13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 2 Temmuz 2015 EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: İLKNUR FİLİZ dizi 13 Madımak katliamının 22. yılında Zülfü Livaneli Cumhuriyet için kaleme aldı ‘Alevi değilim, ama onların felsefesi bana çok yakın’ Alevilerde arabesk yaygınlaşmadı ir kültür ve sanat insanı olarak benim rüyam, her türlü değer ve ölçünün merkezine insanın yerleştirildiği bir dünya yaratılmasıdır.’’ Gerekli teşekkür cümlelerinden sonra konuşmama bu cümleyle başlamıştım. Princeton Üniversitesi’ndeydim. Pencerelerdeki vitraylara Albert Einstein’ın e=mc2 formülü işlenmişti. Bu dâhi bilim adamının ders verdiği salonda bulunmak heyecan verici bir deneyimin tam ortasında olduğumu hatırlatıyordu. O salonda çeşitli uluslardan profesörlere ve öğrencilere Hacı Bektaşı Veli’yi, Manikeizmi, Mazdekçiliği, Bogomilleri, Alevilikteki tanrı kavrayışını anlatıyordum. Zaten bu ilginç Anadolu inancını anlatmak neredeyse misyonum haline gelmişti. (Yanlış anlamaları önlemek için sadece Anadolu ve Rumeli’deki Alevilerden söz ettiğimi belirtmem gerekiyor. Suriye’de ve başka ülkelerde bulunan Alevi/Nusayri gibi topluluklar ve bunların Bektaşilikle ilişkisi ayrı bir inceleme konusu.) Harvard, Illinois, Michigan, Pennsylvania, Stuttgart üniversitelerinde, UNESCO ve Avrupa Konseyi salonlarında, Versailles Buluşmaları’nda da sunmuştum bu alandaki çalışmalarımı... Çünkü Anadolu İslamı’nın bu aydınlık yüzünün dünyada daha çok tanınması gerektiğine inanıyordum. “B Alevi ibadetinin temel ritüellerinden olan Semah, egemen zihniyet tarafından folklorik bir öğe olarak gösterilmeye çalışılıyor. tim. Benim ailemde İslam; iyi insan olmak, temizlik, güzel ahlak, kimseye kötülük düşünmemek, Allah korkusu ve Peygamber sevgisi anlamına geliyordu. Belki de bu nedenle küçük yaşlardan itibaren önce sezgiyle, sonra akılla, bilgiyle ve mantıkla Alevi felsefesini kendime çok yakın bulmuştum. Çünkü izm’ler arasında, kendimi en yakın hissettiğim “hümanizm”, bu inancın temelini oluşturuyor ve yüzyıllar boyunca ezilmiş, iftiraya uğramış olmaları içimde Alevilere karşı derin bir sevgiye ve dayanışma duygusuna yol açıyordu. Alevileri kullanarak Osmanlı’ya bir tehdit oluşturduğu söylenebilir. Ama burada da garip bir durum var. Yavuz’la savaşan İran Şahı İsmail, Hatayî mahlasıyla (bugün de türkülerini dinlediğimiz) şu şiirleri yazıyordu: “Ezel bahar olmayınca Kırmızı gül açmaz imiş Kırmızı gül açmayınca Sefil bülbül ötmez imiş” Şiir şöyle bitiyordu: “Dost dosttan ayrılmayınca Dost kadrini bilmez imiş” Şah İsmail’in bugün yazılmış gibi duran temiz Anadolu Türkçesine karşılık, Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in şiiri şöyleydi: “Merdümî dideme bilmem ne füsun etti felek Eşkimi kıldı füzungiryemi hun etti felek Şîrler pençei kahrımda olurken lerzân Beni bir gözleri âhuyazebun etti felek” (Sohbetimiz sırasında bu konuyu arz ettiğim değerli hocamız Halil İnalcık, Yavuz’a atfedilen bu şiirin, Namık Kemal tarafından yazılan Osmanlı Tarihi’nde yer aldığını, dolayısıyla Selim’e değil şaire ait olabileceğini söyledi. Bu olasılık akla yakın görünüyor. Çünkü Yavuz, şîri pençe (aslan pençesi) olarak bilinen tehlikeli bir çıbanı hamamda sıktırmasından hemen sonra sefere çıkmış ve Çorlu dolaylarında musahibi Hasan Can, başında Yasin okurken ölmüştü. Şiirde eğer “kahreden pençe karşısında aslanların  titrediği” belirtilerek aslan pençesi çıbanına gönderme yapılıyorsa,  Padişah’ın ölüm döşeğinde bu şiiri söylemiş olması pek olası değil. Zaten Hasan Can da hatıralarında buna yer vermiyor. Ne var ki diğer padişahlar gibi Selim de şiirlerini Farsça ağırlıklı olarak yazıyordu. Dolayısıyla kim yazmış olursa olsun, şiirin burada anılmasına vesile olan düşünceyi değiştirmiyor.) rak okumamızı öğütler.) Karl Marx, “Fatih ülkeler, fethettikleri ülkelerin kültürlerinin etkisi altına girerler” der. Bence hem Konstantiniye’ye, hem de Mısır fetihlerinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda olup bitenler bu sözle bir parça açıklanabilir. İki şiirin öğrettiği Gaf değil, iftira Arap yarımadası fethedildikten sonra imparatorlukta Arap etkisi artmış, gözden düşen Aleviler ise kıyımlara uğratılmış, dağlara kaçmak zorunda bırakılmış, haklarında binbir iftira üretilerek “İslam dışı, ahlaksız” bir topluluk olarak tanıtılmaya çalışılmıştı. Günümüzde bile; her duyduğumuzda bizi irkilten ve skandal yaratan açıklamalar aslında birer gaf değil, yüzyılların kafalara yerleştirdiği iftiraların tortuları. Bazı Müslümanlar “Kızılbaş” kelimesini ensest anlamında kullanarak büyük bir günah işlemektedirler. Çünkü Kızılbaş, 15. Yüzyıl’da Şeyh Haydar tarafından, kendi yolunu izleyenlere önerilen 12 dilimli kırmızı bir serpuştur. 12 dilim 12 İmam’ı temsil etmektedir. Bu serpuşu başlarına takanlara, Osmanlı deyimiyle “Alici Türkmenler”e Kızılbaş denilmiştir. Niye katledildiler? Princeton Konferansı metnine giriş olarak yazdığım bu satırlara bazı bilgiler daha eklememe izin veriniz. Son günlerde çeşitli mecralarda Alevilik konusunda birçok tartışmaya rastlıyorum ve bu konuda hâlâ kulaktan dolma bilgilerle konuşulması açıkçası üzüyor beni. En iyi niyetli olanlar bile Alevilerin Hz. Ali’yi, Hz. Muhammet’ten üstün tuttukları gibi yanlış kanılara sürüklenebiliyorlar. Alevilerin yüzyıllardır “Medet Allah, Ya Muhammed, ya Ali” demeleri bile bu yanlış inancı silmeye yetmiyor. Gelin büyük Alevi ozanlarından Teslim Abdal’ın bir deyişine göz atalım: “Sen hak peygambersin şeksizgümansız Sana uymayanlar dinsiz imansız Teslim Abdal neyler dünyayı sensiz Adı güzel, kendi güzel Muhammed.” (Geçenlerde din ağırlıklı bir radyo bu dizeleri Yunus’a mal ediyordu. Doğru değildir. ) Alevi kültür geleneği o kadar güçlüdür ki arabesk akımlar bu topluluklar arasında yaygınlaşamamıştır. Kültürlerinin en önemli öğelerinden biri olan bağlamayla kendi deyişlerini, nefeslerini icra ederler. Hacı Bektaşı Veli’nin “İncinsen de incitme!” öğüdüne uyarlar. Alevi değilim ama… Oysa Alevi değildim. Sünni bir ailede doğmuş ve son derece dindar olan ailemde İslamın en aydınlık yüzünü görerek büyümüştüm. Bir savcı oğlu olarak Kur’an kurslarına gönderilmiş, boynumdaki hamaylıda taşıdığım Elifba cüzünü ezberlemiştim. Daha sonra Ankara’da İngilizce eğitim veren Maarif Koleji yıllarımda, hâkim emeklisi Hacı dedemin sıkı bir dini eğitiminden geçmiş Bu konuda yerli ve yabancı yayınları okudukça ilgim daha da arttı. Osmanlı fetihlerine imza atan Yeniçeri ocaklarının piri, Hacı Bektaş değil miydi? Anadolu’nun ve Rumeli’nin fethinde bu inanca bağlı “Kolonizatör Dervişler” büyük rol oynamamış mıydı? Osmanlı’nın kuruluşunda bu inancın önemli bir rolü yok muydu? O zaman niye Yavuz Sultan Selim’den sonra imparatorluğun Araplaşma dönemi başlamış ve Anadolu Alevileri katledilmişti? Bu soruya basitçe, İran tehdidinden dolayı cevabı verilebilir. Şii İran Şahı’nın, Anadolu’daki Şah’ın şiiri İki şiir de çok güzel ama hangisi Türkçeye daha yakın? İran Şahı’nınki değil mi? Yani (zaten Türk olan) İran Şahı Türkçe, Osmanlı Sultanları ise Farsça kelimelerle şiir yazıyor. Sadece bu örnek bile, ulusdevlet çağından sonra yetişmiş olan bizlerin, tarihi bugünün kavramlarıyla anlayamayacağımızı göstermiyor mu? (Büyük Alman tarihçi HansJörg Gadamer, yorumbilim metoduyla, tarihi, bugünün değil o günün değer yargılarıyla yorumlaya ‘Sivas ülkem değilmiş gibi geliyordu’ air, yazar Hidayet Kalarını, sehpa ayaklarını rakuş, 22 yıl evvelisöküp elimize vermelene, Madımak’a bakarri; Asım Bezirci’nin eliken, “O yıllarda Sivas benim ne geçirdiği bir çıtayülkem değilmiş gibi geliyorla kendini nasıl savudu” diyor. Soruyoruz: “‘Sinacağını gülerek anlatvas katliamından şans eseri ması; sıkıntıdan, umutsağ kurtulan yazar şair’ ifasuzluktan nişanlısının SELİN desi sinirinizi bozuyor mu?” saçlarını ören bir genİnsanlık yaralarımıza işacin yüzündeki tedirONGUN ret ederek “sağ kurtulmakginlik... Semahçı, tiyatla sağlıklı kurtulmak” farkını harocu güzelim çocuklar... Metin’in, tırlatıyor. Behçet’in, Uğur Kaynar’ın merdiKarakuş, Sivas katliamının topvenlerde umarsız bekleyişleri... lum ve bireydeki etkilerini anlatAli Balkız’la birlikte tavan arasına tığı Şeytan Minareleri adlı romakadar çıkıp bir kurtuluş yolu arayışımız. Otelden çıktığımızda geçnıyla Orhan Kemal Roman ödülümek istediğimiz binanın pencerenü almıştı. lerinde bizi bekleyip “Geldiğiniz 2 Temmuz 1993, Madımak yerden çıkın” diyerek, bizi ateşe Oteli’ne ilk taşın atıldığı dakikagöndermeye çalışan, ağza alınmalar... Ya sonra? Belleğinizde, kalyacak sövgülerle insanlıktan çıkbinizde en çok hangi görüntümış Aczmendiler...w Emniyet Müler var? dürlüğü’ndeki televizyondan yaşaOtele ilk taş anımsadığım kadadığımız dehşetin boyutunu öğrenirıyla saat 14.10 sıralarında atılşimiz... Demirel’in, Çiller’in devlet dı. Sonrası yağmur gibi geldi. Önadamına yakışmayacak sorumsuz ceden odaları boşaltıp merdivenledemeçleri... re, odaların önlerindeki boşlukla 1993’te doğanlar şimra çıkmıştık. di 22 yaşında. Siz bu 22 yılda, Otel görevlisi iki gencin bize yardım etmek için sandalye bacak Madımak’a hiç gittiniz mi? Katliamdan sağ kurtulan şair, yazar Hidayet Karakuş 22 yıldır Madımak’a gitmemiş Ş Öylesine etkilenmiştim ki o yıllarda Sivas benim ülkem değilmiş gibi geliyordu. Otelde de sonrasında da soğukkanlı olmaya çalıştım hep. Bir ruh bilimci dostumuzun, bu sarsıntının etkilerinin yıllar sonra çıkacağını söylemesi beni çok korkuttu. Sanırım beni yazmak sağalttı. Bilincimi bileyen de tarihsel olayları, toplumsal gerçekliği yazarak değerlendirmem oldu. Madımak’a gitmedim. Hâlâ bir soğukluk var içimde. Yine de olaylara tarihin penceresinden bakmaya, daha nesnel düşünmeye çalışıyorum. Çünkü sorun yalnızca Sivas’ın değil, ülkenin, dahası yüzyılların sorunudur. “Sivas katliamından şans eseri sağ kurtulan yazar şair” ifadesi sinirinizi bozuyor mu? Bunu daha çok beni tanıtmak için yapıyorlar ama sinirlenmiyorum. Ne ki, bu anlatımlar olayın mağdurunun üzerinden ilgi yaratılmaya çalışıldığında beni rahatsız ediyor. İnsanlar daha çok olayları anlatmamı bekliyorlar; anlatıyorum da. Ne ki beni dinlemeye gelenlerin bakış açılarını da tarihsel kılmaya çalışıyorum gittiğim toplantılarda. Tarihsel olgularla konuya yaklaşan çok az. Sağ kurtulmakla sağlıklı kurtulmak farklı elbette. İnsanlık yaralarımızın iyileşmesi için yüzyıllar gerekiyor hem bize, hem tüm insanlığa. Bilimsel, laik bir eğitim dünyada da, ülkemizde de gerçekleştirilmeden, aydınlanma yaşanmadan bu yaralar iyileşemez. Türkiye toplumu Sivas katliamıyla sahiden yüzleşti mi sizce? Tarihle yüzleşmek sözü çok kullanılıyor son yıllarda. Bunun için ölçüyü söyleyen yok. Bence bu konuda iki temel ilke vardır: Birincisi tarihsel olayları kendi koşulları içinde değerlendirmek; ikincisi evrensel hukukun toplum düzeninde temel olması, egemen kılınmasıdır. Bunlar olursa yüzleşme yaşanır. Bunlar olabildi mi? Yıllarca tartışılan o soru: Madımak katliamı planlı mıydı? Bugüne gelmeden, daha o gün, 2 Temmuz’da bu soruya verdiğiniz yanıt neydi? Bu konuyu oteldeyken hiç düşünmedim, düşünemedim. Kurtulduktan sonra aklıma gelen kimi durumlar, olayların planlandığını gösterdi bana. Başka hiçbir yerde kaldırım çalışması yokken otele 30 metre uzaklıktaki PTT’nin önünden sökülüp bir kıyıya yığılan taşlar, camide Amerikan bayrağının yakılması, Sivas’taki yerel gazetelerin kışkırtıcı başlıkları, yurtların 2 Temmuz’dan önce çevreden getirilenlerle doldurulması, planlı bir kalkışmanın izlerini taşıyordu. Belediye başkanının “Gazanız mübarek olsun sözü” bile önceden hazırlanmış bir söz gibi geliyor bana şimdi. “Can”a değer veren, insanı insan olduğu için önemseyen bir inançtır.  Aleviliğin, yalnız insana değil, doğadaki her canlıya saygı gösteren bir inanç olduğunu, Çorum’da katıldığım bir Cem ayininde gözlerimle görme olanağı bulmuştum. Töre gereği kurban edilip eti dağıtılacak olan koyun kınalarla kurdelelerle süslenmiş olarak nazikçe dedenin önüne getirildi. Sol ön ayağını kıvrık biçimde tuttu birisi ve dede koyuna seslenerek, “Kusura bakma, seni incitmek istemiyoruz ama etinle cemaati besleyeceğin için sana teşekkür borçluyuz” anlamına gelen (daha doğrusu tam olarak sözlerini hatırlamadığım için mealini aktardığım) bir türkü söyledi sazıyla. Doğrudan doğruya kurbana hitap ediyor, yumuşak, tatlı ezgiyi ona adıyordu ve koyun da hiç huysuzlanmamasından  sakin olduğunu çıkardığım bir duruşla dinliyordu.  Bu tavrın, benim gibi bir hayvanseveri ne kadar etkilediğini tahmin edersiniz. Hele her kurban bayramında hayvanları binbir eziyetle öldürmeyi marifet sananlarla karşılaştırıldığı zaman... “Ne! Adın Ömer mi? Hemen çık git bu dükkandan!” Koyuna türkü Hidayet Karakuş C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle