03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 31 Aralık 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an... Başlığı değeri az bilinmiş şair Ümit Yaşar Oğuzcan’dan ödünç aldım. O “Yorgun saat 12’yi vurduğu an beni hatırla” diye yazmıştı. Tanışmışlığım, masasına oturup rakı içmişliğim var. Biraz değiştirirsem bana kızmaz, göz yumar: “Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim...” HHH Baba... Ödemişli terzi Sadık. Bak, Ödemiş Asri Mezarlığı’nda, az ötende yatan, annem, İzmir kızı Adalet Hanım sana ince mezeler hazırladı. Evimizin küçücük avlusundaki turunç ve leylak ağaçlarının arasında kurulan masada, önce suyu, sonra buzu konmuş bir duble rakı, dibi yakut renkli, Ege işi küçük kadehinde seni bekliyor. Her zamanki gibi küçük bir yudumu gözlerini yumup adeta şehvetle al, ağzında gezdir, sonra iç. Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Anne... Maviyeşil gözlerinde Ege denizi kıpırdaşan İzmir kızı, hadi bana ninni niyetine okuduğun o çocuk şarkısını söyle: “Yemyeşil kırlarda / Bir yavru geyik varmış / Annesinin yanında / Hoplaya sıçraya oynarmış / Mini minicik, mini minicik, mini mini miniminicik...” Sarıl bana. Kokunu ve hilâfsız sevgini bana yolla ve şarkıya kaldığın yerden devam et “Adı da miniminicik küçük küçücük Aydınmış, Aydınmış...” de. Ben kıkır kıkır güleyim, sonra uyurum... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Kız kardeşim... Büyüdüğünde sert dergilerde takma adıyla sert yazılar yazan ve henüz çok küçükken, sömestr tatilinde Ödemiş’e gelen yoksul abinin pabuçlarının altının delik olduğunu gördüğünde ağlayan kız kardeşim... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Oğlum... Adını sadece ekim ayında doğduğun için Ekim koymadığımızı biliyorsun. Bunu sakın unutma... Zor ve zorlu günleri geride bırakmışlığının bana verdiği bencil huzurla, gelinim Desiree ve iki torunum, delikanlı Can ve yeryüzünün en güzel cadısı Sara ile benden çooook uzaklardasınız. Toronto nire, İstanbul nire!.. Hepinizi kucaklarım. Seni, göğsüme bastırır öyle kucaklarım... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Akın... Benim müebbet vekilim. Aklına, tükenmek bilmez çalışkanlığına ve gösteriş yapmadan sorun çözebilme yetine en muhtaç olduğumuz günlerde yeni yıla Silivri mapus damında giriyorsun. Yeni yıla dimdik ve gülümseyerek gireceğini bilmek beni rahatlatıyor. Şey... Seni özledim... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Murat... Çok müdürüm oldu. En iyisi sensin ve bu bir gönül alma cümlesi değil. Bu akşam da gazeteyi “sensiz” yaptık. Bu bize keder verdi ama keyif de verdi. Sen yanımızda, başımızda olsan gazeteyi bu kadar çabuk bitirip yılbaşı sofrasına oturamayacaktık. İlle bir eksik arayacaktın. Daha iyiyi yakalamak, haberi daha da derinleştirmek, okuma lezzetini daha da artırmak için bir şeyler bulacaktın. Öcünü bir sonraki yılbaşı alırsın artık. Söz, hiç itiraz etmeyeceğiz ve sen “paydos” diyene kadar yazıişleri masasından kalkmayacağız. Ama bu gece... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Ahmet... Cuma günü hücre arkadaşın Emre’yi (İper) kapmayı başardık. O da artık “Dışardaki gazeteciler”den biri oldu. Olasıdır, bu gece bir F Tipi’nde tek başına yeni yıla gireceksin. Dert etme. Benim de iki yılbaşını “içeride” geçirmişliğim var. Biri bir tecrit hücresinde senin gibi tek başınaydı. Yani dert etme. Elini “sol memenin altındaki cevahir”e koy. Seni ısıtacak. Voltaya çık. Bir yanında beni, Aydın Abi’ni göreceksin. Öteki yanında sevdiğin, çok sevdiğin kadın, Yonca ve başımın yeni ve çok güzel püsküllü belası olmaya hazırlanan, artık koca bir kız olmuş Mina var. Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğiz... HHH Deniz... Birkaç gün önce genç ve sahiden çok güzel bir Fransız kadın meslektaş benimle uzun bir söyleşi yaptı. “İçerideki” gazeteciler üstüne sorular sordu. Fransa’nın Almanya’ya komşu Alsas bölgesindenmiş. Yani Alsas Almancası ile konuştuk (“Gel de anla, gel de anlat” yani). Bir gazeteciyi daha soracak ama bir türlü adını çıkaramıyor. Notlarını karıştırdı, bulamadı. “Alman ama Türk de... Yani Türkiye’de hapiste ama Alman o... Hem Alman, hem Türk” diye bir şeyler mırıldanıyor ama ne ben anlıyorum, ne o anlatabiliyor. Sonunda “Hani yakışıklı gazeteci” deyince, inanmayacaksın ama anladım. “Deniz Yücel mi” diye sordum. “Eveeeeeet, o işte” deyiverdi. Yeni yıla girerken bu minik anekdot sana yeni yıl armağanı olsun... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an seni düşüneceğim... HHH Ey benim bu gece yurdum hapishanelerinde volta atan kadın ve erkek, yaşlı ve genç, Türk ve Kürt meslektaşlarım... Yorgun saat bu gece 12’yi vurduğu an sizi düşüneceğim, sizi düşüneceğiz... haber 13 Yeni bir yıla hazırlanırken beklentilerimiz neredeyse minimum. Bizi o kadar yıldırdılar, bezdirdiler ki, bu gece yılbaşını kutlarken çoğumuzun aklında büyük hayaller yok. Son günlerde karşıma çıkan herkese “2018’den ne istiyorsunuz” diye soruyorum. “Sağlık” diyenler var. Bunlar en umutlu kesim. Onun dışında “Aman huzur olsun da yeter” diyenler mi istersiniz, “Daha kötü olmasın da...” diye cümleye başlayanlar var! Anlayacağınız, kimsenin fazla iddialı konuşma cesareti yok. Beklentiler sıfıra yakın. İnsanlar, kötüye, vasata, baskıya alışmış, yeni yıla girerken yerinde saymaya bile razı. Yeter ki daha kötüsü olmasın. Geçenlerde Mine Söğüt’ün yeni yıl dileklerini anlattığı köşe yazısı gibi: “Kimse ülkeyi kendi çıkarları için soyup soğana çevirmesin. Çeteler ve iktidarlar bir olup hayatın altını üstüne getirmesin. [...] Sesimizden, sözümüzden, görünüşümüzden korkar hale gelmeyelim. Kör bir kurşunla vu Beklentiler rulup sokak ortasında ölmeyelim. Sopalarla dövülmeyelim. Palalarla kesilmeyelim. Kapılarımızı kırıp evlerimize dalmasınlar. Tehditler savurup hayatlarımızı dağıtmasınlar. Uluorta yargısız infazlar yapmasınlar. Sergilerimizi basmasınlar. Toplantılarımızı engellemesinler. Çocuklarımızı taciz etmesinler.” Doğru. Yeni bir yıla girerken üç aşağı beş yukarı çevremdekilerin beklentileri bundan ibaret. Bizi daha fazla hırpalamasınlar, daha çoğumuzu zindanlara atmasınlar yeter, diyorlar. Ben bir ‘tık’ daha iyimserim 2018 konusunda. Çevremdekiler de şaşı rıyor bu ruh halime. “Emin misin” diyorlar. 2018’de yeniden demokrasiye kavuşacağımıza, bütün siyasi tutukluların serbest bırakılacağını sanmıyorum. Ama “En kötüsü geride kaldı” diye düşünüyorum. Daha kötüye gitmez, belki biraz daha nefes alacak alanlar yaratabiliriz. Bu iyimserliğim iki nedenden kaynaklanıyor. Birincisi, bu ülkenin artık daha fazla baskıya dayanamayacağını, hem ekonomik olarak çökme riski hem de dünyadan dışlanma riski olduğunu gördüler. Almanya’ya “Aman arayı düzeltelim”, Amerika’ya el altından “Durun biz delil yoksa onu bunu kısa zamanda zaten serbest bırakırız” mesajları vermeye başladılar. Demokrasi ve Batı blokuna dönüş vaat etmiyorlar ancak biraz daha izanlı davranmazlarsa memleketin çökeceğini anladılar. İkincisi, kendi tabanlarında homurdanma, mutsuzluk var. Nuriye ve Semih, Akın Atalay ve Ahmet Şık, Osman Kavala ve Murat Sabuncu cezaevine atıldığı için değil ama tırıvırı sebeplerle 5 binin üzerinde başörtülü kadın cezaevinde olduğu için kendi tabanlarında mutsuzluk var. İktidar partisi ve MHP’nin toplam oyları, referandumdaki zoraki yüzde 51’in 23 puan gerisinde. 2019 başkanlık yarışı için yüzde 51 cepte değil. Bu yüzden de iyi insan olduklarından değil ama artık böyle götüremeyecekleri için, kendi akıbetlerini düşündükleri için biraz izanlı davranmak zorundalar. Bunu gördüler. Bu sayede bir tık nefes alma imkânı bulacağımızı düşünüyorum 2018’de. Fazla değil ama züğürt tesellisi işte!.. Yeni yıla girerken arkadaşımız Emre İper tahliye edildi. Kendisine “Hoş geldin” diyorum. Üç vakte kadar Ahmet, Akın ve Murat’ın da aramıza katılacağını bilerek, öncelikle Cumhuriyet ailesine güçlü bir 2018 diliyorum. Sevgili okurlara ise “Enseyi karartmayın” diyorum. Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu 2018’den beklentilerini yazdı İçi evde yapılmış lahmacun ya da birlikte yaşama manifestosu Hapse girdiğimden beri en çok “lahmacun” yemeyi özledim. Yemek seçen, ayıran, imrenen, özenen birisi değilim aslında. Dışarıda da burada da... Özgür günlerde evden çıkarken sorarlardı. Akşama istediğin bir şey var mı? Hep aynı yanıtı verirdim: Ne varsa evde fark etmez. Burada da getirilen neyse oturup yiyoruz. Ama lahmacun takıntım büyük. Bu istek o kadar popüler oldu ki ziyarete gelen avukat arkadaşlar “Senin için yedik, seni andık” diyorlar. Kendi kendime hep sorup durdum: Neden bu büyük istek? Aradığım yanıt halamın mektubundan çıktı. 13 ay sonra kaldırılan mektup yasağı ile ailemden, okurlardan, arkadaşlardan gelen, bize nefes veren satırlar... Halam mektubun sonunda şöyle yazmış: Oğlum çıktığında çocukluğunda olduğu gibi tüm aile, komşular, arkadaşlar bir araya geliriz, büyük bir sofrada hep beraber “içi evde yapılmış” lahmacun yeriz... O an netleşti ki kafam. Özlediğim lahmacun değil bir sofranın etrafında ailemle, dostlarımla oturup yemek yiyebilmek, sohbet edebilmek aslında... Ben çocukken hafta sonlarında, bayramlarda gerçeği gün ayırmadan sık sık bir araya gelinirdi... tırmanın siyaset haline geldiği, ken O günlerde içi evde hazırlanmış disi gibi düşünmeyenin hedef yapıl lahmacunları ya da tepside yapılmış dığı bir ülke... Ortak sevincin, ortak “yemekleri” fırına götürüp pişirtmek üzüntünün, ortak umutların yerinin, çocukların göreviydi. başkasının mutsuzluğundan mutlu Hazırlanması, pişmesi, sofraya gel olan, sevincinden rahatsızlık duyan mesi, yemesi hepsi iyiydi evet. Ama insanlara dönüşülmesi hali... Komşu en güzeli “kalabalık sofralar su aç yatarken, tok yatmama felse dı...” Sonra yıllar geçti... Ek fesi benimseyenlerin ülkesinde silmeler başladı... Aile, ar herhangi bir soruşturma bi kadaşlar, mahalle... Önce le yapılmadan işsiz bırakılan hayatın gerçeği... Kaybet on binlerce kişi, eşi, çocuğu, tiklerimiz... Sonra mesle annesi, babası için “ağaç kö ğin getirdiği yoğunluk... Ve kü yesinler” diyebilen zihni belki de en kötüsü özellikle yetler... Korkutmanın, sindir son yıllarda “sofraları ayır menin, susturmanın yön dıklarımız”. Ülkenin temi olarak “sorgu pek çok köşesinde layan, itiraz eden birbirinden fark muhalifleri” iftira lı düşünseler de larla hapse atmak farklı aidiyetle tan geri durmayan rin, inançların, akıllar... siyasi görüşle 2018’e girerken rin insanları bütün bunlar beni olsalar da ay umutsuzluğa mı sevk nı ortamı, ay ediyor peki? Kesinlik nı sofrayı pay le hayır. Bu ülkede be laşanların sayı delini göze alıp konu sının her geçen gün azalması... Öteki Murat Sabuncu şan, yazan, haksızlıklara karşı çıkan in leştirmenin, ayrış sanlar var. Her gö rüşten, her inançtan... Haksızlıklara dur demek için illa sıranın kendisine, ailesine, yakınlarına gelmesini beklemeyen, çoğunun adını bile bilmediğimiz/bilmediğiniz kahramanlar var. Avukatlar, insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler... Tabii anneler, bir de... Sadece kendi evladı için değil memleketin tüm evlatları için içi titreyen anneler... İşte o anneler, eşler, kardeşler, evlatlar... Türk, Kürt, Ermeni, Çerkes, Ezidi... Onlar tutacaklar bizi ellerimizden, kuracaklar sofraları... Oturacağız yine yan yana... Aynı görüşten, aynı inançtan, aynı mahalleden olmasak da... İnsan olmanın, iyi olmanın, hakkı savunmanın, doğrudan yana olmanın en önemli değerler olduğunun yine, yeniden ve sonsuza kadar hatırlandığı, sofralarda güle oynaya geleceği kuracağız... Bu bir “içi evde yapılmış lahmacun” yazısıdır. Bu bir “birlikte yaşam manifestosu” arayışı, arzusu, çığlığıdır... 2018 tüm Cumhuriyetçilere, meslektaşlarıma, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı için hapiste olanlara, başta Cumartesi Anneleri, tüm annelere, evlatlara, memlekete barış, huzur, adalet getirsin. CUMARTESİ ANNELERİ, KURDUKLARI ‘DİLEK AĞACI’NA KAYIP YAKINLARININ FOTOĞRAFINI ASTI vedat arık ‘Yeni yılda dileğimiz kayıplarımızı bulmak!’ 22yıldır gözaltında kaybedilenlerin akıbetini sormak için her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda buluşan Cumartesi Anneleri, dün akşam “Bizim yeni yılda dileğimiz; kayıplarımızı bulmak!” diyerek Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Bandista grubunun da müzikleriyle eşlik ettiği etkinlikte yurttaşlar kurdukları dilek ağacına kayıpların fotoğraflarını astı. Mumların yakılarak, karanfillerin bırakıldığı etkinlikte yüzlerce yurttaş Bandista ile ‘Benim Annem Cumartesi’ şarkısını söyledi. Etkinlikte, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon tarafından yapılan açıklamada, “Yeni yılda herkesin umutlarının gerçekleşmesini ve hayallerine kavuşmasını dileriz. İnsanlar yılbaşı ağacı süzlerken, biz dilek ağacımızla Galatasaray’dayız. Galatasaray bizim gözaltında kaybedilen sevdiklerimizle buluşma, kayıplarımıza ‘sizi unutmadık’ diyen sesimizi ulaştırma mekânımızdır. Umudu ve direnci büyüttüğümüz, herkes adına insanlık onuruna sahip çıktığımız mekânımızdır. Vicdanın mekânından diliyoruz ki 2018 demokratik hukuk devletine giden yolun başlangıcı, adaletin önündeki engellerin kaldırılmasının ilk adımı ve bizi kayıplarımıza yaklaştıran bir yıl olsun” denildi. Umudumuz tükenmeyecek Etkinlikte, gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır; “Belirsizliği belirliliğe çevir mek için mücadelemizde ısrar ediyoruz. Hukuksuzlukların olmadığı yeni yılda Galatasaray Meydanı’nda buluşmak dileğiyle” ifadelerini kullanırken, Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin ise “Beklentimiz Türkiye devletinden değil Türkiye halklarından, bu umutla yeni yılda mücadelemizi yükseltelim” dedi. Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Erende “Her karanlığın bir aydınlığı, her gecenin bir gündüzü var. Umudumuz tükenmeyecek. 2018 değil 2118 de olsa biz burada kemiklerimizi arama arayışında olacağız” diye konuşurken, Hasan Ocak’ın ağabeyi Hüseyin Ocak ise “2018 yılı dileğim, kayıpların bulunduğu, katillerden hesap sorulduğu bir yıl olmasıdır” dileğinde bulundu. l Haber Merkezi ‘Daha yazamadım yüreğim yandı...’ Cumartesi Anneleri, bu haftaki eylemde yeni yıl dileklerini dile getirdi. Ellerinde yakınlarının fotoğrafları ve karanfillerle Galatasaray’da bir araya gelen kayıp yakınları, dün ölümünün birinci yıldönümü olan mücadele arkadaşları, Hüseyin Morsümbül’ün annesi Fatma Morsümbül’ü de andı. Eylemde söz alan Hasan Ocak’ın ağabeyi Ali Ocak, “Adalete erişmeden bir yılı daha geride bırakıyoruz” dedi. CHP Milletvekili Hilmi Yarayıcı ise İsmail Bahçeci ile kaybedilmeden birkaç hafta önce sohbet ettiğini anlattı. İktidarın her gün daha fazla otoriterleştiğini söyleyen Yarayıcı, Sur, Suruç, Roboski, Cizre, Silopi, Ankara, Reyhanlı, Tahir Elçi ve diğer tüm katliamların, faili meçhul cinayetlerin hesabının sorulmadığını vurguladı. Hanife Yıldız da 1994’te 19 yaşındayken gözaltında kaybedilen evladı Murat Yıldız için yazdığı mektubu okudu. Anne Yıldız’ın sözlerini “Daha çok yazacaktım yüreğim yandı, ellerim titredi, kalemim tükendi. Zaten bunları yazmaya da kalem yetmez ki” diye bitirmesi, eylemdeki herkesi kedere boğdu. l İSTANBUL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle