20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Latife Tekin MSGSÜ’de söyleşiye katılacak Ünlü yazar Latife Tekin, Mimar Sinan Üniversitesi Bomonti Etkinlikleri kapsamında bir söyleşiye katılacak. MSGSÜ Edebiyat Kulübü’nün Açık Radyo ve İletişim Yayınevi’nin deste ğiyle düzenlediği etkinlik bugün saat 15.30’da başlayacak. Öğrencilerin yanı sıra izleyicilere de açık olan söyleşide kadın haklarının da gündeme gelmesi bekleniyor. 16 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] Solup giden İstanbul Perşembe 9 Mart 2017 Ferzan Özpetek’in kendi yazdığı romandan hareketle çektiği son filmi ‘İstanbul Kırmızısı’ güçlü oyuncu kadrosuna rağmen beklentileri karşılayamıyor Bir kuş misali deniz tarafından İstanbul’a doğru yaklaşan kamera, artık günlük hayatın vazgeçilmez parçası haline gelen dev inşaatlarla ve insanın beynini ütü ‘İstanbul Kırmızısı’ leyen inşaat gü rültüsüyle karşı laştığından mıdır bilinmez, bir an da gerisin geri dö nüyor ve şehirden EKmolruakhısa adeta kaçıyor. Bu kısacık sahneyle mükemmel bir şekilde açılan “İs tanbul Kırmızısı” ilk anlarıyla heye can verici bir izleme deneyimi vaat ediyor ama maalesef bu vaadinin çok uzağına, gerisine düşüyor. Gösterime girdiği cuma gününden bu yana çokça konuşulan (hatta ne redeyse şimdiye kadar en çok konu şulan Ferzan Özpetek filmi oldu) “İs tanbul Kırmızısı” çokça eleştirildi ve sıklıkla “Ferzan Özpetek’den bu nu beklemezdik”ten başlayıp “Bu nu saymayız”a uzanan bir çizgide ha yal kırıklıklarını sıraladı herkes. Şu rası bir gerçek ki filmin senaryo su bir hayli sorunlu. Bilenler bilir, Özpetek’in aynı adı taşıyan bir roma nı var (bu film de o romandan serbest bir uyarlama) ve o romanın önem Film yıllar sonra eski kenti İstanbul’a dönen ünlü yazar Orhan’ın (Halit Ergenç) gelişiyle başlıyor. Kısa bir süre sonra anlıyoruz ki aslında ünlü yönetmen Deniz’in (Nejat İşler) yazmakta olduğu romana yardımcı olmak üzere gelmiş İngiltere’den. İstanbul’da hem eski dost ve yakınlarıyla bir araya gelecek, hem de yeni tanışıklıklar kuracak olan Orhan, henüz ilk gece tanıştığı Neval’e (Tuba Büyüküstün) âşık olacaktır. Öte yandan Deniz’in romanında anlattığı karakterlerle de tanışmakta, onun anlattığı hayatı daha iyi tanımaya çalışmaktadır. Ne var ki ertesi gün Deniz ortadan kaybolur ve Orhan bu eski ama artık bambaşka kentte yeni bir maceraya kulaç atmaya başlar. li bir kısmı Gezi Olayları sırasında geçiyor. İstanbul’u ve aslında tüm Onat, Serra Yılmaz, İpek Bilgin ve Zer Türkiye’yi derinden sarsan Gezi Olay rin Tekindor akılda kalıcı ve güçlü per ları (Emek Sineması protestoları da formanslarıyla filmi yukarıya çekmeyi var) romana sağlam bir iskele kuruyor başarıyorlar ama Halit Ergenç’in tüm ça ve bu toplumsal panorama da drama basına ve fazla da açık vermeyen oyun tik yapıyı önemli ölçüde destekliyor culuğuna rağmen tüm filmi sırtlayabil du. Filmde ise bu sağlam yapı olmadığı diğini söylemek zor. Tuba Büyüküstün gibi neredeyse yitip giden İstanbul’la ise ne yazık ki güzel ama yeteneği kısıt özdeş şekilde dağılan, ayakta durma lı bir oyuncu gibi çıkıyor karşımıza. As ya mecali olmayan bir dramatik iske lına bakarsanız Nejat İşler olsun, Meh let var. Buna bir de özensizce işlenmiş met Günsür olsun, filmdeki tüm oyun karakterler eklenince, oyuncu kadrosu cular belli bir kalitenin üzerinde, önem nun tüm parlaklığına karşın, izleyiciyi li isimler ama ya senaryoyu içselleştire tatmin etmeyen bir film çıkmış ortaya. memişler (anlaşılmaz, üstü kapalı olsun Anlaşılmaz senaryo derken oyuncuya dahi ipucu vermeyen bir senaryo zira) ya da karakterlerini be Oyuncular meselesine kısaca değin nimseyememişler. Öne çıkan oyuncula mek gerekirse, özellikle Çiğdem Selışık rın ekseri filmde çok kısa yer alan ve ge nel hikâyeyle doğrudan alakalı olmayan karakterleri canlandırması bu anlamda söylediklerimizi destekliyor aslında. Gerçeklik hissinden uzak Bir kayıp vakasına odaklanan ve bir yandan da İstanbul’un kaybolup gitmesine, eski İstanbul’daki yaşam kodlarının geçersizleşip yerini yozlaşmış bir yaşam kültürünün almasına da bir ağıt niteliği taşıyan filmin dikkat çekici bir yanı da içinde aşkın sadece ruhani, hatta zımni yansımasının oluşu. Oysa daha önceki filmlerinde aşkın fiziksel yanını korkusuzca perdeye taşımış, eşcinselliği cesurca işlemiş, tutkuyu alabildiğine yaşatmış bir yönetmen Özpetek. Ne demeliyiz bilemiyorum ama sinemasını bilmesem, kendisini az çok tanımasam muhafazakârlaşmış ya da bazı şeyleri açıkça söylemekten çekinmiş diyeceğim. Koca filmde bırakın bir sevişme sahnesini, tek bir öpücüğün bile yer almayışını nasıl yorumlamalı yoksa? Filmin İstanbul’a, İstanbullulara dair sırıtan, gerçeklik hissi vermeyen çok sahnesi var maalesef. Trafikte can veren kâğıt toplayıcısının “Kâğıtlarım, kâğıtlarım” diye sayıklamasından tutun da, eleştirel olma uğruna komik kaçan burjuvazi tasvirlerine, neler neler... En nihayetinde yalıdan Boğaz’ın deli sularına atlayan yazar karakterinin Doğu’dan Batı’ya geçeyim derken boğuluveren Türkiye’yi sembolize ettiğini ise düşünmek bile istemiyorum doğrusu. David Garrett’tan Çaykovski ziyafeti Eleştirmenlerin “müziğin dâhi çocuklarından biri” olarak övgüyle söz ettiği keman virtüözü David Garrett, Venezüellalı şef Dietrich Paredes yönetimindeki İstanbul Opera Orkestrası eşliğinde bu akşam İş Sanat’a konuk oluyor. Isaac Stern, Yehudi Menuhin ve Ida Haendel gibi kemanın en büyük virtüözleriyle çalışan sanatçı, 10 yaşındayken Hamburg Filarmoni Orkestrası ile ilk konserini verdi. 13 yaşında Deutsche Grammophon ile bünyesindeki en genç sanatçı olarak özel bir sözleşme imzaladı. Julliard School’da müzikoloji ve kompozisyon eğitimi alan Garrett, Itzhak Perlman’ın yönlendirmesi ve tavsiyeleriyle performanslarına yeni teknik ve stiller ekledi. Kariyeri boyunca birçok ödülü kucaklayan David Garrett’ın Çaykovski’nin keman konçertosunu yorumlayacağı bu özel konser, İş Sanat’ta Avishai Cohen, Buika gibi sanatçılara da eşlik etmiş olan İstanbul Opera Orkestrası’nın seslendireceği Çaykovski 4. Senfoni ile devam edecek. Camerata Uluslararası mimarlık Saygun konseri ödülü Tabanlıoğlu’na NotreDame de Sion Fransız Lisesi’nde bu akşam saat 19.30’da şef Naci Özgüç yönetimindeki Mimar Sinan Üniversitesi Camerata Saygun Oda Orkestrası konser verecek. Solistler Sibel Pensel ve Ayla Uludere (flüt), Léo Pensel (piyano), Jaques Deleplancque (korno). Konserde Armando Ghidoni, Vivaldi ve Hasan Uçarsu’nun eserleri seslendirilecek. Tabanlıoğlu Mimarlık, Beyazıt Devlet Kütüphanesi Renovasyon Projesi ile World Interior News (WIN) Awards 2017’de ‘Kamu Yapıları’ kategorisinde ödüle layık bulundu. Toplam 16 kategoride verilen ödüller, yenilenen Londra Tasarım Müzesi’nde iç mimarlık, tasarım, mimarlık ve iş dünyasından 250’nin üzerinde uluslararası davetlinin bir araya geldiği törenle sahiplerini buldu. Değerlendirmeyi yapan uluslararası jürinin Beyazıt Devlet Kütüphanesi Renovasyon Projesi hakkında yayımladığı yorumda “Mimarın eli çok hafif, neredeyse egodan arınmış bir mimari hissiyata sahip. Mimarlar, kendilerini ortaya çıkarmaktan imtina ederek binanın kendine has bağla mını yüceltmiş, teknik ve yönetimsel mücadeleleri aşıp bu sonuca ulaşmışlar. Aydınlatma, iç mekândaki birimlerin ve eşyanın tasarımı özenle düşünülmüş ve çok başarılı. İçerisinde yer aldığı tarihi çerçevenin estetiğini vurgulayan zarif, minimalist ve incelikle gerçekleştirilmiş bir proje. Aydınlatma tasarımı ise ayrıca takdire şayan” ifadeleri yer aldı. Eyyy Almanya: Laiklik kadının özgürlüğüdür! “T ürkiye’yi yönetenler, kullandıkları kelimelerin anlamını bilirler sanırdık. Yani bilmelilerdi... Bu kadar bilgisizliği biz burada yaşayan Türkler anlamakta zorlanıyoruz... Erdoğan’ın Nazi benzetmesi üzerine tüm Türkiye’nin ayağa kalkması gerekiyordu...” (3. kuşak bir genç kadın.) “Tamam, Erdoğan hem mağduru oynamak, hem sahte milliyetçiliği kışkırtmak, puan toplamak için Nazi benzetmesi yaptı ama bunun Almanlar için en büyük, en ağır küfür, insanın anasına küfretmek gibi olduğunu bilmiyor herhalde.” (Üçüncü kuşak bir delikanlı.) “Nazi benzetmesiyle Almanya’da yabancı düşmanlığını kışkırtmak mı istedi Erdoğan? Canımızı malımızı tehlikeye atıp, sonra bizden oy mu istiyor.” (Yaşlı bir Türk) “Her Alman geçmişiyle zaten hesaplaşmıştır. Geçmişinin bilincindedir. Erdoğan’ın Nazi deyip bu suçu farklı bir çerçevede kendi emelleri için kullanması, çok büyük yanlış. Şimdi Türk dostu olan Almanlar bile artık tatilde Türkiye’ye gitmeme kararı aldı.” (Yıllardır tüm tatillerini Türkiye’de geçiren Almanlar...) Buyurun, buradan yakın! Şu dünya ne tuhaf! Erdoğan’ın “İstersem atlar uçağa gelirim. Kapıdan sokmadığınız zaman da dünyayı ayağa kaldırırım” dediği, Bakanların “Evet” propaganda mitingleri yapmalarına izin verilmediği Almanya’dayım iki gündür... Bu yukarıdaki alıntılar, iki günde duyduklarım... Münih’ten sevgiler Fazla gürültü yapmadan atladım uçağa Münih’e geldim. Kimse ayağa kalkmadı. Dünya Emekçi Kadınlar Günü için beni davet eden “Initiativ Gruppe” (Girişimciler grubu) kadın kolları biraz telaşlıydı o kadar. Ama zaten referandum için “Hayır” propagandası için değil, 8 Mart için geldim. Göçmen Türklerin ve Almanların çeşitli sanatsal ve kültürel etkinliklerde buluştukları, birlikte öğrendikleri, paylaştıkları, yaşamı daha yaşanır kıldıkları, yaşam alanının çoğaltıldığı bir ortamda konuşmacıyım. Konuşmamın başlığı “Cennette ve cehennemde kadın olmak”... (Elbet yeryüzündeki cennette ve cehennemde...) Türkiye’de son on yılda kadın sorunlarıyla ilgili gelişmeleri gelişememeleri, karşıdevrimi konuştuk... Evet son on yılda çeşitli kazanımlar geriye gitti ama asıl OHAL’den beri bu geriye gidiş daha da hızlandı. Özellikle siyasette... HDP’li 7 kadın milletvekili halen tutuklu... Adını koyalım: Pedofili Eğitimde kız çocuklarını okuldan uzaklaştırmaları... Kadın istihdamında düşüş... 13 14 yaşında evlendirilen ülkemizdeki 3.5 milyon kız çocuğu... Tanrı aşkına artık buna “Çocuk Gelinler” demeyelim. Bunun adı sapıklık, ahlaksızlık, bunun adı pedofili!!! Ve artan, ha bire artan şiddet: 2002’de öldürülen kadın sayısı 66’ydı. 2013’te 237... 2014’te 294... 2015’te 310 kadın... 2016’da 328 kadın... Yok mu artıran!!! OHAL’le daha da arttı! Bu yılın ocak ayında 29 kadın öldürüldü. Şubat ayında 38 kadın öldürüldü... Ben bu yükselişin nedenini demokrasi noksanlığında, ülkede genel olarak şiddetin ve gerilimin kışkırtılmasında, adaletin, yargının işlememesinde, referansların hep dinden olmasında, yöneticilerin sapkın çağdışı söylemlerinde, örnek oluşturmalarında buluyorum. 3 K Kader değil Salonda her yaştan insan var. Almanlar da var, çeviri yapılıyor. Soruların ardı kesilmiyor... Yaşadığımız bunca şiddetin ve acının kader olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Hayır! Bunun nedeni yanlış politikalardır. Laiklikten vazgeçmektir. Oysa laiklik demokrasi ve çağdaşlığın güvencesi. Laiklik insan haklarının, kadın haklarının olmazsa olmazı. Laiklik kadının özgürlüğü! Toplantıda ansızın Hitler’in kadınlara öngördüğü “3 K” gündeme geliyor. Küche (mutfak), Kirche (kilise) ve Kinder (çocuk)... Aman Tanrım tam da bugün Türkiye’yi yönetenlerin söylemine amma da benziyor... “Eyy Almanya” ve Nazi benzetmesi gündemdeyken sırası mı 3 K’nin... Bir de bakıyorum “Kadın toplantısı” referandum toplantısına dönüşmüş, kararsızları bile “HAYIR” demeye yöneltmiş. Ben en iyisi yurda döneyim! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle