17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 ŞUBAT 2019 PERŞEMBE [email protected] TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER sorunlarınaAtaytaüşraksabyudgıün Suriye ve Irak nasıl bakardı? Seçimi sandıktan önce İlker Başbuğ 21 Aralık 1937’de Atatürk’ün, Suriye Başvekili Cemil Merdam ile görüşürken söylediği şu sözler, Suriye ve Irak ile olan düşüncelerini açık şekilde ortaya koymaktadır: “Ben Suriye’yi bilirim. Gençliğimde Şam’da bulundum. Sürgün olarak. Suriye’nin birçok şehrinde de yaşadım. Daha sonra komutan olarak bulundum. Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu’ndadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu’daydım. Ben Talat Paşa’ya teklif ettim: Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz, dedim. Talat Paşa, bunu başkasına söyleme, seni asarlar, dedi. Fakat yapılacak şey buydu. Eğer yapılsaydı bugün Türkiye, Suriye ve Irakki zaten kardeştirlerdaha samimi kardeş olacaklardı.” Atatürk’ün Talat Paşa’ya mektubu Atatürk, 29 Şubat 1920’de Talat Paşa’ya gönderdiği mektupta yine Suriye ve Irak’ın bağımsızlığına değinmektedir: “Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra ‘konfederasyon’ halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir.” Görüleceği gibi, Atatürk 1912 ve 1920 yıllarında Suriye ve Irak’ın bağımsız bir devlet olmasını düşünüyordu. Suriye ve Irak’ın bağımsızlığı kazanması durumunda Türkiye’nin Suriye ve Irak’la olacak sınırları nasıl tespit edilecekti? Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak 3 Kasım 1918’de yayımladığı emirde Halep’le ilgili şu tespiti yapmıştı: “Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesileyle hatırda tutulmalı ve her davada bu esas alınmalıdır.” 1920’li yıllarda Musul vilayetinin (Süleymaniye, Kerkük kazaları ve Musul merkezi) nüfusuna bakıldığında Türk ve Kürtlerin toplam nüfusu 410 bin 790 iken Arap nüfusu 1912’lerden beri Suriye ve Irak’ın bağımsız olmasını savunan Atatürk, her şeyden önce Suriye ve Irak’ta barışın ve huzurun sağlanmasına öncelik verirdi. Bu ise, Suriye ve Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğünün korunması ile sağlanabilir. Siyasi bütünlük için gerekli olan ise “üniter devlet” yapısıdır. 43 bin 210 civarındaydı. Bu tespitler; Halep ve Musul vila yetinin, o günkü demografik yapıları çerçevesinde, Türkiye sınırları içerisinde bırakılmasını gösteriyordu. Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918’de imzalandı. O gün Osmanlı ordularının fiilen hâkim olduğu hat şöyleydi: Lazkiye kuzeyi Halep Cerablus Köprüsü güneyi Deyrizor Musul Kerkük – Süleymaniye. 28 Aralık 1919’da Ankara’da eşraf ve ileri gelenlerle yaptığı konuşmada bu hattı ifade eden Atatürk, bu konuya şöyle açıklık getirmiştir: “Bu sınır ordumuz tarafından silahla korunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt unsurlarıyla meskun vatan kısımlarımızı sınırlar. Bu sınır dahilinde kalan memleket kısımlarımız Osmanlı camiasından ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir. Meclisi Mebusan’ın kabul ettiği Misakı Milli “Bunun güney kısımlarında Arapça konuşan dindaşlarımız vardır.” Atatürk’ün bu düşüncesi; 17 Şubat 1920’de Meclisi Mebusan’ın kabul ettiği Misakı Milli’de de aynen yer almıştır: “Osmanlı Devleti’nin yalnızca Arap çoğunluğuyla meskun olup, 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin yapıldığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmelidir. Dinen, örfen, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakârlık hissiyatıyla dolu Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskun bulunan kısımlarının tamamı, hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür.” Atatürk, Türk ve Kürtleri ayrılmaz bir bütün olarak görüyordu. Netice olarak Atatürk, TürkiyeSuriye ve TürkiyeIrak hudutlarının; Lazkiye kuzeyi Halep Cerablus köprüsü güneyi Deyrizor Musul Kerkük ve Süleymaniye’den geçirilmesini düşünüyordu. 16 Ocak 1923’te Atatürk İzmit’te gazetecilerle yaptığı görüşmede de bu konuya şöyle değinmişti: “İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırlarımız dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak üzere sınırı güneyden geçirmek lazımdır.” Mondros Mütarekesi’nin uygulanmasında İstanbul Hükümeti’nin aciz ve çaresiz kalması neticesinde, İngilizler Musul’u, Halep’i ve İskenderun’u işgal ettiler. Türkiye’nin Musul’u kaybetmesi 7 Mart 1925’te Diyarbakır’da Şeyh Sait İsyanı başladı. 31 Mayıs 1925’te isyan bastırıldı. İsyanın arkasında İngiltere vardı. Ama bu isyan Türkiye’nin Musul’u kaybetmesine neden oldu. Irak 1932 yılında, Suriye ise 1946 yılında bağımsızlıklarını kazandı. Bugün Atatürk yaşasaydı, Irak ve Suriye sorunlarına nasıl bakardı? Mustafa Kemal Atatürk, TBMM’de yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Esaslı devrim ve gelişim içinde bulunan bir memleketin hem kendisinde hem de komşularında barışı ve huzuru cidden kabul etmesinden, istemesinden başka bir şey düşünülemez.” 1912’lerden beri Suriye ve Irak’ın bağımsız olmasını savunan Atatürk, her şeyden önce Suriye ve Irak’ta barışın ve huzurun sağlanmasına öncelik verirdi. Bu ise, Suriye ve Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğünün korunması ile sağlanabilir. Siyasi bütünlük için gerekli olan ise “üniter devlet” yapısıdır. Saddam Hüseyin, 11 Mart 1970’te Iraklı Kürtlere özerklik vererek, Irak’ın üniter devlet yapısında ilk deliği açmıştır. 5 Nisan 1991’de de Birleşmiş Milletler’in aldığı kararla Irak’ın kuzeyinde Çekiç Güç’ün kullanılmasına başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti de 1991’den 2003’e kadar geçen sürede, Çekiç Güç’e ve Kuzeyden Keşif Harekâtı’na destek vererek, bir ölçüde Atatürk’ün çizgisinden uzaklaşmıştır. Şam hükümetini tercih ederdi Sonuç, 2005’te Irak anayasası ile Irak’ın federal bir devlet yapısına dönüşmesi ve 2017 yılında da Irak’ın kuzeyinde “bağımsız Kürt devleti”nin kurulmasına yönelik bir referanduma gidilmesi olmuştur. Atatürk’ün Bağdat yerine Barzani ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilere öncelik vereceği düşünülemez. Elbette, öncelik merkezi hükümette olacaktı. Suriye’de iç çatışmalar 18 Mart 2011’de başladı. Suriye’nin kuzeyinde özerklik faaliyetleri ise 2014 yılının başlarında ortaya çıktı. Atatürk bu olaylar karşısında, Şam hükümetinin yanında yer almayı tercih ederdi. Türkiye için ‘beka sorunu’ Bugün, karşılıklı yapılan hatalar neticesinde, Suriye’nin kuzeyinde oluşan siyasi yapılanma Türkiye için bir “beka sorunu” haline dönüşmüştür. Amaç Suriye’nin toprak ve siyasi bütünlüğünü koruyarak, bağımsız, huzurlu ve barış içinde bir ülke haline dönüşmesi ve Suriye’den Türkiye’nin güvenliğine ve bekasına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması ise bunun en doğru çözüm yolu, Ankara’nın Şam ile beraber çalışmasından geçmektedir. Atatürk bugün yaşasaydı, Suriye sorununda takip edeceği politikanın ana eksenini, bu siyaset oluştururdu. 1. Suriye ve Irak, Kaynak Yayınları, 2018, s.141 2. A.g.e. s.70 3. A.g.e. s.46 4. Zekeriya Türkmen, Musul Meselesi, Atatürk Araştırma Merkezi, 2003, s.5 5. Suriye ve Irak, Kaynak Yayınları, 2018, s.58 6. A.g.e. s.108 ‘Heybeliada Ruhban Okulu’ sorunu Lozan Antlaşması madde 40, azınlıkların istediği şekilde okul açmasına izin vermemektedir. Madde Müslüman olmayan azınlıkların hukuken ve fiilen diğer Türk vatandaşlarıyla eşit olmasını temin etmektedir. Patrikhane’nin talep ettiği statü Müslüman çoğunluğun sahip olmadığı bir ayrıcalıktır. Prof. Dr. Sibel Özel / Mar.Ünv. Huk. Fak. Milletlerarası Özel Huk. Ana. Dal Başk. Heybeliada Ruhban Okulu’nun (HRO) kapalı olması azınlıkların din özgürlüğü çerçevesinde ele alınmakta ve TC’nin siyasi bir karar alarak okulu açması gerektiği her platformda dillendirilmektedir. Oysa HRO, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ve HRO ile ilgili olmayan bir kararın ardından hukuka uygun olarak kapatılmıştır. Zira Anayasa Mahkemesi’nin belirlediği üzere özel üniversiteler anayasaya aykırıdır ve adı üniversite olmasa bile üniversite eğitimi veren özel yüksekokulların mevcudiyetine imkân tanıyan kanun hükümleri anayasaya aykırıdır. HRO da karar kapsamında bir yüksekokul olduğu için diğer yüksekokullarla birlikte hukuken kapatılmıştır. Patrikhane’nin istemi 4 HRO’nun yeniden eğitime başlaması ancak hukuk kurallarına uygun bir statü ile mümkündür. Hukuk kuralları herkes için eşit bir şekilde, ayrımcılık yapılmadan uygulanmalıdır. Bu itibarla HRO meselesinde incelenmesi gereken husus Patrikhane’nin talep ettiği statünün hukuka uygun olup olmadığıdır. Patrik hane tümüyle kendisine bağlı, yurtdışından kendi belirlediği öğrencilere eğitim veren uluslararası bir teoloji okulu talep etmektedir. Bir başka ifadeyle YÖK’e bağlı olmayan bir üniversite istenmektedir. Hemen vurgulanmalıdır ki bu statüdeki bir okul artık azınlık okulu değildir. Zira azınlık Türk vatandaşıdır, yabancı değildir. Yabancıların eğitim göreceği bir okul azınlık okulu olarak mütalaa edilemez ve azınlıkların din özgürlüğü başlığı altında ele alınamaz. Din eğitimi ve öğretimi 4 Anayasa madde 24, din eğitimi ve öğretiminin devlet gözetimi ve denetimi altında olacağını belirtmektedir. Dolayısıyla laik TC’de sadece İslam değil, diğer dinlerin eğitimi de ancak devlet denetimi altında mümkündür. Üniversiteler ise anayasanın 130. maddesine göre sadece devlet tarafından kurulabilir. Günlük dilde özel üniversite terimi kullanılmasına rağmen, anayasaya göre özel üniversite yoktur, devlet ve vakıf üniversitesi vardır. Bütün üniversiteler de YÖK’e bağlıdır. Dolayısıyla YÖK’e bağlı olmayan bir yüksekokul talebi hukuka aykırıdır. 4 Lozan Antlaşması madde 40, azınlıkların istediği şekil Patrikhane tümüyle kendisine bağlı, yurtdışından kendi belirlediği öğrencilere eğitim veren uluslararası bir teoloji okulu talep etmektedir. Bir başka ifadeyle YÖK’e bağlı olmayan bir üniversite istenmektedir. de okul açmasına izin vermemektedir. Madde, Müslüman olmayan azınlıkların hukuken ve fiilen diğer Türk vatandaşlarıyla eşit olmasını temin etmektedir. Oysa Patrikhane’nin talep ettiği statü, Müslüman çoğunluğun sahip olmadığı bir ayrıcalıktır. Talep edilen statü Ortodoks teoloji eğitimi için YÖK’e bağlı olmayan, yurtdışından gelen öğrenciler için bir yüksekokulun faaliyete geçmesi, eşitliğe ve hukuk birliğine aykırıdır. Bu yönde verilecek bir taviz kaçak medrese eğitiminin de meşrulaştırılması ve YÖK’e bağlı olmayan, İslami cemaatlerin kontrolünde, özel ilahiyat okullarının da kurulması anlamına gelecektir. Bu durumun laik ve hukuk devleti niteliklerini taşıyan TC’nin sonu olduğunu görmezden gelmek mümkün değildir. 4 HRO, anayasa ve kanunlara uygun olarak açılabilir. Halihazırda kapalı olmasının nedeninin Patrikhane’nin talep ettiği statünün Türk hukukuna aykırı olduğu, hukukun ve adaletin herkes için geçerli olduğu, hiç kimseye, kuruma veya cemaate ayrıcalık tanınamayacağı hususu iç ve dış kamuoyuna net bir biçimde anlatılmalıdır. HRO’nun siyasi iktidar tarafından ne zaman açılacağı sorusu yerine, Patrikhane’nin neden HRO’nun Türk hukukuna uygun olarak açılmasını kabul etmediği sorusunun sorulması gerekmektedir. Mağduriyet iddiası üzerinden hukuk birliğini derinden sarsacak ayrıcalıklara izin verilmemeli ve meselenin hukuk üzerinden tartışılması sağlanmalıdır. kazanmak! Her parti, özellikle her iktidar, daha da özellikle her otoriter iktidar, seçimi sandığa gitmeden önce kazanmak ister. Adil, meşru, şeffaf ve demokratik bir seçim sisteminde bu amacın meşru araçları, propagandalar ve seçim kampanyalarıdır. Adil, meşru, şeffaf ve tam demokratik olmayan bir seçim sisteminde bu amacın gayri meşru araçları, seçim/seçmen/sandık hileleri, seçimi denetleyen idare ve yargı mercilerinin haksız, hukuksuz, yasa, anayasa ve gerçekdışı kararlarıdır. HHH Onedio.com internet sitesinde Sesilia Whitestone adıyla yapılmış bir Sun Tzu “Savaş Sanatı” özetini, mizahi olarak, “İktidara Seçim Önerileri” biçiminde değiştirdim: 1. Marifet her seçimde çarpışarak kazanmak değildir. İktidarın en iyi stratejisi sandıktan önce seçimi kazanmaktır. 2. İktidarın elindeki kurnazlık ve gizlilik denilen kutsal sanat! İktidar, senin sayende görünmez olmayı; senin sayende duyulmaz olmayı öğrenip, muhalefetin kaderini elinde tutuyor. 3. Zaferde uyguladığın taktikleri herkes görebilir, ancak kimsenin göremediği, zafer yolunu açan seçim öncesi hazırlık stratejilerindir. 4. Aman dikkat et: Kazanma ustası olanlar korkmazlar, akıllılar dövüşmeden kazanır, cahiller kazanmak için dövüşürler. Korku en büyük düşmanındır. Bırak muhalefet senden korksun! 5. Başarılı bir hareket başına vurulduğunda kuyruğu ile, kuyruğuna vurulduğunda başı ile, orta kısmına vurulduğunda hem başı, hem kuyruğu ile hareket eden hızlı bir yılan gibi olmalıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürdüğün mücadeleyi unutma! HHH Bu ilkeler çerçevesinde bu seçimi sandığa gitmeden kazanmak için, gerçeklere aykırı olarak, iktidar tarafından şu propagandalar yapılabilir, şu sloganlar üretilebilir: 1. Erdoğan/AKP seçimi kaybetse de iktidarı bırakmaz. 2. Sandığa gitmek bu iktidarın meşruiyetini kabul etmektir, sandığa gitmeyin. 3. Erdoğan/AKP seçimi kaybederse iç savaş çıkar. 4. CHP Genel Başkanı yetersiz ve yeteneksizdir, bu seçimlerde CHP hezimete uğratılmalıdır ki yönetimden ayrılmak zorunda kalsın. 5. İYİ Parti Genel Başkanı beceriksiz bir kadındır ve milliyetçiliğe ihanet etmiştir; seçimlerde hezimete uğratılmalıdır ki bu parti dağılsın. 6. HDP zaten terörist bir partidir; terörizmle mücadele ediyorsan ona oy verme. 7. Yerel yönetimlerde 25 yıl, merkezi yönetimde 17 yıl boyunca, dikey yapılaşma, arsa yağması, yolsuzluk, rüşvet, ekonomik darboğaz, hukukun ırzına geçilmesi, adaletin yok edilmesi gibi, yapılan her yanlış, her kötülük, muhalefetin, dış güçlerin ve vatan hainlerinin eseridir. HHH Bu seçim mücadelesi, bir menfaat birliği çerçevesinde liderlerinin emrine kayıtsız koşulsuz itaat eden disiplinli kitlelerle, bunlara karşı kendi yaşam alanlarını ve temel haklarını korumaya çalışan demokrat partiler/ örgütler/ bireyler arasında geçecektir. KAZANAN YA DA KAYBEDEN İNSANLAR DEĞİL, ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ OLACAKTIR. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle