27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] 2 Büyük satranç Pazar 25 Kasım 2018 TASARIM: İLKNUR FİLİZ tahtası: ORTADOĞU Alev COŞKUN Strateji ustası Zbigniew Brzezinski, 1998 yılında yazdığı The Grand Chessboard adındaki önemli kitabında bugünlerin karmaşık Ortadoğusunu tanımlamıştı. Özellikle 2000’li yılların başından bu günlere 18 yıldır çeşitli aşamalar göstererek süren Ortadoğu sorunu, sadece Irak ve Suriye sorunu değildir. İran, İsrail, Arap Dünyası, mezhep kavramlarına ve mikro milliyetçiliğe dayalı politikalar, İslamın çeşitli fraksiyonlarını destekleyen IŞİD, El Nusra, Hizbullah ve Müslüman Kardeşler gibi silahlı terör örgütleri ve faaliyetlerini de kapsamaktadır. ABD, Rusya ve Çin gibi süper güçlerin de satranç tahtasındaki strateji ve satranç oyunlarını içermektedir. Ortadoğu konusu, kuşkusuz, ülkemizi ve ulusal çıkarlarımızı birinci derecede ilgilendirmektedir. Dış politika sorunlarına duyarlı olan Cumhuriyet okuyucusunu bilgilendirmek için gazetemiz bu önemli konuya, diğer basın organlarından daha fazla yer vermektedir. Nitekim, son iki ay içinde tümgeneral Ahmet Yavuz, İdlib’i ve Suriye’nin geleceğini yazdı, büyük ilgi gördü. Araştırmacı gazeteci M.Kemal Erdemol, “Küresel Güçlerin Savaş Alanı Ortadoğu” adını taşıyan bir yazı dizisiyle konuya açıklık getirdi. Yazarlarımız Prof.Dr. Erol Manisalı, Doç. Dr. Barış Doster ve dış politika yazarımız Mehmet Ali Güller, Ortadoğu ile ilgili olarak her hafta kendi sütunlarında yorumlar yapıyor, bilgiler veriyorlar. Bu yazımızda, geniş bir özet vermek istiyoruz. Sorunun başlangıcı Ortadoğu’daki sorunların başlangıcı bundan 15 yıl önce ABD Başkanı George Bush’un dış işleri Bakanı Condoleezza Rice açıklamıştı. 7 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesinde yazdığı “Transforming The Middle East” (Ortadoğu’yu Dönüştürmek) adlı makalesinde Rice, “Büyük Ortadoğu Projesi”ni tanıtıyor ve bu proje ile “Ortadoğu’da sadece rejimlerin değişmesiyle yetinilemeyeceğini, 22 ülkenin de sınırlarının ve haritalarının değişeceğini” açıklıyordu. İlk hedef Irak İlk hedef Irak’tı. 2002’de Irak’a karşı sürdürülen işgal hareketi yüz binlerce masum insanın ölmesi ve ülkenin yıkımıyla sonuçlandı. ABD öncülüğünde Irak’ta bulunan enerji kaynaklarının denetiminin sağlanması yolunda bir adım atılmış, İsrail’i tehdit eden Irak’ın etkin ve otoriter yöneticisi Saddam, oyun sahasının dışına itilmişti. Sıra Suriye’de Irak işgalinin ardından sıra Suriye’ye geldi. 15 Mart 2011 tarihinde ülkenin güneyindeki Dera kentinde başlayan kitlesel eylemler, cuma namazlarından sonra ülkenin diğer bölgelerine de sıçradı. Kitlesel eylemler sırasında halka karşı uzun menzilli silahlarla gerçekleştirilen ölümlerde Suriye yönetimine karşı olan ülkelerin keskin nişancılarının kullanıldığı, dünya basınında yazıldı, çeşitli yorumlar yapıldı. Suriye’de bütün dünyanın gizli servisleri rol kapıyorlardı. 2011 yaz aylarına gelindi ABD’nin Suriye politikası, Türkiye’nin milli çıkarlarıyla çatışmaktadır. Çok açık olarak ABD ile Türkiye Suriye’de örtülü bir savaş halindedir. ğinde, kitlesel eylemlerden kaçan ilk gruplar Türkiye sınırlarına akın etmeye başladı. ABD, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın derhal görevinden ayrılmasını istiyordu. Artık bu noktada, Beşar Esad’la Erdoğan arasındaki dostluk eskilerde kalmıştı. O sırada Başbakan olan Davutoğlu da “Stratejik Derinlik” adlı kitabındaki Osmanlı yayılmacılığı tezini ileriye götürüyor, ABD yanlısı politikasını sürdürüyor, “stratejik sığlık” çerçevesinde Beşar Esad’a çatıyordu. Suriye’de, muhaliflerle rejim arasında süren çatışmalarda, saflar şöyle belirleniyordu. ABD, Avrupa Devlet Önemli tartışmalara mükemmel bir giriş, eyleme çağıran bir silah! ESKİ TANRILAR, YENİ BİLMECELER ÇIKTI… Mike Davis Eski Tanr^lar, Yeni Bilmeceler Marx’^n Kay^p Teorisi Ñngilizceden Çeviren: üükrü Alpagut Yeni çıktı! 336 sf., 28 TL • Bugün, toplumun dönüşümünü sağlayacak etkin özneyi nasıl tanımlayabiliriz? • Milliyetçilik tarihten bugüne toplumsal dönüşümlerde nasıl bir rol oynadı? • Küresel istihdam krizi bir yanda, bozulan iklim şartları diğer yanda, nereye gidiyor insanlık? İnsan çağının sonuna mı geldik? • Sürdürülebilir bir çevrede, evrensel ölçekte yüksek niteliklerle alternatif bir kent yaşamı mümkün mü? Mike Davis’in merakla beklenen son yapıtı, Marx’ın ve Marksizmin izinde bu temel dört soruya yanıtlar oluşturuyor. Günümüzün en önemli düşünürlerinden birinden, günümüzün en yakıcı tartışmalarına dair. Kaçırmayın… YordamKitap YordamKitap YordamKitap www.yordamkitap.com leri ve Türkiye muhalifleri, Rusya, Çin ve İran ise rejimin yanında yer alıyordu. Dış kaynakların belirttiği gibi, rejim muhaliflerine en büyük destek, ABD, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan geliyordu. Rusya ve İran Suriye konusu, Rusya için yaşamsal öneme sahiptir. Petrol ve ticari ilişkilerin yanı sıra, Rusya’nın Akdeniz’deki varlığı ile ilgilidir. Rusya’nın yüzyıllardır izlediği Akdeniz’de söz sahibi olma politikası Suriye’de elde ettiği Tartus üssüyle gerçekleşmiştir. ABD’nin Ortadoğu’da 25’ten fazla üssü vardır. Buna karşın elde ettiği tek üssü olan Tartus’u Rusya’nın terk etmesi olanak dışıydı. Nitekim Rusya, Suriye savaşında gerek hava kuvvetleri gerek füzeler, gerekse Esad kuvvetlerine fiilen destek vermek etkinliğini sürdürdü. İran’a gelince İran Suriye’de sadece mezhepsel nedenlerle değil; belki de daha fazla bölgedeki kendi ulusal çıkarları ve özsavunması için bulunuyor. İran’a karşı oluşturulan ABDİsrail ve Suudi Arabistan ittifakının dengelenmesi için Suriye’de etkinliğini sürdürüyor. Ortadoğu ve dünya politikasında İran’ın pozisyonu yanlış değerlendirilmemelidir. İran’ın güneyinde bulunan Hürmüz ve Babül Mendeb Boğazı, özellikle Uzakdoğu’ya, Çin ve Japonya’ya giden petrolün geçiş bölgesidir. ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü ekonomik yaptırımlar, ayrıca İran’ın İsrail, Suudi Arabistan kanalıyla çerçeveye alınmak istenmesi, Çin’i ve Rusya’yı dikkatli davranmaya yöneltmektedir. Ortadoğu’da şu anda açık bir stratejik savaş sürmektedir. Süper güçler ABD, Rusya tam anlamıyla ve Çin gerektiğinde Ortadoğu’daki stratejik savaşın içindekiler. Bugün özellikle Suriye’de ikinci derecede etkin olan ülkeler İran, İsrail ve Türkiye’dir. İngiltere, Fransa ve Almanya kimi zaman ABD yanında, kimi zaman tarafsız hareket eden bir tavır almaktadırlar. Türkiye’nin durumu Yukarıda belirttiğimiz gibi, Suriye krizinin ilk aşamasında, Türkiye Esad’la yakın ilişkileri bir yana atarak tamamen Suriye’nin karşısında yer aldı. Daha sonra, ABD stratejisinin Türkiye’nin güneyinde bir koridor inşa etmek yönünde olduğunu anlayınca Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı. Afrin, İdlib gibi Fırat’ın batısını denetim altın almak istedi. Bu politika uygulanırken temelde Rusya ile yoğun bir işbirliği gerçekleştirilmiştir. Rusya’daki gözlemciler Putin ile Erdoğan arasında sadece 2018 yılında yüzyüze ve telefonla 32 görüşme gerçekleştiğini belirtiyorlar. (Hürriyet, 19.11.2018) Ne Erdoğan, ne de Putin 2018’de hiçbir dış ülke lideriyle bu derece yoğun temaslarda bulunmadı. Bu diplomasi tarihinde bir rekordur. ABDTürkiye stratejik ortaklığı Suriye’deki gelişmeler, ABD’nin izlediği politika, teorik olarak ABDTürkiye startejik ortaklığı konusunu soru işaretine dönüştürmüştür. Türkiye güney sınırında, ABD’nin desteği ile gerçekleştirilen koridoru, kendi ulusal çıkarlarına aykırı bulmaktadır. ABD, Fırat’ın doğusunda PYDPKK oluşumu ile sıkı bir çalışma içindedir ve bunu açık bir biçimde yapmaktadır. DoğudanBatıya Akdeniz’e kadar uzanan bu koridora dünya basınında “İsrail Koridoru” ya da “Kürt Koridoru” adı veriliyor. ABD, Fırat’ın doğusundaki PYDYPG oluşumuna bugüne kadar binlerce TIR silah ve 3000 hava kargo uçağı dolusu mühimmat vermiş bulunuyor. ABD’nin bu şerit üzerinde askeri üsleri bulunmaktadır. ABD yetkilileri açık açık “PYD yerel ortağımızdır, PYDYPG’yi terör örgütü olarak tanımıyoruz” diyorlar. PYD silahlı terör örgütünün liderleri ile, ABD ordusunun yetkilileri fotoğraf çektirmekte ve bu fotoğraflar bütün dünya basınına servis edilmektedir. Şaka gibi ABD’nin Suriye özel temsilcisi, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffry, “ABD’nin Suriye’de işbirliği yaptığı PYD’nin Pkk’nin uzantısı olduğunu” kabul ediyor ancak “ ABD’nin PYD’yi terör örgütü olarak tanımadığını” söylüyor. Jeffry açıklamasında “Suriye’de hem Türkiye, hem de YPGPKK ile aynı anda çalışıyoruz.” diyor. (Hürriyet, 16.11.2018) Bu açıklama gerçekten ne diplomasiye ne de karşılıklı stratejik anlayışa sığmıyor. Şaka gibi bir şey... Örtülü savaş Bir yandan ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffry’in açıklamaları ABD’li askeri yetkililerinin haftada bir YPGPYDPKK’nin askeri sorumlularıyla Fırat’ın doğusunda çekilen resimleri psikolojik savaş malzemesi olarak bütün dünya basınına servis etmeleri, öte yandan ABD’nin binlerce TIR’ı kapsayan silah ve mühimmatı YPG’ye teslim etmesi, ABD’nin bu konuda açık bir politika izlediğinin göstergesidir. Geçen hafta Le Figaro gazetesinin sorularını yanıtlayan Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov, “Fırat’ın doğusunda, muazzam büyüklükte topraklar var. Bu topraklarda ABD, yasal olmayan yollardan kendi himayesinde bir devlet kurmaya çalışıyor” dedi. (Cumhuriyet,14.10.2018) ABD’nin Suriye politikası, Türkiye’nin milli çıkarlarıyla çatışmaktadır. Çok açık olarak söylenebilir ki, ABD ile Türkiye Suriye’de örtülü bir savaş halindedir. Türkiye Esad’la konuşmalı Emperyal süper güçlerin büyük yatırımlar yaparak desteklediği ve işlevsel araçlar olarak kullandığı PKK, PYD, YPG, IŞİD, FETÖ gibi örgütlerden vazgeçmesi beklenmemelidir. Türkiye, geçen yazdan bu yana Fırat Kalkanı, Afrin, İdlib bölgelerinde askeri girişimler yapmıştır. Çünkü, daha fazla beklenilemezdi. Bu noktada ulusal çıkarlarımıza uygun hareket edilmiştir. Böylece, Türkiye’nin sözde değil, gerçek yaşamda, uçak ve silah kullanarak girişimlerde bulunabileceği bütün dünya kamuoyuna gösterilmiştir. Binlerce kilometre öteden gelen süper güçler, Suriye’de silah kullanıyorlar, öyleyse Suriye ile 900 kilometre sınırı olan Türkiye’nin kendi silahlı kuvvetlerini harekete geçirmesi doğaldır. Bu yapılmıştır. Türkiye, Suriye’de El Babı ele geçirmekle Fırat’ın batısında oynanmak istenen stratejik oyunu bir ölçüde bozmuştur. Şimdi de Fırat’ın doğusu konusunda açık mesajlar vererek bu oluşuma karşı olduğunu belirtmektedir. Bu noktada Esad Rejimi ile doğrudan temas ve üst düzey resmi görüşmelerin süratle gerçekleşmesi gerekmektedir. Türkiye, Davutoğlu’nun Suriye’ye karşı uyguladığı “stratejik sığlık” politikasına son vermeli, bir an önce Suriye merkez hükümeti ile görüşmeye başlamalıdır. Demirtaş ‘yıldırım hızıyla’ yargılanabilir mi? Cuma günkü yazımda, AİHM’in Demirtaş kararına karşı, iktidarın, eleştirilen “uzun tutukluluk” halini sona erdirmek için, “yıldırım hızıyla” bir yargılama yapıp, tutukluluğu mahkumiyete çevirmesi olasılığından ve bu olasılığın hukuk sistemimizi altüst edeceği için başvurulmaması gereken çok kötü bir yöntem olduğundan söz etmiştim. Uluslararası yargıçlık görevi de yapmış olan değerli hukukçu Prof. Rona Aybay, bu olasılığı da irdeleyen ikinci bir mektup daha yollamış. HHH “Demirtaş’ın ‘tutukluluk’ halinin sona erdirilmesi için, ‘yıldırım hızıyla’ yargılanıp ‘mahkum’ edilmesi” söz konusu olmaz diyemem!. Bu tür “açıkgözlülükler”in ve “kurnazlıklar”ın hukuk uygulamasında hiç yeri yoktur denilemez elbette. Ama bunlara başvuranlar, gerçek hukukçuların saygı duyacağı insanlar değildir. Ayrıca olayda, AİHM kararını, böyle küçük oyunlarla “boşa düşürmek” iç politikada  “günü kurtaran” başarılar gibi görünse de; uluslararası düzeyde Türkiye’nin saygınlığını zedeler. Anımsarsın, bizim kuşakların Medeni Hukuk derslerinde, Hocaların “objektif hüsnüniyet” dedikleri bir kavram vardı. Şimdiki dille doğru olarak “dürüstlük” denilen bu kavram günümüzde yürürlükte olan Medeni Kanun’un 2. maddesinde şöyle anlatılmaktadır: “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” Bu, sadece Medeni Hukuk alanında değil, hukukun her dalında geçerli olan; hukukun temel ilkelerinden biridir. Nitekim, Antlaşmalar Hukuku konusunda, Viyana Sözleşmesi (1969) madde 27’de de, bir uluslararası sözleşmenin uygulanmasında “dürüstlük” kuralına uyulması gerektiği belirtilmiştir. Özetle, “kurnazlık ve açıkgözlülük”le içeride “siyasal başarı” kazanılmış gibi olur belki ama; uluslararası planda Türkiye’nin saygınlığı ciddi yara alır. Görevleri, uluslararası düzeylerde Türkiye’nin haklarını ve çıkarlarını savunmak durumunda olan diplomatlarımız zor durumlarda kalır. Şimdi, yurttaş sorumluluğu taşıyan herkesin, şu soruyu kendine ve çevresine sorması gerekiyor: Türkiye Cumhuriyeti’nin, çağdaş anlamda demokrasinin değil, popülizmin, demagojinin ve din baskısının egemen olduğu bir “Ortadoğu devleti” olmasından yana mısınız? Yoksa, “Atatürk yönetiminde” temelleri atılmış, “aydınlanmacı” felsefeye dayanan, çağdaş, demokratik ve laik bir devlet  olmasından yana mısınız? HHH Sevgili okurlarım, ben, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “Ortadoğu devleti” olmasından yana değilim... Ülkemin, Atatürk yönetiminde  temelleri atılmış, “aydınlanmacı” felsefeye dayanan, çağdaş, demokratik ve laik bir devlet  olmasından yanayım... Dilerim, geçici olarak seçtiğimiz, bizi şimdilik yönetenler de, aynı biçimde düşünüyorlardır! HHH DİREN ÇAĞDAŞ LAİK DEMOKRASİ... DİREN ÇAĞDAŞ HUKUK DEVLETİ! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle