28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 28 Haziran 2015 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY 22 V obani kurtarılmıştı, IŞİD arkasına bakmadan kaçmıştı. Tüm dünya derin bir soluk almıştı. Ama bir gecede kent yeniden kara yazgısına döndü. IŞİD bir gece vakti kente sızarak çocukları, kadınları öldürdü ve ölüm Kobani’ye yeniden geldi. Bütün bunları düşünürken 27 Ekim 2014 tarihinde Kobani’ye en yakın bölge olan Suruç’ta gördüklerim, yaşadıklarım aklıma düştü. Sınırda ve Kobani’de bir direniş destanı yazılmıştı. Ben bu destanın tanığı oldum. Şimdi de bir destan yazılacağından hiç kuşkum yok. Gördüklerim, yaşadıklarım öyle söylüyor, yeniden dinleyin, haksız mıyım? “Hâlâ Suruç’a bağlı ve Kobani sınırına en yakın Mehser (Çaykara) köyündeyim ve bu gece orada kalacağım. Biraz nereye gittim, ne yapıyorum anlatmalıyım. Gözünüzün önüne getirin, köyün avlusu oldukça geniş camisi, dışardan gelen konuklar için yatakhaneye çevrilmiş, ayrıca gene herkes caminin içinde oluşturulan yemekhane bölümünde sıraya girip ekmeğini, yemeğini alıyor, kim olduğun önemli değil. Üniversite öğ K Saç zarfı ve kızlık zarı ona Eltahawy, 1967 yılında Mısır’da doğdu. Tıp doktoru anne ve babasıyla birlikte Glasgow’a yerleştiğinde 7 yaşındaydı. Cidde’ye göç ettiklerinde ise 15... Tam ergenlik çağında uğradığı kültür şokunu, ailesinin gönülsüz uyduğu İslami geleneklere samimiyetle sahip çıkıp tesettüre girerek atlatmaya çalıştı. Ne var ki gözlerini kapatamıyor, düşünüyor, düşündükçe okuyor; tesettür kozasının içindeki munis tırtıl, kanatlarını özgürce açmaya kararlı bir kelebeğe dönüşüyordu. M nan Mısır Baharı’nda, Tahrir Meydanı’ndaydı. Dünya, aylarca süren isyanı sıcağı sıcağına onun yazdığı tweet’lerden, adeta “canlı yayın”da gibi izliyordu. Sosyal medyada 218 bin takipçi edinmiş, Tahrir Meydanı’ndan toplam 312 bin tweet göndermiş, tutuklandığını ve kendisine cinsel tacizde bulunan polisleri de Twitter’dan ihbar etmişti! Mona Eltahawy’nin ilk kitabı, 2015 Mayıs ayında ABD’de, haziran başında da Fransa’da yayımlandı. Kitabın başlığı bile İslam ülkelerinin “erkek” tüylerini ürpertecek türden: “Başörtüleri ve Kızlık Zarları” (Headscarves and Hymens). Türkiye’de türban özgürlüğünü savunup tesettürün ilkokul çağına inmesine seyirci (işbirlikçi!) kalan tesettürsüz hanım yazarlara ka Topları hep patlak olan çocuklar! rencileri, öğretmenler, doktorlar yani tüm ülkeden ve dünyanın pek çok yerinden gelmiş kadınlar, erkekler, arada çocuklar… Birden gene bir havan topu atılıyor. Ses çok korkunç ve yanımda Kobani Halk Meclisi’nin üyesi orta yaşlı bir kadın var: Feyize. On gün önce Kobani’den gelmiş, başını eğip sessizce ağlamaya başlıyor, Kobani’de biri gazeteci olarak çalışan, diğeri sıcak savaşta iki kızı var. ‘Ben kızlarınıza mı ağlıyorsunuz’ diye sorulacak en kötü soruyu soruyorum, şaşkınlıktan olacak. O, ‘Hayır, ben bütün Kobani için ağlıyorum’ diyerek beni mahcup ediyor. Gece ilerliyor, ben hâlâ caminin avlusundayım. Güzeller güzeli, Diyarbakırlı Firuzan yanıma gelip çay isteyip istemediğimi soruyor. Elbette istiyorum... O yedi gündür burada. Diyarbakır’dan gelmiş, işleri organize ediyor. Bir yandan da ‘ben güzelim değil mi’ diye soruyor, ‘beni artist yaparsın artık.’ Doğru söze ne denir, gerçekten çok güzel... O sırada Firuzan’ı çağırıyorlar, İzmit’ten gelen bir ekip varmış, yer bulamamışlar. İş Firuzan’a düşüyor, hayda koşturup yanımdan gidiyor. Şimdi bir soru, insanlar bütün gece neden nöbet tutuyorlar? Nedeni şu, birincisi karşıya moral, ikincisi herhangi bir IŞİD sızıntısını engellemek. Nereden? Türkiye’den. Bu önemli, çünkü burada konuştuğum hemen herkes IŞİD militanlarının sınırlarımızdan geçtiğini söylüyor. Sözü kısa keselim, çünkü gördüklerim, duyduklarım bu kadar değil. Sizlere mülteci kamplarını ve burada çalışan gönüllüleri anlatmak istiyorum. Bütün dünyanın yükü sırtlarında... Dünyanın ise umurunda değil. (Fotoğraf: Karolin Klüeppel) Suruç, köyleriyle birlikte yüz bin nüfuslu bir ilçe. Savaş nedeniyle Kobani’deki akrabalarına yüreğini ve tüm imkânlarını sonuna dek açmış bir yurt parçası. Şu anda nüfusunun kaç olduğu bilinmiyor. Çünkü Suruç’ta sadece mülteciler yok, bir o kadar da Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden gelmiş, gönüllüler ordusu var. İlk olarak Arin Mirxan çadır kentine gidiyorum. Arin Mirxan tüm Suruç ve mülteciler için çok değerli bir ad. O Kobani’de savaşırken ölen çok genç bir kızın adı. Kamp sorumluları arasında Türkçe bilen sadece iki genç kadın var. Biri Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde çalışıyor, iznini burada kullanıyor, öteki Marmara Üniversitesi’nden, o da iznini burada kullanıyor. Kampta her şeyin mükemmel olduğunu söylemek olanaksız. Özellikle hijyen, sorumlu herkesin en çok dikkat ettiği şey. Çünkü küçük çocuklar var, banyo koşulları çok zor olduğu için bitlenme söz konusu olabilir, sonra salgın hastalıklar var ve önümüz kış! Banyo için su ısıtılan çadır önlerinden geçip gidiyoruz, arkamızda bir çocuk ordusu. Birden çadırların birinin önünde acıyla kıvranan bir kadın görüyorum. Kobani’den on gün önce gelmiş ve gelirken mayına çarpmış ayağını kesmişler, şimdi çok ağrısı var. Az sonra yeniden doktora gidecek, öylece acıdan kıvranarak duruyor. Tam o sırada, dört beş çocuk ellerinde patlak bir top açıklık bir yere doğru koşturuyorlar. Topları patlak ve ben ‘topları hep patlak olan çocukları’ düşünüyorum. Onları nasıl bir gelecek bekliyor? İster Kürt, ister Türk, ister Alevi, ister Sünni olsun bazı çocukların topları hep patlak. O genç adam Adıyaman’dan çıkıp gelmiş, kendisi Zihinsel Özürlüler üzerinde çalışan bir öğretmen. Düşünmüş ki, buradaki çocukların en çok ihtiyacı olan şey, Kürtçe bilen bir öğretmen. Evet, dil mülteci çocukları için çok önemli, çok iyi anlıyorum, çünkü o çocuklara Türkçe nasıl uzak geliyorsa bana da Kürkçe o denli uzak. İnsan kendini ifade edemediğinde bir hiç oluyor. Genç öğretmen onların eli ayağı… Çocuklar bir yerlerde hep patlak toplarıyla oynuyor. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Fotoğraf: Mona Eltahawy Cidde’de yaşadığı üç yılı, daha sonra şu sözlerle anlatacaktı: “Suudi Arabistan’da kadın olmak, günahın ete kemiğe bürünmüşlük halidir. Bu ülkede yaşadığım travma öyle büyüktü ki, ister istemez feminist oldum.” Suudi Arabistan’dan Mısır’a dönüp Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde okurken de tesettürlüydü. Kozasından nihayet fırlayıp çıktığında, 25 yaşındaydı. Güzel başını salladı, aslan yelesi saçlarını açtı. Artık İslam dünyasındaki erkek egemenliğine karşı isyan halinde ve kadın hakları için dünya çapında savaşmaya hazırdı. HHH Serbest gazeteci oldu. Şakır şakır konuştuğu İngilizceyle, önemli medyaların yerel muhabirliğini yapıyordu. Hüsnü Mübarek’in iktidardan indirilmesiyle sonuçla pak olsun: Mona’ya göre “İslamiyet adına savunulan saç yasağı ve kızlık zarı, kadına duyulan nefretin simgeleri...” HHH Kitabının Fransa’da çıkışı için verdiği röportajlarda, “Müslüman kadınlar kendilerine kökten düşman bir kültür içinde yaşıyorlar. Arap dünyasının kadınlara duyduğu nefret, korkudan kaynaklanıyor” diyor Mona. “Bedenini gizlemek ve kızlığını korumak, kadınların üzerindeki iki temel baskı öğesi olup vücutlarına yönelik erkek egemenliğini vurgulamaya yarıyor” diyor. “Cinsel anlamda özgür bir kadın erkeği korkutuyor. Kadına arzusunu uyandırdığı, dolayısıyla iradesini zayıflattığı için kızıyor ve tam da bu yüzden kadın vücudunu bir savaş alanı olarak algılıyor” diyor. “Kadınlar saç ve bacak arasından ibaret değildir. Kadın bedeni, kullanımını erkeklerin erkeklerle konuştuğu bir saplantı olmaktan çıkmalıdır” diyor. Mona Eltahawy, Arap Baharları’nın kadınları unuttuğu için özgürlük ve demokrasi getirmediğini, umulan devrimin yapılamadığını söylüyor ki, bence de doğrudur. Mona’nın kitabı, elbette Türkçeye çevrilmeyecek! ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr HARBİ SEMİH POROY SAYISAL LOTO 15, 16, 26, 31, 44 ve 45 6 BİLEN: 1 milyon 435 bin TL. (DEVİR) 5 BİLEN: 3 bin 952’şer TL. 4 BİLEN: 52’şer TL. 3 BİLEN: 7.60’şar TL 28 HAZİRAN 2015 SAYI: 32771 zgürö n e t k , “Gerçe mlarda u l p o t leşen ve tapı r ü g z ö .” kadın lasıdır JUST DE SAINT ANTOINE G NOKTASI ilişki kurdu diye cezalandırılıyor. Öte yandan sekizdokuz yaşında kız çocukları ihtiyarlarla evlendirilince, yasal oluyor. Dehşet verici bu çarpıklığa son verip ölçüleri doğru koymak gerek: Çocukların evlendirilmesi suçtur, iki erişkinin rızasıyla cinsel ilişkiye girmesi suç değildir.” Mona Eltahawy’nin düşünce sistematiğini izleyecek olursak, her kadının kendisine sorması gereken iki soru var: Bedenim bana mı ait? Hayatımın sahibi ben miyim? Bu sorulardan birine “hayır” yanıtı veren kadının feminist; ikisine birden “hayır” diyen kadının hem feminist, hem de devrimci olması gerekiyor. Elbette ne feministlik kolay, ne devrimcilik. Ama kimi kadınlar için, bugün yaşadıklarından daha zor olmasa gerek. aşörtüleri ve Kız“B lık Zarları” kitabının alt başlığı, “Ortadoğu Cin sel Devrimini Niçin Yapmalıdır” biçiminde. Çünkü Mona, hepsi geri kalmış ve Batı’dan satın aldıkları silahlarla birbirini boğazlayan Arap dünyasının ancak cinsel özgürlükle zihniyet değiştirebileceğine, başka bir deyişle kadınlara eşit yaşam alanı açınca akıllanacağına inanıyor. “Bir dikta rejiminde, tüm yurttaşlar baskı altındadır. Ama erkek egemen rejim, sadece kadını eziyor. Örneğin Suudi Arabistan, ayrımcılık döneminde Güney Afrika nasıl boykot edildiyse, öyle boykot edilmeli. Güney Afrika’da ayrımcılık baskısı ırksaldı. Suudi Arabistan’da cinsel! Kadının da cinsel arzusu ve zevk almaya hakkı var, bunu kabul etmiyorlar. Erişkin iki insan, evlilik dışı cinsel mıyım.” Cumhuriyet okuruydu. Yabancılar, şirketine ortak olmayı planlıyordu. Ortaklık görüşmeleri başlamıştı bile. Fakat Google’a kendi adını girince, karşısına terör örgütüne üye olduğu savıyla, gözaltına alındığı bilgisi çıkıyordu. Başlığa tıklayınca Cumhuriyet’te yayımlanan fotoğrafsız bir ajans haberine ulaşılıyordu. “Sizce bu haberi okuduktan sonra benimle ortaklık yaparlar mı” diye soruyordu. Sesindeki öfke hemen hissediliyordu. Gözaltına alındığı doğruydu. Fakat mahkemeye bile çıkarılmadan serbest bırakılmıştı. “Solcuydum. Ama yasadışı örgüt üyesi falan değildim. Terörle de hiç ilgim olmadı” diye anlatıyordu. O konuşurken 12 Eylül dönemini anımsadım. İnsanları toplayıp bir masanın arkasına sıraya dizdikleri o dönemi. İnsanlar terörist diye yaftalanıyor, yaşamları karartılıyordu. Masanın üzerine serpiştirilen silahlar, mermiler, genellikle masanın arkasındakilere ait değildi. Hâkim karşısına çıktıktan sonra serbest bile bırakılsalar, adları ve Emniyet’te silahlarla birlikte çektirilen fotoğrafları gazetelerde yayımlanmış oluyordu. HHH Türkiye’nin en büyük gazete arşiv projesini yeni tamamlamıştık. İnsanlar Google’da arama yaptıklarında “Cumhuriyet Arşivi”ndeki gazete kupürlerine de ulaşabilsinler diye düşünmüştük. Google’ın Cumhuriyet haberlerini indekslemesine olanak sağlamıştık. Böylesi bir sorunla karşılaşa “B en terörist değilim Hakan Bey. Bir işada Unutulma hakkı cağımızı aklımızdan bile geçirmemiştik. Anlaşılıyordu ki geçmiş, özellikle de solcuysanız, kolay kolay peşinizi bırakmıyordu. İşadamının bize aktardığı bilgilerin doğru olup olmadığını kontrol ettik. Konuyu hukukçularla görüştük. Ardından Cumhuriyet Arşivi’nde, ilgili haberi kendi indekslerimizden kaldırdık. Fakat haberin Google aramalarından çıkması birkaç hafta sürdü. O zamanlar “unutulma hakkı” gündemde değildi. Google işi ağırdan alıyordu. HHH Teknolojide yaşanan hızlı gelişmeler, bilgiye ulaşma olanağımızı önemli ölçüde artırdı. Diğer yandan bireyin hak ve özgürlük alanını da derinden etkiledi. Bugün dijitalleşme çağını yaşıyoruz. Kâğıt üzerinde var olan her şeyi dijitalleştirmeye çabalıyoruz. Kitaplar, gazeteler, dergiler, araştırmalar, tezler, devletin elindeki kayıtlar, haritalar… Sonra filmler, fotoğraflar, müzikler, ses kayıtları… Dijitalleşmeyle birlikte geçmişe ilişkin bilgiler giderek daha rahat ulaşılabilir hale geliyor. Bu süreçte kimi sürprizlerle karşılaşabiliyoruz. Diğer yandan dijital dünyada iz bırakmayı da sürdürüyoruz. Sosyal medya hem yararlı hem eğlenceli. Ama aynı zamanda özel hayatın gizliliğinin ihlali riskini de beraberinde getiriyor. Teknolojinin sunduğu olanaklarla hem özgürleşiyoruz, hem de özel hayatımız aleni hale geliyor. Gençlik yıllarında çektirilen bir fotoğraf yıllar sonra sorun haline gelebiliyor. Bu sefer o fotoğrafı internetten kaldırmak için çaba harcıyoruz. Tüm bu gelişmeler karşısında bireyi nasıl koruyacağız? İnternet bir “dijital hafıza”ya dönüşürken kimileri bir “dijital silgi”ye gereksinim olduğu kanısında. Belli ki “Unutulma hakkı” yavaş yavaş temel bir insan hakkı olarak karşımıza çıkmaya başlayacak. Avrupa Adalet Divanı’nın geçen yıl mayıs ayında verdiği, “Kişiler belirli koşullar altında arama motorlarından kişisel bilgilerinin kaldırılmasını isteme hakkına sahiptir” kararı önemli bir adım oldu. Google’ın bu karar üzerine bazı İngiliz medya kuruluşlarının haberlerinin bağlantılarını kaldırması ise yasanın uygulanmasına ilişkin Avrupa çapında tartışmalara yol açtı. Google’a yapılan başvurular hızla artıyor. Dokuz ayda 200 bini aştı. Uygulamadaki sıkıntılar hâlâ sürüyor. Bilişim hukuku üzerine çalışanlar “unutulma hakkı”nın henüz yeterli netlikte anlaşılmadığını, ne tür içeriklerin hangi şartlarda kaldırılabileceğinin daha net açıklanması gerektiğini düşünüyor. Diğer yandan adları çeşitli suçlara karışanlar da bu haktan yararlanmaya çabalıyorlar. “Unutulma hakkı ile kamuoyunun öğrenme hakkı nasıl dengelenecek”, “Unutulma hakkı ifade ve basın özgürlüğünü tehdit eder mi” gibi sorular hâlâ gündemde. Belli ki bu konuları daha uzun bir süre tartışacağız. İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Ayşe Yıldırım Başlangıç Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni Onur Tunalı l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Ceyda Karan l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Grafik: Ahmet Sungur l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Ahmet Rasim Sok. No: 14 Halit Ziya Bulvarı 1352 S. 2/3 Çankaya 06550 Ankara İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Cüneyt Arcayürek, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Mustafa Balbay, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Cumhuriyet Caddesi Beşler Apartmanı No: 44 Kat:3 Daire:4 34367 Elmadağ/İstanbul Tel: (0212) 251 98 74 75 81 82 Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: YAYSAT Doğan Medya Tesisleri Hoşdere 34850 Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.25 03.18 03.34 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.27 13.1 4 17.12 05.15 12.59 16.54 05.43 13.25 17.21 Akşam 20.49 20.30 20.48 Yatsı 22.40 22.17 22.39 C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle