15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 24 Ocak 2019 PERŞEMBE [email protected] TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Adalet ve Demokrasi Haftası Uğur Mumcu Muammer Aksoy Onat Kutlar Hrant Dink Metin Göktepe Av. Kemal AKKURT /Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı Ocak ayı, aydınların katliamlarla aramızdan alındığı bir ay. Muammer Aksoy’u (31 Ocak 1990), Uğur Mumcu’yu (24 Ocak 1993), Onar Kutlar’ı (11 Ocak 1995), Metin Göktepe’yi (8 Ocak 1996) ve Hrant Dink’i (19 Ocak 2007) kasvetli bir Ocak ayında kaybettik. 1993 yılından beri her 2431 Ocak haftası “Adalet ve Demokrasi Haftası” olarak çeşitli etkinliklerle anılmaktadır. Bu anmalar, aslında olmayan “adaletin” ve “demokrasinin” arayışlarıdır. Bu aydınların hepsi, düşünceleri ve ifade özgürlüklerini kullandıkları için katledildiler. Hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğü, artık halkın bilgilenme hakkı veya gerçekleri öğrenme hakkının elde edilmesini de sağlayan bir haktır. Bu anlamda basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğünün gerçekleştirilmesinde vazgeçilmez bir araç ve bir değerdir. Gerçek anlamda düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması, özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımı ile, yani basın özgürlüğü ile mümkündür. “Devletin bekâsı (korunması)” adına halkın bilgi edinme hakkının sınırlandırılması, günümüzde terk edilen bir anlayıştır. Bu nedenle, gerçeğe uygun haber dolaşımının suçlanması, kabul edilemez. AİHS ve AİHM içtihatları Demokrasilerde, hükümetlerin veya yönetimlerin halktan gizleyeceği bir şey olmamalıdır. Çünkü bireylerin bilgilenme hakkı, demokrasinin olmaz Türkiye’de tutuklu olan ve tutuksuz yargılanan gazeteciler, sırf gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılanmaktadırlar. Türkiye, bu sicille basın özgürlüğü sıralamasında (Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün verilerine göre) 180 ülke arasında 149. sırada bulunmaktadır. sa olmaz koşuludur. Devlet, bu özgürlüğü engelleyemez ve kullanılmasına müdahale ederek kısıtlama veya sınırlama getiremez. Devletin basın özgürlüğünü engellemeye yönelik baskı, tutum ve girişimleri, ancak despotik ve otoriter yönetimlerde söz konusu olabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde, ifade özgürlüğü açık ve net olarak, yoruma meydan vermeyecek bir şekilde düzenlenmiştir. Madde ile herkesin ifade özgürlüğüne mutlak olarak sahip olduğu, bu hakkın kullanımında resmi makamların müdahalesinin olamayacağı, haber ve düşünce almak ya da vermek özgürlüğü düzenlenmiştir. Eleştiri ve basın özgürlüğü Anayasanın 90. maddesi gereğince, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile yasaların çatışması durumunda, uluslararası sözleşmelerin esas alınacağı düzenlendiğine göre, bu konuda çıkarılacak tüm yasaların da bu sözleşmeye uygun olması gerekecektir. Aksi takdirde aykırı yasaların değil, sözleşmenin uygulanacağı Anayasa’nın emridir. Esasen bu özgürlükler, Anayasa’da ve kısmen Basın Yasasında da yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) basın özgürlüğü için anahtar rolü olan içtihatları, genellikle Türkiye ile ilgilidir. Bunların başında da Dink/Türkiye, Akçam/ Türkiye, Tuşalp/Türkiye ve Özgür Gündem/Türkiye kararları gelmektedir. En son verilen Nokta Dergisi/Türkiye kararı ile de AİHM, önceki içtihatlarını pekiştirmiştir. AİHM’ye göre bu özgürlük, demokratik bir toplumun temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Basın, demokratik bir toplumda seçkin bir role sahiptir. Genel yarara ilişkin tüm konularda, haber ve fikirleri yayma zorunluluğu da yine basına düşmektedir. Basın özgürlüğü, belli bir dozda abartıyı ve hatta provokasyonu da içerir. AİHM’ye göre, siyasal söylem ve genel yarar ile ilgili görüşlere sınır getirilmemesi gerekir. Medya yoluyla siyasal eleştirileri dile getirme ve basın özgürlüğü hakkında sınırlandırma kabul edilemez. Ayrıca hükümete karşı kabul edilebilir eleştirinin sınırları, sıradan bir yurttaşa, hatta bir politikacıya göre çok daha geniştir. Hükümetin işgal ettiği baskın konum, özellikle de muhaliflerinden gelen, haklı olmayan saldırı ve eleştirilere cevap vermek için cezai yollar kullanılmamasını gerektirir. Kullanılan ifadeler şiddet, isyan ya da başkaldırıya teşvik içermediği sürece, ifade özgürlüğü engellenemez (Dink/Türkiye kararı). Bu içtihatlarla, bir siyasetçinin kabul edilebilir eleştiri sınırlarının, sıradan bir şahsa kıyasla daha geniş olduğunun altı çizilmiş ve bu nedenle de siyasilerin daha büyük bir hoşgörü göstermesi gerektiği karara bağlanmıştır. Yazılan yazı ve görüşler, katı eleştirileri ve hicivli bir stili içerebilir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, sadece olumlu karşılanan veya zararsız ve tarafsız görülen bilgi ve fikirleri değil, demokratik bir toplumun gereklilikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin parçası olan, rencide eden, şoke eden ve rahatsız eden bilgi ve fikirleri de koruma altına almıştır. Tutuklu gazeteciler Emrindeki idari ve yargısal güçler ile iyice güçlenen iktidar, özellikle gazetecilere ve aydınlara karşı baskılarını yoğunlaştırmıştır. Kendilerine karşı “muhalif” olan medya temsilcilerini ve çalışanlarını “casusluk”, “darbecilik” veya “teröristlik” ile yaftalamakta bir sakınca görmemektedir. Türkiye’de tutuklu olan ve tutuksuz yargılanan gazeteciler, sırf gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılanmaktadırlar. Türkiye, bu sicille basın özgürlüğü sıralamasında (Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün verilerine göre) 180 ülke arasında 149. sırada bulunmaktadır. Yani basın ve ifade özgürlüğü sıralamasında Katar’ın, Afganistan’ın ve Sudan’ın gerisinde olan bir ülkede yaşıyoruz. Bunun nedeni, gazetecilerin suça bu kadar bulaşması değil, Türkiye’yi yönetenlerin eleştiriye tahammülsüz olmalarıdır. Mevcut yönetim, basın ve ifade özgürlüğünü baskı, sansür ve ağır cezalarla boğma siyaseti izliyor. Gazetecilere ve aydınlara yönelik bu uygulamalar, evrensel hukukun katlidir... Tehlike Altında Olan Avukatlar Günü Türkiye’de artık adalet, meslektaşlarımız, mesleğimiz ve savunma için yerini bulsun! MarIeAImée PEYRON  /paris Barosu Başkanı BasIl ADER / paris Barosu Başkan Yardımcısı İran, Filipinler, Bask, Honduras, Çin ve Mısır’ın ardından “Tehlike Altında Olan Avukatlar Günü” bu sene yeniden Türkiye’deki avukatlara ithaf edildi. 2012 yılında ikincisi düzenlenen gün kapsamında Türkiyeli avukatların durumuna ilk kez dikkat çekilmişti. Türkiye, yedi yılın ardından ikinci kez mercek altına alınan tek ülke. Bilhassa geçtiğimiz iki senede, Türkiye’de mesleki faaliyetlerinden dolayı tehlike altında olan, yargı tacizine ve kötü muameleye maruz kalan ve bu nedenle tutuklanan avukatların sayısında, geçen yıllara oranlara çok büyük artış meydana geldi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin hazırladığı raporda, 2017 yıl sonu itibarı ile Türkiye’de 570 avukatın tutuklandığı, 1470 avukat hakkında dava açıldığı, 79 avukatın ağır cezalara çarptırıldığı ve 14 baro başkanının tutuklandığı belirtildi.  Meslektaşlarımızın yanındayız Taciz edilen, sindirilen, gözaltına alınan, tutuklanan, yargılanan ve hatta akıl hastanesine yatırılmakla tehdit edilen avukatlari 24 Ocak’ta unutmuyoruz. Haklarındaki davaların sayısı, meslektaşlarımızın yanında durmak gerekliliğinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bugün, Uluslararası Tehlike Altındaki Avukatlar Günü’nde, dönemin İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan’ın 1980 askeri darbesinin generali Kenan Evren’e, 1992 yılında İstanbul Barosu’nun açılışına davet etmek üzere gönderdiği mektubu hatırlatmak istiyoruz. Yankısı 24 Ocak 2019’daki kadar net duyulamazdı: “Sanırım, Baro Han önündeki sokağa adı verilecek olan Başkan Apaydın’ı hatırlayacaksınız. Öyle ki, ülkemizin birçok aydını gibi, onu da suçlayıp zindana attınız. Sağlığı ve yaşamıyla oynadınız. Dünyada eşi ve örneği görülmedik biçimde, Baro’nun kapısına mühür vurdunuz.” Barışçıl bir demokrasiye ulaşmada ne yazık ki oldukça geç kalan bir ülkede cesur duruşlarından hayatları pahasına taviz vermeyen Türkiyeli meslektaşlarımızın bu köklü mücadelesini unutmak için tarihi ya görmezden gelmemiz ya da yanlış okumuş olmamız gerekirdi. Savunma yerini bulsun Paris Barosu, meslektaşlarımızın giderek vahim bir hal alan durumları karşısında asla tepkisiz kalmadı. 30 yıldan fazla bir zaman önce, dayanışma çağrıları üzerine, başkan Orhan Apaydın’ın tutuklanması sürecinde var olduğumuz gibi, bugün de Baromuz, baskı ve zulme uğrayan, ifade ve savunma özgürlükleri cebren kısıtlanan, yaşama kasıt dahil ciddi tehditlerle karşı karşıya olan avukatlara ses ve destek olabilme gayesiyle “Uluslararası Tehlike Altındaki Avukatlar için Uluslararası Gözlem Merkezi”yle ortaklaşa çalışmalarını sürdürüyor. Durumun aciliyetinin hepimiz farkındayız. Avukatlık mesleğinin adalet sisteminin çok önemli bir parçası olduğu gerçeği karşısında, değerli meslektaşlarımızın özgürlüklerine kavuşup mesleklerini sürdürebilmelerinin gecikmeksizin sağlanması istiyoruz.  Türkiye’de artık adalet, meslektaşlarımız, mesleğimiz ve savunma için yerini bulsun! Devrim anıtı ‘Uğur Mumcu’ Kavramsal olarak antiemperyalizmdir Uğur Mumcu. Tam bağımsızlıktır. Kalpaksız Kuvvacılıktır. Sisteme başkaldırıdır. ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR Bir 24 Ocak daha geldi çattı. 24 Ocak denince akla öncelikle iki olay gelir. Birin cisi, 1980 yılındaki 24 Ocak Kararları... Ekonomide direksiyonu ta mamen serbest piyasa ekono misine kırdıran, bugünlerin ekonomik ve siyasi anlayışı nın temelini atan kararlar... İkincisi, söz konusu ka rarların Türkiye için ne bü yük tehdit olduğunu en baş tan gören ve fikirleri, emper yalizm açısından “yaşamsal” derecede tehlikeli olan Uğur Mumcu, açığa çıkardığı yolsuzluk dosyalarıyla çoğu kez hedef oldu. Mumcu’nun emperyalist bir saldırı ile yadsıyan bir solun başarılı olamayacağı katledilişi... nın vurgulanması, göğüs gere gere em Bu iki olay arasındaki bağın fark peryalizme ve kapitalizme karşıyım di edildiği ölçüde anlaşılabilir Uğur Mumcu’nun derinliği ve emperyalizmin sistematiği. yebilmektir. Yılın sadece 24 Ocak’ında düşünce lerinden soyutlanarak hatırlanan “ki Ve kavramlar... şi” değil; her gün, her saat ve her yerde ‘Kavramlara takılmak’(!) savunulacak fikirdir Uğur Mumcu. Hakikati arama kaygısı ve tam bağımsız Her şey olmasa da birçok şey “kav lık bilinciyle nereden gelirse gelsin, kim ramlara takılmayın” anlayışı ile başladı. söylerse söylesin; yanlışa yanlış, doğru Böylece kavramlar “doldurboşalt”a açık ya doğru diyebilmektir. Dudak tiryakili hale geldi. ğine indirgenen slogancılığın “boşaltıl Demokrasi... Barış... Adalet... Özgür mış içi”dir, özüdür, fikirsel temelidir. lük... Önce içleri boşaltıldı en değerli, Meçhul Öğrenci Anıtı yazısının ya evrensel kavramların... zarı, meçhul olmayan devrim anıtıdır Sonra da kavramlar, kimi zaman o kavramlara karşı olanların paravanları oldu kimi zaman da “seyreltilerek” ev Uğur Mumcu... İnkılap değil devrim cilleştirildi, “denetleyici” olmaktan çık Etnisitesine, mezhebine, dinine, dili tı. Kısacası, birilerinin “kavramlara ta ne bakmaksızın ‘düzenin’ tüm enstrü kılmayın” koruması altında kavram manlarına karşı gelebilmek, “ama”sız, lar özlerinden koparıldı, emperyalizmin “fakat”sız terörün, teröristin karşısında uzantılarının hizmetine sunuldu. Onlar olabilmektir. da sonuna kadar bu durumdan fayda İnkılap değil devrimdir Uğur Mumcu, landı, kullandı, sömürdü. devrim! Bu “dönüşüm”ün bir sonucu olarak Ve bugün onu anmak, anlamakla baş birçok kişi Uğur Mumcu’yu “sadece” de lar, mücadelesine sahip çıkmakla anlam mokrasi kahramanı olarak algılatmak kazanır. Onun meşalesine sahip çıkıp, istiyor, anıyor. Oysa Uğur Mumcu’yu onun güncelliğini koruyan tespit ve çağ ideolojik duruşundan, konumundan so rısına katılarak: yutlarsanız, onun emperyalizm için “Türkiye Cumhuriyeti, ulusçu, halk “ölümcül tehdit” teşkil eden düşüncele çı ve Kemalist olmak zorundadır. Ve ola rini seyrelterek ona en büyük haksızlığı caktır. Biz Kemalist devletin Cumhuri etmiş olursunuz. yetini savunuyoruz. Devrimcilerin ilk Kavramsal olarak antiemperyalizm ulusal görevleri bu Kemalist Cumhuri dir Uğur Mumcu. Tam bağımsızlıktır. yeti korumaktır. Kalpaksız Kuvvacılıktır. Sisteme başkal Mustafa Kemal Cumhuriyetçileri gö dırıdır. Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği rev başına...” Uğur Mumcu niçin ölümsüzdür: Tarikat Siyaset Ticaret Bir yazar, bir düşünür ne zaman ölümsüz olur? Evrensel bir doğruyu yakaladığı, bunu okurlarına aktardığı ve bu evrensel doğru ile özdeşleştiği zaman. Çünkü bir yazar o zaman bir toplumu etkileyen güçlere, süreçlere değinmiş, her zaman her toplumda geçerli olabilecek olan bazı gerçekleri dile getirmiş olur. HHH Uğur Mumcu, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra bütün dünyayı ve bu arada Türkiye’yi de pençesine alan küresel güçleri teşhis edip, Cumhuriyet gibi etkili bir gazetede kamuoyunun dikkatine sunduğu ve sonra da kitaplarında bunları dile getirdiği için... Teşhisleri bugünkü Türkiye’de de geçerli olduğu ve bugün de ülkemizde olup bitenleri anlamamıza yardım ettiği için... 26 yıl önce katledilmiş olmasına karşın: HÂL YAŞIYOR HHH Uğur Mumcu’nun “Tarikat, Siyaset, Ticaret” üçgeninde vurguladığı süreç kısaca şöyle özetlenebilir: Amerikan emperyalizmi... Arap emperyalizmi... Bu iki emperyalizmin din ekseninde buluşması ve ittifakı... Müslümanlığın önce bir antikomünist sonra giderek “demokratlık maskesi altında” antidemokratik bir ideoloji olarak kullanılması... Bu iki emperyalizmin el ele, içerdeki işbirlikçileri ile Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin altını oyması! İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan ve 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle büyük bir ivme kazanan bu süreci, 12 Eylül darbecilerinin gerçek yüzünü büyük bir cesaretle ortaya koyarak, “Tarikat, Siyaset, Ticaret” üçgeninde açıkladığı ve bu açıklamaları hâlâ geçerli olduğu için ölümsüzdür Uğur Mumcu! HHH Uğur Mumcu’yu anmak: Atatürk’ü anmak... Antiemperyalist olmak... Cumhuriyetçi olmak... Emekçilerden, ezilenlerden yana olmak... Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’nden yana olmak demektir! O, Mustafa Kemal’in çocuğuydu DAVER DARENDE /Emekli DiplomatYazar O, kalpaksız bir Kuvayı Milliyeciydi. Mustafa Kemal’in çocuğuydu. Hep O’nun izinde yürüdü, devrimlerinin yılmaz savunucusuydu. Bu yıl da onu kırmızı karanfillerle, mumlar yakarak, Karlı Sokak’ta düştüğü yerde saygı ve özlemle anacağız. Uğur Mumcu, ödün vermeyen bir inanç, onur ve erdem anıtı idi bizler için. Halkımızı uyandırmak için büyük çaba harcayan, gelmekte olan büyük tehlikeyi önceden gören, ABD ve Batı emperyalizminin bizi Sevr’e kadar götürecek ürkütücü projesini belgeleriyle ortaya çıkaran, yolsuzluklarla ve haksızlıklarla savaşan, içimizdeki “mütareke kalıntıları”nın saldırılarına göğüs geren Uğur Mumcu’nun sesini bu günlerde yeniden duyar gibi oluyorum. İnsan beynini ve ruhunu karartan aydınlanma karşıtı güçlerin hızla örgütlendiği günümüzde Uğur Mumcu’yu çok arıyoruz. Onun yıllar önce yazdıklarının hepsi günümüzde doğrulanıyor. Aramızdan göçüp gittikten sonra onun büyüklüğü her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Kemalist devriminin ilkelerini günümüzün kurt kapanlarıyla dolu çıkar dünyasında yaşamını da tehlikeye atarak yılmadan ve yıllarca savunan Uğur Mumcu’nun tüm bu uyarıları ne acıdır ki göz ardı edildi. Özgürlüğün, bağımsızlığın, demokrasinin, insan haklarının, “adam olma”nın simgesi Uğur Mumcu, Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı sorunlara kafa yorarken, başımıza nelerin gelebileceğini Cumhuriyet’te yayımlanan 1 Mart 1991 tarihli yazısında şöyle vurgulamıştı: “Ortadoğu’da kimin ne zaman kiminle dost, kiminle düşman olacağı belli değildir. Ortadoğu, kum ve petrolün oluşturduğu bir çamur deryasıdır. Türkiye bu çamurun uzağında durmalıydı. Ancak ABD siyaseti buna izin vermedi. ABD’nin Ortadoğu’ya getireceği ‘yeni düzen’ Türkiye’ye bundan sonra bakalım nasıl yansıyacak? Türkiye’den neler götürecek?” 20 Nisan 1991 tarihli yazısında da şunları yazmıştı: “Tampon bölge”, “Güvenlik bölgesi” gibi projeler bölgede kurulacak bir Kürt devletinin temel atma törenleridir. Günümüzden 27 yıl önce bu sözleri söyleyen Mustafa Kemal’in çocuğu Uğur Mumcu’yu saygı ve artan bir özlemle anıyorum. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle