19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 15 Temmuz 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY Başbakan iki gün önce BBC’ye verdiği röportajda, “Suriye’ye barış ancak DEAŞ ve Esed gidince gelir” dedikten sonra ekliyor: “Suriye’de 500 binden fazla masum, günahsız insanın hayatlarını kaybetmelerinin sorumlusu Esed’dir.” Başbakan bu sözleriyle bize acemice bir algı operasyonu uyguluyor. Hafızai beşer nisyan ile malulmüş ya Başbakan da bizim Suriye’deki kanlı iç savaşın Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den esinlenen silahlı Sünni çapulcuların ayaklanmasıyla başladığını unuttuğumuzu sanıyor. Biz bunu unutmadığımız gibi zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerini de unutmadık: “... İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbni Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz demiryolu istasyonunda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz.” Bu, derin bir öngörüsüzlüktü. Tutmadı. Nusayri/Alevi Beşşar Esad giderek güçlenen IŞİD gibi, El Nusra gibi Sünni örgütlerin saldırılarına karşı ayakta kaldı. Cumhurbaşkanı da, Başbakan da mezhepçiliğin Ortadoğu’yu ne duruma getirdiğini görüyorlar fakat bölgeye yönelik politikalarını hâlâ Sünni mezhepçilik Anlamakta zorlandıklarım üzerine oturtmaktan vazgeçmiyorlar. Dönelim 500 bin masumun öldürülmesine… Suriye’de beş yıldır herkes herkesi öldürüyor. IŞİD öldürüyor, El Nusra öldürüyor, onlarca irili ufaklı örgüt öldürüyor, rejim askerleri öldürüyor, Rusya öldürüyor, Amerika öldürüyor, İran milisleri öldürüyor… Orada bir savaş var ve savaş ölüm demek. Anlamadığım, tüm bu ölümlerin tümünün Esad’ın sırtına yüklenmesi… HHH Kürt sorununun temel nedenlerinden birinin ana dilde eğitim olduğu biliniyor. AKP gibi HDP dışındaki muhalefet partileri de Kürt yurttaşlarımızın bu taleplerine karşı çıkıyorlar. Gerekçeleri ise Türkçenin devletin resmi dili olması. Ne var ki bu anayasada da yer alan bu gerçeğin söz konusu talebin tartışmasız geri çevrilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Ben bir dönem Avusturya Lisesi’nde okudum. Türkçe/edebiyat ve Almanca derslerinin yanında fen dersleri Almanca, öbür dersler Türkçe idi. Benzer bir uygulama Kürtçe için uygulanamaz mı? Bana bu konuyu güncel olarak iktidar sözcülerinin söylemleri anımsattı. Söylenenlere göre ilkokul ikinci sınıftan itibaren okullarda Arapça dersi verilmesi düşünülüyormuş. Ayrıca bugün Türkiye’de kendilerine vatandaşlık verilmesi planlanan yüzbinlerce Suriyeli çocuk okullarda anadillerinde eğitim görüyor. Yurttaşlarımız olan Kürtlerin bu yoldaki talepleri karşılanmazken nasıl oluyor da müstakbel vatandaşlarımıza bu hak tanınıyor? HHH Şu sıralar televizyonlarda sanırım Turizm ve Kültür Bakanlığı’na ait bir reklam filmi dönüyor. Filmde Konya “dünya Müslümanlarının turizm merkezi” olarak gösteriliyor. Sonra sırada Karaman var; bu kentimiz de “Türkiye’nin başkenti” olarak tanıtılıyor. Anlayan beri gelsin! Ben bunu da, yukarda yazdıklarımı da anlamakta zorlanıyorum. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA [email protected] Öğrencimiz Çağrı Kurt Prof. Dr. YAMAN AKDENİZ Prof. Dr. GENCER ÖZCAN Doç. Dr. ÖMER TURAN İstanbul Bilgi Üniversitesi Otoriterleşmeyle birlikte hukukun üstünlüğü ilkesi ve temel haklar onarılması güç bir şekilde zarar görüyor. Ülkenin içinde bulunduğu bu genel durumda otoriterleşme kendisini özellikle de yargı alanında yapılan işlem ve düzenlemelerde açıkça gösteriyor. Bunun görünür sonuçlarından biri geçen günlerde Meclis tarafından kabul edilerek Yargıtay ve Danıştay’ın bağımsızlık ve tarafsızlığını tartışmalı hale getiren yasal düzenlemelerdir. İfade özgürlüğüne yönelik baskıları, gazetecilere yönelik dava ve tutuklamaları, akademisyenlere yönelik soruşturmaları, insan hakları savunucularına yönelik tutuklamaları otoriterleşmenin diğer tezahürleri olarak saymak mümkün. Bu yazıyı da kamuoyunun dikkatini, ocak ayından bu yana tutuklu olan İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencimiz Çağrı Kurt’a dikkat çekmek üzere yazıyoruz. Yetersiz deliller Çağrı Kurt’un bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve mezunuyla birlikte yargılandığı dava, havuz medyasında “bombalı araç” davası olarak sunuldu. İddiaya konu suçun niteliği oldukça ağır olmasına karşın, davaya ilişkin gizlilik kararı kalktığında iddianamenin gerekli dayanaklar ve somut delillerden yoksun olduğu görüldü. Duruşmalar ilerledikçe, “bombalı araç”ın önce bomba düzenekli araç olduğu anlaşıldı. Sonra da araçta bomba yapımına ilişkin bir video olduğu ortaya çıktı. Sanık avukatları gerek duruşmalardaki beyanlarında, gerekse dilekçelerinde soruşturmanın makul Türkiye 2015 yazından beri bir şiddet sarmalı içinde, belirsiz bir yönde yol alıyor. Kentleri yaşanmaz hale getiren çatışmalar ve bombalı saldırıların oluşturduğu bu sarmalda, Türkiye genel olarak otoriter bir rejime doğru evriliyor. Bilgi Üniversitesi öğrencileri, 2016 mezuniyet töreninde arkadaşları Çağrı Kurt için pankart açtılar. şüphe oluşturacak somut delillerle değil, istihbari bilgilere dayanarak başlatıldığını vurguladılar. İddianamede Çağrı’nın iddia edilen suçla bağı da somut delillerle kurulamamakta. Çağrı ile ilgili iddianamedeki deliller, terör örgütü üyesi olduğu iddia edilen bir kişinin Çağrı’nın evinde iki gece kalması ve evinde dağıtımı serbest üç kitap ile dağıtımı hakkında mahkeme tarafından verilmiş yasaklama kararı olan bir kitap bulunmasından ibaret. Delillerin bu yetersizliği karşısında üç yargıçtan oluşan heyette, bir yargıç iki duruşmadır tutukluluk halinin devamına ilişkin karara katılmadığına ilişkin şerh koymakta. İkna edicilikten uzak Bu davada öğrencimiz Çağrı, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Jülide Yazıcı ve diğerleri ikna edicilikten uzak delillerle yargılanıyor. Davanın delillerinin sanıklarla ilişkilendirilme şekli de inandırıcılıktan son derece uzak. Ancak bunların hepsini aşan yanlışlık, yargılamanın Çağrı bakımından tutuklu devam etmesi. Tutuklama CMK 100 vd. maddelerinde istisnai bir koruma tedbiri olarak düzenlenmiş olup, (AYM, Kemal Aktaş ve Selma Irmak Başvurusu, B.No:2014/85, 03.01.2014, para.41) esas olan tutuksuz yargılamadır. Dahası, tutuklama kararının hukuki unsurlarının hiçbiri hasıl olmadığı halde Çağrı, arkadaşları, hocaları ve avukatları her duruşmada hukukun gereği olarak tahliye beklerken, tutuklu yargılama maalesef halen devam ediyor. Baskı ortamı Ülkeyi kan gölüne çeviren bombalı eylemleri engellemekte kolluk kuv vetleri yetersiz kalırken, mesnetsiz suçlamalarla akademisyenler, gazeteciler, insan hakkı savunucuları her an tutuklanma ve hatta hüküm giyme riskiyle karşı karşıya kalıyor ve kolluk ile yargının asli görevinden ziyade bu tür bir baskı ortamının oluşmasında rol oynadığı izlenimi doğuyor. Böyle bir ortamda yüzlerce öğrenci gibi Çağrı da bu baskı ortamından maalesef nasibini alıyor. Biz hocaları Çağrı’yı 2011 Van depremi sonrasında düzenlediği yardım çalışmalarıyla, Bilgi’de düzenlenmesine emek verdiği konferanslarla biliyoruz. Arkadaşlarıysa “vaktinin çoğunu okuyarak geçiren, herkes tarafından çok sevilen” bir öğrenci olarak tarif ediyorlar. Bilgi Üniversitesi’nden hocaları olarak inanıyoruz ki, Çağrı’nın uzayan tutukluluk hali bir hak ihlaline dönüşmektedir. Unutmamak gerekir ki Anayasa Mahkemesi, kişi özgürlüğünü kısıtlayan tutukluluk rejiminin gözden geçirilmesinde kişilerin özel durumunun mutlaka dikkate alınması gerektiğini tespit etmiştir. (Mustafa Ali Balbay Başvurusu, no. 2012/1272, k.t 4.12.2013, para. 116) Öğrenciliğin ve eğitim hakkının da Çağrı açısından özel bir durum teşkil ettiği açıktır. Mezuniyetine oldukça yaklaşmış olan Çağrı derslerini takip edebilmeli ve hayatını kaldığı yerden sürdürebilmelidir. 18 Temmuz’da gerçekleşecek olan duruşmada Çağrı Kurt’un tahliye edilmesi ve yargılamanın tutuksuz devam etmesi, süre giden mağduriyetin daha da uzamasına engel olacaktır ve en azından Çağrı Kurt’un ihlal edilen hakları arasında eğitim hakkının ihlali son bulacaktır. 15 Temmuz 2016 SAYI: 33154 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.43 03.35 04.05 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.38 13.17 17.13 05.26 13.02 16.56 05.52 13.24 17.16 Akşam 20.43 20.25 20.44 Yatsı 22.29 22.06 22.22 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] yorum 13 Erasmus “16. yy”ın düşünürlerinden olan Rotterdam’lı “Desiderus Erasmus” ünlü yapıtı “Deliliğe Övgü”yü, şu sıralarda “TV” izlerken hep anıyorum, özellikle de devletin, yönetimin başındakileri ekranda gördükçe. “İnsanın her yaptığından memnun olmasından, daha ‘delice’ bir şey olur mu?” diye soran “Erasmus Usta”, dirilip de şu son günlerde yaşadıklarımızı izleseydi ne derdi acaba? Hele partilerin salı günleri yapılan, “TV”den de canlı yayınla verilen grup toplantılarında, partisi “AKP”ninkinde, Başbakan’ın, “her yaptığından olağanüstü bir memnunluk duyan” konuşmalarını “Erasmus Usta” duysa ne söylerdi? “Ben yalnızca ‘deliliğe övgü’ yazdım, ‘aşırısına’ yazmadım!” der miydi acaba? Ayrıca, Varşova’da yapılan “NATO” toplantısına katılan “Cumhurbaşkanı”nın, bir ara görüştüğü “Merkel”in elini sıkarken verdiği görüntüyü izlediniz mi? Eli, “Merkel”de, ama ona hiç bakmadan, “dünyayı ben yarattım” diyenlerin aynadan kendilerini izler gibi olan duruşunu, bakışını “TV” görünce, bu kez Erasmus’u, can dostu ünlü ressam “Hans Holbein” ile birlikte anımsadım. Çünkü Holbein, “Deliliğe Övgü”yü desenleriyle bezemiş; dostunun düşüncelerini, görüşlerini çizdiği desenler yoluyla sunmuş okuyuculara. Özellikle de kendisini ciddi ciddi dünya lideri sanıp, durmadan konuşup, kabara kabara dolaşarak ülkelerinin tepesine oturmuş kimi “kof” yöneticileri de, “kendinden geçmişcesine elindeki aynadan kendini seyreden bir adamı” çizerek anlatmış... Değerli dostlar, “Deliliğe Övgü”yü anımsayıp sizlerle paylaşmamın bir nedeni de, geçen hafta sonunda, “Kumpas Davaları”ndan biri olan “İzmir Askeri Casusluk Davası”nın dayanağını oluşturan “kumpas”ı (sahte delilleri) ürettikleri belirtilen, “TSK”de görevli ikisi amiral “altı” subaya verilen gözaltı kararı oldu. Bu “Kumpas Davaları”nın ilki “Ergenekon Davası”ydı; bu davayı “Silivri Çadır Mahkemesi”nde izlerken, “iddianame”nin delilleriyle birlikte öyle “beşon bin” değil, “yüz binler”e ulaşan sayfadan oluştuğunu bildiren söylemlerin doğru olduğunu büyük bir şaşkınlıkla gördük. Öyle günlerce değil, aylarca süren bir “okuma” sürecine girilmişti; iddianame okundukça azalmıyor, tersine çoğalıyordu; gerçekten de öyleydi; çünkü iddianamenin “ucu açıktı”; durmadan yeni deliller ortaya çıkıyor, bunlar da iddianameye ekleniyordu... Belki “binlerce” duruşma... Bir yaşam boyu sürecek bir “dava”... “Erasmus”un, “Deliliğe Övgü”de ortaya koyduğu gibi, biz de aklımımızı mı yitirmiştik? Ne oluyordu? Peki, “devlet”, “hükümet”... Neredelerdi? Oysa aklını ilk yitirenler bunlardı... Öyle görünüyordu; anımsanacağı gibi, Ergenekon’u başlatan dönemin Başbakanı “R.T. Erdoğan”dı; “Ben bu davanın savcısıyım!” haykırışıyla oluşturmuştu bu davayı; ardından “Balyoz”, “Poyrazköy”, “Komutanlara Suikast”, “Askeri Casusluk”, “Odatv” ve ötekiler birbirini izlemişti... Ergenekon’da üniversite hocaları, rektörler, askerler, hukukçular, parti başkanı, doktorlar, yazarlar, gazeteciler, basımevi sahipleri, “TV” yöneticileri, üniversite öğrencileriyle birlikte, “R.T. Erdoğan” tarafından “AYYAŞ” olarak adlandırılan; “TC Devleti”nin kurucusu “Atatürk” de yer alıyordu yapıtı “Söylev” (Nutuk) üzerinden... Basılan evlerde, bürolarda “Emniyet” görevlilerince çoğunlukla polislerce yapılan aramalarda bulunan belki de bulunmayan onca “Söylev”, şüpheli deliller arasında yer alırdı sık sık... Ergenekon’un iddianamesinde, “cep telefonu kullanmama”nın “suç” sayılması, “akıl tutulması”nın bir örneği olabilirdi ama, “Atatürk”ün “suçlu” gibi algılanmasını sağlamanın anlamı, kuşkusuz “akıl yitirmesi” olamazdı, bu açıkça “bilinçli” bir tutumdu; bunun ayrımına varılması, iddianamede yer alan, “akıl yitimi” olarak algılanan tüm “suçlamalar”ın da “bilinç”le düzenlendiğini, vaktinden önce açığa çıkarıp, ortaya dökebilirdi... Nitekim kısa bir süre sonra, baskınları düzenleyen “Emniyet”çe, aramalarda “Söylev” bulunmasına son verildi... İktidar, dolaysiyle “R.T. Erdoğan”, bunları, olacakları adım adım, saniye saniye biliyorlardı... Engel olarak gördükleri tüm kurumların ve kişilerin elenmesinin kendileri dışında yapılmasını öylece “keyifle” izliyorlardı. Bu tutumları bir gün açığa çıkınca da ne diyeceklerini, ne yapacaklarını da biliyorlardı... Ayrıca bütün bu olupbitenlerin hesabının sorulmayacağını, sorulamayacağını da... Ne dersiniz? Devlet liselerine girişte tercihler bugün başlıyor Devlet liselerine yerleştirme işlemleri için tercihler bugün başlıyor. 25 Temmuz’a kadar sürecek yerleştirmede öğrenciler 25 okula kadar tercihte bulunabilecek. Yerleştirme sonuçları 8 Ağustos’ta ilan edilecek. Eğitim uzmanı Hatice Yılmaz, tercih yapacak adaylara şu uyarılarda bulundu: n Öncelikle kendi sonuçlarınızı, YEP ve yüzdelik dilimini zi inceleyiniz. n MEB’in yayımlamış olduğu okul türüne göre kontenjan tablolarından istediklerinizi seçiniz. n Seçtiğiniz okul türleri ile her tablodan kontenjan tab lolarını inceleyerek kendi puanınız veya yüzdelik diliminizle girebilme şansınızın yüksek olduğu okulları belirleyiniz. n Kendinizi garantiye almak için kendi yüzdelik diliminizden daha gerideki okullardan 4 veya 5 okul belirleyiniz. n Farklı puan hesaplama yöntemi ile öğrenci alan özel okullar puanınızı hesaplayın. n Puanınıza göre girebileceğiniz özel okulları, bu okulların bursluluklarını araştırınız. SÜPER LOTO 01,12,14, 42, 44 ve 47 6 BİLEN: 2 milyon 605 bin 35 TL (Devretti) 5 BİLEN:15 bin 603’er TL 4 BİLEN: 212.05’er TL 3 BİLEN: 15.95’er TL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle