18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 8 Mayıs 2016 EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: BAHADIR AKTAŞ haber 7 Tüm gazetecilereMESLEK ÖRGÜTLERİ MAHKEMENİN VERDİĞİ HAPİS KARARINA TEPKİLİ: gözdağı veriliyor Dündar ve Gül hakkında verilen kararla ilgili Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Sendikası “Bu davada gazetecilik mesleği yargılanmıştır” açıklaması yaptı. Türkiye Gazeteciler Yönetim Kurulu (TGC), Dündar ve Gül hakkındaki mahkeme kararıyla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada evrensel hukuk kurallarına göre halkın haber alma hakkının engellenemeyeceği, devlet sırrını korumanın gazeteciye değil, bundan sorumlu kişilere ait olduğu vurgulandı. “Devlet Sırrı Kanunu” dahi ortada yokken Dündar ve Gül’e böyle bir ceza verilmesinin anlamsız olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada “Türkiye’de son yıllarda tüm ulusal ve uluslararası raporlara da yansıdığı gibi basın ve her türlü muhalif düşünce üzerindeki baskı had safhaya çıkmıştır. Bu davada gazetecilik mesleği yargılanmıştır. Meslektaşlarımız üzerinden tüm gazetecilere gözdağı verilmek istenmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tüm içtihatları ve hatta Yargıtay kararları göz önüne alındığında bu hukuka aykırı kararın bozulması gerekmektedir” denildi. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Can Dündar ve Er Can Dündar ve Erdem Gül hakkındaki mahkeme kararının ardından TGC, ÇGD ve TGS kararı eleştiren açıklamalar yaptı. dem Gül’ün MİT TIR’ları haberi nedeniyle “devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak” tan suçlu bulundukları mahkemede yargılananın iki gazeteci değil, Türk medyasının haber yazma hakkı olduğunu söyledi. Bilgin, “Çok endişeliyiz. Yazdıklarına, dediklerine, bildirdiği habere katılınmasa da herkesin ifade ve basın özgürlüğüne saygı duyması gerekir. Kamplaşma, ötekileştirme, karşıtı reddetme ve hesap ödettirme anlayışı bu ülkede derin fay hatları oluşturduğundan, kaygılıyız” dedi. Bilgin saldırıyı kınamanın yeterli olamayacağını kaydetti. ‘Demokrasi sorunu’ Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Yönetim Kurulu ise yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Dündar ve Gül’ün duruşmasında yine gazetecilik cezalan dırıldı. Mahkemenin cezalandırması yetmedi arkadaşlarımızın şahsında gazetecilik kurşunlandı. Ülkeyi yönetenlerin sadece haber yazan meslektaşlarımıza, ‘bunu yanınıza bırakmam, bunun hesabını sorarım’ diyen bir anlayışa sahip olması ciddi bir demokrasi sorunudur. Bu anlayışın egemen olduğu bir ülkede gazetecileri cezaevine atmak isteyen yargıçlar da bol olur. Bu yetmez, gazeteciyi kurşunlayan silahlı militanlar, caniler, meczuplar da eksik olmaz. Türkiye’de basının özgür olduğunu söyleyen en tepedeki yöneticiler, bu cezalanın ve suikast girişiminin azmettiricileridir. Ve bu hukuksuz mahkumiyet kararını verenler ile gazetecilere kurşun sıkanlar, biz gazetecilerin gözünde, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne düşman müebbetlik sanıklar’dır.” Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) da şu açıklamayı yaptı: “AKP hükümetinin basın emekçilerine yönelik artan baskılarına karşılık daha fazla dayanışmaya daha fazla yan yana durmaya ihtiyaç var. Dündar ve Gül’e verilen hapis cezaları gazetecilik meslek ilkelerine verilen cezadır. Habere ceza verilmesine bugüne kadar karşı olduğumuz gibi bundan sonra da karşı durmaya devam edeceğiz. AKP iktidarının ortaya çıkarttığı kindar neslin bir ürününü dün (önceki gün) Çağlayan Adliyesi önünde gördük. Dündar’a yapılan silahlı saldırı gazeteciliğe yapılmış bir saldırıdır. İktidar gerçekleri yazmayan, toplumu bilgilendirmeyen bir gazetecilik istemektedir. Bu saldırılara karşı bütün gazetecileri kol kola girmeye, dayanışmaya çağırıyoruz.” l İSTANBUL\CUMHURİYET Feyzioğlu: Sır değil, aleniyet kazandı Isparta Barosu’nun hizmet binasının açılışında konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a yönelik silahlı saldırı ve MİT TIR’ları davasında verilen cezaları değerlendirdi. Feyzioğlu, “Düşünceleri ne olursa olsun bir insana şiddet uygulanamaz. Can Dündar’ın düşüncelerini beğenmeyebilirsiniz ama beğenmediğiniz insanları öldürmeye başlarsanız bu ülkede kimsenin can güvenliği kalmaz. Aklı olanlar düşünceye düşünceyle karşılık verir. Dilek Hanım ve sayın vekilin gösterdiği büyük kahramanlığı, Dilek Hanı Metin Feyzioğlu mın sevdiğini korumasını duygulanarak izledim” dedi. Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verilen hapis cezasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının evde gazete kupürlerinden başka delil bulunmadığı yönünde olduğunu kaydeden Metin Feyzioğlu şöyle konuştu: “Bu doğrultuda da casusluktan beraat ama gizli kalması gereken belgeleri yayımladıkları için ceza verildiğini okudum. İçtihatta, gizli kalması gereken bilgiler devlet sırrı niteliğini yitirmişse artık sır olma özelliğini yitirdiği için suç teşkil eden bir davranış söz konusu değildir. Yargıtay tarafından dosyanın bu şekilde değerlendirileceğini düşünüyorum. Bir taraftan Suriye krizine boğazına kadar batmışken, Kilis’e roket yağarken, memleketimizi IŞİD teröründen koruyamaz hale gelmişken, şehir lerimizi 3 yıl boyunca terör örgütü delik deşik etmişken, binlerce ton askeri patlayıcı depolanmışken bunları duymaya hakkımız var. Bunların basın özgürlüğüyle ilgisi var. Türkiye’de olup biteni bilmek istiyoruz.” ‘Tek habere 3 suçlama’ n Diyarbakır Barosu Başkan Vekili Ahmet Özmen: Bu davada aslında düşünce ve ifade özgürlüğü yargılandı. Davada ortada tek bir haber vardır ama o haber için üç ayrı suçlama getirilmiştir. Yargıtay’ın, dosyanın temyiz aşamasında Anayasa Mahkemesi’nin tutukluluk ile ilgili verdiği kararı da dikkate alarak, mahkumiyeti ortadan kaldırmasını umut ediyoruz. Gerçeğin Çığlığına Çare Bulunmaz Aceleleri var; o nedenle bir haftaya pek çok iş sığdırdılar. Minicik, mini minicik bir pürüz vardı, küçük bir fiskeyle kaldırıverdiler yolun üzerinden. Minikti ama Avrupa’yı başa bela etme ihtimali vardı. Büyük planı bozabilirdi belki. Büyük plan ne? Olmazı olur, Türkiye’yi eski Osmanlı coğrafyasının şahı, padişahı yapmak, Halife’yi diriltmek, ona bir “ruyi zemin” yaratmak... Peki bunu için ne gerek? Derin, çok derin, çok koyu bir sessizlik, konuşana, ısrar edene, “halk her şeyi bilsin, hakkıdır” diyene Silivri zindanı gerek. HHH O küçük pürüz kendiliğinden çözüldü. İtirazı itiraz değildi; “stratejik derinliklerde” kaybolmuşun itirazı mı olurmuş? Devrisi gün Avrupa’ya “Sen yoluna ben yoluma” denildiğinde sessizlik isteyenler bir adım daha attılar. Gazeteleri, TV kanallarını her türü önlemi kullanarak; satın alarak, havuzda boğarak, korkutarak, telefon başında emir bekleyenlere emanet ederek susturanlar, hâlâ direnenlerle mi baş edemeyecek? HHH Benim polisim, esnafım işini bilir nakaratı ile açılan yolda elbette beline tabancasını takan birileri de çıkacak; çekip vurmaya gidecektir sessizliği bozanı. Hep öyle yapıldığından güvenli, garantili susturma yöntemidir. Ama bu gazeteci, aydın tayfasının aklı bir karış havada olduğundan, yani korkup sinmediğinden karısı, kızı, oğlu, yoldaşı, arkadaşı hep birlikte “bağırmaya”, “kurşun eritmeye çağırmaya” başlayıveriyorlar. Senin her işi kotarmak için gereksindiğin sessizlik ortasından büyük bir çığlıkla bölünüveriyor. HHH O zaman ne yapacaksın? Adliye kapısı önünde patlayan silaha başka çareler ekleyeceksin. Susmayanı susturmak, dı şarda ölmeyeni içerde ne yapıp edip, akıl almaz manevralar, tutmayan “hukukbozan” projelerden hiç değilse biriyle içeri tıkmak gerekecektir. Can’ı, Erdem’i, arkadaşlarını bir vakit susturmak şarttır. Sonra, işte ondan sonra o “büyük projeyi” yürütebilmek için gerekli derin sukunet, o derin karanlık sağlanabilecektir. HHH ABD’ye, Avrupa’ya da planları büyük, hayalleri geniş, sessizlikten başka bir şeye ihtiyacı kalmamış devletle, o derin sessizliğin devletiyle iş yapmak zorunda oldukları, onun işine burunlarını sokmamaları gerektiği anlatılabilir bir ihtimal. Ayak sürüyen “stratejik ortak” cenahına “sen yoluna ben yoluma” denilebilir belki. Ama ah, işte casuslar, vatan hainleri, “halk her şeyi bilmeli” diye tutturan gazeteci makulesi, ülkenin ihtiyacı olan derin sessizliği bozan “ihtiyaç fazlası” aydın takımı, bir türlü sokaktan çekilmeyi kabul etmeyen Gezici tayfası... HHH Susmuyorlar. Dışarda patlayan silahtan, içerde yedikleri mahkumiyetten korkmuyor, çıkıp kapı önünde yine bildiklerini okuyorlar. Silahın patlaması, duruşma salonunun ağır havası, uğultusu da sindiremiyor onları. Bunca gayrete, bunca masrafa, havuza, her şeye “lebbeyk” diyenlere, ağlak patronlara, boyuna vites değiştirenlere rağmen hâlâ susmadılar. Büyük birader derin düşüncelerdedir şimdi; derin bir sessizlik içinde “istihareye” yatmıştır. Karanlıkta duyduğu ses büyük olasılıkla şöyle diyordur ona: “Susturamazsan durum kötü. O derin sessizlik olmadan yürümez hayalini kurduğun işler. Karanlığın kardeşi, sakın unutma, sessizliktir. Yoksa bilesin, en koyu karanlıkta bile görünecektir, ne yapsan çare yok, ne yapsan görünür açların gözbebekleri.” Yarkadaş: Can Dündar’ın kitabına yasak getirdiler CHP İstanbul Milletvekili Barış Yar gün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a soracağız. Yapı kadaş, Gazeteci Can lan tamamen keyfi ve hu Dündar’ın ‘Tutuklan kuk dışı bir uygulama dık’ isimli kitabının ba dır. Gerçeği yazdığı için zı cezaevlerinde “sakın tutukladılar, hapse attı calı” olduğu gerekçesiy lar, öldürmek istediler; le tutuklulara verilmedi yetmedi şimdi de kitabı ğini söyledi. CHP’li Yarkadaş, Twitter hesabın Barış Yarkadaş nı tutukluların okumasını engelliyorlar. Nedir bu dan yaptığı açıklamada; “Bazı ce korkunun sebebi? Nedir bu ka zaevlerinde Can Dündar’ın ‘Tu dar telaş? Kitap yasaklamakla ne tuklandık’ adlı kitabı ‘sakıncalı’ kazanacaksınız? Bu keyfiliğe ve olduğu gerekçesiyle tutuklulara hukuk dışılığa derhal son verin!” verilmiyor. Yasağın sebebini bu ifadelerinde bulundu. Önceki gün az kalsın bir siyasi cinayetin daha tanığı oluyorduk. Bugüne kadar “dini ve milli hislerle” ellerine silahı alıp “vatan sevgisi” üzerine edebiyat parçalayan tetikçilerin yüzlerce aydını, yazarı, gazeteciyi ve şairi öldürmelerini izlemek zorunda bırakıldık. Türk bayrağının önünde verdikleri gururlu pozlarla salınmalarını şaşkınlıkla takip ettik. Dahası katilden popstar yapmaya çabalayan nefret toplumunun bir parçası olmayı içimize sindiremediğimizden yan yana gelip itirazlarımızı haykırdık defalarca… “Gerçekler ortaya çıksın, kim incinirse incinsin” diyerek yola çıktığımızda gerçeğin peşinde koşan insanlar yanımızdaydı. Muktedirin değil halkın, haklının yanında olan ve halkı aydınlatmaya çalışan insanlardı onlar. Sadece gözyaşlarımızı silenlerle bile yalnız olmadığımızı hissetmiş, umutlanmıştık geleceğe dair. Her şeyden önce yanımızda duranlar biliyorlardı ki faili meçhuller faili malum hale getirilirse kazanan insanlık olacaktı. Toplum, gerçekliğiyle yüzleşecek, neler kaybettiğini görecek ve daha birkaç ay önce yitirdiğimiz Tahir Elçi’lerin katledilmesinin önüne geçilebilecekti belki de. Bu mücadeleyi veren insanlardan sadece biriydi Sevgili Can Dündar. Yaşadığı gibi inanan değil, inandığı gibi yaşayan bir gazeteci. On üç yıl süresince faili meçhulleri biz bitirdik diyerek, Meclis’te faili meçhullerle ilgili araştırma önergelerine dahi ret oyu veren, cezaevlerini sırf kendilerine muhalefet ettikleri için kalemleri ve sözlerinden başka silahı olmayan aydınlarla dolduran bir iktidar sürecini yaşıyoruz. Birilerinin son zamanlarda arka arkaya yaşanan öldürümlerle bir katliam ülkesine doğru gidiyor oluşumuzdan daha elim görmesi gereken bir şey daha var: Bizdeki karanlık, güneşe doğru yanarak gidenlere rağmen hiç bitmez. Bu ülkede zincire vurulmuş saadetin sona ermeyeceğine dair su götürmez bir inanç vardır nedense. Çünkü yaratıcılar korkutucudur. Özellikle ruhlarındaki ışığı, kendi kurdukları zihinlerinin izbe koridorlarına hapsedenler için yaratıcı insan yok edilmesi gereken bir umacı gibidir. Yaşadığımız coğrafyada yaratıcılar hep baskı altına alınmaya, yok sayılmaya ve yok edilmeye çalışıldı. Şaşırtıcı olansa yıllardır devam eden bu KONUK YAZARLAR ZEYNEP ALTIOK EREN AYSAN Az kalsın bir siyasi cinayetin tanığı oluyorduk yok etme girişimlerine karşın yaratıcılar ısrarla, inatla ışıklarını saçmaya ve hayatı var etmeye devam ediyorlar. Tıpkı Can gibi. Kişileri toprağa gömerek sözü tüketemezsiniz. Üstelik bu ülkenin mağdurları olarak söyleyelim, biz bu katili yahut katilleri daha önce de gördük. Çok açık ki, aynı katil, Uğur Mumcu’yu, Musa Anter’i, İlhan Erdost’u, Hasan Ocak’ı, Yusuf Ekinci’yi ve Metin Göktepe’yi aramızdan aldı. Aynı katil Sivas, Madımak’ta toplanan çılgın kalabalığı önlemek için kılını kıpırdatmadı. Abdi İpekçi cinayetinin failini ödüllendiren, Zeki Tekiner’in katillerini salıveren de aynı katil.... Sabahattin Ali, Akın Özdemir, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Onat Kutlar ve daha niceleri… Artık sayıları binlerle ifade ediliyor… On yedi bin beş yüz faili meçhulün olduğu bir ülkede, gerçekten de bastığımız toprakların altından her gün yeni bir kan fışkırıyor. Aynı katil Hrant Dink cinayetinin faili ile gururla resim çektirendir. Sokaklarda bu ülkenin sahibi gibi kendi halkına baskı ve terör uygulayandır aynı katil… Gaz bombaları arasındaki şiddet görüntülerine gururlanarak bakandır. Kafa göz yarmak için kapsül fırlatandır… Roboski’de bomba yağdıran, Cizre’de insanlarımızı yakandır. Bunların hepsi düzenlenmiş bir “tiyatro”ysa ki bir sanat dalını yakışıksız bir biçimde aşağılamayı kendimize yediremeyiz daha önce defalarca seyretmeye mahkum edildiğimiz bir gerçekliktir bu. Birilerine göre hep siyasi cinayetler adına olmadık senaryolar üretildi, salt tetikçiler üzerinden “meczup” göndermeleri yapıldı. Büyük fotoğraf bilinçli ya da bilinçsiz olarak saklandı. Hatta birileri Deniz Gezmiş’in kendini astığını, Cavit Orhan Tütengil’in bir otobüs durağında kafasına kurşun sıktığını, Bahriye Üçok’un evine bomba gönderdiğini, Uğur Mumcu’nun arabasına bomba yerleştirip kendini patlattığını bile iddia edebilirdi bu süreçte… Dahası “Madımak Oteli aslında yakılmak istenmemiş” gibi fantezilerle dünyalarını genişletenler otelin önündekilerin Kızılderili dansı yaptığını da savunabilirlerdi. Utanmasalar ölenler kendilerini öldürdü diyecek olan insanlar görüyoruz şimdilerde. Biz, babalarımızın öldürümü sonrasında “adaletsiz” kalışımızı, katillerimize verilen kırmızı pasaportları, evlilik cüzdanlarını, ehliyetleri vurgulamıyoruz bile! Toprak altına giden canlarımızın hesabının sorulamadığı sayısız örnekler gördük! Onlara yeni bir ses, nefes eklenmesini, geniş ailemizin daha da büyümesini istemiyoruz. Dahası her zaman yanımızda olan bir gazetecinin, yazarın da faili meçhuller albümü içinde yer alma düşüncesini bile içimize sindiremiyoruz. Sevgili Can’a geçmiş olsun diyor, hukuka, yaşama hakkının kutsallığına, bu hakkın ortadan kaldırılmasının affedilmez bir insanlık suçu olduğuna inanan, vicdan sahibi tüm toplum kesimlerine sesleniyoruz. Katillerin hukuk sistemi tarafından “korunmayacağı” bir ülkede yaşamak istiyor, buna sesini yükseltenlerin yargılanmayacağı bir sistemi özlüyor, yakınlarını siyasi cinayette kaybeden iki şairin, Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın kızları olarak sonuna kadar arkadaşımızın yanında olacağımızın bir kere daha altını çiziyoruz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle