğulmuyor. bir süre sonra yok olacağım. Dolayısıyla son Bazıları, “biliyordum zaten” gibisinden başını kitabımı yazmaya çalışıyorum.” sallıyor. Diğerleri, kuşkuyla dudak büküyor. Aynı zamanda matematikçi ve bilim tarihçisi Sonunda bir kız çocuğu, arayı buluyor: “Noel olan Michel Serres, ömrünü felsefeyi basitleş Baba geceleri gelir. Karanlık olduğu için gör tirerek daha fazla insana ulaştırmaya harcamış memişsindir!” biri. Çocukları okumaya özendiren kamu ku HHH ruluşu Paris Lecture’ün anaokulu öğrencilerini Noel Baba’yı ben de görmedim, aziz okur pedagojik Felsefeye Alıştırma projesine katıl larım. mayı sevinçle kabul etmiş. Pek çok anaokulu Ama Le Parisien gazetesinde okuduğum na konuk oluyor ve yaşı 3 ile 5 arasında deği yukardaki haberi, bu seçim günü, size bizzat şen yüzlerce minik öğrenciyle buluşuyor. yaşamış gibi ve imamlara emanet, çoğunun HHH zekâsına ihanet, bazılarına da tecavüz edilen Sohbetler, öyle “Yarın yaşlı bir dede gelecek, çocuklarımızı düşünerek; yoğun duygularla sorularınıza cevap verecek” tadında başlamı yazdım. Soma katliamı için 168 dava SELDA GÜNEYSU Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 13 Mayıs 2014 yılında, Manisa’nın Soma ilçesinde meydana gelen ve 301 madencinin yaşamını yitirdiği maden faciasında, kazada yaşamını yitiren işçilerin mirasçıları tarafından bakanlık aleyhine toplamda 168 dava açıldığını açıkladı. Dönmez, “İdari yargıda açılan davalardan karar çıkan dosya sayısı 79 adettir” dedi. Bu davaların çoğunluğunu ‘tazminat davaları’ oluşturuyor. HDP İstanbul Milletvekili Oya Ersoy’un yazılı soru önergesini yanıtlayan Bakan Dönmez, “Soma’da meydana gelen maden kazasında yaşamını yitiren işçilerin mirasçıları tarafından bakanlığımız aleyhine idari yargıda 162 dava, iş mahkemelerinde ise 6 dava açılmış olup, idari yargıda açılan davalardan karar çıkan dosya sayısı 79 adettir” dedi. İdari yargıda karar çıkan tüm dosyalarda bakanlığa ödeme taleplerinin ulaştığını, ödeme talepleri ve ilamlı icra takibi başlatılan dosyalarda ise icra emirleri ve mülganın Maliye Bakanlığı’nın 11 Mart 2005 tarihli ve 8600 sayılı ‘Mahkeme Harcı ve Masrafları, İlama Bağlı Borçlar’ başlıklı talimatı gereğince ödemenin yapılması için mülga olan Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne sevk edildiğini söyledi. Dönmez, “Açılan davalar sonucunda çıkan kararlar için alınmış ‘kesinleşmeden davacılara ödeme yapılmaması’ yönünde bir karar bakanlığımızın bilgisi dahilinde değildir” dedi. Gürkan beraat etmişti Facianın ardından Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın da bulunduğu tutuklu 5 sanık için 15 yıldan 22 yıl 6 aya kadar hapis cezaları vermişti. Şirketin patronu Alp Gürkan’ın da aralarında bulunduğu 37 sanık ise beraat etmişti. l ANKARA Madencilerden iş güvenliği eylemi Zonguldak’ta, TTK Karadon Müessese Müdürlüğü’nde 16.00 00.00 vardiyasında çalışan maden işçileri, çalışma şartlarıyla ilgili kurumun bazı kurallarını protesto etmek için vardiya çıkışı ocaktan çıkmama eylemi başlattı. TTK Karadon Müessese Müdürü Fazlı Uncu ve Genel Maden İşçiler Sendikası (GMİS) temsilcileri işçilerle görüşmek için maden ocağına girdi. İşçiler, 2,5 saat sonra eylemlerine son vererek ocaktan çıktı. Genel Maden İşçiler Sendikası (GMİS) Genel Başkanı Hakan Yeşil, işçilerin iş sağlığı ve güvenliği konusunda ki talepleri nedeniyle böyle bir eylem yaptığını söyledi. Yeşil, “Sendika temsilcilerimiz ve kurum yöneticileri ocağa inerek işçileri sorunların çözüleceği sözünü verdi. İşçilerde eyleme son verdi. Sendika olarak takipçisiyiz” dedi. l DHA KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr 31 MART 2019 SAYI: 34143 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça Sorumlu Müdür Ozan Alper Yurtoğlu Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Şehriban Kıraç l İç Politika: Ali Açar l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l İzmir Temsilcisi: Hakan Dirik Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:16 05:03 05:29 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06:43 13:14 16:46 06:28 12:58 16:30 06:52 13:21 16:53 Akşam 19:34 19:18 19:40 Yatsı 20:55 20:37 20:57 ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Mesele beka sandıkandığa gitmek bir şeyleri değiştirecek olsaydı, hiç kuşkunuz olmasın o da yasak Slanırdı. Pardon, bu laf zinhar bizim için değil. İngiliz radikal solunun sloganı imiş. HHH ABD Başkanlık seçimlerinde de sistem gereği genelde iki aday yarışır. İki adaya birden karşı olanların ise ünlü sloganı ise şudur: “Tanrıya şükür sadece biri kazanacak!” Bu slogan da ne yazık ki bizim için geçerli değil. Kazanan “ikisi birden” olacak! HHH İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair’i iktidar yapan 10 slogandan biri de “Halkın hayattan daha çok keyif alması sağlanacak” idi. Rahmetli İsmail Cem, bir ara bu sloganın bizde de benimsenmesini savunmuştu. Elbette gündeme bile giremedi. Bendenize ise sadece bir günlük yazı konusu oldu (28.04.1997). Neden mi? Çünkü halkımız çok iyi bilir ki. Hayattan daha çok keyif almak için, iktidardaki  liderin, keyif kaçırmaması yetip de artıyor. HHH İngiltere için, demokrasinin “beşiği” denir. Demokrasi ile beşik yan yana gelince akla ister istemez uyku ve uyutmak geliyor. Bu seçimlerde olduğu gibi geçen seçimlere de Avrupa Konseyi ve AGİT’ten gözlemci heyetler katılmıştı. İsviçreli bir parlamenterler ile havaalanında (VIP) tanıştık. Ayaküstü konuşuyoruz. Anestezistmiş. Sohbeti koyulaştırmak için “Politika ile uyumlu bir meslek herhalde anestezi, yani uyutmak” diye takılacak oldum. Birden ciddileşti. “Belki sizin gibi ülkelerde öyledir!” dedi. Ve ekledi: “Anestezide uyutmak en kolayıdır. Esas olan uyandırmaktır. Bilincin geri gelmesini sağlamaktır!” “Sorry!” deyip sustuk. TBMM’de ve Külliye’de mesleği anestezistlik olan yok. İnşallah, bugün seçilecek binlerce belediye başkanı, belediye meclisi üyeleri veya muhtarlar arasında birkaç kişi bulunur. HHH İngiliz siyasetinde seçim sonuçlarını belirleyen orta ve alt gelir gruplarının oy verme eğilimleri. Siyasette prim yaptığı düşünülen “sürekli güler yüzlü” görünmenin belli handikapları var. Tony Blair’in sürekli gülücük dağıtan halinden başlangıçta genç kesim argo deyimle “kıl” kaptı. Kendisine “smarmy” (yalaka kibirli ukala) diye isim takıldı. Rakibi olan Muhafazakâr John Major ise sıradan bir İngiliz olduğunu kanıtlamak üzere örneğin, gömleğini külotunun içine soktuğunu ve pantolonunu öyle giydiğini bir TV programında açıkladı. Bu açıklama alt gelir grubunda geniş bir sempati dalgası yarattı. Ama ülkeyi yöneten kişinin zevkli ve özenli giyinmesine de önem veren bir kitle de Mr. Major’e sırtını döndü. Sahi, bizde liderlerden gömleğini külotunun içine sokuşturan var mı? Keşke iftiracı, yalancı, düzenbaz gibi sözler yerine bu tartışma konusu olsaydı. HHH “Beka” ise kaçınılmaz olarak zihinlere yer etti. Bu söz aslında “sonun başlangıcı”, ya da “başlangıcın sonu” demek. Altı yıl önce bugünlerde kaybettiğimiz Müslüm Gürses’in ünlü türküsünde dediği türden bir “derin mesele” bu sandık ve beka işi: Halkın Müslüm Baba’sı belki de seçmenin feryadını dile getirip duruyordu:   “Bu benim meselem, derin mesele ezelden ebede giden meselem hatırım çiğnendi, kalbim kırıldı ömrümün derdidir benim meselem meselem alın yazım gibi meselem cevapsız sorular üst üste biner kördüğüm misali benim meselem hasretin korkusu ruhuma siner yanına çağırır beni meselem meselem alın yazım gibi meselem kırık sazım gibi meselem iki gözüm gibi meselem meselem bir sevda türküsüdür meselem aşkımın öyküsüdür meselem yeryüzü gökyüzüdür meselem, meselem” HHH Çocukken oynadığımız acımasız bir oyun vardı. “Saftirik” bir kurban seçerdik. Kaşkol, kalem, ayakkabı teki gibi bir eşyasını kapardık. Sonra da etrafını çembere alırdık. O eşyayı elden ele dolaştırır ve aynı tekerlemeyi defalarca en cırtlak sesimizle yineler dururduk. “Ortada sandık... Alavere usandık!” Biçare sonunda öfkeden, çaresizlikten ağlamaya başlar, eşyasına öyle kavuşurdu. Yıllar sonra, “ortada sandık” adlı oyunun aslında bir “alaveredalavere” ile olduğunu fark etmiştik. 17 yıldır vatandaşlarının hayatına en çok sandık sığdıran ülkeyiz. Belki de amaç sandıktan usandırmak. Yine Batı’da pek benzeri olmayan bir katılım rekoru kıracağız. Sandık bizden usansa da biz sandıktan usanmamalıyız! TEŞEKKÜR Acil ve başarılı bir ameliyatla beni sağlığıma yeniden kavuşturan sevgili doktorum ÜROLOG PROF. DR. ORHAN TANRIVERDİ ve EKİBİ ile bu imkanı veren ve mensubu olmaktan gurur duyduğum TBB’ne en içten teşekkürlerimi sunuyorum. AV. HAYDAR AKSU C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle