13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 2 Temmuz 2015 yeryUzU sofraları TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Ramazan Derleyen tayfun atay Tarihten güncelliğe Ramazan Toplumdaki görece dindarlaşma gidişatının arazlarından dolayı “Ramazan geleneğine dönüş” de aslında gelenekte olmadığı kadar dini oldu y takvimi döndü dolaştı ve bizi “en uzun” Ramazan günlerine getirdi. Geçen yıl böyleydi, bu yıl böyle, önümüzdeki yılda da oruç tutan Müslümanlar daha ciddi bir direnç sınavından geçecek. “Önümüzdeki yıl” dedim ama, daha birkaç yıl iftar vakti geç. Dünyanın daha kuzeyinde bununla başa çıkması iyice zorlaştığı için, Mekke’deki iftar vaktini temel alıyorlarmış diye duydum. “Oruç”... Gündoğumundan günbatımına bir şey yemiyor, bir şey içmiyorsun; yemekten, içmekten “imtina ediyor”sun. Kendini bundan belirli bir süreyle yoksun kılıyorsun. Yukarıda söylediğim gibi bir “sınav” bu: “nefsine hâkimiyet”. İnsan zihninde binlerce yıl gerilere giden kalıplar vardır: Genel olarak, kendini bir şeyden yoksun kılıyorsan, bu bir şekilde telafi edilecektir; yani bir ödülü olacaktır. Ortodoks Müslümanlık MURAT bu ödülü ahrete haBELGE vale eder. İslâm’da bu anlayış yaygındır aslında: Bu geçici âlemde kendini tut, kendini kanıtla, ahrette bunların en iyisi var. Şarap içme ki, cennette kevsere hak kazanasın (bunlar tabii Volkislam’ın yorumları). “Taaddüdü zevcat” olduğuna göre burada sınırlama zaten biraz daha gevşek görünüyor; gene de sık dişini, sonunda huriler var!.. Ödüller her ne kadar ahrete “ertelenmiş” olsa da, gene insan zihni biraz sabırsızdır. Salı günü bir iyilik ederse çarşambaya, perşembeye bir karşılık bekler. Atalarımız da “oruç” kurumuna ve Ramazan’a biraz böyle bakmışlardır. Çünkü otuz günün aç geçirileceği bu aya “on bir ayın sultanı” demişler ve sahiden öyle olması için birçok tedbir almışlardır. Başta zengin mi zengin iftar sofraları, Ramazan’da oruç biter, keyif ve eğlence başlar. Bu, daha çok “Türkiye’ye özgü” diyebileceğim Volkislam’ın biçimlendirdiği bir gelenektir. Osmanlı geçmişimizde ölçüleri din koyuyordu. Ama çeşitli süslemeleri ekleyen, daha “seküler” denebilecek bir “muhayyile”ydi. Oruç bir “ibadet”, son kertede. Temelde yer alan o “ibadet”in çevresinde, öteki zamanlarda olmayan ya da o kadar yoğun olmayan bir “dünyevi” düzen kurulmuş. Yani orucunu tuttuktan sonra gidip saz ya da kanto dinlemen, tiyatro seyretmen vb. gerekmiyor. Ama bütün bunlar oluyor. Doğu ile Batı’nın kültürel öğelerinin birbirine karıştığı 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarının Ramazan’ları bu nedenle özellikle ilginç. Kent hayatının parçası olarak kamusal eğlence başlamış. Bu yıllarda Ramazan gelince meyhaneler geçici olarak kapanır, yıllık onarım, temizlik vb. işlerine bakarlarmış. Ama Ramazan’ın bitimine doğru uskumru dolması pişirir, gediklilerinin evlerine armağan gönderirlermiş; bunun adına da “unutma beni dolması” denirmiş. Şimdi, bu “Ramazan armağanı”nı alan gedikli müşterinin adı herhalde Yorgo ya da Karabet değildi. Bu da, Türk Volkislam’ına özgü bir şeydir; bütün yıl rakısını 15 FAYDALI BİLGİLER A ORTODOKSİHETERODOKSİ ütün bu bid‘atler, halkın arasında bir töreye ve âdete dayanır. Bir bid‘at, bir halkın arasında yerleşip oturduktan sonra artık şeriatın beğendiğini buyurup istemediğini yasaklamak işidir diye, halkı yasaklayıp ondan döndürmek arzusunda olmak büyük ahmaklık ve bilgisizliktir. Sünnete tam tamına riayet edilip uymak istenirse hal müşkildir. Bu aykırılık zamanın ve mekânın başkalığından lâzım gelir.“ Çoğu din ulemasının dine aykırı uydurmalar diye lânetlediği “bid’at” üzerine adeta bir sosyal bilimci titizliğiyle sarf edilmiş bu sözler, OsmanlıTürk ikliminin gurur verici şahsiyetlerinden Katip Çelebi’ye (ö. 1657) ait. Onun gibi düşünenler bugün de var. Onu hiç nazarı dikkate almadan halk içinde din adına yapılıpedilenlere ateş püskürenler de... Bu ikincilere “ortodoksi”nin yılmaz temsilcileri, savunucuları diyoruz. Kâtip Çelebi gibilere ise “heterodoksi”nin bilimsel sözcüleri. Her dinde o dinin belli yorumlarını doğru ve geçerli gösterip diğer seçenekleri yanlış, geçersiz, sahte ve sapkın gösteren çevreler ortaya çıkar. Bir dinin kendi içindeki yorum ve anlayışların diğerleri hilafına meşruluk kazanmasını irdelerken de dikkatleri iktidar dinamiğine ve iktidar ilişkilerine çevirmek gerekir. Kelime anlamı “geçerli, sağlam, kabul gören öğreti” olan ortodoksi (Yunanca “orthos” doğru/hak; “doxa” düşünce/ inanç demek), bir dinsel inancın resmi olarak kabul edilen, dinsel otorite tarafından sahiplenilen ve topluma dikte edilen biçimidir. Heterodoksi ise (Yunanca “hetero”, farklı/öteki de “B içer, Ramazan’da rakıyı kesip oruca başlar ve içtenlikle, cennette bir yer edinmek için yeterli çabayı gösterdiğine inanır. Bir “Ortodoks Müslüman”ı sinir edecek bir davranış biçimi olabilir, ama bence çok sevimli, çok şirin. Eskiramazanlar keşvi Türkiye Cumhuriyeti’nin genel olarak gelenekle arası hoş değildi, çünkü çeşitli nedenlerle Osmanlı geçmişinden uzaklaşmanın iyi olacağına inanılmıştı. Bu, İstanbul Ramazan’larını da sekteye uğrattı. Sonra, ellilerde, Nedim Erağan gibi başarılı radyocular “Eski Ramazan”lar fikrini keşfettiler. Ramazan boyunca eski Direklerarası’nı canlandıran programlar yayımlandı. O zamanlar hâlâ kantoları hatırlayanlar vardı, kantoların taş plakları bile hâlâ bulunabiliyordu. Bu programda Ergun Köknar ve Müjdat Gezen gibi tiyatrocular Ermeni oyuncuları taklit ederek “tragedya”lar, Ayyar Hamza’lar, Musahipzade’den komedyalar oynadılar. Osmanlı’da nasıldı? “Gelenek fukarası” toplumda bunlar yankı yaptı. Ama bitmiş, kapanmış dönemlerin çeşitli ürünleri (bu bir müzik tarzı da olabilir, bir mobilya tarzı, hattâ bir selâmlaşma üslubu ya da giyim özelliği) kendine özgü birtakım mekanizmaların çalışması sonucu bir canlanır, sonra gene unutulur, yerini bir başkasına bırakır. Daha dünyevi düzeyde iftar yemekleri var. “Bu dünyada ben de varım” deme ihtiyacını duyan bireyler ya da kolektifler ya da kurumlar, en azından bir “iftar daveti” yapıyor. Falanca Bey’in oruç tutup tutmadığı belli değil ama iftar davetine icabet edeceği kesin. İçkili lokanta iftarları Bu “iftar”ların bazıları, neden bilmiyorum, ama normal ahvalde içki servisi veren yerlerde yapılıyor. Bu da toplumdaki görece dindarlaşma gidişatının arazlarından biri. “Burası içkili yerdir. Olmayanı da var. Niçin oraya gitmiyorsunuz?” Çoğu, oraya da gidiyordur, buraya da, normal zamanda. Ama şimdi iftarını da burada istiyor. Gazeteler de dönüşüm geçiriyordu. KadıköyKaraköy vapurunun “lüks” mevkiinde oturup “Ahmed Emin ne demiş?” diye Vatan’ı ve “Falih ne yazmış?” diye Dünya’yı gözden geçiren “çelebi”, yalnız ikinci mevkidekiler değil, bütün Anadolu’dakiler arasında kaybolurken basının müşteri tavlama teknikleri de değişti. Bu süreç içinde her gazete bir “Ramazan otoritesi” bulmaya başladı. Bu sefer amaç, bu kutsal ay boyunca daha bir Ramazan kuponları Bu durumda o yeri işleten, iftarcılar işlerini bitirip gidinceye kadar içki vermekten kaçınıyor. Bu şimdiki geç iftar döneminde, bu hesapla, on bire kadar vermeyecek, o zaman da kapanış saati gelmiş olacak. Bu genel dindarlaşma başka her şey gibi hemen siyasetle buluştuğu için bir süredir epey uzun bir süredir “oruç tutmayan filanca dövüldü” türünden haberler okuyor veya dinliyoruz. Ölüm olayı bile görüldü. Teokratik Osmanlı düzeninde göz önünde oruç yiyeni bekçi alır götürür, falan, olurdu böyle şeyler. İslâmcılığı temel siyaset yapmış Abdülhamid zamanı, olacak o kadar. Ama genel olarak hoşgörü daha yaygındı. İftar yemekten çatlayıp ölen softa fıkrası da anlatılırdı; Ramazan filan dinlemeyip rakısını içen Bektaşi’nin fıkrası da. Kendi doğal hayatları olduğu için bir “geleneğe” uymakta olduklarının fazla bilincinde değillerdi. Dolayısıyla “gelenek bekçisi” olarak kendini tayin eden de bulunmazdı. “Mahalle bekçisi”nden öte bir otorite kurumuna gerek duyulmazdı. mek) o dinin daha çok “merkezkaç” kesimlerce benimsenip hayata geçirilen ve yönetenler ile dinin resmi otoriteleri tarafından temsil edilene karşı konumlanmış biçimi. Doğal olarak da onlar tarafından reddedilip lânetlenen biçimi... Bu reddiye ve lânetlemeyi karşılamak üzere bu coğrafyada tarihten bugüne karşımıza zengin bir terminoloji çıkar: Zendeka, zındık, mülhid, rafızî, “ehli rafz” gibi. Ancak genel çerçevede ortodoksi Sünnilikle özdeştirilip Alevilik başta olmak üzere gayriSünni toplumsal oluşumlar heterodoksi çerçevesine oturtulsa da durum o kadar basit değildir. Sünni İslâm’ın halk katında hayata geçirilişi de resmi din ulemasını rahatsız edecek bid’atlerle yüklü olduğu ölçüde heterodoksi ile titreşim arz eder. Heterodoksi tabiri en çok Türklerin İslamiyet’i kabulüne dair incelemelerde işlerliğe sokulur. Özellikle hayvancılıkla uğraşan göçebe Türk topluluklarının İslâm’ı benimsemesi ve içselleştirmesinin heterodoks çerçevede olduğu, güvenilir isimlerce kaydedilmiştir (bkz. T. Akpınar, “Türk Tarihinde İslamiyet”, 1993; A. Yaşar Ocak, “Türkler, Türkiye ve İslâm”, 1999). Bu heterodoks Türk Müslümanlığı, İslâmöncesi inanç motifleri, eski ritüeller, atalar kültü, Gök Tanrı telakkisi, Budizm, Şamanizm’den esintilerle yüklü, yoğrulmuş, harmanlanmış olarak karşımıza çıkar. Haliyle halk inançlarının “hurafe” ya da “bâtıl inanç” denilerek olumsuzlanan pek çok pratiğini, diğer bir deyişle büyüsel işlemleri de bünyesinde barındıran bir çerçevedir bu. Yarın: BÜYÜ Üç ‘ecnebi’ kadının kaleminden İstanbul’da iftar sofraları ir zamanlar dünya âlemi titHornby de “Kırım Savaşı Sırareten büyük Türk’ün gizemli sında İstanbul”un (Kitap Yayınebaşkenti İstanbul... Çöküş sürevi) yazarıdır. Bakın, ramazan ifci 19. yüzyılda daha da hızlanan tarını nasıl anlatıyor: “GenellikOsmanlı İmparatorluğu, uluslale az yiyip içen Doğuluları oburrarası arenada artık oyun kuruca yerken görebileceğiniz tek an culuğa veda etmiş olsa da bir İsbu. […] Yaratıcılıkta Fransız mutlam ülkesi olarak, Batılılar infağından nerdeyse üstün olan dinde “ekzotikliğini” koruyordu. Türk mutfağının sayısız kaynakİstanbul’da bir süre kalma fırsatı ları kullanıma sokuluyor, öyle ki olan yabancıların da bu kozmomodern bir evde kırk çeşit yepolit kentin Türk, Rum, Ermeni mek olması çok da alışılmadık ve Musevi halkı, konuk oldukları bir olay değil. […] Tüm kahvehaevlerde nasıl ağırlandıkları hakneler, bakkal dükkânları ve aş kında da akraba ve dostevleri; dondurma, limolarına anlatacak çok şey SOFRA SOHBETLERİ nata, şekerleme satan leri oluyordu. Kimi zatüm o tezgâhlar ve binlerman da bu gözlem ve ce kişinin ellerinde taşıanılarını mektuplara yadığı binlerce kâğıt feneryıyor, sonra da kitaplaşden yayılan sayısız ışık, tırıyorlardı. bütün bu sahneye Ro1835’te babası ile ma Karnavalı’nın en son Artun birlikte İstanbul’a geve en heyecanlı anını bile len genç İngiliz, Miss gölgede bırakan fantastik ünsal Pardoe’nun dilimize anbir pırıltı katıyor.” Aynı dönemde İstanbul’da kucak 2004’te “Şehirlerin Ecezeni Fransız diplomata konuk si İstanbul” başlığıyla çevriolan soylu bir genç kızın ramazan len kitabında; Türklerin yemekgözlemleri de evlendikten sonra lerini aceleyle yemelerini sonyayımlanan anıları içinde: “Orura hiç kimseyi kaale almadan cun sona erdiğini bildiren top sesofradan kalkmalarını garipsesi, İstanbul’a yeniden hareket yen Pardoe, yine de konukseve yaşam getiren sihirli bir değverliklerini övmeden geçmiyor: nek adeta. […] Beklenen güzel işa“ ‘Buyrun’ sözü asla soğuk veya ret gelir gelmez bütün yüzler negönülsüzce söylenmez ; Müsşeleniyor… […] Hali vakti yerinde lümanların bu gösterişten uzak olan Türkler yani devlet memurağırlamayı her yeni gelene sıları ve paşalar (sadece bu insannır koymadan veya tereddüt etmeden gösterirler; tıpkı sunulan lar itibarlı ve zengin) bütün ramazan boyunca evlerini açıyorlar ve herhangi bir yiyecekle ilgili bir onların evinde yemek yemek bükusur bulmama âdetleri gibi. yük bir kibarlık. […] Türk evlerinde Kendilerini yalnız Allah’ın kapılar, ışıklar bütün gece açık… hizmetkârları olarak görür ve buŞafak vakti atılan toptan önce na bağlı olarak yaşamın nimetikinci bir yemek… Birdenbire bir lerini sahip oldukları bir şeyden sükunet çöküyor. Böylece Müslüçok, ödünç aldıkları bir şey gimanlar tövbe, istiğfar bahanesiybi kullanırlar; kendilerinden daha le bu süre içinde geceyi gündüz, az talihli olanlara zenginlikleringündüzü gece yapıyorlar.” (Baden vermek zorunda olduklarına ronne Durand de Fontmagne, Kıinanırlar.” rım Savaşı Sonrasında İstanbul Diplomat eşiyle 185558 Günleri, İstiklal Kitabevi) arası Ortaköy’de oturan Lady B uyanan dinî ilgiye cevap vermekti (aynı zamanda ”şu kadar kupon getirene Türkçe Kur’an, Kısası Enbiya vb. dönemi başlamıştı). “Yanımdaki adamın sigarasının dumanı burnumdan girerse orucum bozulur mu?”dan, “Ramazan’da karıkoca?..”ya sorular, cevaplar. Televizyon kanalları da kuruldukça benzer bir yol izlediler. Sonuçta, bu “geleneğe dönüş” biçimi gelenekte olmadığı kadar dinî oldu. Hâlen de öyle gidiyor. Sağlıklı beslenme için öneriler 4 Öğün sayınızı artırın. Sahur ve iftarda iki ana öğün ve iftardan sonra 11.5 saat aralarla iki ara öğün şeklinde beslenmenizi düzenleyin. Ara öğünlerde taze ve kuru meyveler, ceviz, fındık, badem gibi kuru yemişler yeğlenmelidir. Asla sahur öğününüzü atlamayın. 4 Kafein içeren içecekler yerine süt, ayran, kefir, taze sıkılmış meyve suyu, ıhlamur vb. bitki çaylarını yeğleyiniz. Sıcak yaz günlerinde terleme ile de su kaybınız olacağından iftar ile sahur arasında sık sık su için. 4 Gün boyu aç kalan mideye, iftar vakti ile birlikte birden ve hızlı bir şekilde yüklenilmesi, birçok sağlık sorununa neden olacaktır. Bu nedenle iftar sofrasında yemeğin değil sohbetin tadını çıkarın. FUNDA 4 İftar sofranızŞENSOY da kahvaltılıklar yer alsın ve kahvaltılıklar veya çorba ile orucunuzu açın. 1015 dakika gibi küçük bir aradan sonra az yağlı et yemeği, sebze yemeği ya da salata ile devam edin. 4 Sahurda uzun süre tok tutacak ve susatmayacak besinler yeğlenmelidir. Bu sebeple aşırı tuzlu olan turşu, salamura, sakatatlar, sucuk, salam gibi işlenmiş etler ve içerisinde tuz bulunan hazır gıdaları, çok acılı ve baharatlı besinleri tüketmekten kaçının. 4 Enerji veren, ancak kan şekerini dengeli bir biçimde yükselten beyaz ekmek, pirinç pilavı gibi glisemik indeksi yüksek (kan şekerini yükseltecek) gıdalar yerine kepek ekmeği, bulgur pilavı gibi besinleri yeğleyin. 4 Aşırı şerbetli, yağlı tatlılar yerine sütlü tatlılar veya meyveli tatlıları yeğleyin. 4 Hızlı yemek yemekten sakının, lokmaları yavaş yavaş ve iyi çiğneyin. 4 Tek seferde büyük porsiyonlar yerine, iftardan sonra 11.5 saat ara ile küçük porsiyonlarla bes lenin. 4 İftardan hemen sonra kısa mesafeli yürüyüşler gibi biraz hareket etmek sindiriminize yardımcı olacaktır. 4 Yemek pişirme yöntemlerinde kızartılmış, kavrulmuş, tütsülenmiş besinlerden uzak durulmalı, ızgara, haşlama ve fırında yapılan yemekler yeğlenmelidir. 4 Beslenme düzeninde oluşan değişikliklere bağlı kabızlığı önlemek için de lif oranı yüksek besinler yeğlenmelidir. (Yrd. Doç. Dr. F. Şensoy, Okan Ünivesitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Müdür Yardımcısı, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi) C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle