19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 10 Kasım 2018 16 Ben Atatürkçü değilim Nadir Nadi Yanılmış olmak hiçbir zaman ayıp değildir. Atatürk hayatta iken, onun başarmak istediği devrim atılımlarına karşı direnenleri düşüncelerinden ötürü bu gün kınamak aklımızdan geçmez. Bir Rauf Orbay, bir Kâzım Karabekir, bir Mehmet Akif, bir Halide Edip toplum yapısında Atatürk’ün giriştiği yenileşme çabalarını, belki ayrı ayrı nedenlerle yersiz, zamansız, ya da gereksiz buluyorlardı. Bunlar düşüncelerini gizlememişler, dalkavukluğa sapmamışlar, bir köşeye sinip oturmamışlar, Atatürk’e açıkça “seninle hemfikir değiliz!” demişlerdir, diyebilmişlerdir. Bu itibarla Atatürkçü olmadıklarını saklamayan eski devrim muhaliflerini biz bugün de saygı ile anıyoruz. Hepsi de mert, asil, samimi insanlardı. Fikirleri yüzünden çok çektikleri halde bunlardan kimi sonraları yanıldığını kabul etmiş ve hiçbir zorunluğu olmadığı halde, Atatürk’ün ölümünden sonra, bunu gene mertçe itiraftan çekinmemiştir. Fakat Atatürkçülüğe açıkça karşı çıkmayan, karşı çıkmadığı için de Atatürkçülük maskesi altında sinsi sinsi Atatürkçülüğü soysuzlaştırmaya gayret eden günümüz yobazlarına ne dersiniz? Ölümünden kısa bir süre sonra büyük Türk’ün adını yıpratmak uğruna göze aldıkları deneme ilkin onları ürküttü. Karşılarında dimdik Atatürk gençliğini bulmuşlardı. Atanın ölüsünü de yenemeyeceklerini anladılar, ödleri koptu, sus pus oldular. Ama çok partili hayata geçildikten sonra bunların yeni bir taktiğe başvurduklarını görmekte gecikmedik. Atatürk’ün adına karşı halkın, hem adına, hem eserine karşı da zinde kuvvetlerin beslediği bağlılık duygusunu kıramıyorlar ya o halde Atanın adını sihirli bir kalkan gibi ellerine alacaklar ve bu kalkanın ardına sığınarak adımadım hedeflerine doğru yürüyecekler. Bu hedef, Türkiye’nin yönünü tersine çevirmekti. Ne demekmiş çağdaş uygarlık? Ne demekmiş vicdan özgürlüğü? Ne demekmiş fikir özgürlüğü? Biz tarihine, geleneklerine bağlı, yüzde 99 Müslüman bir millet değil miydik? Türkiye Büyük Millet Meclisi açılacağı 23 Nisan 1920 günü Hacı Bayram’da dua eden Atatürk değil mi idi? Türk gençliğine damarlarındaki asil kana güvenmesini Atatürk hatırlatmamış mıydı? 1924 İzmir İktisat Kongresinde yurdumuzun ancak özel sektörle kalkınacağını Atatürk söylememiş miydi? Sonradan devletçiliği “özel sermayenin yapamayacağını yapmak” diye tanımlayan gene Atatürk olmamış mıydı? Böylece büyük kahramanın ömrü boyunca nefret ettiği ve bütün gücü ile bizi kurtarmaya çalıştığı dogmacılığı şimdi gericiler onun adına sığınarak yeniden tam anlamı ile hortlattılar. Gericiler bu yolda o kadar ileri gittiler ki bugün Ayasofya’nın camiye çevrilmesini isterken bile gözlerimizin içine baka baka “Atatürk sağ olsa o da böyle düşünürdü!” demekte hiçbir sakınca görmüyorlar. Atatürk’ün yüce adını maskara olmaktan kurtarmak için bari biz bu adamlara karşı durmasını bilelim ve göğsümüzü gere gere onlara seslenelim: Çağdaş uygarlığa sırt çevirmek Atatürkçülükse biz Atatürkçü değiliz. Hayatta en hakikî mürşit ilim değilse biz Atatürkçü değiliz. Vicdan ve fikir özgürlüğü doğruyu aramak, doğruya inanmak, inandığımızı savunmak hakkını bize vermiyorsa biz Atatürkçü değiliz. Ulusal bağımsızlık başkalarının uydusu halinde yaşamak anlamına geliyor ve halkçılık ilkesi halkın bir mutlu azınlık elinde cennet vaatleri ile ömrübillâh sömürülmesi sayılıyorsa biz Atatürkçü değiliz! 16 Aralık 1965 Cumhuriyet Sarışın bir kurda benziyordu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü 80. ölüm yıldönümünde Cumhuriyet’in simge isimlerinin unutulmaz yazılarıyla anıyoruz... Şiirlerle... Fazıl Hüsnü Dağlarca, şu dizelerle selamlar Atatürk’ü: Yirmi milyon. Elli milyon. UĞUR MUMCU İki yüz milyon Mustafa Kemal tek Bugün 10 Kasım Bugün Atatürk’ü şiirlerden bir demetle anmak istiyorum. İlk şiir Nâzım Hikmet’ten... Hürriyet kımıldamış Hürriyetle sonsuz En uzak En yeni En gerçek Şayak kalpaklı adam Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden Bütün yaptığı Gördüğü, düşündüğü Kara topraktan al bayraklara kadar güzel, rahat günlere inanıyordu Bir ağaç, bir gece, bir yol, bir su ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki İşte Mustafa Kemal yok mavzerinin yanında, Millet var. birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati; sordu. Paşalar: “Üç” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı. Nâzım Hikmet, o görkemli Kurtuluş Şu dizeler Halim Yağcıoğlu’nundur: Yaşatıyor musunuz devrimlerimi Götürebiliyor musunuz yeni çağlara Yazıyı kılığı hür düşünceyi Örnek ediyor musunuz uluslara Atabiliyor musunuz zihinlerden Softalık gerilik tüm karanlığı Adın var mı en yeni buluşlarda Köye sokabildin mi aydınlığı Sevebiliyor musun düşmanını Bolluk mu bir uçtan bir uca vatan Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanındaki Derim ki yolumda yürüyorsunuz Kuvâyi Milliye atlılarına da şöyle seslenir: Büyüğünden küçüğüne o zaman. Kuvâyi Milliye gelecek yine Atilla İlhan, Mustafa Kemal şahin atlar aşarak yeli Şiiri’nde Atatürk özlemini şu çiğneyecek gâvuru da Anzavuru da dizelerinde bir deprem gibi Kuvâyi Milliye gelecek yine. yaşatıyor: Cahit Külebi, Atatürk’ü şu dizelerle anıyor: Nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin Özgürlüğü sen yaydın içimize, çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin Halkçıyız dedin halk içinden, şol yüzünde güneş südü sıcaklık İnançla hür yetiştirdin bizi, ellerinden öperim Mustafa Kemal Borçluyuz sana ta derinden! Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti, Bu milleti te miz ellerin. Sana borçlu yuz ta derinden En büyüğü Turhan Selçuk’un karikatürü Mustafa Kemal lerin! Davullar zur Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük! nalar döğende Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı Atatürk! Biz seni hatırlarız Ceyhun Atuf Kansu, Atatürk’ü konu alan konuş Binip trene gezende malarında hep “Kurtuluş Savaşı ustası” sözcüklerini Biz seni hatırlarız! kullanır. Kansu, Atatürk Türkiyesi’ni şöyle düşler: Önce adını öğrenir Sıvas köylerinde buğday yetişiyor çocuklarımız! Halkım yamasız urbalar içinde Eli kalem tutup Mustafa Kemal’in kara tahtası başında yazanda. Herkes dilediğini yazıyor, öyle bir hava. senin dalın yaprağın biz senin fidanların biz bunları yapmadık sen elbette bilirsin bilirsin Mustafa Kemal elsiz ayaksız bir yeşil yılan yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal hani bir vakitler Kubilay’ı kestiler çün buyurdun kesenleri astılar sen uyudun asılanlar dirildi mustafa’m mustafa kemal’im. Emperyalizme karşı verilen silahlı savaşın başkomutanı ve karanlığa karşı verilen savaşın devrimci ve inançlı önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü her gün daha artan saygılarla anıyoruz... 10 Kasım 1989 Cumhuriyet Atatürk’ün getirdiği Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Ölüm yıldönümü dolayısıyla. Atatürk’ün Türk toplumunda gerçekleştirdiği devrimin kimi noktalarına dokunacağım. HHH 1918 yılının Ekim’inde Birinci Dünya Savaşından yenik çıktığımız zaman, Batılı emperyalistler çok zayıf düşmüş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya ve Afrika’da doğal kaynak özellikle petrol bakımından zengin olan geniş topraklarını paylaşıp bu İmparatorluğa son vermek ve yüzyıllardan beri bütün Avrupa’yı “korkulu bir düş” ortamında yaşatan Türklüğü ise kökünden yok etmek kararına vardılar... O dönemdeki siyasal durumu, bu kararın uygulanması içen en elverişli ortam olarak görüyorlardı. Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarılması. Türklüğü büsbütün yok etmek kararının uygulanmasına geçişten başka bir şey değildi. HHH Ondan sonra ne oldu? Bunu herkes biliyor. Türk toplumunun içinden bir Mustafa Kemal çıktı, bu ulusun ölmediğini, ölmeyeceğini bütün Batı emperyalizminin gözleri önünde kanıtladı ve Türk milletinin önüne düşerek bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu emperyalist devletlerin en öfkelilerinden biri de on dokuzuncu yüzyılda yalnız Güney Amerika kıtasının sömürüsüyle yetinerek kendi icindeki kapitalist oluşum sürecini tamamladıktan sonra Birinci Dünya Savaşı sonrasında kıtalararası sömürü düzenini güçlendirmeye başlayan şimdiki dostumuz (!) Amerika Birleşik Devletleri idi. Türk bağımsızlığı karşısında bu devletin öfkesi o denli büyük olmuştu ki, Avrupalı emperyalistler bu bağımsızlığı belgeleyen Lozan Barış Antlaşmasını çok geçmeden onayladıkları halde ABD bunu uzun süre onaylamadı. HHH Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi? Küçük bir arktan akan suyun önüne kimi zaman birtakım çubuk ve toprak parçaları ve ağaç yaprakları toplanır ve o yerde su yükselip göllenir. Böylece kendi yatağından çıkıp taşarak gelişigüzel ve yararsız hatta zararlı biçimde akan su iki yana yayılmaya başlar. Herhangi bir değnek veya bastonun ucuyla toprak ve yaprak pürüzünü açtığınızda su, yeniden kendi yatağındaki düzenli akıntısını sürdürür. İşte Türk’ün toplumsal yaşamında köklü bir devrim, özellikle laiklik harf ve dil devrimlerini gerçekleştiren Atatürk, bu toplumun çağdaş doğrultuda gelişmesine engel olan pürüzleri ortadan kaldıran büyük devrimcidır. Devrimcidir, çünkü o, toplumsal gelişmeyi köstekleyen temel engeller üzerinde gerçek tanıyı (teşhisi) koyan sonra da o engelleri en uygun zamanlarda kırıp parçalayarak Türk toplumuna çağdaş gelişme yolunu açan adamdır. Milletvekillerinden bir hoca efendinin “Asri (cağdaş) olmak ne demektir paşam?” sorusuna onun: “Medeni olmak demektir hocam, medeni olmak” yanıtını vermesi, Onuncu Yıl Söylevi’nde ve öbür bir çok konuşmasında “Muasir medeniyet seviyesine” Ata’nın naaşının bir süre tutulduğu Dolmabahçe’ye 7’den 70’e yüzbinler aktı... (yani çağdaş uygarlık düzeyine) ulaşmaktan söz etmesi, onun taklikçi, tanzimatçı kafadan büsbütün ayrı, çağdaş bir devrimci kafa taşıdığını gösterir. Türk toplum yapısında onun gerçekleştirdiği devrim “yerleşmiş yerleşmemiş” nitelemesiyle değerlendirilebilen, donmuş, kalıplaşmış birtakım reform paketleri olmayıp, çağa dönük, her zaman ilerleyen çağın isteklerine yönelik bir oluşum ve değişim sürecidir. Gerçek devrimci bu süreci kendi toplumunun özellik ve gereksinmesi içinde anlayıp ona göre değerlendirebilen kişidir. Bu süreci görmedikleri halde kendilerini Atatürk Devrimcisi sananlar Atatürk adını anarak zikreden kravatlı dervişlerdir ki, bunlar tekkelerde tespihle “Huuuu!..” çeke çeke zikreden sarıklı dervişlerden farksızdır. Çünkü her ikisi de aynı örümcekli kafayı taşır bunların. Yalnız Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk’e layık uyruğu olmak için değil gerçek insan olmak için de, kafayı örümceklenmekten korumak gerekir. 13 Kasım 1978 Cumhuriyet Atatürk Devrimlerinin Temeli: Eleştirel Akıl ALEV COŞKUN Atatürk, mazlum milletlerin, antiemperyalist bağımsızlık savaşınının lideri, zafer kazanan önder... Atatürk, yeni bir devletin kurucusu toplumsal devrimlerin öncüsü ve uygulayıcısı... Atatürk, ortaçağda yaşayan kırsal ve tarımsal nitelikli bir topluma çağlar atlattıran, çağdaşlaşma yolunu açan toplumun lideri... Atatürk, 600 yıllık saltanat ve 1500 yıllık halifelik kurumunu kaldıran din devletini yıkıp, Cumhuriyeti kuran devrimci... Atatürk, hukuk devrimini yapan, kadına toplumda eşitlik veren bir toplum ve kültür adamı... Tüm bunlar Atatürk’ün aydınlanma devrimleridir. Ama Atatürk’ü bir cümleyle tanımlamak gerekirse, şöyle yapılabilir: Türk toplumunun önüne aklın üstünlüğü ilkesini getiren, eleştirel aklın egemenliğini öne çıkaran büyük bir devrimci... Geleneksel toplumdan aklın egemenliğine yürüyüş Yukarıda birer satırla anlatılan devrimler toplumsal yaşamda çok zor dönüşümlerdir. Yüzyıllar boyunca geleneklerine bağlı kalmış bir tarım toplumunda, eleştirel aklın önemini ortaya koyan ve işlevini sağlayan bir devrim yaratmak aslında bir mucizedir. Bunu başarmak için Atatürk, önce devlet ve toplum yönetimini din kurallarının toplamı olan şeriat kurallarının ve dogmalarının etkisinden kurtarmıştır. Atatürk’ün bin yıllık din devletini yıkarak, Cumhuriyet ilkelerine dayanan bir siyasal rejim kurması çok büyük bir devrimdir. Ortadoğu’da bir ilktir. Tüm İslam dünyasında bir benzeri yoktur. Atatürk Batılılaşmayı değil çağdaşlaşmayı öngörüyordu. Bir kez din devletinin kurumları (halifelik v.s.) yıkıldıktan sonra, ardından hukuk devrimi geldi. Bu hukuk devrimi evrensel ve çağdaş ilkelere dayanıyordu. 1789 Büyük Fransız İhtilali, Batı dünyasında kilisenin egemenliğine son vererek, laik Cumhuriyet idaresinin doğmasını sağlamıştı. Atatürk, Fransız İhtilali’nin nedenlerini ve daha sonraki gelişmeleri çok derinlemesine incelemişti. Fransız İhtilali’nin özellikle laik Cumhuriyet ilkelerine bağlılığını takdir etmiştir. Tüm bu nedenlerle Atatürk, akla ve bilime önem vermiştir. Bu nedenle “hayatta en gerçek yol gösterici, bilimdir” demiştir. Evet bugün siyasal ve toplumsal sorunlarımız vardır. Ancak, Laik Cumhuriyet’in ilanının üzerinden 100 yıla yakın bir süre geçti, İslam dünyasında İran, Pakistan, Afganistan, Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri, Katar, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Cezayir, Fas gibi müslüman devletler ve toplumların hiçbirisi Türkiye’nin laik devlet sistemine ulaşamamıştır. Bunun sonuçları, aşağıdaki dönüşümleri getirmiştir. 1 Devletin laikleşmesi (saltanat ve hilafetin kaldırılması.) 2 Hukukun laikleşmesi (şeriata dayalı hukuk sistemi yerine, laik temellere dayalı evrensel hukukun kabul edilmesi.) 3 Eğitimin laikleşmesi (mahalle mekteplerinin kaldırılması, eğitim birliği yasasının kabul edilmesi.) 4 Kültürün laikleşmesi (Türbe, tekke ve tarikatların kapatılması, harf devriminin yapılması.) İlhan Selçuk yazılarında eleştirel aklı üstün tutarak, din devletinden laik topluma geçişi sürekli ele almıştır. Selçuk, Atatürk’ün aydınlanma devrimlerini “aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması” olarak tanımlamıştı. Gerçi Atatürkçülüğü kemirmek, tırmalamak, her vesileyle karşı gelmek, laik devlet yerine ümmetçiliği yeğlemek bugünlerde marifet sayılıyor. Ancak, sosyoloji biliminin kuralı şudur: toplumsal dönüşümler tersyüz edilemez. Toplum yaşamında akan ırmak, tersine döndürülemez. Aklın egemenliği, ortaçağ karanlığına götürülemez. Atatürkçü olmak Oktay Akbal Demek siz Atatürk’çüsünüz? Bakıyorum dilinizden düşmüyor, ne yapsanız, ne deseniz Atatürk sözcüğünü kullanıyorsunuz bol bol. “Atatürkçü ve milliyetçi” diyorsunuz. Atatürkçü dedikten sonra niye bir de milliyetçi sözcüğünü ekliyorsunuz peki? Atatürkçülükte milliyetçilik kavramı yok mu? Ayrı ayrı şeyler mi Atatürkçülük ve Milliyetçilik? Değil. Ama siz bunu kabul edemezsiniz. Çünkü siz Atatürkçü değilsiniz. Dilinizden, kaleminizden Atatürk sözleri günde on kez dökülse de siz Atatürkçü olamazsınız. Olsaydınız “Ben Atatürkçüyüm ve Milliyetçiyim” demezdiniz. Atatürkçüyüz, Kemalistiz demeniz yeterdi. Siz Atatürkçü değilsiniz, siz Kemalist değilsiniz, siz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş amacına, ilkesine, felsefesine bağlı değilsiniz. Siz Atatürkçülüğü bir paravan sayıyorsunuz. Siz gerçek Atatürkçüleri sindirmek, susturmak, korkutmak için Atatürkçülük silahını kullanıyorsunuz. Düne kadar nerdeydiniz? Şöyle beş on yıl öncesine gitsek. Haydi biraz daha ötelere, öğrencilik yıllarınıza... Atatürkçülüğe aykırı düşen hangi örgüt varsa oradaydınız, hangi dergi, gazete, yazar Atatürk’ün devrimlerine karşıysa, düşmansa onun yanındaydınız. Siz ırkçıydınız, Turancıydınız, şeriatçıydınız. Siz Atatürk’ü, Türk milliyetçiliği adını verdiğiniz bir gericilik akımı olan ırkçılık, Turancılık ülküsünün düşmanı sayıyordunuz. Fırsat bulsanız Atatürk’ü de, yaptıklarını da, ondan yana olanlar da ortadan kaldırırdınız. Ama baktınız bu olacak iş değil, en iyisi Atatürk sözcüğünü ele geçirmek. Atatürkçü aydınları, gençleri, Atatürkçü halkı çirkin suçlandırmalarla korkutmak sindirmek, iktidarı tam ya da yarı elinize geçirdiğiniz günlerde başladınız buna, bu yozlaştırma, bu korkutma çabasına. Siz Atatürkçü değilsiniz. “Atatürk ilkeleri” deyimi düşmez dilinizden. Atatürk ilkelerinden yanaymışsınız sözde! Hangi ilkesini yürekten kabul edersiniz, uygularsınız Atatürk’ün? Hangi sözüne, buyruğuna uyarsınız? Atatürk ulusal bağımsızlık derdi, siz der misiniz? Hayır demezsiniz. İnanmazsınız buna. Ne demek ulusal bağımsızlık? Bu Amerika’ya sırt çevirmektir, bu Ruslara kendimizi peşkeş çekmektir. dersiniz. Anlayamazsınız Rusa da, Amerikana da, Çine de İngilize de, Fransıza da eşit dostluk göstermenin önemini... İç ve dışta tam bağımsız bir politika yürütmenin gerekliliğini... Sonra laiklik? Siz laik misiniz? Laiklikten yana mısınız? Biliyorum özel hayatınızda dine yer vermezsiniz. Müslümanlık bir ciladır sizin için, ancak seçim alanlarında bir gösteri, bir aldatma silahı... Ama bütün amacınız laiklik ilkesinin ortadan kalkması değil midir?. “Nedir İsviçre kanunları, nedir bize yabancı gelen, geleneklerimize göreneklerimize uymayan şeyler” diye bağıran siz değil misiniz? Halkın nabzına şerbet vermek için en başta harcadığınız ilkedir, laiklik... Sürekli devrimcilik Atatürk’ün en önde gelen niteliğidir. Atatürk’e göre bir devrim donmaz, bir yerde kalıp duraklamaz. O zaman devrim olmaktan çıkar. Uygarlığa yetişmek, çağdaşlaşmak için Türk ulusunun durmadan ilerlemesi, çağına uyması gereklidir. Siz ise tam tersi yoldasınız. Anayasa değişikliklerinde hep savunduğunuz budur: Anayasa ileri düşüncelere kapalı olmalı, “Türk milliyetçiliği” adı verdiğiniz ırkçı, Turancı, bağnaz bir hava taşımalı. Nerde devrim, reform adlı “düzeltmeler”i bile baltalamaktan geri kalmazsınız. Bu mu Atatürkçülüğünüz? Atatürk devletçiydi, halkçıydı, Cumhuriyetciydi. Siz devlet fabrikalarını özel sektöre peşkeş çekmek amacındasınız. Siz halkı, halkçılık adına sömürmek hayalindesiniz. Siz ulu hakan’ı, “Büyük vatan dostu, Vahdettin”i yücelten yazarları, gazeteleri korursunuz. desteklersiniz, savunursunuz. Siz Atatürkçü değilsiniz. Olamazsınız. Olmak da istemezsiniz. “Atatürkçüyüm” derken bile içinizden gülersiniz, kapalı kapılar ardında dostlarınıza “Ne yapalım bir süre böyle konuşmak zorundayız” dersiniz. Kimse de bunu anlamaz sanırsınız. Tarih görür sizi. Kuşaklar sizi görür. Bugün en ağır sözlerle suçlandırdığınız kişiler görür. Gözden kaçmaz hiçbir davranışınız, eyleminiz... Siz tanırsınız kendinizi. İçiniz ürperecek şu satırları okurken. İşte yüzümüzdeki maskeyi çekip koparmaya çalışan biri diyeceksiniz. “Bizi bizden iyi tanıyor, yutmuyor.” Sizi devrimci, Atatürkçü kuşaklar iyi tanır. Ne yapsanız nereye çizseniz hangi biçime girseniz... Siz Atatürk’ün dev çabayla yıktığı. yok ettiği bir geriliğin gizli gizli boy atmış tohumlarısınız. Zehirli bir bitki gibi boy atmaktasınız. Ama sizleri görüyoruz, tanıyoruz. Atatürkçülük oyununuzu da acı acı gülerek seyrediyoruz. Atatürk devrimlerine yürekten bağlı insanların güveniyle... Kuru gürültülere aldırmadan, korkmadan... Atatürkçülük Nedir Varlık Yayınları haber 17TASARIM: FUNDA YAŞAR ER 10 Kasım Bizim tarihimizde şairin Batı’dakinden farklı bir yeri var; bizde ‘Aydınlanma’nın tohumları bir bakıma şiirle atıldı... ‘Vatan’ dediğimiz zaman aklımıza kim gelir? ‘Vatan şairi!..’ Kim o?.. Namık Kemal... İnsanın insanlaşıp kulluktan kurtulmasında Tevfik Fikret’in büyük payı var... 20’nci yüzyılda yetişmiş büyük şairlerimizin Mustafa Kemal için en güzel şiirleri yazmaları, Türkiye’ye özgü bir tarihsel bilincin edebiyata dönüşmesidir... Varoluş destanımız şiirimize öylesine işlemiştir ki bu gerçeği vurgulamak için bir tek dize yeter: “O saati sordu..” Kimdir “o” diye sorsanız, bu toprağın az buçuk mürekkep yalamış tüm insanları yanıtını bilir... Kimdir o?.. Mustafa Kemal!.. Bu memleketin hapishanelerinde inlettiğimiz şairimiz Nâzım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı”nı bilmeyen var mı?.. ‘Kurtuluş’umuz Batı uygarlığının emperyalizmine karşı “Milli Kurtuluş Savaşı” ile gerçekleşti; ‘Kuruluş’umuz Batı uygarlığının “Aydınlanma”sını bir devrimle öngördü... İkisinde de “Tek Adam” vardı.. Kimdi o?.. Mustafa Kemal!.. Batı, ne kurtuluşumuza sıcak baktı, ne de kuruluşumuza... Ne var ki Anadolu, Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamış ve duyumsamıştı... “Tek Adam”ın bugüne dek bir efsane gibi yaşayabilmesi, bu tarihsel, toplumsal ve ulusal algılama sayesindedir... Ancak her savaşın bir karşısavaşı, her devrimin bir karşıdevrimi vardır... Tarih böyle söylüyor... Toplumbilim böyle yazıyor... Bugün Türkiye’nin yaşadığı gerçeklerin anlaşılması için bu bilimsel kuralın iyice algılanması gerek... Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki ‘Kurtuluş’u ve ‘Kuruluş’u yıkarak yerle bir etmek isteyen iç ve dış güçlerin ittifakı bugün Türkiye’de iktidarı ele geçirmişlerdir... Atatürk 1938 yılında gözlerini hayata kapamıştı... 2007 yılındayız... Demek ki aradan 69 yıl geçmiş... İki karşıt gerçek bugünkü Türkiye’de bir arada yaşıyor; çelişki elle tutulurcasına somut... Çelişkiyi yaşayanlar kimlerdir?.. Bizleriz... Nâzım’ın diliyle: “Onlar ki suda balık Toprakta karınca Havada kuş kadar Çokturlar. Korkak, Cesur, Cahil, Hâkim ve çocukturlar.” Bir kurtuluş ya da kurtulamayış savaşı daha yaşıyoruz, yenilirsek elimizden kuruluşumuz da gidecek.. Bu ‘10 Kasım’da diyorum ki: Yenilmeyeceğiz!.. 10 Kasım 2007 Cumhuriyet C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle