28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 27 Eylül 2015 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN haber 7 Aydın Doğan’dan Erdoğan’a hodri meydan an s y lı a ş a p ım s a K ‘Sen ’ im y li it lk e K e d ben Doğan Holding’in Onursal Başkanı, Cumhurbaşkanı’na sert bir mektupla yanıt verdi oğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektup dünkü Hürriyet gazetesinde yayımlandı. Erdoğan, Kanal 7 televizyonundaki bir programda Aydın Doğan’la yıllar önce yaptığı bir görüşmeye değinmiş ve Doğan’ın, Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Tansu Çiller’i kastederek, “Öyle dönemler oldu ki, biz hükümet getirdik, hükümet götürdük” dediğini öne sürmüştü. Erdoğan kendisinin de bu sözler üzerine, “Kusura bakma. Ben doğma büyüme Kasımpaşalıyım. Hak bildiğimiz şeyden taviz vermeyiz” cevabını verdiğini söylemişti. Doğan da bu sözlere yanıt niteliğindeki mektubunda “Conrad Oteli’ndeki görüşmede size böyle bir şey söylemedim, bu manaya gelecek bir söz sarf etmedim” ifadelerini kullandı. Doğan’ın, Erdoğan’a “Ben de doğup büyüdüğüm Anadolu yaylasının yiğit delikanlılarının yetiştiği Kelkit’ten geliyorum” cevabını vermesi dikkat çekti. Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektup şöyle: Sendikalar ve Sol D Birbirlerine sert sözlerle yüklenen Erdoğan ve Doğan pek çok kez bir araya gelmişti. Ben hiç kimseye öyle bir şey demedim ayın Cumhurbaşkanı, millet olarak Kurban Bayramını kutladığımız bugünlerde size böyle bir açık mektup yazmak durumunda kaldığım için gerçekten üzgünüm. Ama hayatta karşılaştığınız bazı şeyler, uğranılan büyük haksızlıklar, ne yazık ki, insanın duygularını ertelemesine imkân bırakmıyor. Bu mektubumu işte böyle bir haksızlığın bende yarattığı üzüntüyle yazıyorum. 22 Eylül akşamı Kanal 7 televizyonundaki mülakatınızda doğrudan şahsımı kastederek, yıllar önce İstanbul Conrad Oteli’nde yaptığımız bir görüşmeyi yeniden gündeme getirdiniz. Bu görüşmede benim daha önce cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık yapmış üç değerli devlet şahsiyeti hakkında size şu ifadeyi kullandığımı ileri sürdünüz: “Öyle dönemler oldu ki, biz hükümet getirdik, hükümet götürdük.” Benim bu sözleri rahmetli cumhurbaşkanları Turgut Özal ve Süleyman Demirel ile eski başbakan Tansu Çiller için söylediğimi belirttiniz. Aynı mülakat sırasında Conrad’daki görüşmede bana şunu söylediğinizi de eklediniz: “Kusura bakma. Ben doğma büyüme Kasımpaşalıyım. Hak bildiğimiz şeyden taviz vermeyiz.” Sayın Cumhurbaşkanı, eğer doğup büyüdüğümüz yerler hepimizin söyledikleri için bir referans ise ben de doğma büyüme Kelkitliyim. Ben de doğup büyüdüğüm Anadolu yaylasının yiğit delikanlı Erol Simavi de Özal’a yazmıştı S larının yetiştiği Kelkit’ten geliyorum. Hayatım boyunca seçilmiş hiçbir lidere, hiçbir devlet insanına böyle veya bu manaya gelecek bir şey söylemedim. Asla söylemem. Yine doğma büyüme bir Kelkitli olarak şunu da eklemek isterim: Conrad Oteli’ndeki görüşmede size de böyle bir şey söylemedim, bu manaya gelecek bir söz sarf etmedim. Sayın Cumhurbaşkanı, konuşmanızda Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız rahmetli Süleyman Demirel’e de bu yönde sözler sarf ettiğimi öne sürüyorsunuz. Madem doğup büyüdüğümüz yerler bizim şahidimiz oluyor, o zaman ben de İslamköylü Süleyman Demirel’in vefatından beş ay önce bana gönderdiği bir mektupta şahsımla ilgili söylediği şu sözleri sizin ve milletimizin takdirine sunuyorum: “Seni 40 yıldır tanırım. Bu 40 yılda benden hiçbir talebin olmadı. Ben de senden hiçbir ricada bulunmadım. Gazetelerinin yayınları sebebiyle zaman zaman sana kızdığım günler oldu. Ancak bunları insani münasebetlerime hiç karıştırmadım. Küsmedim, darılmadım. Devletin kudreti ile senin üzerine gelmeyi aklıma bile getirmedim… Neticede sen basın olarak doğru bildiğin şekilde yayın yapıyordun, ben ise devlet sorumluluğu, tarafsızlığı ve hoşgörüsü ile davranmak mecburiyetindeydim.” Sayın Cumhurbaşkanı, aynı şekilde kendimi çok mağdur hissettiğim bir baş ka konuyu da dile getirmek isterim. Söz konusu mülakatta da olduğu gibi çeşitli konuşmalarınızda beni ve grubumu terör örgütlerine yardım etmekle suçluyorsunuz. Bu benim asla altında kalamayacağım, kalmayacağım ve son nefesime kadar bütün kalbimle reddedeceğim bir suçlamadır. Terörün her türlüsü, özellikle de ülkemin bütünlüğüne yönelmiş terör, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesini seven her vatandaşı gibi benim de bir numaralı düşmanımdır. PKK Terör örgütü dahil her tür terör örgütüyle vatandaş olarak da, yayıncı kimliğimle de sonuna kadar mücadele ettim, ediyorum ve etmeye devam edeceğim. Eğer milliyetçilik Türkiye sevdası ise, Türkiye’ye bağlılık ise, Türkiye’nin birliğini, kardeşliği ve barışı savunmak ise bu konuda herkesle yarışmaya hazırım. Ben doğma büyüme, katıksız milliyetçiyim... Sayın Cumhurbaşkanı, bu mektubu size sadece mağdur bir vatandaş olarak yazıyorum. Çünkü son zamanlarda sizi destekleyen medya kuruluşlarının da insafsızca ve vicdansızca yürüttükleri bir saldırı karşısındayım. Bunlarla mücadelemi hukuki sınırlar içinde sonuna kadar, yılmadan yürütüyorum ve yürütmeye devam edeceğim. Ama siz Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanısınız. Sizden gelecek bir suçlama karşısında kendimi size ifade etmenin ve hissiyatımı anlatmanın bir vatandaşlık hakkı olduğuna inanıyorum. Sizin de hepimizin Cumhurbaşkanı olarak benim hissiyatıma hassasiyet göstereceğinizden emin olmak istiyorum. Bu vesileyle merhum cumhurbaşkanlarımız Turgut Özal ve Süleyman Demirel’e Cenabı Allah gani gani rahmet eylesin diyor, eski başbakanımız Sayın Tansu Çiller’e de sağlıklar diliyorum. AYDIN DOĞAN Turgut Özal Erol Simavi ürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi de, 19 Nisan 1988 günü dönemin başbakanı Turgut Özal’a ithafen Hürriyet gazetesinin manşetinde “Sayın Başbakan” başlığıyla mektup yayımlamıştı. Simavi özetle şu ifadeleri kullanmıştı: “Sayın Başbakan, sevdiğimiz, beğendiğimiz umut bağladığımız kişiydiniz. Şimdi itiraf edeyim, sizi artık tanıyamıyorum. Hele şu sıra: Bypass denilen cerrahi işlemin (..) sizde uyandırdığı etkiyi iki kelimeyle özetleyebilirim: Basından nefret! (..) Ama üzerine basa basa söylüyorum: Bizler hancıyız, sizler öyle de, böyle de yolcu... Bazı akşamlar, televizyonumun penceresinden sizinle yüz yüze geliyorum: Bakıyorum, (..) avaz avaz bağırıyorsunuz. Kelimeleri, dudaklarınızdan hem püskürtüyor, hem de adeta çevreye saçıyorsunuz: ‘Basın yalan yazıyor!’ Ben de işte asıl o zaman isyan ediyorum: Hayır sayın Başbakanım! Basın yalan yazmıyor. (..) Bizlerin arasında, bırakınız yalan haberi, yanlış habere bile tahammül gösterecek meslektaşım yoktur. (..) Bu ne kişiliksiz düzendir ki, parmağınızın bir işaretiyle pazar günü olmasına rağmen savcılar çalışır, gazete toplatır. Bu ne onurdan yoksun devlet kuruluşlarıdır ki, yine bir göz kırpmanızla kâğıdımıza katmerli zammı bindirir.” H bartılı gibi gelebilir ama Türkiye ya sınıf mücadelelerinin kendi doğasında gidebildiği bir “istikrar” dönemine girecek ya da mücadelenin daha farklı ve ağır koşullarda yürütüleceği bir rejim değişikliğini yaşayacak. Her iki ihtimal de sol açısından hem şimdiki mücadelenin içeriğini, yöntemini tartışmayı hem de tüm ihtimalleri içeren sınıf meselesinin esaslarını gündemden düşürmemeyi zorunlu kılıyor. HHH Son zamanlarda solun saptamalarında önemli yer tutan, umut veren görüş faşist darbeler eliyle bastırılan solun “atalet” halinden çıktığı, “statükoyu” kırdığı yönündedir. Bu görüş özellikle Gezi’nin yaygın, kitlesel eyleminden güç alıyor. Kimi değerlendirmelerde belirtildiği gibi gelişmelerde son yıllarda sıklaşan, siyasal niteliği daha belirgin öne çıkan işçi eylemlerinin payı büyüktür, diptendir. Bir anlamda Gezi eylemlerinin (öncesinde; TEKEL, THY vd. sonrasında; Tofaş, Renault vd.) bu dip dalgasından güç aldığı, onunla iç içe geçtiği söylenebilir. HHH Söylenebilir mi? Güncel mücadele her zaman siyasi olan sorunun, çelişkinin üzerinde yükseliyor. Türkiye’de de iktidarın 13 yılda yaptığı tahribat laik yapıyı yok etmeyi, baskıcı bir iktidarın sürekliliğini sağlamayı amaçladı. Kısacası laiklik ve özgürlük için mücadele sol açısından öne çıkan hedefler haline geldi. Bu iki konunun Kürt sorunu ile çapraşık bir ilişkisi var. Bir yandan Kürt sorununun çözümü için solun mücadele etmesini önemli görevler arasına koyuyor, öte yandan iktidarın, bir bütün olarak gericiliğin, emperyal güçlerin bu konuya ilişkin planlarının tartışılmasını da gerektiriyor. HHH Peki dip dalganın dikkatlerden kaçması gibi bir sorunumuz, işçi sınıfının son yıllarda artan hareketliliğinin, daha çok emekçi kesimlerin, tarım emekçilerinin eylemliliğinin analizlerde arka planda kalması gibi bir sorun yok mu? Sendikal hareketin içine girdiği çıkmaz üzerinde yeteri kadar düşünülüyor mu? Sol hareket ve partilerin sendikalarda varlık göstermek, “o sendika şunun bu sendika bunun” gibi dar bir amaç dışına çıkma çabası var mı? Geçmişteki olumsuz deneylerin mirasının etkisi, faşist dönemden kalma yasalardan da güç alan iğdiş etme, parselleme sürüp gitmiyor mu? Gerekli olan sağcılaşmayı durduracak, siyasete müdahale edebilecek programlara sahip sendika anlayışı değil mi? HHH Öyle görünüyor ki, milliyetçilik ve din kaçınılmaz olarak siyasi mücadeleyi belirliyor, belirlemeye devam edecek; özgürlükler için savaş, rejimin kendini tahkim etmesine karşı güçlü bir çıkışı örgütlemek solun temel işi olmayı sürdürecek. Bu arada sol siyasetlerin iflas ettiğinden, modası geçmiş solculuktan daha çok söz edildiğini, işçilerin emekçilerin varlığı ve mücadelesinin yoksulluk meselesine indirgendiğini, işçi hareketinin siyasi anlamının dikkate alınmadığını göreceğiz. HHH Sendikaları siyasallaşmaya zorlayan işçi hareketi, dip dalgası güncel mücadeleyi, onun hedeflerini de belirleyecek olandır. Güncelin varlığı küçümsenemeyecek dip dalgasıyla etkileşimini analizlere dahil etmeden günceli anlamak, anlatmak, sonuç almak galiba mümkün değildir. Bilmem yanılıyor muyum? A ‘20 kilo’ dedi 1.5 kilo çıktı Uğur Kurt’u vuran polisin ‘ağır’ diye kullanmadığı bilye atan silahın en fazla 2.3 kilo olduğu ortaya çıktı. Emniyet, söz konusu silahın tüplü olup olmadığını soran mahkemeye 3 aydır yanıt vermiyor CANAN COŞKUN Dayak yiyene hapis, atana para cezası ntalya’da Halil Kara’yı döven, kelepçeleyip yere yatırdıktan sonra üzerine çıkıp zıplayan 2 polise “iyi hal ve haksız tahrik” indirimi uygulanarak 740’ar lira para cezası verildi. Kara ise polislere direnip hakaret etmek suçundan 3 yıl 5 ay 7 gün hapse mahkum edildi. Halil Kara, 5 Ocak günü Antalya Adliyesi’nde çay ocağındaki bir mahkumla tartışınca, polis müdahalesiyle karşılaştı. Polislere küfür ettiği iddiasıyla gözaltına alınan Kara, adliye karakolu nezarethanesine konuldu. Elleri kelepçelenip yere yatırılan Halil Kara’nın üzerinde zıplayan polis memurları Kemal Y. ile Muammer K.’nin görüntüleri güvenlik kameralarına yansıdı. Karşılıklı şikâyet üzerine Antalya 15. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Yargılama sonunda mahkeme takdir indirimi yapmayarak Kara’ya toplam 3 yıl 5 ay 7 gün hapis cezası verdi. Mahkeme, polisleri ise 120’şer gün adli para cezasına çarptırdı. “Kamu görevlisinin nüfuzu kötüye kullanmak” suretiyle suç işlediğine kanaat getiren 180’er güne çıkardığı cezayı, Kara’nın haksız tahrikleri nedeniyle 45 güne indirdi. Sanıklara iyi hal indirimi uygulayarak cezayı 37 güne düşüren mahkeme, 2 polis memuruna 740’ar lira para cezası verdi ve polislerin Kara’nın avukatlık ücretlerini ödemelerine hükmetti. l ANTALYA /DHA A kmeydanı’nda 22 Mayıs 2014’te bir cenaze törenine katılmak üzere bekleyen Uğur Kurt’u silahıyla öldüren polis Sezgin Korkmaz’ın duruşmada 20 kilo ve tüplü olduğu için kullanmadığını söylediği boya veya saçmalı bilye atan FN silahının ağırlığının 1.4 ila 2.3 kilo arasında olduğu ortaya çıktı. Sanık polis Korkmaz’ın bu beyanı üzerine mahkeme emniyete 2. kez yazı yazarak silahın tüplü olup olmadığını sordu ancak emniyet 3 aydır cevap vermedi. Sanık polis Sezgin Korkmaz’ın, Uğur Kurt’u öldürdüğü için “olası kastla adam öldürmek” suçlamasıyla 25 yıla kadar hapsinin istendiği davanın ilk duruşmasında, Kurt ailesi O nin avukatı Turgut Kazan polis nun üzerine ara karaKorkmaz’a savcılıkta FN silarında İstanbul Emnihı ile olaylara müdahale etyet Müdürlüğü’ne yamek için aracın arkasında zı yazarak FN silahıoturduğu beyanını anımsatanın teknik özelliklerirak, “Niçin FN silahı ile münin fotoğrafları ve öldahale etmedin” diye sormuşçüleri ile gönderiltu. Korkmaz da karşımesini istedi. lık olarak, FN silahlaEmniyet, mahkerının genellikle arameye yazdığı cevap ca monte edildiğiyazısında silahın 1.4 ni ancak kendileriila 2.3 kilogram arası nin silahının o gün değiştiğini belirtti. monte edilmediğiSanık Korkmaz’ın ni söyledi. Korksilahın 20 kilo ve maz ayrıca silahın tüplü olduğu beyan20 kilogram ağırları üzerine mahkeme lığında olduğuemniyete bir yazı danu da iddia etha yazdı. Mahkeme Uğur Kurt, cemevinde başından vuruldu. ti. Mahkeme buyazıda silahın tüp lü olup olmadığının araştırılıp cevabın duruşmanın görüleceği 1 Ekim tarihinden önce gönderilmesini istedi. Ancak bugüne kadar emniyetten henüz bir yanıt gelmedi. Uğur Kurt’un ailesinin avukatlarından Aslı Kazan Gilmore, “Sanık polis memuru cemevi civarındaki mevcut tehlikeyi ölüme yol açmayacak FN silahıyla bertaraf etmesi mümkündü. Ancak FN silahının portatif olmadığını ve 20 kg civarında bulunduğunu söyledi. Dolayısıyla cenaze kalabalığına doğru tabancasıyla mermi sıkmak zorunda kalmıştı. Dosyaya giren emniyet yazısıyla bu savunmanın gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıkmıştır” diye konuştu. ‘Bertaraf edebilirdi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle