20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 9 Mart 2017 10 AKP’nin Almanya hesabı Almanya’nın AKP’li bakanlara referandum öncesinde, Alman kentlerinde “Evet” propagandası yapmalarına engeller çıkarması, izin vermemesi üstüne TV’lerde ha bire tartışılıyor, gazetelerde yazılıyor çiziliyor... Almanya’nın bugünü “Nazi dönemi” ile karşılaştırılıp ayıp benzetmeler yapılıyor. Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünün ne kadar geniş olduğu gibi daha da ayıp yalanlar art arda sıralanıp Almanya’nın demokrasi sınavında sınıfta kaldığının altı defalarca çiziliyor. Şu bir gerçek: Merkel ve hükümeti bakan, başbakan ve belki de Cumhurbaşkanı ziyaretlerinden kaynaklanan siyasal krizi yönetemedi, yüzüne gözüne bulaştırdı. Türkiye’deki eşi benzeri görülmemiş “kamplaşma”nın referandum öncesinde daha da keskinleştiğini herkes gibi Federal Almanya Hükümeti de görüyor. “Hayır” diyeceklerin düşman ilan edilmesine kadar varan zemberek boşalmasının Almanya’ya taşınmasından; orada yaşayan, sayıları milyonlarla ölçülen Türkiye kökenliler arasında şiddet içeren çatışmalara varabilecek gerginliklerden bütün siyasi partiler ve yerel yönetimler ciddi kaygılar duyuyorlar. Ama bunu önlemenin yolu toplantı iptallerini yerel yönetimlere, salon sahiplerine yıkmak olmasa gerek. Diplomatik hüner işte böyle günler ve dönemler için var ve Almanya bu hüneri gösteremedi... Tamam. Tamam da AKP’nin bunca itilip kakılmaya, gitgide ikili ilişkileri dinamitleyecek bir inatla “İlle de gideriz, ille de Alman kentlerinde toplantı da yaparız, miting de düzenleriz” diye yırtınması niye? Bunu “ulusal onur” edebiyatı ile ya da Saray’daki zatın dayılanmayı diplomasi sanması ile açıklamak mümkün değil. Belki bunların da etkisi vardır ama asıl neden bu olamaz. Peki, öyleyse ne? HHH Benim, senin, herkesin gördüğünü bu seçim, seçmen, oy hesabı işlerinde tam bir hünerbaz olduğunu kanıtlamış “AKP Reisi” de görmemiş olamaz. 16 Nisan ateşi her yanı sarmışken kamuoyu araştırmaları Saray’a alarm veriyor. Reis’in geleceği bıçak sırtında. Hatta bir iki puan eksik ve bu “başkanlık” çöp sepetine gidecek demek. Yani her oy altın değerinde ve Federal Almanya’da YSK verilerine göre tastamam 1.408.550 (Yazıyla: Bir milyon dört yüz sekiz bin beş yüz elli) seçmen var. Bu referandumun sonucunu kesinlikle etkileyebilecek bir seçmen kitlesi demek. Onların oylarını kazanabilmek, “Evet” demelerini sağlamak AKP elebaşıları için yaşamsal önem taşıyor. Yurtdışındaki yine YSK verilerine göre2.867.658  seçmene ulaşmak kolay değil. Kimi Amerika’da, kimi Avustralya’da. Ancak başta, hem de en başta Federal Almanya olmak üzere Avusturya, Fransa, Hollanda, Belçika’da referandumda oy kullanma hakkı olan bu dev kitlenin oylarını alabilmek, kendi lehine çelebilmek için AKP ve Reisleri bırakın diplomatik ilişkileri zehirlemeyi, savaş bile ilan edebilirler. AKP’lilerin “Bizim Reis kalabalıkların önüne çıkıp bir konuştu mu, evet oyları çantada kekliktir” gibi bir inançları ve umutları var. Bunca hırçınlık, bunca ölçüsüzlük, böylesine zembereği boşalmış bir diplomatik ilişki büyük ölçüde bu yüzden. İlk rauntta Almanya ağır bastı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Hamburg’da “Evet” propagandasını Türkiye Başkonsolosluğu konutunun misafir odasına ve bahçesine sığabilecek kadar kişiyle yapmak zorunda kaldı. Bu itiş kakışın devamı nasıl gelecek? Göreceğiz. El mi yaman, bey mi yaman göreceğiz... Yargıdan 8 Mart’ta örnek karar 20yaşındaki Hilal Gülçek, tekstil işçisiydi, nişanlısıyla evlilik hayalleri kuruyordu. Bir dönem çalıştığı Emrah Selçuk’un beraberlik teklifini reddetmişti. Selçuk, ısrarla takiplerine devam etti. Gülçek’in evden yalnız çıktığı bir gün silahını ateşledi ve genç kadını sokak ortasında katletti. Selçuk, Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuklu yargılandı. Savunmasında, Gülçek’le ilişkisi olduğunu, nişanlandığını duyunca öfkelendiğini ileri sürdü. Son savunmasında, “Parmağında yüzüğü görünce kendime hâkim olamadım. Bir anlık öfke ve sinirle geleceğim elimden alındı” dedi. Mahkeme heyeti dün davayı karara bağladı. Sanık Emrah Selçuk’u, “tasarlayarak öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum etti. Sanık hakkında haksız tahrik ve takdir indirimi uygulanmadı. Avukat Saika Bayraktar, duruşma sonrası yaptığı açıklamada, “8 Mart günü çok önemli bir karar. Adalet yerini buldu. Sanık tüm savunmalarında ‘nişanlandığını bilmiyordum’ diyerek indirim almaya çalıştı. Oysaki, Hilal’in ailesiyle tanışıklığı vardı. Bir iki gün önceden öğrenmişti. İki gün önce araba kiraladı, silah buldu. En az iki gün boyunca plan yaptı...” diye konuştu. l İSTANBUL / Cumhuriyet haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Dışarıdan konak içeriden zindan 17 yaşındayken 70’lik bir adamla evlendirilen, yıllarca tecavüze uğrayan, kocasından ve kumalarından şiddet gören R. M. 40 yaşında hayata tutunmaya çalışıyor Taşıdığı mendil sepetini, oturduğu taş merdivenin yanına koyan satıcı kadın, bir offf çekerek yakı Bu bu tkoapdrearkblaernınimmmı?i yor sigarasını... Gözleri uykusuzluktan bitap... Gövdesi şuracıkta kendisini salacak gibi yorgun. Peki ya zihnindekiler? Dokunsan ağlayacak... Öyle kendi derdine düşmüş bir hali var ki karşısında oturduğum çay ocağında onu dakikalarca izlediğimin farkında bile değil. Ürkek, yaralı bir kuş adeta... Yaklaşıp “ya bir kanadını da ben kırarsam” korkusu yaşatıyor insana. Öyle çaresiz, öyle masum... Satmak için itinayla sepetine dizdiği mendilden bir tane çıkarıyor. Hayır hayır bu defa satmak için değil. Hıçkıra hıçkıra gözlerinden yağmur gibi boşalan yaşlarını silmek için. Tam garsona parayı uzatıp yola koyulacakken karşımdaki kadının oturduğu yerden fırladığını görüyorum. O an hiç ikiletmeden karar veriyorum peşinden gitmeye... Kimselerin olmadığı dar bir sokağa giriyor. Birkaç adım gittikten sonra taşıdığı ekmek teknesini sıkı sıkı tutarak dizlerinin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlıyor. “Belki de burada olmamalıydım. Hayatla meselesi her neyse, bu dar sokağa yalnız yaşamak için gelmemiş miydi acısını” diyorum içimden. Bu sebeple merakıma yenik düştüğüm için bir an kendimden utanıyorum. Derken onun kendiyle baş başa kalışı, benim de aklımdan geçirdiklerim beni fark etmesiyle son buluyor. Dizleriyle çöktüğü yere ben de çömelerek oturuveriyorum. Bir süreliğine konuşmadan öylece kalıyoruz. Ardından dudaklarımdan süzülen teselli sözcükleri... Aklımda binbir soru ve zihnimdeki merak... Sorma, sorma... “Sorma, sorma” diyor haykırarak. Duymuyorum. “Anlatırsan belki yardımcı olabilirim. Ne bileyim işte paylaşırsan belki de hafifler yükün. Ne dersin” diyorum. Önce susuyor. Sonra ikna oluyor ve kelimeler kendiliğinden dökülüyor, adının R.M, yaşının 40 olduğunu öğrendiğim kadın: Az önce bir adam gördüm. Hayatımı kâbusa çeviren kocama o kadar çok beziyordu ki çileli geçmişimi hatırladım. Gerisini biliyorsun işte kendimi tutamayıp feryat figân ağladım. Hayat bizi salladı “Ben baştan aşağı yaralıyım. Geçmişim, benliğim, bedenim, kadınlığım ve her şeyden önemlisi çocukluğum yara. Açıkçası hayat bizi biraz salladı. Bu topraklarda şanslısı da var şansızı da. Zengini de var fakiri de. Çilesini çeken de sefasını süren de... Senin anlayacağın biz hep beli bükülenlerdeniz” diyerek anlatmaya koyuluyor yürek burkan öyküsünü... Bu röportajı R.M’ye ver Hadi kalk, diğim söz nedeniyle adını veremeyeceğim uzak bir şehirde gerçekleştirdik. Adı ve yüzü bende saklı. hazırlan gidiyorsun Altı çocuktan üçüncüsü, yani ortanca olarak geliyor dünyaya... Anadolu’da ortanca çocuklar hep yok sayılır. Örneğin ortanca çocuğun bebeklik fotoğraflarına pek rastlanmaz. Doğduğu gün pek hatırlanmaz. Fikir mi? O da ne? Sindirilmiştir bir kere... Konuşmak bir yana, yanağına attığı sillesiyle mahalleyi bile inleten baskıcı ve gaddar bir babanın çocuğuysan vay haline... Çocukluğunda ve genç kızlığında R.M’nin durumu da üç aşağı beş yukarı böyle... Yaşadığı evde yalnızca sinen ve ezilen R.M. mi? Hiç olur mu öyle şey? Biri diktatörlüğünü ilan eder de aile bireyleri bu baskıdan nasibini almaz mı hiç? En büyük abla... Adı Fatma... Şimdi 46 yaşında... Çocukluğu boyunca babasının sillelerine, hakaretlerine maruz kalan en çok da o olmuş. Çünkü büyük işkencelerle ezilen annesine kalkan olmuş her tokatta... İşte bu nedenle büyüdükleri evde en çok ablası Fatma’yla, hem kardeş hem dost olmuş. İkisi birden babasının her akşam aynı saatlerde attığı dayaklara, aynı şekilde güç bela dayanmışlar. Ablası, vücutlarına balyoz gibi inen her yumruk ve her tekme darbesinden sonra, “Korkma. Dayanacağız ve bu azap bitecek. Söz. Yeter ki 18’ine kadar dayan” diyerek teselli ediyormuş, evin ortanca silik çocuğunu, kendisinin de biricik kardeşini... İki kardeş hep o zindandan kurtulacakları günü beklemişler. 1 genç kız 70’lik dedeyle Ancak kader yine örmüş ağlarını... Nasıl mı? Yaş on yedi... R.M’nin yaşadığı köyde kızlar en geç 1213’ünde evlenirken o evde kalan kız olarak anılıyor ve nerdeyse lanetleniyor. Annesi ağlıyor kızının yazgısına... Büyük kızı Fatma evlenmedi. R.M.de 17’sinde evde kaldı ne de olsa... Çünkü köyde biri bu yaşa kadar evlenmedi mi ya deliye verilir ya da dedeye... Bir sabah R.M. babası tarafından uyandırılır. “Haydi kalk, hazırlan. Gidiyorsun” diyerek. R.M. uyku sersemliğiyle “Nereye, neden” diye soramadan ürkek bir biçimde almış eşyalarını, düşmüş babasının peşine... Gördüğü manzara daha önce köyde birçok kızın başına gelenlerle aynı elbette... Yaşlı bir kadın... Onun yanında iki kuma... Etraf çoluk çocuk... Duvarda beyaz bir gelinlik, yanında al bir duvak... Gördükleri ve kulak kesildiği konuşmalar... Ancak duvarda gördüğü gelinliğin üzerine zorla giydirilip davullarla karşılandığı köy meydanında anlamıştı, 70’inde bir dedeye gelin gideceğini... Boğazında bir yumruk... Korkular ve zılgıtlar eşliğinde bir düğün... Sapık bir dedeyle geçen kâbus gerdek... Dayak, kötek, yasak... “Baştan aşağıya altınla donatılmıştım. Ancak gözümde hiçbir değeri yoktu. Kendi kendime, “Fatma nerdesin? Hani bu kör talihi birlikte yenecektik” diyen R.M, o günü tekrardan yaşarmışcasına anlatıyor: “Yıllar açlık, sefalet, korku ve şiddet içinde hızla akıp geçti. 40’ıma geldim. Ancak yaşadığım kâbus hiç gözümün önünden gitmedi. Hem baba evi... Hem kuma gittiğim cehennem... Zorla evlendirildiğim ilk günün sabahını hiç unutamam. O da ne, 70’indeki sapık bir dede kocam olmuş. Hem de en az babam kadar kötü ve zalim. Bu kader benim mi yoksa bu toprakların mı, diye sorar oldum.” n O sabahı anlatır mısın? Hayatımın en kötü sabahıydı. Hava aydınlıktı. Güneşse parıl parıl parlıyordu. Ama gel gör ki bana kara bir zindan. Gerçi benimki de laf. Sadece o sabah mı? Bana her sabah zindandı. Uyandığımda 70’lik kocam hep dövüp hem tecavüz ediyordu. Ben çığlık çığlığa... Belinden çıkardığı kayışla, “Dün gece koynuma girmedin ha.... (Şaaakkkk..... Şakkkk) al sana.... Al.... Al sana...” Gençliğimi bitirdiler n İyi de o zamanlarda sen 17, o 70. Gücün yetmedi mi kendini korumaya? Ya da onu itip kaçmaya? Öyle bir şey yapsaydım oğulları, kardeşleri ya da benim ailemin erkekleri linç ederdi beni. Çaresiz dayandım. O da yetmedi dışarıdaki en yaşlı kuma hariç, iki kumam ağzımdan kan gelene kadar dövdüler beni. Tüm evi baştan aşağı temizlettiler. 5 yetişkin ve 20 çocuğun tüm giysilerini dayaklarla yıkattılar. İşkence eviydi. Benim gençliğimi bitirdiler. İkisi de öldü ama ne babamı affederim ne de kocam olacak o zalimi. Eski günlerin endişe ve acısını yaşattığı bakışlarıyla uzaklara dalıyor. Gözlerinde, tazecik bir fidanken hayatını zindana çeviren, sonra da 88 yaşında ölen zalim kocasının hayali... Dördüncü kuma olarak zorla götürüldüğü ve hiç çocuğu olmadığı için eziyetlerin en büyüğünü gördüğü o zindan konak... 3 kuma... Büyük bir mücadelenin ardından 40’lı yaşlarda abla Fatma ve R.M. hayalini kurdukları mutlu hayatı, eninde sonunda yakalamışlar. Elbette babasının eziyetlerine dayanan biricik anneleriyle birlikte... Üçü birlikte geçmişlerini geride bırakıp yeni bir şehirde yaşıyorlar. Hem de hayata sıfırdan başlayarak. Abla Fatma, varlıklı evlere gündeliğe gidiyor. R.M. mendil satıyor... Anne evde kızlarının dönüşünü masaya koyduğu sıcacık yemeklerle bekliyor. Zorbalığa karşı kapılarını sıkı sıkı kilitleyerek... SÜRECEK Kadınlara tekbirli saldırı Bilgi Üniversitesi’ndeki Kadınlar Günü eylemine saldıran 10 kişi kadınları yerlerde sürükledi İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle şenlik yapan Bilgi Kadın Kulübü üyesi öğrencilere yaklaşık 10 kişilik bir erkek grubu saldırdı. Güvenliğin uzun süre müdahale etmediği olayda, bir öğrencinin kaşı yarıldı. Çok sayıda kadın öğrenci ise dövüldü. Bilgi Üniversitesi’nin Silahtarağa’daki Santralİstanbul kampusunda stand kuran kadın öğrenciler, “Tüm kadınların 8 Mart’ı Hayırlı olsun” yazılı pankart açtı. Müzik dinleyip halay çeken, dans eden öğrencilere 10 kişilik bir grup saldırdı. Öğrencilerden Zeynep Sarıkaya saldırı anını şöyle anlattı: “Milliyetçi Düşünce Kulubü’nden kadınlı erkekli bir grup bizi izlemeye başladı. Ancak, başka bir taraftan bir anda 10’un üzerinde erkek bize doğru koşmaya başladı. En öndeki şahsın yüzü kapalıydı. Tekbir diye bağırdı. Güvenlik hiçbir şey yapmıyordu. Bir arkadaş tokat yedi. Güvenlikçiler ise sal dıranları değil bizi tuttu. Yaklaşık 30 kadındık. Hepimiz tekme ve yumruklardan etkilendik. Yerlerde sürüklendik. Bir arkadaşımızın kaşı patladı. Birinin bıçağı vardı. ‘Bıçak’ diye bağırınca, adamın elinden bıçağı aldılar ama adamı durdurmaya çalışmadılar.” Sarıkaya, geçen hafta, kampusa turnikelerin konulduğuna da dikkat çekerek, “Saldırganlar turnikelerden atlamışlar” dedi. Cansu Okur da daha önce birçok kez tehdit edildiklerini, rektörlüğe bildirdiklerini söyleyerek, “Rektör sürekli değiştiği için belki de olayların ayırdına varılmıyor. Sonuçta şu ana kadar herhangi bir işlem yapılmadı” diye konuştu. Üniversiteden yapılan açıklamada ise güvenlik görevlilerinin saldırıya anında müdahale ettiği belirtilerek olayla ilgili 6 kişinin gözaltına alındığı, saldırgan grupta bulunan Bilgi Üniversitesi öğrencileri hakkında ayrıca soruşturma başlatıldığı belirtildi. l İSTANBUL / Cumhuriyet AYŞEGÜL TERZİ DAVASI Saldırgan zorla getirilecek Otobüste yolculuk yapan Ayşegül Terzi’ye şort giydiği için tekme atan ve çıkarıldığı ilk duruşmada tahliye edilen Abdullah Çakıroğlu, davanın dünkü duruşmasına da katılmadı. Terzi’nin avukatı Birsen Baş Topaloğlu, Çakıroğlu’nun bir önceki celseye de katılmadığını kaydederek, “Sanık duruşmalardan kaçmaktadır. Önceki celselerde duruşmaya gelmediği takdirde tutuklanacağını ihbar etmiştiniz. Sanığın tutuklanmasını talep ediyoruz” dedi. Mahkeme, Çakıroğlu hakkında duruşmalara mazeret bildirmeden katılmadığı için zorla getirme kararı çıkarılmasına hükmetti. l İSTANBUL / Cumhuriyet BİR YIL SONRA ÖLDÜRDÜ Kadınlar günü cinayeti Manavgat’ta yaşayan 4 çocuk annesi 42 yaşındaki Aynur Özallı, geçen yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde boşandığı eski eşi Cumali Akkaya tarafından önceki gece vurularak öldürüldü. Akkaya, teslim oldu. Çiftin oğlu Feramuz Akkaya, kendisini arayan babasının “Annenizi vurdum, gidin kurtarın” dediğini belirtti. Akkaya’nın eşinin çalışmasını istemediği öğrenildi. Aynur Özallı’nın “kasten yaralama”, “tehdit” ve “hakaret” suçlarından Akkaya hakkında suç duyurusunda bulunduğu, Akkaya’nın 5 kez uzaklaştırma aldığı belirtildi. Son uzaklaştırma kararının Ekim 2016’da 3 ay süreyle verildiği kaydedildi. l DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle