05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 1 Ocak 2017 Can erok EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: İLKNUR FİLİZ haber 11 Biz dışarıdakiler’den Biz içeridekiler’e Hayır, başlıkta bir Türkçe yanlışı yok. Siz “içeride’yken biz de “içeride”yiz. Bunun tersi de doğru. Siz de dışarıdasınız, yan masadasınız, alt katta, üst kattasınız. Bizimle birliktesiniz. Hep birlikte işimizi yapıyoruz. Hep birlikte iyi bir Cumhuriyet çıkarmak için el ele, omuz omuzayız. Her gün gibi bir gün yaşıyoruz işte. Tek bir başlık için bile tartışıyoruz, bağırıyoruz, çağırıyoruz, yoruluyoruz; sonra başlığımızı beğenip gülümsüyoruz. Gazetemiz bir kuşatma altında. Bunu biliyoruz. Hukuk mahkemeleri üstünden “patronsuz patronumuzu”, yani Cumhuriyet Vakfı’nı ele geçirmeye çabalıyorlar. Bunu biliyoruz. Ceza mahkemeleri üstünden yöneticilerimizi, yazarlarımızı, çizerlerimizi “içeri”ye atıp gücümüzü kırmayı deniyorlar. Bunu biliyoruz. Zaten sınırlı olan mali kaynaklarımızı kısıp kurutup Cumhuriyet’i susturmak istiyorlar. Bunu biliyoruz. Hepsini biliyoruz. Ancak hepsini göğüsleyecek, bu kuşatmayı kıracak gücümüz olduğunu da çok iyi biliyoruz. Dün akşam gazetemizi hazırladıktan sonra hep birlikte beşinci kattaki geniş salonda toplandık. Kocaman bir fotoğraf çektirdik. Bugün birinci sayfamızı o fotoğraf süslüyor. Sizlere gülümsedik; sizlere yeni yıl dileklerimizi yolladık. Yeni yılı “iyi bir yeni yıl” yapacağımıza güvenerek sizlere el salladık. Bedenimiz burada, yüreğimiz Silivri’de. Mesleğimizin bize yüklediği ve şu dönemde yaşamsal değer ve önem taşıyan sorumluluğumuzun bilincinde iyi bir Cumhuriyet; bir önceki günden daha iyi bir Cumhuriyet hazırlamaktan başka derdimiz yok. Gücümüzü “biz” olmaktan alıyoruz. Kimisi Silivri’de, kimisi Cumhuriyet binasındaki “bizler”iz biz... Hepimize nice nice yıllar, nice nice “Cumhuriyet”ler... ‘Bunun adı keyfiyet’ BÜLENT UTKU’DAN HSYK BAŞKANVEKİLİ’NE: Murat İnam neden hâlâ savcı? Cumhuriyeti susturma operasyonu kapsamında tutuklanan Vakıf Yönetim Kurulu Üyemiz Avukat Bülent Utku, HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın Habertürk’te yayımlanan röportajı üzerine avukatları aracılığıyla bir açıklama yaptı. Utku’nun mesajı şöyle: “HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’a soruyor ve cevabını bekliyorum; HSYK Başkanvekili Yılmaz, Habertürk’e yaptığı açıklamada, “FETÖ ile iltisaklı hiçbir hakim ve savcının kesinlikle göreve dönemeyeceğini” söylemiş. Hakkımda soruşturma yürüten Savcı Murat İnam bırakın iltisakı FETÖ soruşturması nedeniyle yargılanıyor. İki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılaması devam ediyor. Üstelik geçen celse sorgusunun yapılması için çağrıldığı halde mahkemeye gitmemiş. Böyle bir kişi bizim hakkımızda soruşturma başlatıp nasıl delil toplayabilir? Böyle bir kişi İstanbul’da nasıl olur da basın savcılığı yapar? Nasıl savcılık yapar? Yoksa HSYK Başkanvekili Yılmaz’ın bu kişiden haberi mi yok?” Bülent Utku CHP’li Yarkadaş, gözaltındaki 6 gazetecinin Emniyet’teki sorgularının bittiğini ancak savcı izne çıktığı için ifadelerinin alınamadığını söyledi Zehra Özdilek Alpay’dan Cumartesi Anneleri’ne destek Cumartesi Anneleri, 614’üncü kez İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek yeni yıl dileklerinin, kayıplarına ulaşmak ve kaybedenlerden hesap sormalarını sağlayacak demokratik bir rejim olduğunu söyledi. Eyleme, Özgür Gündem davasında önceki gün tahliye edilen Dilbilimci Necmiye Alpay ile CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da katıldı. Geçen hafta yaşamını yitiren Cumartesi Annesi Fatma Morsümbül’ün de anıldığı eylemde konuşan Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, 21 yıldır yazkış kaybedilen insanları ve geç kalmış adaleti aradıklarını belirterek “Sesimiz dünyayı inletti ama ülkeyi yönetenler bizi bilmedi” dedi. Kerestecioğlu ise “Kapkaranlık bir tüneldi 2016 yılı. Ama bütün karanlık tünellerin sonunda mutlaka bir ışık vardır. Şu an yanımda serbest bırakılan Necmiye Alpay var, diğer yanımda da Ahmet Şık ve diğer tutuklu gazetecilerin olmasını isterdim” dedi. ABD’li gazeteciye İstanbul’da gözaltı Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin Türkiye temsilcisi, ABD’li gazeteci Dion Nissenbaum’un İstanbul’da ailesiyle kaldığı evde polis tarafından gözaltına alındığı, yaklaşık üç gün boyunca avukatı ve ailesi ile görüştürülmediği iddia edildi. Haberi duyuran WSJ, gö zaltı gerekçesinin “yayın yasağı getirilen bir IŞİD videosunun Nissenbaum tarafından sosyal medyada paylaşılması” olduğunu savundu. Geçen salı akşamı gözaltına alınan Nissenbaum’un iki buçuk gün sonra serbest bırakıldığı ve ABD’ye döndüğü belirtildi. l Dış Haberler Nissenbaum CHP Milletvekili Barış Yarkadaş, yedi gündür gözaltında tutulan gazetecilerin soruşturmasını yürüten savcının yıllık izne çıktığını söyleyerek “Yargı çürümüş, her yeri tel tel dökülüyor” dedi. Halk TV’de açıklamalarda bulunan Yarkadaş, “İstanbul ve Diyarbakır’da bir hafta önce altı gazeteci gözaltına alındı. Tunca Öğreten, Ömer Çelik, Metin Yoksu, Eray Salgın, Mahir Kanaat ve Derya Okutan yedi gündür hücrede tutuluyor. Bu gazeteciler, insan kaçakçılığı iddiasıyla gözaltına alınan kişilerle aynı hücreyi paylaşıyor. Avukatlarının itirazları dikkate bile alınmıyor. Gözaltındaki gazetecilerden ilk 24 saat haber alınamadı. Aileleri bize ulaşınca emniyetten nerede tutulduklarını öğrendik ve avukatlarına bilgi verdik” diye konuştu. Suçlama değişti Gazetecilerin “Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın maillerini Red Hack adlı oluşumla birlikte yasadışı bir şekilde paylaştırmak” suçlamasıyla gözaltına alındığını belirten Yarkadaş, şunları söyledi: “Ancak bu suçlama dün değişmiş. Gözaltındaki gazetecilerin terör örgütüne ilişkin bir soruşturma kapsamına sokulduğu söylenmiş kendilerine. Avukatlar beş gün sonra müvekkilleriyle görüşme imkânı bulunca bu bilgiyi edinmişler. Red Hack terör örgütü kapsamında olmadığı için gazeteciler terör suçu kapsamına sokuluyor. Gazeteciler hakkında gözaltı kararı verdirten savcının yıllık izninden kalan süreyi tamamlamak için tatile çıktığını öğrendik. Bunun adı keyfiyettir. Altı gazeteci bir haftadır gözaltında. Sorguları tamamlandı. Savcı izinde olduğu için ifadeleri alınamıyor. OHAL ve KHK’ların verdiği olanaklar da sonuna kadar kullanılarak, 30 günlük gözaltı süresi dolduruluyor. Gazetecilerin bir an önce savcılığa çıkarılması için HSYK’yi girişimde bulunmaya çağırıyorum. Bu kadar keyfiyeti ve zulmü içinize nasıl sindiriyorsunuz?” l İSTANBUL / Cumhuriyet Onlar için ne kadar da basit bir iş... İçeride yatan adama, üstelik siyasi bir meseleden, üstelik de haksız yere, üstelik de yukarılarda hava öyle estiği için, üstelik de gazeteci olan insanlara ne denir, ne yazılır? Ha bir üstelik daha var: Üstelik 10 kişiler. Zor iş. Biz dışarıdan “Yanınızdayız, arkanızdayız” deriz, onlar da sözlerine sahip çıkmış insanlar olarak “Bu dönemde yatmak onur nişanesidir” derler ama nihayetinde mahpushane, mahpushanedir. Soğuk olur, öyle birileriyle bir yerde buluşup kahve içemezsin, koltuğa uzanıp televizyon seyredemezsin. Sevdiklerine, ailene sarılamazsın. Hayatın kısıtlıdır. Özgürlüğün kısıtlanmıştır. Üstelik kötü muamele gelir mi, nereden gelir onu da bilemezsin. Maksadım moralinizi bozmak değil, kusura bakmayın. Ama işte insan şuna isyan ediyor. Sadece birileri öyle istedi diye bu ülkede insanlar çok kolay bir işmişçesine hapse atılırlar. Evet, neredeyse bütün siyasi tarihimiz böylesi siyasi mahpusluklarla doludur ama bu sonuncusu biraz farklı sanki. İş, “siyasi” gibi gözükmekle birlikte bir o kadar da kişisel. Yani bütün bir devlet aygıtı, bir kişinin o anlaşılmaz “intikam” duygusunu tatmin etmek için de harekete geçmiş vaziyette. Evet, iş hapse muhalif atmaya gelince yargının elinin gayet rahat olduğunu bilirdik de, böylesi artık yepyeni bir durum. Buyurun mesela Hüsnü Mahalli. Siz içerideyken oldu. Biliyorsunuz, Suriyeli bir gazeteci. Çok değil, bundan birkaç sene önce, Türkiye ile Esad rejimi arasında ortak kabine toplantıları yapılırken, “Şengen yerine Şamgen vize sistemi mi kursak” önerileri hükümet yetkilileri tarafından ortaya atılırken, hatta iş epey ciddiye binmişken makbul bir gazeteciydi. Ne zaman Halep düştü, sanki bir karşılık verme hamlesiyle, hiç de ikna edici olmayan gerekçelerle, bütün sağlık sorunları na rağmen gözaltına alındı ve tutuklandı. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay daha yeni bırakıldılar. Özgür Gündem ile dayanışan gazeteciler ne olduğu anlaşılmaz suçlamalarla hâlâ yargılanıyorlar. Gazetenin yayın yönetmeni önceki gün tahliye oldu ama yazıişleri müdürü hâlâ içeride. Kürt gazeteciler hâlâ bir ateş çemberi içinde görev yapmaya çalışıyorlar. Onlarca televizyon ve gazete tek bir kararname ile kapatıldı. Gülen Cemaati’ne yakın gazetelerde bir vakitler yazmış gazeteciler yazarlar da hâlâ tutuklu vaziyette. Yani mesele Gülen Cemaati’ne bir vakitler yakın olmaksa... Neyse. İnsanın bir de şuna isyan edesi geliyor. İnşallah, yani eminim ki, yani öyle umuyorum ki bugünler de geçecek ve çıkacaksınız. Özgürlüğünüze kavuşacaksınız, sevdiklerinize sarılacaksınız. Ve bugünler, ister istemez geride kalacak. İktidar, sırf iktidar olduğu için, sırf bu ülkede böyle yapmak ne yazık ki normal kabul edildiği için insanları içeri atmış olmakla kalacak. Onlar için bu iş o kadar basit yani. Sonra, bir süre sonra, bir bakacağız belki de onlar da bununla övünmeyecek. De ğil mi ya? Şu geride bıraktığımız yıllarda ne çok nedamet gösterisine tanık olduk. Evet sonuç olarak bu mesele kapanıp gidecek (AİHM benzeri hukuki süreçleri ayrı tutuyorum). Bu nedamet gösterileri dışında bu topraklardaki “İçeri muhalif atma” geleneğiyle, kültürüyle hesaplaşmayacağız. Özetle içeri giren, içeri girdiğiyle kalacak, içeri atan da adisyonu kendisinden sonra gelenlere bırakacak, muhtemelen. Hatta belki de bir bakacağız, şimdilerde hazzetmediği insanlar için sosyal medyadan polisleri, savcıları göreve çağıranlar, gazetecilikten çok ihbarcılık faaliyetiyle uğraşanlar gün gelecek, “Kim yaptı bu işleri, nerede onlar, hesap soralım” diye ortalıkta dolanacaklar. Abartıyorum sanmayın. Rus Büyükelçisi’nin Ankara’nın ortasında üstelik de bir polis tarafından vurulmasından sonra hava tam da böyle. Lafı uzatmayayım. Bir ironiyle yazıyı bitirmek isterdim. Hani “Dışarıda da durum parlak değil, orası daha güvenli” gibisinden. Ama bu işin ironisi olmuyor. Bir an önce özgürlüğünüze, sevdiklerinize, kaleminize, fırçanıza kavuşmanız dileğiyle. 2016 tüm zamanların en kötüsü mü? 2017’nin iyi bir yıl olacağını düşünenlerin sayısı, yok denecek kadar az. Anaakım gazetelerin bonzai uçuşundaki ekonomi ve gayrimenkul sayfalarını saymazsanız, kimse iyimser değil. Nedeni, malum. 2016, Latincede “annus horribilis” yani “korkunç yıl” denilen cinsten karanlık bir tüneldi. Yılın son günlerinde, Sevgili Ahmet Şık’ın da tutuklanmasıyla, ölümler, isyanlar, bombalar, darbeler ve baskılarla bezenen lanetli 2016, altın vuruşunu da yapmış oldu. Bu yılbaşı gecesi tek tesellimiz, bu korkunç yılın geride kalıyor olması. Aslına bakarsanız, 2016’nın berbat bir yıl olduğunu düşünenler sadece bizler değiliz. Dünya medyasında herkes 2016 için “Bu ne berbat bir yıldı!” yazıları yazıyor. Kimileri Brexit, kimileri George Michael ya da David Bowie’nin ölümü, Trump’ın gelişi ya da Avrupa’daki IŞİD saldırıları yüzünden 2016’yı lanetli yıl ilan etmiş durumda. Sosyal medyada 2016 için “Defol git” anlamına gelen ve burada yazamayacağım ifadeler içeren yüzlerce görüş var. İyi de, 2016 sahiden insanlığın en kötü yıllarından biri mi? Homo sapien denilen insan cinsinin gezegendeki yüz binlerce yıllık mevcudiyetini düşünürseniz, geçmişte en az 2016 kadar, hatta daha da kötü yıllar olduğuna eminim. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin Paris’i işgal edip Avrupa’nın dört bir yerinden insanları toplama kamplarına göndermeye başladığı 1940’tan daha mı kötüydü geçen yıl? Peki 1915’te Anadolu’nun dört bir köşesinden Ermenilerin, köy köy, ev ev kayıt altına alınarak tehcire yollandığı ve bu sayede Anadolu nüfusunun beşte birinin yok edildiği yılla kıyaslarsak? Vizigotlar, 410 yılında Roma kapılarına dayandığında, önce 40 bin köle, 2 ton altın, 16 bin kilo gümüş ve 1400 kilo karabiber ister ve alırlar. Ancak buna rağmen Roma’ya yürüyerek şehri yerle bir ederler. 2016’dan ne kadar şikâyet etsek de, hangimiz 410 yılı Roma’sında yaşamayı tercih ederiz? Kısacası evet, 2016 çok kötüydü ama insanlık tarihi iyi, kötü ve çok daha kötü yıllarla dolu. İçinde olduğumuz zamanla ilgili en güzel anlatı, kuşkusuz Charles Dickens’dan. Yazar, İki Şehrin Öyküsü romanının girişinde şöyle der: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de şüphe, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, her şeyimiz vardı, hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz doğruca cennete gidiyorduk ya da tam öteki yana kısacası, tam da şimdiki bir dönemdi. Şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ve dönemin bağıran muktedirleri, öyle ya da böyle, en iyi günler olduğunda ısrar ediyordu.” Charles Dickens bu satırları 1859’da yazmış ancak 1775’i anlatıyor. Peki 2016’yı daha güzel betimleyen bir ifade var mı? Biz yine de bu berbat yıl geride kaldı diye bir ‘oh’ çekelim. 2017’den beklentimiz, minimum. Ne para, ne pul. Birçoğumuzun tek isteği, bu kadar kötü olmaması. Tüm okurlara iyi yıllar dilerim. HÜSNÜ MAHALLİ’DEN SURİYE MESAJI: Dışarıda olup katkı sağlamak istiyorum Tutuklu gazeteci Hüsnü Mahalli, tedavi gördüğü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mesaj gönderdi. Mahalli, “Türkiye’nin son dönemde Rusya ve İran ile birlikte Suriye ve bölge sorunlarını çözme çabası 5 yıldır savunduğum tezdir ve geldiğimiz noktada bu tezin doğruluğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle dileğim içeride değil, dışarıda olmak ve bu sürece ve politikaya destek vererek, sonuç elde edilmesine katkı sağlamaktır” dedi. Kendisini ziyaret eden ailesi aracılığıyla gönderdiği mesajda, gözaltına alındığı ilk andan itibaren dayanışma ve desteğini gösteren tüm meslektaşları, dostları, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve milletvekilleri ile hastaneye yatışını mümkün kılan Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’na teşekkür eden Mahalli, “Bana yöneltilen suçlamanın asılsız olduğu ortadadır. Mücadelem Türkiye’nin ve tüm bölge halklarının barış ve dostluk mücadelesidir” ifadelerini kullandı. l İSTANBUL / Cumhuriyet YOL TV TÜRKSAT’TAN ÇIKARILDI ‘Bu zihniyeti şiddetle protesto ediyoruz’ RTÜK kararıyla TÜRKSAT’tan çıkarılan YOL TV’nin kurucu yöneticileri, ortak açıklama yaparak ekranlarının karartılmasını protesto etti. YOL TV yöneticileri tarafından yapılan açıklamada, “Bundan on yıl önce, tam da bugünlerde, mazlumluğun sembolü Muharrem ayında, hoşgörünün ve sevginin sembolü Hünkâr Hacı Bektaşı Veli’nin huzurundan, Alevilerin insan sevgisiyle dolu sözü, sazı olsun muradıyla ilk yayını başlattığımız ve kuruluş yılında da sorumluluğunu üstlendiğimiz YOL TV’nin yayınını karartan ilkel zihniyeti şiddetle protesto ediyoruz.” l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle