19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 13 Kasım 2018 Barışa değil yeni bir savaş ortamına geçilen günSABİV1R1AİKNŞACI’SNİIDIMNÜ1BN9İY1T8AİŞİ: 8 Pazar günü Fransa’nın başkenti Paris’te, 80 ülkenin temsil edildiği bir tören vardı. Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 100’üncü yıldönümü töreni. O “bitiş”in kutlanmasının yıldönümü, o savaşı kazanan Fransa, İngiltere, Amerika ve müttefikleri için büyük bir zaferdi. Almanya, AvusturyaMacaristan İmparatorluğu ve müttefikleri için ise büyük bir yenilgiydi. Tabii, şunu da hatırlamalıyız: Almanya ve AvusturyaMacaristan cephesinin müttefiklerinden biri de Osmanlı İmparatorluğu’ydu. Yani, biz de onlarla birlikte yenilen ülkelerden biriydik. Bir de Çarlık Rusyası vardı. Savaş daha bitmeden 1917 ihtilalini yaşamıştı. Savaşı sürdüren ülkelerle yaptığı anlaşmalarla, topraklarından önemli bir bölümünü kaybetmeyi, daha önceden kabul etmiş, savaştan ayrılmıştı. O konuda, savaştan zaferle çıkan ülkeler de, o savaşta büyük insan kayıplarına uğramıştı. O kayıpları, savaştan sonraki “barış masaları”nda yenilenlerden alacakları topraklarla ve çok yüksek ölçüdeki tazminatlarla telafi etmeyi hesaplıyorlardı. Tabii, sonuçtan en fazla memnun olan ülke Fransa’ydı. Çünkü, Fransa için o savaşın galibi olmak, Almanya karşısında yaklaşık yarım yüzyıl önce yaşadığı bir yenilginin rövanşını almak demekti. 1871’deki AlmanyaFransa savaşında, o yenilginin sonucu olarak, başta Paris olmak üzere Fransa topraklarının bir kısmı Alman işgaline uğramışlardı. Almanlar Fransa’yı başta Alsace Loraine olmak üzere bir kısım topraklarını terk etmeye zorlamakla kalmamıştı. Alman topraklarının Prusya’yla birleştirilmesi suretiyle bir imparatorluk haline gelişinin törenini, Fransa’nın tarihi Versaille Sarayı’nda yapmıştı. Bunu “güçlü” olduklarının göstergesi olarak tüm dünyaya sergilemek istemişlerdi. Versaille’daki o tören ve Paris’in o tören vesilesiyle işgal altında kaldığı günlerde yaşananlar, Fransa kamuoyunun, en acı anıları arasındaydı. Fransa’nın öcü... 1918 yılının 11 Kasım günü, Fransız kamuoyunda, o yüzden, 1871 yenilgisinin öcünün alınması gibiydi. Bunu, Almanların 47 yıl önce yaptıkları gibi, sembolik bir törenle vurgulamak istediler ve şöyle bir senaryo oluşturdular: Almanların uğradıkları yenilgiyi kabul ettiklerini gösteren mütareke şartlarını imzalayacakları buluşma Fransa ile Almanya arasında ateşkesin imzalandığı vagon. için, Paris’in bir banliyösünde, Compi egne Ormanı’ndaki kör bir tren hattına çekilmiş bir vagon hazırladılar. Mütarekeyi imzalayacak Alman he yeti o vagona çağırılacaktı. Heyetle herhangi bir müzakereye girişilmeye cek, sadece daha önce hazırlanmış mü tareke metnine imza atmaları istene cekti. Böylece heyete, Fransa’daki yer lerinin Versaille Sarayı gibi görkemli yerler değil, sadece geçici olarak girip çıkabilecekleri bir tren vagonundan ibaret olduğu gösterilecekti. 8 Kasım günü o senaryo uygulandı. Tren vagonunun içi boşaltılmış, oraya Fransız kuvvetleri komutanı ve müza kere heyeti başkanı General Ferdinand Foch, yanında maiyeti olduğu halde geldi. Heyettekiler masanın bir tarafı na yan yana oturarak yerleştiler. Va gon boyunca uzun lamasına bir ma sa yerleştirilmiş ti. İki yanına tahta sandalyeler konul muştu. Sonra Alman he yeti geldi. O he yetin başında as ker yoktu. Yeni hükümetin görev lendirdiği bir siFoch vil politikacı var dı. Alman mecli sinin milletvekil lerinden Matthi as Erzberger. (Bu, Almanya’da savaş sırasındaki görevli komutanların ye nilginin sorumlu luğunun sivillerde olduğu yolunda ki iddialarının bir Erzberger göstergesiydi. Mü tareke görüşmele rinin heyet başkanlığını kabul etme mişlerdi.) O konu, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde uzun bir süre siyasal tartışma konula rından biri olacaktı. Fransız General Foch muhatapları gelip kendilerine ayrılan sandalyele re oturduktan sonra kısa bir konuşma yaptı. Şunu belirtti: Şartımız şudur. Mütarekenin maddeleri yazılmıştır. Bunların müzakeresiz kabul edilmesi ve imzalanması gerekir. Alman heyeti başkanı Erzberger dedi ki: Bu şartı Berlin’deki yöneticilerle görüşmem gerekir. Galiplerin heyetteki üyeleri kendi aralarında görüştüler. Buna bir defalığına izin verebileceklerini söylediler. Toplantıya ara verildi. Alman heyeti başkanı, o sırada yoğun iç tartışmalar içinde olan Berlin’deki Alman yetkililerden tek bir cevap aldı; Koşulları kabul edin. Bunun üzerine heyetler, 11 Temmuz günü bir kere daha bir araya geldiler. Yenilenlerin heyeti mütarekeyi imzaladı. Mütareke şartlarının barış antlaşmasıyla sonuçlanması 9 Temmuz 1919 günü Versaille Antlaşması’yla oldu. Daha sonraları, savaşan öteki ülkeler arasında da bir dizi antlaşma imzalandı. 11 Kasım günü Paris’teki mütarekeyle, fiilen biten Birinci Dünya Savaşı, resmen de bitmiş oldu. Türkiye ve öteki ülkeler Türkiye, malum, Birinci Dünya Savaşı’nı yenilgiyle tamamlayan ülkelerden biriydi. Ama onun durumu tüm ülkelerden çok farklıydı. Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak savaştan çekilmesinden sonra, oluşan Milli Kurtuluş hareketiyle birlikte, o mütarekenin koşullarına karşı direnişe geçilmişti. İstiklal Savaşı’nın arkasından Lozan Antlaşması’yla, yeni sınırlarını belirlemiş “Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmuştu. Yenilgiye uğrayan öteki ülkelerin durumu çok farklıydı. Çoğu çok büyük sorunlar karşısındaydı. Mütareke sonrası Şimdi 11 Kasım 2018 günü Avrupa’da büyük törenlerle 100’üncü yıldönümü kutlanan o mütarekenin sonrasında ne oldu? Yani, o günden bugüne geçen 100 yıl içinde? Birkaç paragrafta özetlenmesi ne kadar mümkünse, o kadarlık bir özet yapalım: 1. O müzakereyi izleyen Versailles Antlaşması ile diğer barış antlaşmaları, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayan veya Rusya gibi sa Fransa’ya karşı 1871’deki Alman zaferinin rövanşı böyle oldu. vaştan kendi isteği ile ayrılan ülkeleri çok ağır koşullar altına sokmuştur. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Sovyetler Birliği’nde Stalin diktatörlükleri oluşmuş, daha birçok ülkede onları örnek alan gelişmeler ortaya çıkmıştır. 2. Yenilgiye uğrayan ülkelere uygulanan işgal, tazminat ve yaptırım uygulamaları, bir çok ülkeyi açlık sınırının altında bırakacak ölçüde ekonomik krizlere, kitlesel işsizliğe sürüklemiştir. 3. Büyük toprak kayıplarına, zorunlu göç olaylarına ve ekonomik sıkıntılara uğrayan ülkelerin bir kısmında, durumlarının ancak yeni bir savaşla değiştirilebileceği inanışı yaygınlaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın rövanşına hazırlık önlemleri alınmaya başlamıştır. 4. Sonuçta 1 Eylül 1939 gününe gelinmiştir. Yeni bir savaş başlamıştır. Adı, önce Almanya Polonya savaşı iken, sonra Avrupa savaşı olmuştur. Sonra da İkinci Dünya Savaşı... Birinci Dünya Savaşı’ndaki ölü sayısı 17 milyon olarak hesaplanır. İkinci Dünya Savaşı’ndaki ölü sayısının 50 milyonu aştığı tahmin edilir...İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki “Soğuk Savaş Dönemi”nde yaşanan bölgesel ve yerel savaşların çoğunda da İkinci Dünya Savaşı sonuçlarının da etkisi vardır. Sonuçta da, tabii, onlarda da “Birinci”nin zincirleme etkisi olduğunu varsaymak için nedenler eksik değildir. Özetin özeti: 11 Kasım 1918 gününü, Fransızlar ile müttefiklerinden hepsi değil ama bir kısmı, bir zafer günü olarak kutlayabilir. Bir kısmı da günü, bir “barışa ulaşma” günü olmasını göz önünde tutarak iyimser duygularla selamlayabilir. Ama, bence o günün değeri ancak, tüm insanlığa, “savaş” denilen işin hiçbir derde deva olmadığını, tam tersine birbirinden beter felaketlere yol açtığını gösteren bir ibret vesilesi olmasındadır Gene Mehmet Akif’i hatırlayalım. O ünlü iki mısra ile: “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” vet, dün bu sayfada anlattım: Ezanın ETürkçe okunması, Meşrutiyet döne Arapça ezan tartışmasıminden başlayarak, başta Ziya Gökalp ol O iki gün içinde tasarıyı görüşen bir başka siyasal kurul, CHP’nin Meclis grubuydu. Oradaki görüşmelere tam bir teded mak üzere, bir kısım Türk aydınının di gulamalarını hukuka ay Maddenin ikinci fıkrası şu düt havası egemen oldu. leğiydi. Bunun dönemin koşulları altında oluşmuş sosyal ve siyasal nedenleri vardı. Gökalp’in “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur..” diye başlayan ünlü mısraları kırı bulan mahkemelerin kararlarına karşı tavır almayı, aklından bile geçirmiyordu. O kararla BUGDÜÜNNDEEN hale geldi: “Şapka iktisası (giyilmesi) hakkında 671 sayılı kanunla Türk harflerinin kabul ve tatbikatına dair 1353 sayılı CHP’li milletvekillerinden bir kısmı, hükümetin bu girişimini kınıyor ve buna açıktan açığa “karşı tavır” alınmasını istiyordu. Bir kısmı ise “Bu konu hassas konudur. Biz vardı. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Sa ra uymanın görevi oldu kanunun koyduğu memnuiyet karşı çıkmayalım” diyordu. vaşı ile Cumhuriyetin ilk döneminde, “Va ğunu biliyordu. ve mecburiyetlere (yasaklara Konunun hassas sayılması, yeni bir “din tandaş Türkçe konuş” kampanyaları çerçe Yargıtay’ın kararını bozduğu mahkeme, ve zorunluluklara) muhalif hareket edenler sömürüsü” aracı haline getirilmesinden vesinde o istek de dile getiriliyordu. Bun önüne gelen dosyayı bir kere daha incele VEYA ARAPÇA EZAN VE KAMET OKUYAN di. CHP iktidardayken alttan alta başlayıp ların da sonucu olarak hükümet, o konuyu di. Ve Yargıtay kararına uymayı kabul etti. LAR üç aya kadar hafif hapis veya 10 lira iktidar değiştikten sonra açık açık yapılan gündemine sokmuştu. Böylece, Arapça ezan okuyanlar olursa, dan 200 liraya kadar hafif para cezasıyla “Arapça ezan” kampanyasının özü şu kaba Diyanet İşleri Teşkilatı uzmanlarıyla di onlara ceza vermemek, öteki mahkemeler cezalandırılır.” ayrımcılığa dayanıyordu: ğer ilgililerden komisyonlar oluşturulmuş için de gerekli hale geldi. Bu madde 1941 Meclisi’nde aynen ka “Arapça ezan isteyenler dindardır. Türk tu. Türkçe ezan metni olarak hazırlanan Hükümetin, buna karşı mahkemeler yo bul edildi. Böylece ‘Arapça ezan okumak’ çe ezanda direnenler dinsizdir.” metinleri dönemin ünlü hafızlarına okuta luyla yapabileceği bir şey yoktu. Ama, tabii yeniden ve çok açık bir şekilde suç hali CHP, bu “dinsizlik” suçlamasından iktidar rak bir sonuca varmıştı. Buna göre ezan ar Türkçe ezan uygulamasının değişmesini is ne geldi. Cezası da Şapka Kanunu’na ve dayken de çok çekmişti. CHP’liler arasında tık Türkçe okunacaktı. Arapça ezan okun temiyordu. Çare o konuda Meclis’ten yeni Türk harfleriyle ilgili kanuna muhalefet et bu durumun yorumlanması hep tartışmalı masına yaptırımlar, yeni harflere geçiş bir kanun çıkmasına çalışmaktı. Bunu yaptı. me suçlarındaki gibi oldu. (O arada hepsi olurdu. Bazıları “Verdiğimiz ödünler gereksiz te kullanılan yasaklardaki uygulamalar gibi Yargıtay’ın bozma gerekçesi şuydu: ne konulan cezalar da biraz artırıldı.) di... Eserlerimize sahip çıkmalıydık” derlerdi. genel nitelikteydi. Arapça ezan okumak, maddedeki ifade 1932’de konulan Arapça ezan yasağının Bazılarının görüşü ise bunun tam tersiydi: “Kamu düzenini koruma düşüncesiyle siyle “YETKİLİ MAKAMLAR TARAFINDAN yasal dayanağı, işte, yasaktan 9 yıl sonra, “Yeteri kadar esnek olamadık. Üzerimiz yetkili mahkemeler tarafından (...) kanun KANUN VE NİZAMLARA AYKIRI OLMA 1941 yılının haziran ayında yürürlüğe giren deki dinsizlik damgasını silemedik. Seçimi ve nizamlara aykırı olmayarak verilen bir YARAK VERİLEN BİR EMRE İTAAT ETME bu kanun değişikliğiydi. onun için kaybettik.” emre itaat etmeyen ve bu yolda alınmış bir MEK VEYA O YOLDA ALINMIŞ BİR TEDBİ 1950 yılındaki yasağı kaldırma girişiminin 14 Mayıs 1950 seçimi sonrasında parti için tedbire riayet eylemeyen kimselere..” ce RE RİAYET EYLEMEMEK” sayılmazdı. Çün hedefine varması da, Türk Ceza Kanunu’nun deki bu ikinci görüş daha yaygındı. Asıl tar za verilmesini öngörüyordu. O ceza, ya bir kü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ‘Ezan Arap 526’ncı maddesine o kanun değişikliğiyle ek tışma haziran sonundaki kurultayda yapıla aya kadar hapis cezası, ya da 50 liraya ka ça okunmasın’ genelgesi ‘kanun ve nizam’ lenen ve yukarıda büyük italik harflerle be caktı. Fakat partinin Meclis grubundaki mil dar para cezasıydı. Doğal olarak, para cezası uygulanıyordu. Çünkü ezan her yerde artık Türkçe okunuyordu. 1941 yılında ise şöyle bir gelişme oldu. O açısından geçerli bir emir veya tedbir sayılamazdı. Öyle sayılması için genelgenin, ya ‘adaletle ilgili işlemler’le, ya ‘kamu güvenliği’ veya ‘kamu düzeni’yle, ya da ‘genel lirlenen altı kelimenin maddeden yeniden çıkarılmasıyla mümkün olacaktı. CHP’nin tutumu letvekillerinin çoğu o görüşe daha yakındı. “Arapça ezan” konusuna da o bakış açı sıyla yaklaşıyorlardı. “Biz Arapça ezana karşı olmayalım” diyorlardı. Bu tartışma, maddeye göre para cezasına mahkum olan sağlığın korunması’yla ilgili bir ‘gerekçe Tasarı Bakanlar Kurulu’nda böylece geç grupta çok uzun sürdü. Sonuçta grubun lardan biri veya avukatı “Bu ceza kanun li düşünce’ye dayanması gerekirdi. Ortada tikten sonra hemen Meclis’e sevk edil görüşü belli oldu. CHP sözcüsünün hangi suzdur” gerekçesiyle Yargıtay’a başvurmuş böyle mantıkî bir gerekçe yoktu. di. Önce Demokrat Parti grubunda alkışlar noktaları vurgulayacağı belirginleşti. Söz tu. Yargıtay da başvuruyu haklı bulup mah Hükümet, 1941 yılında hazırladığı kıs arasında onaylandı. Adalet Komisyonu’nda cülüğe Cemal Reşit Eyüboğlu getirildi. keme kararını bozmuştu. Yargıtay’ın bozma mi bir Ceza Kanunu değişikliğinin içine, bu hızla görüşülüp kabul edildikten sonra, kararı şu açıdan ilginçti: Dönem, tek par konuyu da aldı. Ceza Kanunu’nun 526’ncı ti dönemiydi ama görevdeki siyasal iktidar, maddesi içindeki somut suç tanımlarının bugünkü “çok partili iktidar” gibi kendi uy arasına ‘Arapça ezan okuma’yı da koydu. Meclis Genel Kurulu’nun 16 Haziran günkü gündemine girdi. Her şey iki gün içinde olmuştu. YARIN: CHP SÖZCÜSÜNÜN GÖRÜŞÜ haber 9 1. Dünya Savaşı bitti... Anadolu işgali başladı! 11 Kasım 1918’de Fransa’da imzalanan ateşkesle resmen sona eren Birinci Dünya Savaşı, 20. yüzyıl boyunca yaşanan bütün krizlere kaynaklık etti.  10 milyon askerin, 6 milyonu aşkın sivilin ölümüyle sonuçlanan savaş, çok büyük kitlesel göçlere de neden oldu. Ateşkes sonrası yapılan antlaşmalar kabul edilemez ağır sonuçlar doğurduğu için uygulanması da zor oldu. Çok geçmeden İkinci Dünya Savaşı’nın tohumları yeşerdi. Osmanlı İmparatorluğu da savaş boyunca 2 milyon 850 bin asker seferber etti. Bunlardan 800 bini cephelerde şehit oldu. 400 bini yaralandı, 250 bini esir düştü.  1912 ile 1922 yılı arasındaki on yıllık dilimde Anadolu’nun nüfusu 17.5 milyondan 12 milyona düştü. Milyonlar savaş koşullarında öldü, milyonlar Anadolu’dan göçtü, milyonlar Anadolu’ya göçtü. HHH Birinci Dünya Savaşı biter, Anadolu’nun işgali başlar. İngiltere, Fransa öncülüğünde Avrupa, adım adım Sevr’i hazırlar. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’yle Osmanlı’nın başta İstanbul olmak üzere kendi sınırları içinde egemenliğine büyük ölçüde son verilir. Boğazlar İngilizlerin ve Fransızların kontrolünde olacak, ordu dağıtılacaktı. Toros tünellerinden telgraf hatlarına kadar tüm stratejik alanlar denetim altına alınacaktı. Müttefik ülkeleri bu mütarekenin de ötesine gittiler, İstanbul’u işgal ettiler. Bundan tam bir asır önce 1918 yılı Kasım ayı boyunca şunlar oldu: İngilizler, İskenderun’a asker çıkarma kararı aldı. Venizelos, Anadolu’nun batı kısmının Yunanistan’a ait olduğunu ilan etti. Bir Fransız tümeni Trakya’ya yerleşti. İlk aşamada 400 kadar İngiliz askeri İstanbul’da karaya ayak bastı. İngilizler ve Fransızlar Çanakkale’yi işgal ettiler. Yeniden altını çizelim; yukarıda sıraladıklarımız sadece Birinci Dünya Savaşı’nın resmen bitiminden itibaren haftalar içinde yaşandı. Devamında 10 Ağustos 1920’de, Türkleri Anadolu’nun ortasına hapseden Sevr geldi.  HHH Önceki gün Paris’te yapılan Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminin yıldönümü töreni liderler zirvesine dönüştü. 47 devlet başkanının katıldığı törende Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi de vardı. Savaş bitiminde Anadolu’nun işgaline ilişkin süreci öncelikle Erdoğan ve onun siyasetini kayıtsız şartsız benimseyenler için anımsattık. Eğer Erdoğan’ın bitim törenine katıldığı Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları aynen kabul görseydi, Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyip başarmasaydı, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı. O çok sevdiği, ihanet ede ede bitiremediği İstanbul, işgalin ardından başka bir yönetim altında olacaktı. Erdoğan’ın doğduğu topraklar başka ülkelerin sınırları içinde olacaktı. Bundan tam 100 yıl önce bugün, 13 Kasım 1918’de Mustafa Kemal, İstanbul’a geldi. Kafasında Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını, dayatılan mütarekeyi kabul etmek yoktu.  Ne vardı? O mütarekeyi yırtıp atmak, daha Şam’dan Kilis’e gelirken kafasında çizdiği Misakı Milli sınırları içinde, tam bağımsız, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış bir devlet kurmak vardı. Ey her fırsatta Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine, köklerine, bağımsızlık ruhunu özümsemiş bir millet yaratma ideallerine saldırmayı iş edinmiş iktidar sahipleri! Hiç değilse Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarına bakın da biraz utanın... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle