25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 31 Temmuz 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 Hadi darbe senaryolarım var! CIA senaristleri önlerindeki verilerle her ülke için bin bir çeşit senaryo yazar da biz yazamaz mıyız? Kolları sıvadım. Şimdi CIA ya da herhangi bir istihbarat kurumunun elemanı gibi düşünüyorum. İşe öyle başlamak gerek. Veri olarak alınan ülke Türkiye. Bütün kurumlarına girilmiş, bütün toprakları işgal edilmiş bir ülke. Tamam tamam ortalıklarda yabancı askerler dolaşmıyor ama emperyalizm kuralları gereğince sağ iktidarlar tarafından tarımı yok edilmiş. Gene sağ iktidarların oy deposu tarikatlar aracılığıyla ülkedeki laik damar epey bir zamandır toprağa gömülmüş. Güneydoğu ölümlerin ülkesi olmuş, en büyük havalimanında bombalar patlamış, silahlarla insanlar taranmış, şimdi bu ülkeyi daha nasıl yıpratırız, daha nasıl belalara sürükleyebiliriz? Soru bu? Hadi askeriyeye, bürokrasiye, yargıya, eğitim alanına, Emniyet’e sürdüğümüz bir mehdinin geleceğine inanan insanlarla bir darbe girişimi yapalım. Peki, bu darbe girişiminin amacı ne? Birinci senaryo: Bu darbe girişimi başarıya ulaşamasın ama ülkenin hiç görmediği bir karışıklık çıksın! Öyle ki, ordu kendi halkıyla karşı karşıya gelsin! Ve hatta ordu ikiye ayrılsın ve birbiriyle savaşsın! Halk sokaklara çıksın ve kimin kime hıncı var, yürüsün üstüne! Komşu komşuyu öldürsün, tüm eğitim kurumlarındaki insanlar kamplara ayrılıp çatışmaya başlasın! Pek çok yerde patlamalar olsun! Ne Meclis kalsın ne kurumlar! Sözün kısası, tam da Ortadoğu’nun göbeğinde, Pakistan gibi her an dağılmaya hazır, devleti ele geçirenlerin sürekli değiştiği bir ülke yaratalım. Bu, çok zor bir iş değil, ülkede “bağımsızlık” sözcüğünü bilmeyen pek çok insan var! Yarısından fazlasını zaten bir tüketim hayvanı haline getirdik. Bu arada biz, demokrasi yanlısı gibi ülkeye giriverelim. Hâlâ tarım üretimi için az zehirlenmiş toprakları, zengin madenleri var. Uydudan çekilen fotoğraflar bize gösteriyor ki, ülkenin altı silme altın madeniyle kaplı. Bor açısından çok zengin! Ayrıca yağma edilecek çok fazla müzesi, ören yeri var! Ülkenin insan potansiyeli de önemli. İşimize yarayabilir. Ülkeleri zayıflayınca onları da ele geçirmek çok kolay olur. Bu arada çarpışan gruplara silah satarız, ilaç satarız, inşaat malzemeleri satarız. Satarız Allah satarız! Gelelim ikinci senaryoya: Darbeyi ülkeyi yönetenler ve halk önlemiş gibi gösterebiliriz. Bu durumda, ülkede yeniden Kurtuluş Savaşı günlerine dönülebilir. Ve her zaman istediğimizi yapan Türkiye hükümeti, özellikle Tayyip Erdoğan darbe önlemiş muzaffer bir komutan olarak, yerini iyice sağlamlaştırır. Bu da gene bizim işimize yarar. Neden? Oldukça vahşi bir saldırıyla baş ettiğini düşünen iktidar, bir taşla iki kuş vurmaya çalışabilir. Hem kendisine karşı darbe yapmış gibi görünen adını koyalım, FETÖ örgütünün adamlarını içeri tıkarken ne kadar rejim muhalifi varsa, onları da aynı potada eritir. Böylece muhalefet ülkeyi kurtardım sanırken asıl biz bir taşla iki kuş vururuz. Üçüncü senaryo biraz daha değişik. Bu senaryo da ülke halkı, Meclis’ine ve kendisine saldıran adı sanı belli örgütün bir terör örgütü olduğunu, ülkeyi yönetenlerin de bu terör örgütüyle sıkı fıkı olduğunu kavrar, topraklarını ve benliklerini savunma bilinciyle harekete geçip yepyeni bir örgütlenmenin adımlarını atmaya başlar. Uzun zamandır yitirdiklerini anımsar. Laikliğin ve demokrasinin ne demek olduğunu kavrar ve bu kez sokaklara “Bağımsız Türkiye”, “Bağımsız yargı”, “Bağımsız ordu” sloganlarıyla çıkar. Böyle bir durum gerçekleştiğinde ne FETÖ, ne Tayyip ortada kalmaz! Özelleştirilen tüm kurumlar, fabrikalar yeniden bu kez halk tarafından işletilmeye başlar, Diyanet tüm kadrosuyla tarihe karışır. Kimse kimsenin camisine, cemevine karışmaz. Gençler kısacık şortları ve güzel gülümsemeleriyle sokakları doldururlar. Bereket ve kardeşlik şarkıları gökyüzünü doldurur. Şimdi siz son yazdığım senaryoyu fazlasıyla hayalperest bulmuş olabilirsiniz. Ama bir senaryo yazarı elindeki verilerden yola çıkar ve aklında hep şu slogan vardır. Halklar gerçekçidirler ama imkânsızı isterler. Bir istemeye görsünler. Hadi bir dördüncü senaryo: Her şey normale döner. Peki, bizim normalimiz ne? 31 Temmuz 2016 SAYI: 33170 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.06 03.56 04.27 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.52 13.18 17.10 05.39 13.02 16.53 06.06 13.25 17.14 Akşam 20.30 20.12 20.31 Yatsı 22.07 21.47 22.02 İster tiyatro olsun ister roman, taammüden cinayete odaklı gerilim kurgularının değişmez kuralları vardır: öykünün başında ortaya çıkan tabanca, bir ara mutlaka patlar. Bıçak, mutlaka saplanır. Bir bitkiden ısrarla söz ediliyorsa, kesin zehirlidir ve kaşla göz arasında yapacağını yapar. Hatta dekor anlatımında ağır bir biblo, sallanan bir merdiven tırabzanı gibi hangi eşyaya dikkat çekiliyorsa, hiç kuşkusuz suç aleti olacaktır! Ama asıl kural psikolojik boyutta bir saptamadan ibaret olup, “Katil daima cinayet yerine döner” deyimiyle dünya literatürüne geçmiştir. Hayal ürünü deyip geçmeyin. Cinayet romanlarını, oyunlarını uzaylılar yazmıyor. Yazarlar elbette yaşamdan besleniyor. Gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduran cinayet haberleri arasında, maktulün öldürüldüğü eve gidip herkesten çok gözyaşı döken, üstünü başını paralayan akraba ya da arkadaşın, sonradan katil olarak tutuklanması az rastlanan bir olay değildir. Amatör canilerin kendilerini çok akıllı sananları, öldürdüğü kişinin cesedini bulmuş gibi yapar, çığlık çığlığa ihbar eder ve eninde sonunda yakayı ele verir. Hatta bazı katillerin, cinayet yerine kendisinden başkası olmayan caniyi bulmaya ve bizzat cezalandırmaya pek hevesli döndükleri; kaybolan bir çocuğu, eşi ya da komşuyu bulmak için canla başla arama çalışmalarına katıldıkları çok görülmüştür. Zaten bu yüzdendir ki kolluk güçleri de katili aramaya maktulün en yakın çevresinden başlar, en çok tepki verene yoğunlaşır ve çoğu kez, yanılmazlar. HHH Elbette konuyla ilgili değil, daldan dala atlayacağım ama; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Türkiye’nin savuşturduğu darbe girişimine karşı gösterdiği garip tepkilerle beni çok şaşırtıyor. Darbeciler için önerdiği “hainler mezarlığı” başlıbaşına bir skandal. İslamiyet başta, tüm dinlerin felsefesine aykırı ve hiç de uygar, hiç de insanca olmayan korkunç bir fikir. Araştırdım, dünyada örneği yok! Çünkü hain de olsa ölüyü böyle bir gömüyle ceza İhanetin gri tonları landırmak; ailesine ve çocuklarına ömür boyu manevi işken ce demektir ki, bun ca gaddarlık, bar barlarda bile yok! Oysa Kadir Topbaş’ın böyle bir ayıbı önermesiyle gerçekleştirmesi bir Aktör Kadir Topbaş oldu! Seyhan Avşar’ın 28 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan haberiydi: Tuzla’da yüz kişi defnedilecek büyüklükte taşlı bir tarlaya “Hainler Mezarlığı” tabela sı konuldu. Cenazelerin namazı kılınmıyor, zaten me zarlığa giriş de yasak. Topbaş’ın eseri bu utanca ilk gömülen, Acıbadem muhtarını öldüren Yüzbaşı Mehmet Karabekir. Me zar falan yok. Üstüne kaya parçaları atılmış, bir taş yığını. Hain de olsa bir oğulun, eşin, babanın tabutuna kapanıp ağlayamayan, cenazesini kaldıramayan, me zarına bir tas su dökemeyen yakınlarına yapılan zul mü düşünün... İBB Başkanı Topbaş, mezarlığa ilişkin fotoğraflı ha berin ertesi günü, Diyanet İşleri Başkanı Görmez’le görüştükten sonra “Hainler Mezarlığı” tabelasını kaldırttığını açıkladı. HHH Ama şimdi de Cumhurbaşkanı’nın borazanlığını devraldı, Taksim’e yapılacak “topçu kışlası”nı muştuluyor! Adeta “hainler mezarlığı”na gömülecek cenaze peşinde, yeni bir toplumsal çatışmayı körüklüyor, yeni bir ayrışmayı kışkırtıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2013’teki Gezi olaylarıyla 15 Temmuz darbe girişimi arasında ilinti kuruyor, her ikisinin arkasında da FETÖ’nün olduğuna inanıyor. Kadir Topbaş da gerek “hainler mezarlığı” fikri, gerekse topçu kışlası çığırtkanlığıyla ona yaranmaya çalışıyor. Çünkü Kadir Topbaş, darbe girişiminin olduğu 15 Temmuz günü Türkiye’de değil, ABD’ydi! Odatv’nin 28 Temmuz tarihli haberine göre BM’de Yerel Yönetimler Dünya Teşkilatı UCLG Başkanı sıfatıyla bir toplantıya konuşmacı olarak katılmıştı. Ama konuştuğu panel 13 Temmuz’da, yani darbe girişiminden iki gün önce yapıldı, bitti... Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan da kendisine “Gözler seni aradı, burada olmalıydın!” diyerek sitem etti. Topbaş, Türkiye’ye geç dönüşünü ABD’nin hava trafiğini durdurmasıyla açıkladı. 25 Temmuz’da, yani darbeden tam on gün sonra ise... CNNTürk ekranlarına çıkıp “o gece”yi, sanki 15 Temmuz gecesi Türkiye’deymiş gibi heyecan ve infial ile anlattı! İBB Başkanı’nın gençliğinde “Namaz öğreniyorum” diye bir filmde “baba” başrolünü oynadığını biliyor musunuz?* Topbaş, ailecek piknik yapılan filmde ağaç dalından düdük yapıyor ve çocuklarına dini vecibeleri öğretiyor. Aktörlüğünü sinemada niçin sonlandırdığı bilinmez; ama gerçek yaşamında iyi oynadığı kesin! *https://www.youtube.com/watch?v=tKjrOSZeqTk KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Şeriat gerekirse onu da... “İmam” olduğuna, 40 yıldır en incesinden ve en damardan siyaset yaptığına göre, Gülen’in Türkiye’deki nihai amacı “şeriat düzeni”dir. Şeriat, Kuran’daki ayetlere ve Hz. Muhammed’in sözlerine dayandırılan İslam hukukudur. Ki, bugünkü iktidar için katiyen kötü bir düzen değildir. Tam aksine en ideal yönetim şeklidir. Erdoğan, bu ideali kutsama uğruna, hapiste yatmayı göze almıştır. “Minareler süngümüz, camiler kışlamız!” “İşgalci küffara” karşı yazılmıştır. Ama o şiir ülkenin ağır aksak da olsa işleyen demokratik hukuk düzenine karşı bir meydan okuma idi. Ki bu sayede, önce her tür cemaat tarafından baş tacı edildi, sonra da içdış rüzgârın etkisiyle bugünkü “başarılarına” ulaştı... HHH “Beraber yürüdük biz bu yollarda...” şarkısındaki “partner”in kimliği biraz muğlaktır. Bu türkü, Gülenciler için pek iştah açıcıdır. Sahiden yola birlikte çıkıldı... Sonrası nazara geldi ve mezara kadar derken pazarda ve çıkmaz bir pazarlıkta son buldu. Gülenciler (ve 1999 yılı başında, 33 gün ara ile Apo’yu paketleyip Gülen’i kanadı altına alan Güç), 15 Temmuz gecesi, ülkeyi görünürde topyekun teslim almak istedi. Ama bu heves kursaklarında kaldı. Bunda Erdoğan’ın pek bayılmadığı bağımsız ve özgür medya sayesinde sergilediği metanet ve sokağa dökülen milletin cesaretinin payı elbette çok büyük. (Başbakan Binali Bey’in serinkanlı tutumundaki payı da teslim etmek gerek!) “Kışla” ele geçirilmek istendi ve “camiler” marifetiyle Gülen, kendi milli ve yerli olmayan ideolojisini ülkeye egemen kılmak istedi. Ama “Darbe” yine de bu haliyle bile amacına ulaştı. HHH “Kırk türlü acemilik barındıran bu girişimin” bir amacı da belki bu!.. Soros, “Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur!” demişti. Bu biraz övgü, biraz dalga içeriyordu. Sonuçta doğruydu. Ama artık kendi parlamentosunu bombalayan, kendi vatandaşını kurşunlayan bir orduyu kim ne yapsın? “15 Temmuz”un hedefi 4 Temmuz 2003’te K.Irak Süleymaniye’deki Türk subaylarının kafasına geçirilen çuval eylemini tamamlayan süper bir prodüksiyon olabilir mi? Ya da ciddi bir uyarı: “PKK eşittir PYD kafasını değiştirin!” HHH “Amacına ulaşmamış darbe” de planın bir parçası olabilir!.. Bölünmüş Irak, parçalanmış Suriye... Bir de yanına dağınık Türkiye! Biraz fazla olacağı için bu noktada bırakıldı... Stratejik müttefikin hesaplarından sual olunmaz. Nitekim, Amerikalı komutanlar “TSK’deki bazı muhataplarımız hapiste!” bile dedi. HHH Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Demokrasi nöbetleri” sürerken bu nöbetlere gönülden katılıp da fiilen katılamayan sessiz çoğunluğun endişelerini dikkate almalıdır. Nöbetlerin, ileride güdümlü, kitlesel, partisel “öfke nöbetleri”ne dönüştürülme olasılığı! Üç gün önce aniden “Taksim’e kışla ve cami yapılacak” diye ilan etti. Askeri okullar bile kapatılırken, kışlalar sürgün edilirken “Taksim’e kışla” ne iş? Demokrasimizin kökleşmiş iki şartı 70 yıldır yinelenip durur: Camiye, kışlaya politika girmemeli! Atlatılan bunca badireden sonra yeniden “Cami kışla yapılacak” demek... “Biz bildiğimiz yoldan şaşmayız!” demektir! Siyaset sembollerle yapılır. Benzetmek gibi olmasın: Ordu içine nifak sokmayı başaran dininanç sömürgeni Gülen’in tercihi de cami ve kışla! Ona karşı daha farklı daha kucaklayıcı sembollerle başka sembol bulunamaz mı? İbadethane elbette kutsal... Kışla da “Peygamber ocağı”! Her fırsatta yapılan “şehadet” vurgusu elbette “vatan için ölümü göze alanlara ve alacaklara” saygının gereği! Ama asıl endişe, “Ey FETÖ sana ne oluyor? Şeriat gerekiyorsa onu da biz getiririz!” anlayışıdır... 2 14 23 38 22 47 6 BİLEN: 1 Milyon 363 Bin 193 Lira 14 Kuruş (1. Devir) 5 BİLEN: 3 Bin 588 Lira 35 Kuruş 4 BİLEN: 47 Lira 55 Kuruş 3 BİLEN: 7 Lira 15 Kuruş Uygarlığı yeniden kurmak “Hayatta kalma” rehberleri basitti eskiden. Sayıları azdı. Doğa sporlarıyla uğraşanlara yönelikti daha çok. Ateş nasıl yakılır, barınak nasıl yapılır gibi konular anlatılırdı. Ya da şöyle bir soru anımsıyorum: “Diyelim bir gemi kazası geçirdiniz köpekbalıklarıyla dolu bir denizde yüzmek zorundasınız. Nasıl hayatta kalırsınız?” Oysa bilirdik. Banyoda kayıp kafamızı bir yerlere çarparak yaralanma olasılığımız, köpekbalığı saldırısına uğrama olasılığından çok çok daha yüksekti. Yine de ilgiyle okurduk bu kitapları. Önceleri “vahşi doğada” nasıl hayatta kalabileceğimizi anlatan kitaplar, giderek kentlerde nasıl hayatta kalabileceğimizi de anlatmaya başladılar. Saldırılar, cinayetler, terör eylemleri, bombalamalar... Kentler doğadan daha vahşi yerler haline mi geliyordu yoksa. Şimdi yeni bir tür çıktı. Bu seferki bambaşka. Lewis Dartnell “Uygarlığı Yeniden Nasıl Kurarız” diye anlatmış. Ortaya attığı sorular ilginç. İlk soru şu: “Uygarlığımız yarın çökse, ne yaparız?” [email protected] Örneğin wbwirw.mahmeettetaon.rcoçmarpması ya da salgın bir hastalık, insanlığın büyük bölümünün ölümüne yol açsa, biz hayatta kalsak, uygarlığı yeniden kurabilecek bilgi birikimine sahip miyiz? Dartnell’in bu soruyu sormasının sebebi basit: Çünkü bizler temel bilgilerden öylesine kopuğuz ki. Evde kullandığımız teknolojik aygıtları bırakın yapmayı, nasıl çalıştıklarını bile bilmiyoruz. Bizler tüketiciyiz. Kâğıt, çömlek, cam, tuğla ya da demir gibi malzemeleri nasıl üretiriz? Ya elektriği? Telsiz, kâğıt, mürekkep ve matbaa makinesini nasıl yaparız? Sonra tarım yapmayı ne ölçüde biliyoruz? Aslında en basit bilgiler konusunda bile cahiliz. İnsanlığın bugünkü bilgi birikimi 10 bin yıllık bir sürecin ürünü. Bir çöküş sonrası insanlar yeniden 10 bin yıllık bir süreç mi yaşayacaklar? Her şeye yeniden ve sıfırdan mı başlayacağız? Dartnell, “Acaba, hayatta kalanlar için bir ‘rehber kitap’ hazırlayamaz mıyız” diye başlamış çalışmaya. “Bu kitap tek bir cilt olmalı. Herkesin anlayabileceği bir dilde yazılmalı. Teorik bilginin yanı sıra bir şeyin nasıl yapılabileceğini somut olarak anlatmalı” gibi ilkeler de belirlemiş. Yani bir “yeniden başlama” durumunda işe yarayacak bir kitaptan söz ediyor. Bir “Hızlı başlama kılavuzu”. “Uygarlık 2.0”nin el kitabı. Neredeyse sıfırdan bir uygarlığı yeniden yaratmayı mümkün kılacak bir şey. Bana sorarsanız, olanaksız bir iş. Fakat yazdığı kitap bir o kadar da ilginç. Lewis Dartnell, genç bir bilim insanı. Bir astrobiyolog. Mars’ta mikrobiyal yaşam üzerine çalışmalar yapıyor. Kitaba yönelik şu anki en büyük eleştiri, anlatımın yeterince pratik olmadığı yönünde... Fakat diğer yandan internette insanlar, kitaptaki anlatımların nasıl hayata geçirilebileceğine ilişkin basit videolar yayımlamaya başladılar bile. Dartnell, Uygarlık 2.0’de güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerjiye yönelmenin kaçınılmaz olduğunu anlatıyor. “Yeşil” bir uygarlıktan söz ediyor. Bir tek kapitalizme değinmemiş. Keşke kapitalizmin dünyayı ne hale soktuğunu da anlatsaymış kitabında. “Sakın kapitalizm tuzağına düşmeyin. Felaketiniz olur” uyarısı bence eksik kalmış. Siz olsaydınız yeniden başlayacak olan insanlara ne tavsiye ederdiniz? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle