Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Pazar 14 Ocak 2018 EDİTÖR: SERKAN OZAN AYM’nin gazetecilere tahliye kararına karşı mahkemelerin direnmesi tartışılıyor Yolu Erdoğan açtı Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay için verdiği hak ihlali ve tutukluluğun sona ermesine ilişkin kararına karşı, yerel mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ni “yetki gaspıyla” suçlaması, Türkiye’yi yeni bir hukuki kaosun içine soktu. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararına direnmesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Can Dündar ve Erdem Gül kararı için verdiği tepkiyi de akıllara getirdi. Erdoğan kararı “Uymuyorum, saygı da duymuyorum” sözleri ile değerlendirmişti. Erdoğan, “Aslında mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer direnmiş olsaydı bu bireysel başvuru veya Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar boşa çıkacak ve tahliye edilmiş bu kişiler AİHM’ye gideceklerdi” demişti. Hukukçuların yargıda yaşanan kaosa ilişkin görüşleri şöyle: ÖZEL OLARAK ÇALIŞILMIŞ KARAR TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI METİN FEYZİOĞLU: Anayasa Mahkemesi, hak ihlali kararı verdiğinde ‘yetki gaspı’, reddetttiğinde ‘görevini yapmış mı’ olacak? Söylenebilir mi bu? Akla zara. Anayasa Mahkemesi ne diyip de tutukluluğun hukuka aykırı olduğuna karar verebilirdi? Ağır Ceza Mahkemesi nasıl inceliyor? ‘Bu delil ile bu tutuklama olmaz’ dediğinde, ihsası reyde mi bulunmuş oluyor? Reddetmek için, ‘uymuyorum’ demek için üzerinde özel olarak çalışılmış, hukuk ile ilgisi olmayan bir karar. Mahkemenin direnme kararına da itiraz edilebilir. İtiraz mercilerinin doğru davranması gerekir. Anayasa Mahkemesi tutukluluk hali devam ettiği sürece her gün aynı kararı verebilir. Bu durum, AİHM önündeki dosyaları da mutlaka etkileyecektir. AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin etkili bir çözüm olmadığına karar verir. Türkiye yine kendi ayağına sıkıyor. Kendi iç hukukundan çıkartıp olayı AİHM’ye havale ediyor. İKİNCİ BİR HAK İHLALİ YAŞANIYOR Hukuka sahip çıkın Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın avukatları Ergin Cinmen, Figen Çalıkuşu, Ferat Çağıl ve Melike Polat tarafından dün yapılan yazılı açıklamada da AYM kararlarının herkesi ama herkesi bağladığı vurgulandı. Hiç kimsenin, mahkeme ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğine dikkat çekilerek, “OHAL KHK’ları için iptal kararının reddine karar verirken Anayasa Mahkemesi saygın, temel hak ve özgürlükler noktasında karar verirken ise saldırılan bir mahkeme olmamalıdır. Hukuk vicdanı olan tüm hukukçuları, hukuk güvenliği altında ülkesinde yaşamak isteyen ve hukukun üstünlüğüne inanan herkesi hukuka sahip çıkmaya, gerçekler üzerinden konuşma ve tartışmaya da vet ediyoruz” ifadelerine yer verildi. Açıklamada, AYM’nin bireysel başvuruları incelediği anımsatılarak, “Hüküm gereği Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye başvuru yapılabilir. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince giderilmemesi halinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Buna göre Yargı mercilerinin, ‘suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunup bulunmadığı’, ‘tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığı’, ‘tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün’ takdir aralığını aşıp aşmadığı, AYM’nin denetimine tabidir” denildi. AYM kararına direnen mahkemele rin nöbetçi mahkeme olmadığına da değinilen açıklamada, bireysel başvuru kararlarının, iptal kararları gibi Resmi Gazete’de yayımlanmak zorunda olmadığı da belirtildi. ANKARA BAROSU BAŞKANI HAKAN CANDURAN: Bir mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kararını öğrendiği an, gerekçesini aramaya gerek kalmadan yerine getirmek zorunda. Gerekçesini görseniz ne olur, görmeseniz ne olur. Kesin kararın gerekçesi mahkemeyi ilgilendirmez. O andan itiaren eğer bir tutukluyu salıvermiyorsanız, suç işliyorsunuz. 13. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM kararını yerine getirmeyerek, suç işlemiştir. Adalet Bakanlığı’nın hemen harekete geçip, 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyelerinin hakkında suç duyurusunda bulunarak, işleme başlamaları gerekiyor. Çünkü karar ikinci bir hak ihlaline gitmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, demiyor muydu, ‘Tanımıyorum da yerine getirmiyorum da.’ Bir Cumhurbaşkanı, ‘tanımıyorum’ derse, başka bir vatandaş veya mahkeme de ‘yerine getirmiyorum’ der. İdarenin gücü eline alıp, bu yollara tevessül etmesi sonucunda, mahkemeler bu hale gelmiştir. BİREYSEL BAŞVURU İÇİN TASARI VAR İSTANBUL BAROSU BAŞKANI MEHMET DURAKOĞLU: AYM kararları kesin ve bağlayıcıdır. Bu kararları tartışmak gibi bir lüks kimsenin elinde yok. Ya hukuk devleti olacağız ya da olmayacağız. Önemli olan nokta şu; Türkiye bireysel başvurular nedeniyle, içinde bulunduğu konum itibarıyla çağdaş ve evrensel hukuk dünyasına açılan tek kapıyı açık tutuyor. Türkiye’nin şu anda var olan en önemli kapısı bireysel başvurunun evrensel hukuk temelinde hareket etmek zorunda kalmasıdır. Yargının içinde bulunduğu konumda bir tek elimizde bu kaldı. Öyle sanıyorum ki Bekir Bozdağ’ın demeçlerini böyle yorumluyorum. Bireysel başvuruyla ilgili hükümet bir tasarı içerisinde. Bu tasarıyı da daha önce yaptıkları gibi yargıyı siyasal stratejilerin bir parçası olarak kullanmak kaydıyla bunu sağlamaya çalışıyorlar. AYM’NİN VARLIĞI TARTIŞILIYOR SAKARYA BAROSU BAŞKANI ZAFER KAZAN: AYM kararını uygulamayan hâkim ve irade, aslında fiilen AYM’yi ortadan kaldırıyor. O zaman biz AYM’nin varlığını tartışıyoruz. Bu kimseyi savunmak ya da sahiplenmek anlamına gelmez.AYM geçmişte ‘OHAL kararnamelerini denetleyemem’ dedi. Biz bu AYM kararını ‘bir gece kararname ile seni de kapatırlar’ diye yerden yere vurduk. Ama ne yaptık mecburen uyduk, neticede mahkeme kararı. Bu aynı zamanda ülkenin suç örgütleri mücadelesinde büyük bir handikaptır. Bu gerçekten FETÖ ile mücadeleyi büyük bir şaibeye uğratır. AYM kararı dinlenmemekle burada siyasi iradenin müdahalesine maruz kaldı anlayışına hizmet edecek. Bir an önce mahkemelerin iradesini eline alıp kanunun kendilerine vaaz ettiği bu kararı uygulamak zorundadır. Aksi halde hukuk adına konuşabildiğimiz hiçbir şey yok. ‘YASAYA KARŞI HİLE’ YOLUNA GİDİLDİ PROF. DR. SAMİ SELÇUK: Ülkemizin içinde bulunduğu Kara Avrupası hukuk sistemlerinde mahkeme kararları hüküm fıkrası açıklandığı anda bağımsızlık ve dokunulmazlık kazanır, kesinleşir ve mahkeme artık açıkladığı bu hüküm fıkrasının üzerinde asla bir değişiklik yapamaz, virgülüne bile dokunamaz. Karar da, o anda geçerli olur ve etkisini göstermeye başlar. Gerekçe, bu hüküm fıkrasını besleyen kesimdir ve bildiğimizce bütün yargılama yasalarına göre hüküm fıkrasından sonra yazılır, yazılabilir. Ayrıksı/istisnai olarak sadece AYM’nin iptal kararlarında gerekçenin yayımlanması beklenir. Olayımızda AYM, kendi yetkisine giren bir hak ihlalini belirlemiş ve ulaştığı bu sonucu sitesinde yayımlayarak kamuoyuna duyurmuştur. Bir mahkeme kararı elbette bilimsel gerekçelerle her zaman eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Ancak hukukla ilgisi olmayan saçma bahanelerle ya da “yetki yağması” gibi süzme kavramların içeriği boşaltılarak ve yozlaştırılarak eleştirilmesi kabul edilemez. Böyle bir yaklaşım, her şeyden önce bilim ve hukuk etiğine aykırıdır ve yersizdir. Bundan başka bir hukuk toplumunda AYM’nin ihlal kararına duyulduğu anda herkes ve bu arada adli karar mahkemesi de uymak; kararın gereğini hemen yerine getirmekle yükümlüdür. Bir yasanın hükümlerini ya bir mahkemenin kararını hukuka uygun bulmayan bir yargıç, elbette o yasayı ya da mahkeme kararını bir inceleme yazısında eleştirebilir. Ancak yasaları uygulamakla ya da AYM gibi ilgili merciin verdiği karara uymakla yükümlü bir mahkeme, bunları verdiği kararında eleştiri konusu yapamaz. Yaparsa, böyle bir karar yetki aşımı nedeniyle sakattır ve hukuka aykırıdır. Nitekim Fransız Yargıtayı, bir yasayı eleştirerek uygulayan bir mahkeme kararını, karar yasaları uygun bulunduğu halde, kararın böyle bir gerekçeyle kesinleşmesine izin vermemiş ve yetki aşımı nedeniyle bozmuştur. Olayımızda ilk mahkeme; ilkin AYM’nin verdiği karara uyacak yerde onu eleştirme yoluna gitmiş, yetkisini aşmıştır. Bu bir. İkinci olarak da gerekçenin yayımlanmasını bekleyeceğini belirterek sağlıklı nedenlere dayanan gerekçe yerine, hukukla inatlaşma bahanelerine ve “yasaya karşı hile” yollarına başvurmuştur. Bu ağır bir yanılgıdır. Mahkemeler ve bütün devlet organları AYM kararına uymak zorundadır. Olayımızda başvurucu Mehmet Altan ve arkadaşları, bir önlem olarak tutuklanmışlar, ancak bu tutuklanma işleminin hukuka aykırı bulunduğu AYM kararıyla belirlenmiştir. “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” öyküsünü oynamaya kimsenin hakkı yoktur. Karara hemen uyulmalı ve tutuklular salıverilmelidirler. Tersi durumda özgürlüğü kısıtlama suçunu öngören TCY’nin 109/3d maddesinin uygulanması gündeme gelir. VARLIK NEDENİNİN ANLAMI KALMAZ PROF. DR. İBRAHİM KABOĞLU: AYM kararı, karşısında bir ağır ceza mahkemesi açısından da bağlayıcı. Bir ceza mahkemesinin AYM kararını yetki dahilinde verip vermediğini sorgulama yetkisi bulunmamaktadır. Çünkü AYM, Anayasa’nın ve yasanın kendisine tanıdığı yetki gereği ihlal var mı yok mu bunu saptama yetkisine sahiptir. Dolayısıyla eğer alt derecede bir mahkeme, bu derece üst derece mahkemeyi yetki gaspı biçiminde sorgulamaya kalkarsa o zaman orada yargının varlık nedeninin bir anlamı kalmaz. İkinci nokta, hükumet yetkilerinin ve siyasilerin bu konuda hemen konuşmaya başlamaları. Oysa yargı kara rı yargının işidir. Hükümetin işi değildir. Acaba bu şekilde bir tablo çıkmasında Türkiye’nin OHAL yönetimi altında olmasının etkisi yok mudur? Çünkü bir ağır ceza mahkemesinin AYM’yi sorgulaması, olağan hukuk düzeninde pek rastlanılan bir durum değildir. Türkiye bir an önce olağan hukuk uygulanmasına dönmelidir. Ve sonuncu nokta; esasen AYM’nin verdiği bu karar Türkiye’nin içine sürüklendiği siyasal ve hukuk bunalımından çıkması için bir adım olabilirdi. Bu sadece belirli kesimlerin değil başta hükümetin ve bütün Türkiye’nin yararına bir durumdur. Ancak bu şekilde karşı koymalarla böyle bir sansın önü kapatılmıştır. AİHM KARARINI DA UYGULAMAZLAR PROF. DR. YAMAN AKDENİZ: Yargımızın siyasetten bağımsız olmadığını Atilla Taş ve Murat Aksoy’un ilk tahliye sürecinde Ağır Ceza mahkemesi heyetinin ve duruşma savcısının görevden alınması ile zaten açıkça gözlemlemiştik. Şimdi de daha önce defalarca uygulanan ve tutuklulukla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararları uygulanmıyor. Artık Türkiye’de yargı bağımsızlığından veya adil yargılan madan bahsetmek mümkün değil. Anayasal bir kriz söz konusu. Bu kriz AİHM’deki Cumhuriyet ekibi ve diğer gazetecilerin başvuru sürecini de olumsuz etkileyecektir. Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan yerel mahkemeler AİHM kararlarını da muhtemelen uygulamayacaktır. Olası bu durum Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden de Avrupa Birliği’nden de gitgide uzaklaştıracaktır. DOĞRUDAN AİHM YOLU AÇILACAK ESKİ AİHM YARGICI RIZA TÜRMEN: Bu hukuk devleti olup olmamakla ilgili bir mesele. Bir AYM kararının birinci derece mahkemesi tarafından bozulması gibi bir durum ilk defa oluyor herhalde. AYM kararına rağmen gazetecilerin tahliye edilmemeleri, tutuklamayı da hukuki mesnetten yoksun bırakmıştır. Fiili bir durum ortaya çıkmıştır. İnsanları kaçırıp üstüne kapıyı kilitlemekten hiçbir farkı yok. Bundan sonra bırakılacak olurlarsa, o da ayrı bir ihlal konusu. Tahliyenin gecikmiş olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesindeki özgürlük hakkının ihlali demek. Öte yandan, serbest bırakılmadıkları takdirde AİHM bir karar verecek. Gazetecilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılmış olmaları ve basın özgürlüğü ihlali açısından ihlal kararı verecek. Bu durumda Türkiye’deki iç yargı yolunun işlemediği ortaya çıkacak. AYM iç hukuk yolu olmaktan çıktıysa o zaman doğrudan AİHM’e gitmek imkânı doğacak. Türkiye’nin hukuk devletinden ne kadar uzak olduğu dünyaya ilan edilecek. TÜRKİYE HUKUK DEVLETİ DEĞİL AVUKAT TURGUT KAZAN: Türkiye şu anda hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Hukuk devleti olup olmadığı her zaman sorunluydu ancak şu anda hukuk devleti olmaktan çıkılmıştır. AYM’nin kararına karşı koyan mahkeme kararlarında mantık aramaya kalkmak beyhude bir çabadır. Karar yanlışsa bile bu akademik tartışmalara, makalelere, bilimsel konuşmalara konu olur. Meydanlarda “Eyyy” diye başlayan konuşmalara konu olamaz. İhlale konu olan kararın kahramanı mahkemeler bu tespite uymak zorundadır. AYM’nin yetki takdirinin tartışmaya açılması çok tehlikelidir, asla kabul edilemez bir tartışmadır. Kararın uygulanmaması çılgınlıktır. Hukuk devletinin temel vasfı bağımsız kaliteli yargının karar verdiği devletseniz eğer hukuk devletisinizdir. Her konuya siyasi erk karar veriyor ise, yargı mercileri de ona göre kendini biçimlendiriyorsa orası kesinlikle hukuk devleti değildir. BAŞKALARI DA UYGULAMAZ AVUKAT ÜMİT KARDAŞ: AYM’ye bireysel başvuru hakkı biliyorsunuz AKP iktidarı tarafından Anayasa’ya kondu. Şimdi ‘efendim bu bir yetki gaspı, fonksiyon gaspı’ tarzında şeyler söyleniyor. Oysa, AYM’nin yüklenen suçun delillerini kuvvetli suç şüphesi bakımından incelemesi zaten görevi içinde. O bakımdan AYM, gayet hukuki bir karar verdi. Ağır ceza mahkemelerinin de AYM kararını irdeleme, eleştirme hakları ve yetkileri yok. Şimdi AYM kararına direnme hakları yok. Tabii kararın uygulanmaması hakikaten bu geldiğimiz aşama itibarıyla artık hukukun, her şeyin bittiği bir nokta. Kaos çıkar bundan. Yani siz, AYM kararını uygulamazsanız, yereldeki ağır ceza mahkemelerinin kararlarını da yarın öbür gün başkaları uygulamaz. Mahkeme kararları uygulanmamaya başladığı zaman bu ne demektir? Bu kaos demektir. HUKUKSUZLUĞU KİTABA UYDURMAK AVUKAT GÖKMEN YEŞİL: Hukukun genel işleyişi gereği temel hak ve özgürlüklerin korunması ve buna uygun olarak yargılama yapılması gerektiği açık olduğuna göre AYM’nin yaptığı hak ihlali tespitine tüm yerel mahkeme, savcılık ve idari makamların uyması zorunludur. Hele ki yerel mahkemenin ‘Açıklayamayacağımız deliller var’ demesi yapılan işin hukukla ilgisi olmadığını ortaya koyuyor. Zira deliller yargılama esnasında tüm tarafların bilgisine sunulacak ve tartışılacak yargılama unsurlarıdır. Yargılamada gizli delil yerel mahkemenin uydurduğu bir kavramdır. Ancak bu uydurma hali hukuku bilmemekten değil siyasi baskı altında hukuksuzluğu bir şekilde kitabına uydurmak dışında başka bir anlam ifade etmiyor. Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın konu ile ilgili açıkça beyanatlarda bulunduğu bir ortamda farklı bir durum da beklenemezdi. HABER: SİNAN TARTANOĞLU, CANAN COŞKUN, SEYHAN AVŞAR, ZEHRA ÖZDİLEK haber 11 Kafana göre takıl kanka Kuşkusuz kurallar belli olsa, keyfi bir düzen olmasa, bel altı vurulmasa, hak ve demokrasi mücadelesi çok daha kolay olacak. O zaman tüm zorluklara katlanmak, baskıları göğüslemek daha bir mümkün gözükecek. Ancak gel gör ki, ne oyunun kuralları ne de memleketin kanunları belli. Maçın hakemini de, kaleyi de, takımın ligdeki yerini de, her saniye değiştiriyorlar. Sonra da zaten eli kolu bağlanmış insanlardan hak mücadelesi bekliyorlar. Kolay değil. Bunları söylememe neden olan, cuma günü hukuk devleti noktasında yaşanan iki vahim gelişme. Daha doğrusu, bize hukuk devletinde yaşamadığımızı hatırlatan iki olay. Birincisi, malum Selahattin Demirtaş’ın mahkemesi. Demirtaş, sokağı doldurup taşıran büyük bir sevgi seliyle Bakırköy’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaretten mahkemeye çıktı. HDP liderinin tutuklanmasının ne kadar vahim bir durum olduğunu, yaptığı basın toplantılarına istinaden terör bahanesiyle 6 milyonluk milli iradenin gasp edilmesinin ne büyük bir tarihi çirkinlik olduğunu anlatmama gerek yok. Bunları zaten yazdım geçmişte. Ancak Demirtaş’ın cuma günü mahkemeye çıkması bambaşka bir açıdan bir hukuk ihlaliydi. HDP lideri, hâlâ milletvekili. Demirtaş’ın dokunulmazlığı, Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olduğu dönemde sadece bazı spesifik dosyalar için kalktı ve bu dosyalardan yargılanıyor. Ancak cuma günü hâkim önüne çıktığı dava, dokunulmazlığı kalkan davalardan biri değil. Haliyle hâkimin kendisine dava açması, sorgulaması, tamamen hukuk dışı. Ama “gücü gücüne yetene” dönemindeyiz ve hukuk kimsenin derdi değil. İkinci vahim ihlal, Anayasa Mahkemesi’nin 3 önemli sembolik basın davasıyla ilgili verdiği kararın, keyfi bir biçimde (ve muhtemelen hükümet talimatıyla) bir alt mahkeme tarafından tanınmaması. Daha doğrusu, anayasaya aykırı bir biçimde reddedilmesi. Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ’ın açıklamalarına paralel olarak alt mahkemenin Anayasa Mahkemesi kararını fiiliyatta yırtıp atması. Ezcümle, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıldönümü yaklaşırken, fiili olarak Anayasa Mahkemesi’nin kapısına kilit vurulması. Anayasa Mahkemesi’nin uzun bir sessizlikten sonra 3 ayrı kararla Cumhuriyet Kitap Eki Yayın Yönetmenimiz Turhan Günay, Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın hak ihlali başvurularını haklı görmesi, sadece demokrasi açısından olumlu bir gelişme değil, dünya kamuoyunda potansiyel olarak Türkiye’nin önünü açabilecek bir adımdı. Anayasa Mahkemesi gazetecilerin tutuksuz yargılanması yönünde bir içtihat oluşturabilirse, Türkiye’yi tüm dünya nezdinde ayıplı bir otoriter rejim yapan gazeteci davalarında bir rahatlama sağlanabilirdi. Ancak rejim, hakhukuk meselelerine “Türkiye’nin önünü açmak”, “Adaletin yerini bulması” ya da “Mağduriyetleri gidermek” perspektifinden bakmıyor. Bu tarz rahatlamaları, “Surda gedik açmak” olarak görüyor. Ve bundan korkuyor. Bırakın 74 yaşındaki Şahin Alpay’ın tutuksuz yargılanmasını, yandaş medyada TBMM önünde maddi sıkıntıları nedeniyle kendini yakan vatandaşa yönelik nefreti gördünüz. Ona bile tahammül yok. Mümkün olsa, darbe girişiminden yargılayacaklar. Dedim ya, kurallar değişiyor, kanunlar oyuncak oluyor. Bildiğimiz ahlaki parametreler yok karşımızda. Haliyle sözün ve mantığın bir değeri de yok. Böyle bir durumda hak mücadelesi vermek çok zor, çok. (Not: Az önce mektup yasağı yeni kalkan Nazlı Ilıcak’tan bir mektup aldım. Bir sonraki yazımda Nazlı Hanım’ın aktardıklarının bir bölümünü paylaşacağım.) Dihaber muhabiri Selman Keleş adliyede Diyarbakır’da önceki gün gözaltına alınan KHK ile kapatılan dihaber muhabiri Selman Keleş adliyeye sevk edildi. Keleş, aynı ajansın muhabirlerinden Arif Aslan ile birlikte Mart 2017 tarihinde gözaltına alınmış, geçen yıl Kasım ayında Van 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasında tahliye edilmişti. Ancak Van Cumhuriyet Başsavcılığı, mahkemenin tahliye kararına itiraz ederek, iki gazetecinin yeniden tutuklanmalarını talep etti. İtirazı değerlendiren Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi, gazeteciler hakkında yeniden tutuklama kararı verdi. Bunun üzerine gazeteciler hakkında yakalama kararı çıkarıldı. 29 Aralık’ta gözaltına alınan Arif Aslan, 31 Aralık günü nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı. l MAHMUT ORAL / Diyarbakır C MY B