03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 16 Ocak 2017 4 haber EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN ‘Cumhuriyet’e sahip çıkın’ Son zamanlarda artan terör olaylarını protesto etmek isteyen çeşitli sivil toplum kuruluşları, dün “Teröre ve işbirlikçilerine hayır demek için Cumhuriyet’e sahip çıkıyoruz” diyerek Tünel’den Galatasaray Lisesi önüne yürüyüş düzenlendi. Aralarında Atatürk çü Düşünce Derneği (ADD), Türk Kadınlar Birliği, Cumhuriyetçi Kadınlar Birliği, Biz Halkız Hareketi, Asiller Grubu, Vatanseverler Derneği ve İzmir Gündoğdu Halk Konseyi üyelerinin bulunduğu yürüyüşte, Atatürk posterleri taşındı. Sık sık, “Şehitler Ölmez, Vatan Bö lünmez”, “Kahrolsun PKK, Kahrolsun IŞİD” sloganları atan grup, yürüyüş sırasında İzmir Marşı’nı da okudu. Galatasaray Lisesi önünde yapılan açıklamada “El birliğiyle Cumhuriyet’e sahip çıkmaya devam edeceğiz. Çünkü biz Mustafa Kemal’in evlatlarıyız, askerleriyiz. Cumhuriyet’le kalın. Cumhuriyet devrimleriyle yaşayın. Cumhuriyet’e sahip çıkın” ifadeleri kullanıldı. Basın açıklamasının ardından meşale yakan grup, eylem tamamlandıktan sonra İstiklal Caddesi’nden ayrıldı. l İSTANBUL/Cumhuriyet ‘Padişahlıktan da öte’ Prof. Dr. Aysel Çelikel, getirilmek istenen anayasa değişikliğiyle ilgili ‘Padişahlıktan daha keyfi bir yönetime doğru gidiyoruz. Türkiye’nin başına çorap örülüyor’ dedi 1982 Anayasası Danışma Meclisi’nde görüşülürken bile darbe ortamı da olsa her maddesi için itirazları yazılı basından öğrenme, tar tışmaları o zaman tek kanal olan devle tin resmi televizyonundan izleme şan sına sahiptik. Darbe havası nedeniy le aleyhte propaganda yapmak yasaktı ama anayasayı hazırlayan Prof. Dr. Or han Aldıkaçtı ve arkadaş ları yine de kamuoyu des teği için her itiraza açık lık getirmek zorunda his sediyorlardı kendilerini. MİYASE İLKNUR Daha 6 ay önce bir darbeyi savuşturduğumuz bir ortamda getirilmek istenen yeni anayasaya itiraz edenle rin sesi kısılıyor, ekranlar onlara kapa lı, STK’lerin sokağa çıkması külliyen ya sak, geriye sadece meslek etiğine uyan bir iki gazete dışında “itirazım var” di yenlere kulak veren yok. İtirazı olanlar dan biri de eski Adalet Bakanı ve Çağ daş Yaşamı Destekleme Derneği Başka nı, Prof. Dr. Aysel Çelikel. Biz sorduk o itirazlarını sıraladı. n Taslak yasalaşırsa ve referandum dan da geçerse bizi nasıl bir Türkiye bekliyor? Ben buna başkanlık sistemi demi yorum. Çünkü başkanlık sistemi tek nik olarak demokrasiyi ve özgürlükle ri de içeren bir sistemdir. Bu tamamen Türkiye’ye otokratik bir yönetim ve bir diktatörlük getirecek olan bir rejim. Devletin üç erki olan yasama, yürütme ve yargıyı tümüyle cumhurbaşkanının emrine veren ve devletin bütün yaşam sal faaliyetlerini tek kişiye bağlayan bir rejim değişikliği bu. Getirilmeye çalışı lan rejim, halkı köleleştirecek ve sessiz yığınlar haline getirecek bir rejim. Bu nun kamuoyunda tartışılması, kamuo yunun içeriği hakkında bilgilenmesi ge rekirken, yasaklarla, sansürlerle, Mec lis’teki müzakerelerin dahi üzerinin ör tüldüğü bir ortamda yapılıyor. Acaba halkın gözünden bir şeyler mi kaçırılı yor? Vatandaş da ne olup bittiğini anla mıyor ve kavga çıkaran milletvekillerini suçluyor. FETÖ’cü ya da PKK’li olarak it ham edilmeyi göze alarak bu mücadele yi vermek gerekiyor. Getirilen sistem hep AKP’nin iktidar ve Erdoğan’ın hayat boyu cumhurbaşkanı olacağı bir sistem. n Milletvekilleri yetkilerini devretmek için nasıl bu kadar gayretkeş olabilir? Hukuk kuralları objektiftir, kişi ye özel yapılmaz. Herhangi bir ki şisel soruna cevap vermek için ya sa yapılmaz. Kişisel değildir, çünkü bütün toplumda uygulanacak kural lardır. O halde nasıl kişiye özel ka nun yapmıyorsak, kişiye özel ana yasa da yapamayız. Biz şimdi, ki şiye özel anayasa yapıyoruz ve o ki şinin diktatör olmasını teşvik edi yoruz. Bu olayda dramatik olan Cumhurbaşkanı’nın talebinden çok, ona itaat edenlerdir. ‘Bu tuzak bir anayasa’ n Bu tersyüz etme bize neleri kaybettirecek? Her şeyi kaybediyoruz. Bir kere anayasanın tuzak bir anayasa olduğunu söylemeliyim. Herkesin çok duyarlı olduğu cumhuriyetin niteliklerini belirleyen ilk dört madde var. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Nedir bunlar? Demokrasi, insan haklarına dayalı, sosyal, laik hukuk devleti. Buna dokunmadık diyorlar. Bu bir tuzaktır. Dokundular. Çünkü getirdikleri sistem kuvvetler ayrılığını tümüyle ortadan kaldırıyor ve kuvvetler birliği haline getiriyor. Getirdiği sistem yasamayı Meclis’in elinden alarak cumhurbaşkanına veriyor. Yürütme zaten cumhurbaşkanının elinde. Yargı onun kontrolünde. Bu durumda demokrasi ortadan kalkmıştır. n Mahkemeleri lağv etsek daha işlevsel olmaz mı? İşte ‘kararları ben vermiyorum mahkemeler veriyor’ demek için görüntüde kalıyor. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 6 üyesini cumhurbaşkanı atıyor. Zaten kurulun içinde Adalet Bakanı var, müsteşar var. Bakan ve müsteşar zaten bütün meseleleri yönlendiren iki kişidir. Bunun dışındaki 7 kişiyi de nasıl oluştuğu belli olacak olan Meclis’in salt çoğunluğunun seçimine bırakıyor. Yargı ortadan kalktığı gibi laiklik de tehlikede. Yürütmeye ilişkin bü tün kararlar cumhurbaşkanı tarafından verildiği gibi, cumhurbaşkanı kararnamelerle yasama organının yetkisini almış durumda. Meclis’in kanun yapma yetkisi sadece temel haklar, kişi haklarıyla sınırlandırılmış, yürütmeyle ilgili bütün işler cumhurbaşkanın yetkisine bırakılmıştır. O da kararnameler çıkararak ülkeyi tek başına idare edecek. İsterse bakanlık kurabilir, bakanlığı kaldırabilir, idari yapıyı değiştirebilir, hatta üniter sistemi de değiştirebilecek bir konumdadır. Başbakanlık zaten kalkıyor. Bakanları da Meclis dışından cumhurbaşkanı atayacak, canı istediğinde de görevden alacak emir kulu bakanlar getiriliyor. Milli güvenlik politikasını tek başına oluşturacak. TSK’nin başkomutanı olacak ve istediği zaman OHAL’i Meclis’e sormadan ilan edecek. Eğitim politikasını tek başına belirleyecek. 'DP, AKP'den demokrattı' n Partili cumhurbaşkanına ne diyorsunuz? Deniyor ki, partili olur ama yine tarafsız görev yapabilir. Bu mümkün değil. Adalet Bakanı Bozdağ diyor ki, “Cumhuriyet kurulduktan sonra çok partili hayata geçinceye kadar cumhurbaşkanı partiliydi.” 193040’lı yılların örneği veriliyor. Tek partili bir dönem vardı ve o cumhurbaşkanı da partinin başkanıydı. O zaman zaten devrimler yeni yapılmış, cumhuriyet yeni kurulmuş, bütün dünyada faşizan yönetimlerin hüküm sürdüğü yıllar. Bunu örnek göstermesi abesle iştigal. 1950’de çok partili rejime geçilmiştir. Çok partili rejimde zaten taraf olamayacağı açık olarak ortaya konmuştur. Bu çok bağlı oldukları DP’nin kongresinde de kabul edilmiş bir ilkedir. Demek ki, 70 sene önceki DP’nin demokrasiyi içselleştirmesi AKP’den daha yüksek seviyedeydi. n Bir de milletvekili seçimleri ile cumhurbaşkanı seçiminin birlikte yapılması olayı var... Çok tehlikeli. Hep tek partinin ülkeyi yönetmesinin arzulandığı bu maddede saklı. Cumhurbaşkanı kendi propagan dasını yaparken, milletvekilleri ve partisi de aynı propagandayı yapacak. Hep birlikte ülkede tek parti propagandası yapılacak. Tek parti propagandası iktidar nimetlerinin ve yetkilerinin kullanılması ve neticede muhalefetteki partilerin aleyhine çalışacak bir mekanizmadır. Böylece cumhurbaşkanı hani partidense parlamentonun çoğunluğu da o partiden olacaktır. Böyle bir ortamda milli egemenlikten söz edilebilir mi? Bugün eğer bahsediliyorsa TBMM’de bütün partilerin o çatı altında olmasından kaynaklanmaktadır. Milli irade sadece çoğunluğu tarif etmez. ‘Seçim güvenliği kalmaz’ n Yürütmenin, yasamanın tek kişinin elinde toplandığı bir sistemde seçimlerin güvenliği nasıl sağlanacak? Seçimlerin güvenliği ve güvenilirliği diye bir şey yok artık. Çünkü cumhurbaşkanı hangi partiden ise Meclis’in büyük çoğunluğu da otomatikman ona bağlı oluyor. Bu da bir tuzak madde. Varmış gibi duruyor ama yok aslında. Sonuç olarak; toplumun can ve mal güvenliği de bitmiş oluyor. Can ve mal güvenliğini koruyacak olan yargıdır, yürütmedir, yasamadır. Meclis’in yasama yetkisi büyük oranda kalkıyor, cumhurbaşkanı kararnamelerle ülkeyi yönetecek. Yürütme dediğimiz ordu, polis, güvenlik güçleri, devlet teşkilatı cumhurbaşkanının tek başına iradesiyle tayin ettiği kurumlar olacağı için onlara da güvenemez vatandaş. Peki mahkemelere, hukuka güvenir mi? O da cumhurbaşkanın kontrolünde olduğu ve yetki onda olduğu için, en yüce mahkeme olan Anayasa Mahkemesi de onun kontrolünde olduğu için hukuka da güvenemez. O zaman toplum can ve mal güvenliğini kime emanet edecek? Yeni anayasaya göre cumhurbaşkanına. Bir tek kişi 80 milyonun can ve mal güvenliğinden sorumlu. Bütün bunları bilerek böyle bir çorabı Türk ulusunun başına örmeye kimsenin hakkı yoktur. Bunun hesabını veremezler. Padişahlık döneminden bile daha keyfi bir yönetim şekli getiriliyor. ‘Cumhurbaşkanı ölünceye kadar ülkeyi yönetebilir’ n Referandumdan “hayır” çıkarsa ne olur? İki şeyi belirtmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Meclis’i feshetme yetkisine de sahiptir. Meclis’i hiçbir neden göstermeden feshedebi lir. Eğer çoğunluk kendi partisinden değilse, kendi emirlerini yerine getirmiyorsa, o zaman Meclis’i feshedebilir. Meclis’i fesheden cumhurbaşkanı istediği zaman seçim yapabilir. Çünkü iki defa görev yapma yetkisine sahiptir kanuna göre. Ancak ikinci döneminin bitmesine az bir süre kala Meclis’i feshedip yeniden seçime gidebilir ve bu arada kendisi de seçime yeniden gireceği için üçüncü dönem de seçilmiş olur. Bu şekilde her dönem bitmesine yakın sürekli Meclis’i feshedip Meclis’le birlikte kendisi de seçilerek ölünceye kadar cumhurbaşkanımız olarak kalabilir. Vatandaşın hiçbir güvenliğinin kalmadığını gören insanlar nasıl bu anayasayı destekleyebilir? Cumhuriyet’i hak etmek... Atatürk 10 Kasım 1938 günü aramızdan ayrıldı. O günü hatırlıyorum. Kandıra’daydık. 8 yaşındaydım. Bütün öğretmenler hıçkırarak ağlıyorlardı. Babam, başöğretmen, üzgündü. Ben şaşkındım. Şimdi düşünüyorum da, bu millet ağlamakta haklıymış. Atatürk’ü kaybetmek her şeyi kaybetmekmiş. Keşke neden ağladığımızı bilseydik. Ağlamışız ama nedenini bilememişiz. Aslında Cumhuriyeti kaybediyormuşuz. Sonraki yıllarda adım adım Cumhuriyeti kaybediyormuşuz. Atatürk bir “Aydınlanma Yıldızı”. Işığı hâlâ, her şeye karşın, ufkumuzu gösteriyor. Ama dogmaların karanlığı, önyargıların sisi ışığı örtüyor. Cumhuriyeti istiyor musunuz? Hak etmeniz gerekiyor dostum. Eğer kaybediyorsanız, hak etmemişsiniz demektir. Unutma; Hak etmediğin hiçbir şey senin değildir. Ne adın, ne unvanın, ne yetkin, ne aşkın, ne geleceğin... Eğer hak etmiyorsan, Cumhuriyet de senin değildir. HHH Orhan Karaveli, “Atatürk Cumhuriyeti bana emanet etti” demişti. KOOPC söyleşisiydi. Ne güzel söz, diye düşünmüştüm. Atatürk, Cumhuriyeti bize emanet etmişti. Biz, Cumhuriyet kuşaklarıyız. Eğer bugün biz bu emaneti koruyamadı isek, görevimizi yapmamışız demektir. Hadi gelin, bunu kabul edelim. Görevimizi yapmadık Toplum cahil miydi? Görevimiz eğitmekti. Toplum bilinçsiz miydi? Görevimiz bilinçli kılmaktı. Toplum işsiz miydi? Görevimiz iş yaratmaktı. Güneydoğu yoksul muydu? Görevimiz orada olmaktı. Görevimiz orada, onlarla beraber olmaktı. Doğu’yu, Güneydoğu’yu sürgün yeri yaptık. Yanlış yaptık. Yanlış yaptık, kabul edelim. “Bizdendi, değildi” ayrımını biz yaptık. Kendimizi ülkenin sahipleri sandık, öyle davrandık. Yanlıştı. Şimdi “dünün ötekileri” kendilerini ülkenin sahibi sanıyor. Onlar da yanlış yapıyor. Ülkelerin gerçek sahibi orada yaşayanların tümüdür. İktidar, herkes için geçicidir. Şimdi, Cumhuriyeti istiyor musunuz? Şimdi, evet şimdi, hak etmeniz gerekiyor. Çünkü dün, Cumhuriyet size verilmişti. Armağan edilmişti. Size emanet edilen bir armağandı Cumhuriyet. Değerini bilemediniz, çünkü hak etmemiştiniz. Yıkılmış bir imparatorluğun enkazı üzerinde, bir dâhi, Mustafa Kemal Atatürk, “Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” demişti. Ve “yarın Cumhuriyeti ilan etmişti”. 29 Ekim 1923. Cumhuriyet. 100. yılına beş yıl kaldı. Şimdi bir “Tek Adam İktidarı” arifesini yaşıyorsak eğer, Cumhuriyeti hak etmediğimiz içindir. Cumhuriyete sahip çıkamadığımız içindir. Öyleyse? Evet öyleyse? HHH Şimdi görev Cumhuriyettir. Şimdi görev Cumhuriyeti hak etmektir. Cumhuriyet. İnsanlığın Aydınlanmasının mirası. Atatürk’ün bizlere emaneti. İnsan olmanın anahtarı. İnsan kalmanın erdemi. Özgürlük eşitlik kardeşlik tılsımının sembolü. Cumhuriyeti hak etmek. Yaşamımız bahasına görevimiz budur. Zorbalığı kabul etmemek, direnmek. Aşağılanmaya boyun eğmemek, dikilmek. İnsanca yaşamı savunmak. Nasıl mı? Atatürk söylemiş; “Ya İstiklal Ya Ölüm”... Gündüz Saylan’a veda Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) onursal başkanı, 2009 yılında yitirdiğimiz Türkan Saylan’ın kardeşi Gündüz Saylan (72) hayatını kaybetti. Bağırsak kanseri tedavisi gören emekli makine mühendisi Gündüz Saylan, 14 yıldır yaşadığı Bodrum’da gözyaşları içinde son yolculuğuna uğurlandı. Asliye Camisi’nde düzenlenen törene, Saylan’ın eşi Ayla Saylan, oğlu Ufuk Saylan, Bodrum Belediye Başkanı CHP’li Mehmet Kocadon, CHP Bodrum İlçe Başkanı Recai Seymen, ÇYDD Genel Başkan Yardımcısı Gülsün Kaya, ÇYDD Genel Sekreteri Osman Karaduman, sanatçılar Selçuk Alagöz, Zaliha ve yaklaşık 800 kişi katıldı. Saylan cenaze namazının ardından Kızılağaç Mahallesi Mezarlığı’nda toprağa verildi. l DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle