03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 16 Ocak 2017 KEMAL GÖKTAŞ [email protected] TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ zor söyleşi 11 soru 150 yıllık modernleşme topyekun imha ediliyor Ankara SBF’den atılan Dr. Faruk Alpkaya: Doğrudan Fethullahçılarla ilişkisi olan kişilerin bir kısmına hiç dokunulmuyor. Fethullahçılarla ilişkili bazı kişileri şu anda tetikçi olarak kullanıyorlar Türkiye, son bir yıldır Barış İçin Akademisyenler grubunun “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisine imza atan akademisyenlere yaşatılan türlü işkenceleri seyrediyor. Açılan idari ve adli soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar, keyfi iş akdi fesihleri derken son olarak KHK ile Ankara Üniversitesi’nden atılan imzacı akademisyenleri okuduk. KHK ile ihraç edilenler arasında yer alan Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Faruk Alpkaya ile Ankara Üniversitesi’nin imzacı akademisyenlere yönelik özel tutumunu, AKP’nin tek adam yönetimini getirecek olan anayasa değişikliğini Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına atıf yaparak savunmasını ve Türkiye’yi önümüzdeki dönemde bekleyen tehlikeleri konuştuk. n Barış İçin Akademisyenler’in bildirisine imza atmıştınız ve KHK’yle ihraç edildiniz. Neden birçok büyük üniversitede imzacı akademisyenler hakkında işlem yapılmazken Ankara Üniversitesi’nde çok sayıda akademisyen atılıyor? Ankara Üniversitesi’nin özel bir çabası var. Atılan akademisyen ve Eğitim Sen üyeleri sayısında ilk sırada Ankara Üniversitesi yer alıyor. Rektör Erkan İbiş’in Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne, İletişim Fakültesi’ne ve Cebeci Kampusu’na yönelik özel bir memnuniyetsizliği var. Bu Gezi döneminin biraz öncesinde başlıyor. İlk rektör seçildiğinde yoğun protestolarla karşılaşmıştı. Daha sonra hiç gelmedi fakülteye. Mülkiye’nin kuruluş yıldönümlerine de gelmedi, yerine yardımcılarını gönderdi. İbiş’in özel düşmanlığı n Nedir bu husumetin nedeni? Bizim kampusta yanlış bulduğunu eleştirme, yöneticinin her söylediğini doğru bulmama gibi bir gelenek vardır. Bu, onu çok rahatsız etti. Kendi siyasi ve muhtemelen mesleki kültürü gereği hep baş eğmeye, itaat etmeye alışmış olsa gerek ki aynı itaati rektör olduktan sonra çevresinden de görmek istedi. Ama bunu göremeyince özel olarak uğraşmaya başladı. Uğraşmaya da iki yıl önce Dekan Yalçın Karatepe’ye soruşturma açarak başladı. Bu, ondan sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi ve nispeten İletişim Fakültesi öğretim üyelerine yönelik sistematik bir mobbing’e dönüştü. Öğretim üyelerine açılan soruşturma sayısı 60’ı geçti bizim fakültede. İtiraz dilekçesine bile soruşturma açtı. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Cenk Yiğiter’i savunma yapması için ısrarla 1 buçuk saatlik uzaktaki Kalecik ilçesine gönderiyordu. Bu özel husumetin göstergesi. Ama bir yandan da kendi hatalarını ya da kusurlarını örtbas etmeye yönelik bir çabadan da kaynaklanıyor olabilir. Nedense Ankara Üniversitesi’nde sistematik bir Fetullahçı temizliği yapılmadı. Tam aksine mesela Hakkari Üniversitesi’nin Fetullahçı olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve adli kontrolle serbest bırakılan eski rektörü, Veteriner Fakültesi’nde rektör İbiş’in isteğiyle görevlendirilmiş durumda. Kimi dekan vekilleri hakkında Fetullahçı ol AKP Fethullahçıları OZAN ÇEPNİ rehin alıyor Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler’den atılan Dr. Faruk Alpkaya, arkadaşımız Kemal Göktaş’a konuştu. duğu gerekçesiyle suç duyuruları olduğu söyleniyor. Bunlara hiçbir şey yapılmazken, ‘ben bir şey yapıyorum’ diyebilmek için solcu, demokrat ve imzacıları tasfiye ediyor. Ama bunu yaparken bile özel bir uygulama yapıyor. Mesela İletişim Fakültesi’nden Doç. Gülseren Adaklı ilk 1 Eylül KHK’si ile atılmıştı. Adaklı, sendika listesinde İbiş’in usulsüzlük ya da yolsuzluk yaptığına dair bir adli soruşturma yürütüldüğüne ilişkin bir haber paylaşmıştı ve bundan dolayı önce soruşturma açıldı, ceza verildi ve sonra ilk KHK’ye konulup atıldı. Gene İletişim Fakültesi’nden Doç. Sevilay Çelenk, bir yıldır beklemekte olan profesörlük tezinin daha fazla bekletilmesinin görevi kötüye kullanmak olduğunu belirttiği için KHK’yle atıldı. Kendisinin konumunu rahatsız eden ya da otoritesini sarsmaya yönelik şeylere karşı özel bir uğraşma durumu var. Tabii bunlar genellikle Barış İçin Akademisyenler imzacıları ile çakışıyor. Çünkü haksızlık ve adaletsizliğe karşı çıkmak, ister Cizre’de, ister Ankara Üniversitesi’nde, ister dünyanın herhangi bir köşesinde olsun, ahlaklı ve vicdanlı insanların ortak özelliğidir. Tetikçi olarak kullanıyorlar n Türkiye terör suçlarına karşı en sert uygulamalara ve hukuksal düzenlemelere sahip ülke. Diyelim ki herhangi bir terör örgütüne iltisakı olan bir öğretim üyesi olsa bile KHK’lere varana kadar çoktan işlem yapılması gerek mez miydi? Zaten 4 arkadaşımızı İstanbul’da yar gılayan mahkeme, barış bildirisinde terör suçu olmadığını değerlendirip ‘ancak devlete hakaret’ olabilir dedi ve Adalet Bakanlığı’na ‘devlete haraket’ için izin yazısı yazdı. Yani yargı organları da herhangi bir terör işi olmadığını tescil etmiş oldu. KHK’yle 100 bine yaklaştı atılan kamu görevlisi. Akademisyen sayısı 56 bin civarında. Bunlar ne zaman ve nasıl devlete alındılar, bunca yıldır ne yapıyorlardı, niye sessiz kalındı, şimdi niye atılıyorlar? Bütün bunlar büyük bir belirsizlik işareti. Bunun yanı sıra doğrudan aslında Fethullahçılarla ilişkisi olan kişilerin bir kısmına da hiçbir şekilde dokunulmuyor. n Bu çok garip değil mi? Dolayısıyla bunu buradan izah etmek mümkün değil. Başka bir şey yapılıyor Türkiye’de. Ben onu 150 yıllık modernleşme hareketinin topyekun imhası olarak değerlendiriyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda, 19. yüzyılın ortalarında kabaca Tanzimat Fermanı ile işaretleyeceğimiz bir modernleşme başladı. Yeni kurumlar açıldı. Harbiye, Mülkiye, Tıbbiye kuruldu, yerel yönetimler oluşmaya başladı. Anayasacılık ve demokrasiye doğru gidişat başladı. Modernleşme süreci bütün yönleriyle olumlu değildi, olumsuz yönler de vardı. Ama bu iktidar olumlu olan her şeyi yok etmeye yöneldi. Kurumları büyük ölçüde yok etti. Bağımsız yargıdan söz etmek mümkün değil. Hükümetin istemediği bir kararı ve recek yargıcın yarın yayımlanacak olan KHK’de yer alması kaçınılmaz gibi. Belki de Fethullahçıları atmamalarının nedeni tam da bu. Onları rehin almış durumdalar ve kullanıyorlar tetikçi olarak. Böyle de değerlendirilebilir. “Ben seni Fethullahçılıktan içeri atacağım, benim dediğimi yap” da diyebilirler. Yanlış tarihi benzetmeler n AKP’nin Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını sıklıkla eleştiriyor, suçluyor. Fakat sıkıştıkları anda da kendi olumsuz uygulamaları için o dönemi referans gösteriyorlar. Aynı şeyi anayasa değişikliği için de yaptılar. Cumhuriyetin ilk yılları, yeni bir devletin ve ulusun kurulması dönemiydi. Çok istisnai bir dönemdi, tarihsel açıdan. Mustafa Kemal’in izlediği çizgi, “vatanı kurtardık, şimdi milleti kurtaracağız” çizgisiydi. Milleti de asıl olarak hurafeden kurtaracaktı, gerilikten kurtaracaktı, taassuptan kurtaracaktı. Bu kurtarma operasyonu, yani tepeden aşağıya doğru modernleştirme girişimleri dünyanın her yerinde yaşanan olaylardır ve kendine özgü koşulları vardır. Dolayısıyla ilk yıllar hep tek adam, tek parti yönetimi altında geçti. Hatta Napolyon’a, Fransız Devrimi sonrasına gidersek, parti bile yok ortada. Türkiye’de de benzer bir şey oldu. Tarihin akışı içinde kaçınılmaz bir şeydi. Ayrıca, Mustafa Kemal’in Meclis’e önerdiği ilk anayasa teklifinde parti başkanı olan cumhurbaşkanı ile Meclis farklı sü n Türkiye çapında da çok sayıda akademisyen ihraç edildi. “Terörle iltisaklı’ denilerek FETÖ’cü olmayan solcu, demokrat akademisyenlerin tasfiyesi ile ne amaçlanıyor? Terör örgütüyle iltisaklı olanlar dediniz ama KHK’de daha esnek ve daha vahim bir ifade var. “Milli Güvenlik kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanlar” deniyor. n Yani bir kişinin KHK ile atılması için terör örgütüne iltisaklı olması gerekmiyor mu? Terör örgütü olması gerekmiyor. MGK’nin bir şekilde bir listeye aldığı yapı, oluşum ve gruplardan söz ediliyor. Bunların hiçbirinin hukuksal karşılığı yok. Yapı ne demek, oluşum, grup ne demek? Bunlarla da iltisakı, irtibatı olanlar atılır diye ayrıca bir düzenleme var. Benim tanıdıklarım içinde bir terör örgütü ile iltisak ve irtibat ya da tehlikeli olabilecek yapı, grup ve oluşumlarla ilişkisi olan kimse yok. n 10 Cumhuriyet yazar ve yöneticisinin tutuklu olduğu Cumhuriyet Vakfı soruşturması da müebbetle yargılanan FETÖ sanığı bir savcı tarafından yürütülüyor. Bu tipik bir rehin alma durumu. “Sen benim rehinemsin. Benim her istediğimi yapacaksın.” Bu rehin alma durumundan çıkabileceklerini de sanmıyorum. reler için seçiliyordu. TBMM bunu kabul etmedi. Yani 1924’te TBMM “Cumhurbaşkanı bana bağlı olsun” diyordu. Bugün ise tam tersi söz konusu, Cumhurbaşkanı TBMM’yi kendine bağlıyor. Erdoğan’ın başbakan iken danışmanlığını yapan, AKP milletvekili Aydın Ünal, aralık sonunda yazdığı bir yazıda günümüzün koşullarını 19141922 yılları arasındaki koşullara, Erdoğan’ı da Enver Paşa’ya benzetiyor. “O gün Enver’den esirgenen bugün Recep Tayyip Erdoğan’dan esirgenmek isteniyor” diyor. “Edirne’yi Enver alırsa Enver kahraman olur. Onun için Edirne, Bulgar’da kalsın denilmiş” diyor. O maceranın sonu Osmanlı Devleti’nin yıkılması, büyük bir soykırımın gerçekleştirilmesi ve Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan milyonlarca Müslüman’ın Anadolu’ya sığınmak zorunda kalması ile sonuçlandı. Tarihi benzetmeleri yaparken çok dikkatli olmak gerekir. n Erdoğan’ın ve AKP’nin sürekli iç düşman söyleminde bulunmaları tehlikeli değil mi? Tipik o yazı işte. Enver Paşa, Kafkaslar’a gidecek ve oradan Türk coğrafyasını ele geçirecekti. Cemal Paşa da Süveyş Kanalı harekâtıyla Kuzey Afrika’yı ele geçirecek ve Türkİslam imparatorluğu kurulacaktı. Bugünkü iktidarın aklında da bu var. Ama buna ne konjonktür müsait ne de dünyanın gidişatı müsait. Türkiye’nin gücü ve olanakları da müsait değil. AKP’nin seçimle iktidarı kaybetme lüksü yok n Başkanlık sistemine geçiş gerçekleşirse nasıl bir Türkiye bekler bizi? Bir kere bu gerçeklese de gerçekleşmese de önümüzdeki iki yılın, 2017 ve 2018’in çok sert, çatışmalı ve acılı geçeceğini düşünüyorum. Geleceğe ilişkin bir şey bilmek mümkün değil elbette ama öncelikle iktisadi koşullar bir süre sonra iç piyasaya yansıyacak, çünkü şimdi daha yansımıyor. Asıl etkilerinin de 2018’de çıkacağını düşünüyorum. İkincisi referandum sürecinde, Meclis’te muhalefet vekillerine tahammül edemeyen bir iktidarın, bütün protestoları yasaklayan iktidarın sandık başlarında özgürce oy kullanılmasına izin vereceğini beklemek bana saçma görünüyor. Tabii bütün bunların yanı sıra Türkiye’yi dış politikada büyük yalpalamalar ve bü yük başarısızlıklar bekliyor. Şimdi sormak lazım, siz düne kadar “sıcak denize inmek isteyen Moskof’ diyordunuz. Moskof’un Boğazları ele geçirme hevesi bitti mi, yoksa yarın öbür gün gene kandırıldık mı diyeceksiniz? Benzer bir şekilde ABD’de Trump döneminin ne sonuçlar doğuracağı henüz belli değil. Irak ayrı bir macera. Daha da kötüsü bölgedeki cihatçı hareketlerin Türkiye içinde silahlandıklarını düşünüyorum. Ayrıca AKP’nin eskiden olmayan sokak gücü AKPMHP kaynaşması sayesinde MHP’nin tabanı ile elde edilmiş olacak. AKP’nin herhangi bir seçimle artık iktidarı kaybetme lüksü yok. İktidarı kaybettikleri anda bunun ağır siyasi sonuçları olacak. Suçların bir şekilde hesabı sorulmaya kalkılacak yargı tarafından. Buna tahammül etmeleri mümkün değil. n Toplumsal muhalefetin yapacağı hiç mi bir şey yok? Var tabii, olmaz olur mu! Toplumsal olaylar önceden belirlenmiş değildir, aksine vektörel bir süreçtir, çarpışan güçlerin mücadelesi sonucunda ortaya çıkar. Eski muhalefet anlayışını, eski bakış açılarını terk edip gündelik hayatı sürdürebilmek için bile yaygın bir dayanışma ağı kurmamız gerekiyor. Geçen günlerde üst üste iki haber çıktı: Birinde kedi evi kuran gençlere saldırıldı, ikincisinde kedi evi kuran bir psikolog öldürüldü. Yani sıradan yaşamımızı savunabilmek için bile büyük toplumsal dayanışma ağları oluşturmamız gerekiyor. Bu ağların da ufak ufak çıktığını seziyorum, bazen görüyorum. Hiç um madık ağlar ortaya çıkıyor. Bunlar geçmişin kitle örgütlerinden farklı yapılar. Merkezleri ve örgütleyicisi yok, kendiliğinden çıkıyorlar ama bir ağ olarak dayanışıyorlar. n Ama Gezi’yi yaşadık ve bugün sanki Gezi’nin toplumsal, siyasal hayata hiçbir etkisi yok gibi görünüyor. Çok oldu ama bu etki birkaç yılda görülecek bir etki değil. Gezi’de şiddeti reddeden, değerler üzerinden savunma yapan bir dünya tahayyülü ortaya çıktı. Bu tür vicdan temelli, ahlak temelli hareketler geleceği belirleyecek olan güçlerdir. Çünkü eski dünya, bildiğimiz dünya bitti artık. Şimdi neredeyse Star Wars gibi iyilerle kötüler arasında yaşanan bir savaşın içindeyiz. Ben dünyayı güzelliğin kurtaracağına inanıyorum. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle