18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
TASARIM: İLKNUR FİLİZ bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. Cumartesi 8 Aralık 2018 14 İçimizdeki bakterilere En Popüler 10 Web Sitesi (Türkiye) (Similarweb.com sitesine göre) 10. Milliyet.com.tr 9. Yandex.com.tr 8. Hurriyet.com.tr 7. Sahibinden.com 6. Twitter.com 5. Instagram.com 4. Facebook.com. 3. Google.com 2. Youtube.com 1. Google.com.tr (Alexa.com sitesine göre) 10. Live.com (Microsoft) 9. Memurlar.net 8. Hurriyet.com.tr 7. Instagram.com 6. Sahibinden.com 5. Ensonhaber.com 4. Facebook.com 3. Google.com 2. Youtube.com 1. Google.com.tr BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ Alkolizm tedavisinde yeni yaklaşım n Alkolikler virüsle nasıl tedavi ediliyor? Araştırmacılar beyinde alkolün istenmesini sağlayan farklı tipte nöron (sinir hücreleri) keşfettiler. Bu mekanizmalarla alkol içtikçe beyin daha da fazlasını istiyor. Yeni yapılan araştırmada ise bu değişimleri azaltarak alkol içme arzusunu dindiren genetiği değiştirilmiş bir virüs üzerinde çalışıldı. Alkol bağımlılığı nöronlar arasındaki bağlantılara zarar veren kronik beyin hastalığı. Ağır alkol tüketimi beyinde striatum adı verilen, duyularımızın algılanmasından ve kaslarımıza hareket uyarısı gönderilmesinden sorumlu bölgede değişime neden oluyor. Beynin ön bölgesinde bulunan striatum, uyuşturucular ve alkol gibi haz veren maddelerin temel hedefi. Dopamin seviyesini artırarak zevk almamızı sağlıyor. Striatum bölgesindeki nöronlar dopamin değişikliklerine daha duyarlıdırlar. Dopamin reseptörleri ise ikiye ayrılır: D1 ve D2. D1, “devam et” sinyali verirken D2 “Dur” sinyali verir. Böylece o anki aktiviteye devam etmemiz veya durmamız sağlanır. Kısaca D1’i yeşil ışığa, D2’yi de kırmızı ışığa benzetebiliriz. Dopamin bu reseptörlere bağlanarak farklı etkiler gösterir. D1’e bağlanır ve “devam et” der, D2’yi ise durdurur. Yani kırmızı ışığı kapatıp yeşil ışığı yakar. Alkol tüketirken bu denge bozulur ve devamlı yeşil ışık açık kalır. Alkol içtikçe vücudun daha fazla istemesi bu yüzdendir. Araştırmacıların farelerle yürüttükleri ve virüsleri kullandığı deneyde iki şişe vardı. Şişelerin birinde içme suyu diğerinde ise yüzde 20 alkol içeren karışım vardı. Fareler kendi istekleriyle alkol içeren şişeyi tercih ederek alkolik oldular. Daha sonra alkolik farelere genleri değiştirilmiş, nöronlara “dur”, “devam et” sinyali veren virüsler enjekte edildi. Bu virüsler nöronların özel proteinler sentezlemesine neden olacaktı. Proteinler sentezlendikten sonra onlara bağlanacak kimyasallar enjekte edildi ve nöronlardaki yeşil ışığın kapanması ve kırmızı ışığın yanması sağlandı. Alkol tüketim alışkanlıkları tekrar kontrol edildiğinde virüsle “enfekte” olmuş farelerin daha az alkol tükettiği yani tedavinin başarılı olduğu sonucu ortaya çıktı. Ancak bu deneyin insanlara da uygulanabilen bir tedavi şekli olması için henüz çok erken. Kaynak: http://www.livescience. com/56633canavirusfightalcoholism. html?utmsource=lsnewsletter&utm medium=email&utmcampaign=20161026ls muhtacız ama... Bağırsak bakterileri üzerine yürütülen çalışmalar sindirim sistemimizde yaşayan mikrobiyomların sağlığımızı çok yakından etkilediğini ortaya koyuyor Hepimizin yalnızca bir yarısı insan. Diğer yarımızı ise mikroplar oluşturuyor. Anlayacağınız dünyanın en kalabalık ekosistemlerinden biri bedenimizde bulunuyor. Trilyonlarca virüs, bakteri ve diğer mikroskobik organizmalar... Kısaca mikrobiyom olarak tanımlanan bu organizmalara aslında muhtacız. Tükettiğimiz gıdaların sindirimi, vitaminlerin sentezi, bağışıklık sistemimizin güçlenmesi ve hatta akıl sağlığımız için... Sağlıklı bir dışkılamanın mutlu bir yaşamın anahtarı olduğu hatta bağırsakların ikinci beyin diye tanımlandığı bilinir. Dolayısıyla sindirim sistemimizde yaşayan mikrobiyomlar sağlığımızı çok yakından etkiliyor Azot Harvard ve Duke üniversitelerinde bilim insanları bağırsak bakterileri üzerine yürüttükleri çalışmalar sonucunda kalınbağırsağın bedenimizdeki bakteri florasını nasıl değiştirdiğini çözdüler. Azot, özellikle protein zengini et ve baklagillerle alınıyor. Duke Üniversitesi’nden moleküler genetik ve mikrobiyoloji uzmanı Lawrence David, “Bunların çoğunu (yüzde 80 90) memeliler, ister etçil, hepçil veya otçul olsun insanlar, kurtlar ve filler incebağırsaktan alıyorlar” diyor. Yani masada oturan insan, yedikleri, bağırsağa gitmeden önce kalınbağırsaktaki mikroplarını “canlandırıyor” ve mukozasındaki azot içerikli bileşimleri de salgılıyor. Bu şekilde sadece ne ka dar mikrobun değil, hangilerinin kalınbağırsakta kalabileceklerine de karar veriyor. Komutu bakteri veriyor Azottan en çok da sindirim için çok yardımcı olan ‘bakteriodeteler’ yararlanıyor ve diğerlerine kıyasla çok daha fazla çoğalıyorlar. “Fakat bakteriler de sadece azotu almakla kalmayıp, bir şekilde bağırsağa ne kadarının azotla beslenmesi gerektiğini bildiriyorlar” diyor araştırmacılar. Buna göre konakçı ve mikroplar arasın da bir tür iletişim var. Çok fazla protein içerikli beslenme de sistemi bozabilir. Çünkü bu şekilde normalde az olan azot her zaman ulaşılabilir bir madde haline geliyor ve bağırsak içinde yaşayan mikroplar üzerindeki kontrolünü kaybediyor. Bunun sonucunda da sadece yararlı bakteriler değil, zararlı maddeler de kalınbağırsakta birikmeye başlıyor. Modern diyete dikkat Bu arada bulgular, modern diyetin ve antibiyotiklerin aşırı kullanımının mikropların lehine bir duruma dönüştüğünü gösteriyor. David’e göre dışkının her bir gramında bulunan bakteri sayısı dünyanın herhangi bir ekosisteminde bulunanın çok çok üzerinde. Microbial nitrogen limitation in the mammalian large intestine, Nature Microbiology, 29.10.2018. Hava kirliliği yaşam süremizi azaltıyor Yapılan son çalışmalar, hava kirliliğinin ömrümüzden çaldığı süreyi de gözler önüne seriyor. Avrupa’daki hava kirliliği yoğunluğunun en yüksek olduğu 10 şehir arasında Türkiye’den 8 şehir bulunuyor. İnsan enteresan bir varlık. Soluduğu havayı kirletiyor ve kirlettiği bu havayı da yine kendisi soluyor. Kirlettiği havadan çektiği her bir nefes günbegün, yıl ve yıl sağlığına kalıcı zararlar veriyor. Yapılan son çalışmalar da bunun bir kanıtı; Environmental Science & Technology Letters’da yayımlanan bir makalede imzası bulunan farklı ülkelerden beş bilim insanı, çalışma kapsamında 42 ülkenin 2016 yılı PM 2.5 ölçüm verilerini inceledi. PM 2.5; bir şehrin havasında bulunan ve en fazla 2.5 mikron büyüklüğündeki (ince partikül) maddeleri ölçen bir değer. PM verilerinin artışının neden olduğu en büyük sağlık riskleri, kardiyovasküler ve solunum yolu hastalıkları ve akciğer kanseri. Bu partiküllerin yoğunluğu arttıkça hava kirliliği de artıyor. Hava kirliliği arttıkça da ömrümüz azalıyor. Bilim sayesinde azalan ömrümüzün ne kadar olduğunu da biliyoruz artık. Söz konusu zarar bölgeden bölgeye değişiyor. Sözgelimi, Asya ve Afri ka’daki kirlilik, bölgedeki insan yaşamını doğrudan etkileyerek ömrü 1.5 ile 2 yıl arasında azaltıyor. Avrupa ve Kuzey Amerika gibi gelişmiş bölgelerde ise yaşam süresi, sadece birkaç ay kısalıyor. Ama yine de kısalıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), yıllık PM 2.5 partikül madde oranının metreküp başına 10 mikrogramın (10µg/ m³) üstüne çıkması durumunda sağlık risklerinin artacağını söylüyor. Ancak söz konusu oranın metreküp başına 10 mikrogramda kalmasının bile sağlık üzerinde olumsuz etkileri var. Türkiye’de durum ne? Gelişmiş ülkelerdeki veriler, sınır kabul edilen 10µg/m³ düzeyinde seyrederken gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu oran daha yüksek ve dolayısıyla yaşam süresi de daha çok kısalıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilerine göre söz konusu PM 2.5 yoğunluğunun Avrupa’da en yüksek olduğu 10 şehrin 8’i Türkiye’de; sırasıyla Batman, Hakkâri, Gaziantep, Siirt, Afyon, Karaman, Iğdır ve Isparta. Normal düzeyin 10µg/m³ olduğu göz önünde bulundurulursa ismi geçen şehirlerimizde 60µg/m³’ün üzerine çıkan ince partikül yoğunlukları bir hayli düşündürücü. İstanbul’un PM 2.5 ölçüm değeri ise 33µg/m³. Kanser kadar tehlikeli Kısacası hava kirliliğinin kanserden aşağı kalır bir yanı yok. Zira hava kirliliğinin ülkeden ülkeye değişmekle birlikte birkaç aydan yıla kadar yaşam süresini azalttığı da ortada. Sağlıklı bir yaşamın “bir dakikası bile” değerliyken hükümet ve uluslararası kuruluşların, hava kirliliğini azaltmanın yollarını en az kanseri önlemekteki kadar aramaları gerekiyor. Çin’deki kirli havanın neden olduğu felaket, ders çıkarılması gereken korkunç bir örnek. Sağlıklı ve daha uzun yaşamın ilk adımı, aldığımız temiz nefesten geçiyor. Ve yaşadığımız şehirlerin bunu sağladığı da pek söylenemez. Derleyen: Batuhan Sarıcan CO2’i ‘yutan’ yapay yaprak geliştirildi Bilim insanları, karbondioksitten yakıt üreten bir güneş hücresi geliştirdi. Son derece verimli çalışan yapay yaprağın enerji üretiminde devrim yaratabileceği düşünülüyor.   Fosil yakıt kullanımından uzaklaşabilmek için karbondioksitten yakıt üretmenin yollarını bulmak 21. yüzyılın en zorlu çabalarından biri. Illionois Üniversitesi’nde Amin SalehiKhojin ve ekibi bitkilerin yapraklarına benzer şekilde işleyen bir güneş hücresi geliştirdi. Yapay yaprak elektrik veya benzeri enerji kaynaklarına gerek duymadan, su, güneş enerjisi ve karbondioksitten yakıt üretiyor. Aslında fikir yeni değil. Bilim insanları daha önceleri de atmosferdeki karbondioksiti kimyasal olarak yararlanabilir bir biçime dönüştürmeye denemişti. Ancak yeni katalizör bugüne dek bilinenlerden çok daha etkili ve çok daha ucuza mal oluyor. Enerji üretiminde devrim yaratabilecek madde, iki bileşenden oluşuyor. Tungsten diselenit, asıl görevi yani karbondioksitin indirgenmesini üstleniyor. Özel bir iyon çözeltisi ise katalizörün, kimyasal reaksiyonu zarar almadan atlatarak çalışır durumda kalmasını sağlıyor. Bitkiler fotosentezle şeker ürettiğinde aldıkları ışık enerjisinin yalnızca dörtte birini kullanırlar, geriye kalan boşa gider. Illinois Üniversitesi araştırmacıları tarafından geliştirilen güneş kolektörleri gerçi şimdilik yüzde 5’lik bir verimle çalışıyor, ama yüzde 20’lik verime ulaşabilecek bir model geliştiriyorlar. Alet şimdilik hidrojen ve karbonmonoksit karışımı olan sentetik bir gaz üretiyor ama sentetik gazı şeker veya dizel olarak işlemek çok zor değil. Amerikalı araştırmacıların buluşu elbette ki iklim değişimini tek başına durduramaz. Fakat ilke olarak çok daha verimli enerji üretimine olanak verebilir. Kaynak: https://www.sciencedaily.com/releases/2016/07/160728142921.htm C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle