23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 8 Ocak 2017 6 haber EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Yiğit Bener tutuklu arkadaşımız Turhan Günay için Liberation’da bir yazı kaleme aldı Bu yılbaşı pek hüzünlüydü Sevgili dostum Turhan, Bu yıl, yılbaşı pek hüzünlüydü! Birlikte kutlamayı âdet edinmiştik son yıllarda, ancak bu kez aramızda sen yoktun, çünkü iki aydır Silivri’de tutuklusun… Kim derdi ki, Türkiye’nin en eski laik gazetesi Cumhuriyet’in Kitap Eki’ni çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir yöneten Turhan Günay, meğer hem “dinci darbeci” hem de “ayrılıkçı Kürt” tehlikeli bir “teröristmiş”? (Hay Allah, ben de tam sana 70. yaş günü hediyesi olarak Kafka’nın Dava’sını almıştım!) Gerçi, şerefine kadeh kaldırdık elbette; hem senin, hem de tutuklu diğer yazar, gazeteci, akademisyen dostlarımızın bir an önce serbest bırakılmalarını diledik. Gelgelelim, senin aramızda olmaman neşemizi kaçırmaya yetti. Üstelik son zamanlarda ülkemizde yaşanan intihar saldırılarında yitirdiğimiz onlarca insanımızı ya da Suriye’deki can kayıplarını düşündüğümüzde, bu kahredici gündemde insanın hiç eğlenesi olmuyor kuşkusuz… Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de düşünce polisinin gayretkeş yandaşları olan şu çağdışı köktendinci gençler başımıza bela oldular: Onlar da bize yılbaşını zehir etmeye azmetmişler. Efendim neymiş, İslam ülkesinde yılbaşında eğlenmeye hakkımız yokmuş, çünkü bu, “bizi dindaşlarımızın acılarına yabancılaştırmak isteyen Hıristiyan gâvurlarının saptırdıkları bir Pagan âdetiymiş…” (yahu ne dersin, 1984 romanının, bugünkü zamana ve mekâna uygun hale getirilerek güncellenmiş bir suretini yazmaya kalksam eğlenceli olur mu?) Sonuç olarak, “Noel Baba Bir Pisliktir!” Zaten mizah dergileri, kodese tıkılmış Noel Baba karikatürlerini manşetlere taşımakta gecikmediler. Ama inan bana, pek de gülünecek bir durum yok aslında, çünkü internette bu türden tiksindirici propagandalar kol geziyor; hatta yılbaşı kutlamalarını protesto etmek için İstanbul’da bir gösteri bile düzenlendi… Ya, dostum, işte böyle! Üstelik “Türkiye’nin Müslüman kökleri adına” onlara ayak uyduran okul müdürleri ya da birçok vatandaşın yılbaşında süsledikleri çamları kaldırtmaya kalkışan belediye başkanları bi le var… Güya XXI. yüzyıldayız! Ah bu ölümcül kimlikler yok mu… (Sevgili dostumuz Maalouf’un tabiriyle) Sana teselli olur mu bilmem, ama orta çağ zihniyetli bu türden saçmalıklarla boğuşan tek ülke bizimki değil. Fransız dostlarımızda da ele güne rezil olma korkusu kalmamış: Milli Eğitim bakanları, Noel Yortusu için yayımladığı geleneksel mesajında yurttaşlarına her zamanki gibi “kutlu Noeller” dilemek yerine “güzel bay ramlar” dileyince kızılca kıyamet koptu. Kimi köktendinci (ama bu seferkiler Hıristiyan), bakanı “Fransa’nın Hıristiyan köklerini yok etmeye yeltenmekle” suçladılar; gördüğün gibi, aşağısı kurtarmıyor. Gerçi, bu modern genç kadın bakan Fas kökenli, öyle olunca da böyle oluyor anlaşılan… Ah şu ahmak indirgemecilik… Dahası da var: Geçen ay, sağ kesimin Cumhurbaşkanı adayını saptamak üzere önseçim yapılmıştı (yer gelmişken, dikkatini çekmiştir eminim: evet, adayları önseçimle saptıyorlar… hayal etmesi bile hoş, değil mi!); seçimi kazanan adayın basın sözcüsü olan kadın politikacı, ucunda haç olan bir kolyeyle televizyona çıkıp adayının zaferini kutlamaya kalkınca da ayrı bir skandal patlak vermişti… “Ee, ne olmuş yani haçlı kolye takmışsa?” diyeceksin şimdi. İyi düşün… “Kamusal alanda dini simgeleri insanların gözüne sokmak suretiyle laikliği zedelemek…” desem jeton düşer, değil mi? (gerçi şu “gözüne sokmak” fiilinin Fransızcası bana daha çok ozan Brassens’in Trompettes de la renommée şarkısını çağrıştırıyor ama o ayrı mesele… hatırlat da bir gün sana şarkının sözlerini çevireyim) Öte yandan, hiç şakası yok bu işin: zavallı kadın savunmaya geçerek kolyesini bu kez boynuna doladığı bir başörtüsüyle (!) gizlemek zorunda kaldı. Başörtüsü dediysem, İslami başörtüsü değil elbette, zinhar! Ah şu deli saçması simgeler yok mu… Tüm bu etnik ya da dini “kökler” meselesi, belli ki Fransa’daki Başkanlık seçiminin odağında yer alacak. Tıpkı bizde ya da ABD’de olduğu gibi, oralarda da popülizmin rüzgârları esiyormuş! Hazin bir çağ. Ah, son zamanlarda epey gölgelenen Cumhuriyetimizi kurarken örnek aldığımız şu Aydınlanma çağının Fransa’sı yok mu… Bak şimdi aklıma geldi, istersen sana bu seçim kampanyasını anlatan mektuplar yazarım ara sıra; hiç olmazsa seni biraz oyalar, kodeste canın sıkılıyordur eminim, çünkü sana kitap yollamamız bile yasakmış… (senin gibi ibadet edercesine kitap okuyan biri için feci bir işkence bu!) Sahi, Kral Übü’nün çevirilerinden hangisini daha çok beğendiğini hâlâ söylemedin bana… Neyse, kendine iyi bak, üşütme ve bir an önce aramıza dönmeye bak. Yiğit Not 1: Arkadaşımız Aslı Erdoğan nihayet serbest bırakılmış: Eh, bizim gibi kart zındıklar için bile yılbaşında kutlayacak bir şey çıktı sonunda! Not 2: Bu yazı, Reyna saldırısında önce kaleme alınmış ve 1 Ocak 2017 günü Fransa’nın köklü günlük gazetesi Liberation’da yayımlanmıştır Cumartesi Anneleri’ne gözaltı Gözaltında öldürülen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak basın açıklaması sırasında gözaltına alındı Gözaltındaki yakınlarının akıbe sını Maside Ocak okuyordu. Ocak’ın tini sormak üzere her hafta Ga yanına gelen iki polis, ‘devleti suçla latasaray Meydanı’nda bir araya ge yamazsın’ diye müdahale etti. Ocak, len Cumartesi Anneleri’nin dünkü açıklamayı bitirince gözaltına alınoturma eyleminde, 22 yıl önce gözal dı. Ocak, götürüldüğü Taksim Polis tında öldürülen Hasan Ocak’ın kar Merkezi’nde ifadesi alındıktan sonra deşi Maside Ocak, gözaltına alındı. serbest bırakıldı. “Örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla gözaltına alınan Ocak, Taksim Polis Merkezi’nde ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. ‘Devleti suçlayamazsın’ Cumartesi Anneleri’nin dünkü 615’inci buluşmasında, 15 Ocak 1996 tarihinde Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinden 11 köylünün, bir minibüs içerisinde kurşunlanıp, yakılmasıyla sonuçlanan katliamın faillerinin yargı önüne çıkarılması istenecekti. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon’un basın açıklama Eyleme katılan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Ocak’la birlikte karakola gitti. Tanrıkulu, Ocak’ın gözaltına alınması üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu aradığını belirterek, “Cumartesi Anneleri dünyanın en uzun süredir devam eden barışçıl, sivil itaatsizlik eylemidir. Galatasaray Meydanı, geçmişle hesaplaşma, adalet ve vicdan arayışının meydanıdır. Bugün burada yapılan gözaltı işlemi annelerin adalet arayışına, çocuklarının akıbetine ulaşma arayışlarına vurulan bir darbedir. Hukuksuzluğun dışında vicdansızlıktır” diye konuştu. Gözaltına alınan Maside Ocak, Taksim Polis Merkezi’nde ifade verdikten sonra serbest bırakıldı. F Tipi Oturmaları 250 haftayı devirdi İnsan Hakları Derneği’nin cezaevlerindeki hasta tutuklu ve hükümlülerin durumuna dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirdiği “F Oturumu”nun 250’inci oturumunda hasta tutuklu Süleyman Acar’ın (55) durumu gündeme getirilerek, serbest bırakılması talep edildi. Birlik: Serbest kalmam umut oldu Yargılandığı davanın ilk duruşmasında geçen çarşamba günü sının Türkiye’nin siyasi sürecinden kopuk olmadığını belirterek, “Türki tahliye edilen HDP Şırnak Milletve ye tek adam tarafından yönetilmek kili Leyla Birlik, “Türkiye’nin en bü istendi ve bu şekilde ülke karan yük sorunu olan Kürt sorunu inkâr lık bir sürece girdi. Savaş dili ile iç edilerek, legal siyaseti cezaevine ve dış politikalar tıkandı. Demokra atarak hiçbir sorun çözülemez” dedi. HDP milletvekillerine yönelik Leyla Birlik si tamamen ortadan kaldırıldı. Leyla Birlik’in serbest bırakılmasından operasyonda 4 Kasım’da tutuklanan Bir dolayı değil, bu karanlık atmosferin çıkışı lik, hakkında açılan davanın ilk duruşma için bir umut oldu. İnsanlar bu savaş orta sında tahliye edildi. Dihahaber’e konuşan mından çıkıp demokratik çözüm sürecine Birlik, HDP milletvekillerinin tutuklanma dönmek istiyor” diye konuştu. Irak ile el sıkışmaya giden Binali Bey’i yakında Şam’da göreceğiz Irak ile kanlı bıçaklı duruma gelmiştik kısa bir süre önce. Irak, Başika’daki askerlerini derhal geri çek diye açıklamalar yapmış, Ankara rest çekmişti. Şimdi Binali Yıldırım Bey Bağdat’a uçtu ve Başbakan İbadi ile el sıkıştı. Bu yeni, ama çoook gecikmiş bir politikanın sonucuydu. Irak ve Suriye’de “Osmanlı’yı bir şekilde diriltme veya oradaki kültürel ortaklıklardan yararlanma ve bu bölgede liderlik yapma politikası”nın asla bir karşılığı olamayacağını Ankara çok geç anladı. Ulus devletler çağında, ümmetçilik, İslamcılık, Osmanlı’nın bir tür sömürge yönetimlerinden sonra arkada kalan kültürel artıklarını kullanarak egemenlik bölgeleri inşa etme, karşılığı olmayan bir çöp politikadır. DavutoğluRTE ikilisinin bu politikası, ülkemize bedeli çok pahalıya çıkan büyük çöküş yaşattı. Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabımda (2. Baskı Cumhuriyet) Davutoğlu ile ciddi bir polemik metnim var. Ayrıca Alametler Saati kitabında 1880’lerde Sudanlıların Osmanlılara da karşı isyanını anlatan Jamal Mahjoub’un romanını okuyun, (Osmanlısömürge ilişkisini anlamak için). İdeolog Davutoğlu, ulus devletler çağını ıska geçip imparatorluklar çağının politikalarını önerdiği için sahile vurdu. Sahile vuran aynı zamanda iktidarın Sünni İhvan Müslüman Kardeşlerpolitikasıdır! Bugün iktidarın beyninin bir yarısında gerçi hâlâ bu politika hükmünü sürdürüyor! 5 yıllık büyük kayıp ve bedel Hayat, Ortadoğu’da ne yapmaları gerektiğini iktidara sahada öğretti. Yazık. Bir ciddi öngörüleri olsaydı, beş yıl önceden böyle bir çukura batmazlardı, ayrıca bölgede bu kadar acılar yaşanmazdı. Bunun için Suriye’nin bütünlüğünü koruma politikasına sarılmak yeterdi. Ne PYDPKK devletçiliği belası ortaya çıkardı ne de IŞİD. Ve bunların ülkemizi de bir savaş alanına bu derece dönüştürmeleri mümkün olmazdı. Tam bir iflas politikası yaşadıkları ve ülkeye yaşattıktan sonra bugün geldikleri nokta, 5 yıl öncesidir ve 5 yıllık yanlış politika Türkiye’ye çok ağır bedeller ödetmiştir. Bunun derin muhasebesi yapılmalı ve hesabı iktidara kesilmelidir. Şimdi Binali Yıldırım, yeni politika gereği Bağdat’tadır. 18 Ağustos tarihli yazımın başlığı şuydu: Binali Yıldırım Şam’da Esad ile el sıkışacak. O zaman şunu yazmıştım: “2011, Suriye’de iç savaş patlak verdikten sonraki her Suriye yazımda, Türkiye’nin tek ulusal yararı Suriye’nin parçalanmasında değil, birliğinin, ulusal bütünlüğünün korunmasındadır. Bu ülkenin parçalanarak üzerinde devletçiklerin kurulması, sadece Türkiye için baş ağrısı olur.” (http://orhanbursali.blogspot.com.tr/2016/08/binaliyldrmsamdaesatileelsksacakm.html). Bu benim bugün gerçekleşen temel öngörümdü! Bunu hep yazdım ve savundum. ABD’nin üçe bölme politikası Şunu da yazdım: ABD’nin politikası Suriye’yi üçe bölmeye yöneliktir. Aynı yazıda ve sonrakilerde bunu da görebilirsiniz. ABD Esad’ın ülke bütününe sahip olmasını hiç istemedi. Bugün Türkiye “Müttefikler DEAŞ’a karşı savaşımızı desteklemiyor” diyor ya. Bu uzun süredir öyle. IŞİD’in varlığı, ABD için ülkeyi üç bölmenin garantisidir. Bunu aylardır, yıllardır nasıl görmezler! ABD neden üç parçalı Suriye istiyor? IŞİD’in orada devletçik kurması ABD’yi ilgilendirmiyor. Sonunda bir devletçik olursa, Sünnilik rahatlar orada, diye düşünür; bunun düşünce tartışmalarını çoktan yapmıştı ve “her devletin kuruluşu kanlı olaylarla gerçekleşir” diye de dile getirmişlerdi. ABD: PKK/PYD devletçiliği peşinde Ama ABD için tek önemli konu, Suriye’de bir PKKPYD devletçiğinin kurulmasıdır. Bu ABD’nin bölgede asla değişmez “Kürdistan” politikasının bir parçasıdır. IŞİD’e karşı mücadeleyi PKK/PYD ile sürdürmesinin nedeni de, PKK/PYD’nin Suriye’deki nüfuz alanlarının genişlemesi, tüm Güneydoğu sınır bölgesinin onların kontrolüne geçmesidir. Ama ne zamanki Türkiye içeri girdi ve şimdi Rusya ve İran ile ittifak halinde IŞİD’in geri çekilmesini sağlayıcı ana savaş aletini, ABD’nin elinden aldılar, ABD’nin (ve Batı’nın) oradaki politikası durdu. Bakın halen Dışişleri Bakanı Kerry, “DEAŞ’ın büyümesine müdahale etmedik, çünkü bunun Esad’ın üzerinde baskıyı arttıracağını düşündük” diyor şimdi. Amaçları Suriye parçalansın idi. DEAŞ’a karşı mücadeleyi de PKK/PYD savaş mekanizması ile sınırlı tuttu, çünkü onları savaşın hedefi, PKK/PYD’nin ulaşabileceği coğrafyaların ele geçirilmesi ile sınırlıydı. Şam’da bekleniyorsunuz! Yazımı, bahse geçen makalenin bir cümlesi ile bitireyim: “El sıkışma olur. Yıldırım gider mi Şam’a? Gider, RTE onu gönderecektir tabii ki. Yani fiziki olarak karşılaşıp el sıkışmaları da mümkün, ama bu olmazsa, ikili karşılaşma ve el sıkışma olmuş kadar bir gelişme yaşayacağız. Benim için bu sürpriz değil, ama sizin için sürpriz ise hazır olun! Binali Bey, Şam’da bekleniyorsunuz! Elinizi çabuk tutun...” Bugün Bağdat, yarın Şam... Sahi Hüsnü Mahalli’yi hâlâ içeride tutmaktan en azından politik olarak ar duymuyor musunuz? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle